Haber / Yorum / Bildiri

25 yıldır ağırlaştırılmış hapis ve tecrit: Kürtlerle savaşı sonlandırmak, barışmak; Öcalan’a özgürlükle mümkün

Mümin TOPRAK

ÖCALAN 25 yıldır hapiste, hem de ağırlaştırılmış tecritte. Ne ailesi, ne avukatlarıyla görüştürülmekte. İnsan hak ve özgürlükleriyle bağdaşmayan, insanlığın kabul edemeyeceği bir uygulama. Ama burası Türkiye. Hak, hukuk, adalet, yargı yok. Anayasa’yı, Anayasa Mahkemesi’ni sayan yok. Demokrasi ve özgürlükler rafta, keyfilik revaçta. Herşey Reis’in iki dudağının arasında. Bu yalnız Öcalan için değil, başta Demirtaş, Kavala, Kışanak, Selçuk Mızraklı, Selçuk Kozağaçlı, Yüksekdağ, Can Atalay ve diğer daha isimleri saymakla bitmeyen tutuklular için de geçerli. Bu keyfilik yalnız hukuk alanında değil diğer politik, edonomik, sosyal, kültürel yaşamın her alanında geçerli. Böyle bir muameleyi güzel ülkemiz ve halkımız haketmiyor. Ama kabahat tek başına Erdoğan’a oy verenlerde değil, biraz da bizde, sol ve demokratik güçlerde!

Birçok gelişmiş ülkede hapislik en fazla 25 senedir

Birçok gelişmiş ülkede, mesela Almanya’da en fazla hapislik süresi 25 senedir. Müebbet ve ağırlaştırılmış müebbete bile 15 sene hapislikten sonra iyi hal gözetilerek, koşullu salıverme başlar. Türkiye’de ise bu şartlar maalesef çok daha ağırdır. Bu müebbet hapislikte 24, ağırlaştırılmış müebbet hapislikte 30, hatta 36 yılı bulmaktadır. Bu da gayrı insani, gayrı demokratik bir uygulamadır. Hukukta esas olan intikam değil, insanın iyi hal yönünde değişimidir. Değişmeyenler zaten güvenlik nedeniyle içerde muhafaza edilir ama bu hapislikten sayılmaz.

Devlete karşı işlenmiş “suçlar”da bile devlet intikam gözetemez, hukuğa uymak zorundadır. Almanya’da uzun süre terör eylemleriyle tanınan RAF üyesi Christian Klar’ın avukatları 20 seneden sonra Klar’ın özgürlüğü için harekete geçtiler. Klar yaptıklarından pişman olmadığını söylemesi üzerine serbest bırakılmadı. Ama bilirkişi raporlarında artık Klar’ın Almanya için bir tehlike teşkil etmediği kararı verilince, mahkeme Klar’ı serbest bırakmak zorunda kaldı. Türkiye de buradan ders çıkarabilir. Bir Demirtaş’tan, bir Kavala’dan, bir Kışanak’tan, bir Atalay’dan, hatta bir Öcalan’dan Türkiye’ye ne gibi bir tehdit gelebilir ki? Bunlardan gelse gelse Türkiye’nin önünü açacak, savaşı sonlandıracak, barışı sağlayacak öneriler gelebilir. Bu insanların hapiste yatması ülke için ne kadar büyük bir kayıptır. Maalesef Erdoğan bunları kendi iktidarı için bir tehdit gördüğünden keyfi olarak içerde rehin tutturmaktadır.

Öcalan’ın ayrıcalığı savaşı sonlandırmakta, barışı sağlamakta yatmaktadır

Şüphesiz tüm bu tutuklular arasında özel bir yeri olan 15 Şubat 1999’da uluslararası özel bir komployla Kenya’dan Türkiye’ye getirilen ve o zamandan beri İmralı adasında tutulan Öcalan’dır. Öcalan 9 Ekim 1998’de Türkiye ve ABD’nin baskısıyla Suriye’den çıkartıldı. Önce Yunanistan’a, oradan Moskova’ya, Roma’ya, tekrar Yunanistan’a gitti. Amaç bu ülkelerden birine iltica etmekti. İlticası kabul edilmedi. Yunanistan aracılığı ile Kenya’ya gönderildi. Bu bir uluslararası komploydu. Kenya’da İsrail gizli örgütü MOSAD ve ABD gizli örgütü CIA’in iş birliği ile Türkiye’ye teslim edildi, İmralı adasına getirildi. Özel kurulan bir mahkemeyle ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırıldı. Komplo “başarıyla” sonuçlanmıştı. Ama Türkiye ABD’nin Öcalan’ı neden Türkiye’ye teslim ettiğini bir türlü anlamadı. Taa ki AKP iktidara gelinceye kadar. 

Öcalan bu 15 Şubat 2024’te İmralı’da ağırlaştırılmış hapis ve tecrit koşullarında 25 seneyi doldurdu. Artık hem devletin hem toplumun onun özgürleşmesi için harekete geçmesi gerekmez mi? Kürtler zaten hem Türkiye’de hem Avrupa’da harekete geçmiş, yürümekte ve Öcalan’a özgürlük istemektedirler. Ama Türklerden bir hareket yok, en azından cılız. Oysa AKP’nin ilk yıllarında olduğu gibi önce 2008-2011 Oslo’da PKK ile, daha sonra 2013-2015 İmralı’da Öcalan’la yapılan görüşmelerin benzeri bugün yapılırsa, Öcalan’la müzakerelere yeniden başlanırsa, savaşa son verilmesi, barışın sağlanması on yıl öncesine göre daha bir olanaklı olabilir. Öcalan’la başlayacak bir müzakere süreci ise ülkesi ve halkıyla Türkiye’nin çıkarınadır. Bunu görmemek ise körlüktür. Öcalan’ın ayrıcalığı da burada yatmaktadır.

Bugün Türkiye’de herkes biliyor ki, savaşı sonlandırmak, barışa giden yolu açmak İmralı’da Öcalan’la müzakereden geçmektedir. Hatta hem genel hem yerel seçimlerde bile Kürt halkının hangi partiyi veya adayı dastekleyeceği Öcalan’la görüşmeden, ondan gelecek bir mesaj veya “mektup”tan beklenmektedir. Bunların hepsi yaşanırken bu insanın hapisliği artık sorgulanmalıdır. Öcalan üzerindeki tecritin kalkması, onunla özgürce müzakerelerin yapılması Türkiye’yi ve bölgeyi oldukça rahatlatacaktır. Savaşın bitmesi bu ülkelerin kalkınması ve halklarının refahı olacaktır. Artık Türkiye dahil Ortadoğu ülke ve halklarının Kürtlerle birlikte eşit, özgür, özerk, barış içinde demokratik bir ortamda yaşamaya hazır olmaları gerekmektedir. İnkâr ve imha, baskı ve zulüm değil, eşitlik ve özgürlük yaratılırsa Ortadoğu’da yaşam kökten değişecektir. Bunun başlangıcı da Türkiye’de yaratılabilir. Burada da Öcalan’la yeniden müzakerelerin önemi ortaya çıkar.  

Savaş fakirliktir, barış zenginliktir

Eğer bugün Türkiye’de ekonomi iyi gitmiyorsa, önü alınamayan bir pahalılık ve enflasyon varsa, faiz ve dolar başını almış gidiyorsa bunun en önemli nedeni iktidarın Kürtlere karşı yürüttüğü savaştır. İster Türkiye’de ister Suriye ve Irak’ta olsun, Kürtlerin üzerine yağdırılan bombalar ve toplardır. Bunu itiraf edenler de Erdoğan ve Bahçeli’dir. Onlar “Sivri biberin, patlıcan, patates ve domates’in fiyatları artmazsa bu bombaların, topların parası ne ile ödenecektir” demişlerdir. Savaşın, silahlanmanın maliyetine, ne kadar zengin olursa olsun, hiçbir halk ve ülke dayanamaz. Bunun son örneği dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya’dır. ABD Ukrayna savaşının yükünün büyük kısmını Almanya’nın üstüne yıktı. Almanya 100 milyar Euro silahlanmaya ayırmak zorunda kaldı. Bu halkın ekmeğinden kesilen paraydı. Pahalılığın, enflasyonun Almanya’da durdurulamamasını en önemli nedeni savaşa ve silahlanmaya ayrılan bu 100 milyar dolardır. Önümüzdeki yıllarda bunun 300 milyar dolara çıkacağı tahmin edilmektedir. ABD’de Trump başkan olursa NATO ülkeleri milli gelirlerinin yüzde 2’sini silahlanmaya ayırmak zorunda kalacaklardır. Almanya’da bu oran 2023’te yüzde 1,6’ya yükseldi. Alman halkı yüzde 2 olmaz diye şimdiden yakınmaya başladı. Türkiye’de ise bu oran NATO resmi sayılarına göre yüzde 2,77 ile 3 arasındadır. Bu çok yüksek bir sayıdır. Ama Türkiye’nin Kürtlere karşı savaşa yaptığı harcamalarla birlikte bu sayı daha da yükselmektedir. Unutulmamalı ki, savaş ve silahlanma halkları fakirleştirir, barış ise zenginleştirir. Yalnız dünyada değil, kendi ülkende de savaşa ve silahlanmaya karşı çıkılmalıdır.

Kürtlere karşı yürüyen bu savaşın bugüne kadar Türkiye’ye bedeli 3 trilyon dolardır. Ülkenin bir dolara kurşun attığı şu günlerde Türk insanı 3 trilyon dolarla nelerin yapılabileceğini bir düşünse mutlak “savaşa hemen son verilmelidir” diyecektir, “bu Kürtler neden başkaldırıyor?” diye bir soracaktır. Nedenini öğrendiği zaman da mutlak dizini dövecektir. “Bir halkın kendi dilini, kimliğini özgürce kullanmaktan, ulusal ve demokratik haklarını istemekten daha doğal ne olabilir ki?” diye düşünecektir. İşte Kürtler bu haklar için başkaldırıyor, bu hakları vermeyen Türk devletine karşı bu haklar uğruna elde silah savaştığı için Öcalan 25 yıldır İmralı’da yatmakta, kendisine, PKK’ya, Kürtlere “terörist” denmektedir. Artık bunlara bir son verip, Kürtlerle barışmanın zamanı gelmedi mi diye sormak gerekir. Esasında çoktan geldi ve geçiyor bile. Ama barışın yolu İmralı’dan, Öcalan’dan geçmektedir. 2010’lu yıllarda yapıldığı gibi hemen müzakerelere neden başlanmasın? Bu müzakerelere maalesef bir türlü başlanamıyor. Bu müzakereleri istemeyen bir yanda derin devletse diğer yanda da maalesef milliyetçilik ve şövenlik batağından kurtulamayan Türk aydınıdır.

Savaş Kürt sorununun çözümü değildir, çözüm Öcalan’la müzakeredir

Hem derin devlet, hem milliyetçi Türk aydını Cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan tek millet, tek devlet, tek ülke, tek dil, tek din, yani “ülkesi ve milletiyle bölünmez” Türkiye Devleti anlayışına bir körlük içinde saptanıp kalmıştır. Onlara göre bu anlayış ancak Türkiye’nin çok halklı, çok dilli, çok dinli bir ülke olduğu gerçeği inkâr edilerek, bu gerçeği dillendirenlerin imha edilerek, asimile edilerek sağlanabilir. 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde bu politika uygulandı. Bu politikaya karşı ayaklanan özellikle Kürt halkının direnişleri silah zoruyla bastırıldı. Ama Kürtler inatla isyan ettiler, dillertini ve kimliklerini, politik özerkliklerini istediler. Türk devleti de bu hakları vermemekte ısrar etti. Artık bu politika miadını doldurmuştur.

21. Yüzyılda hiçbir halkın anadili, ulusal kimliği, politik özerkliği inkâr edilemez. Her halk gibi Kürt halkının da ayrılma ve ayrı devlet kurma dahil kendi kaderini özgürce belirleme hakkı vardır. Onlara bu hakkı tanımamak “ülkesi ve milletiyle bölünmez” denen Türkiye devletinin parçalanmasını kabullenmek demektir. Zira bir halk ulusal haklarını alıncaya kadar savaşır. Kimse bir halka ulusal ve demokratik hakları için savaşma diyemez. Kürt halkı da ulusal ve demokratik haklarını alıncaya, en azından özerklik elde edinceye kadar savaşacağını açıklamaktadır. Türkler ise anadil, ulusal kimlik, özerklik kabul edilemez diye Kürtlere karşı savaş açmakta, onlar yenilinceye, ezilinceye kadar savaşılacağını ilan etmektedir. Bu artık çıkmaz yoldur. Günümüz koşullarında Öcalan ve PKK öncülğünde 40 yıldır süren Kürt direnişini kırmak, bastırmak imkânsız görünmektedir. Bastırılsa bile 10-15 yıl sonra yeni bir başkaldırının başlaması, baskı altındaki halkların doğasında vardır. Bu Kürtlerin de doğasıdır. Ama Kürtler hâlâ Türklerle eşit, özgür, demokratik bir cumhuriyette birlikte yaşayabileceklerini beyan ediyorlar. Bu Türklere savaşı durdurmak, müzakere ve barışı sağlamak için büyük bir fırsat vermektedir. Bu fırsat kaçırılmamalıdır. Bunun için de Öcalan’la barış müzakerelerine hemen başlanmalı, bu müzakerelere Meclis de müdahil olmalıdır. Eğer bu savaş durdurulmazsa, Öcalan’la müzakere yapılmazsa Osmanlı’da olduğu gibi Türkiye çökmeye ve parçalanmaya doğru gider. Tarihten doğru ders çıkarmak çok önemlidir. Bir halkın savaşan öncü güçlerini “komitacı”, “eşkıya”, “terörist” diye itham etmek o halkın kendisine hakaret sayılır. Artık zaman empati zamanıdır, Kürt Özgürlük Hareketiyle empati yapma zamanıdır. Öcalan’ın buradaki rolü iyi değerlendirilirse kazanan hem Kürtler hem Türkler hem de Ortadoğu halkları olacaktır. Burada anahtar rol Türklerdedir.

AKP ve Erdoğan ile pazarlığa oturmaya karşı çıkmak miyopluktur

Ne var ki, Türkler böyle bir anlayıştan çok uzaktır. Ama burada da AKP ile diğer Türk partileri ve derin devlet arasında küçümsenmeyecek bazı farklar vardır. Milliyetçi, şoven, faşizan Türk partileri ve hareketleri, derin devlet; Kürt Özgürlük hareketiyle, PKK ve Öcalan’la görüşme ve müzakereyi kesinkes reddederken ve inkâr ve imha, asimilasyon politikasını vazgeçilmez olarak görürken, dinci AKP ve onun lideri Erdoğan cemaat anlayışı çerçevesinde PKK ile Öcalan’la görüşmekten çekinmemektedir. Ama onun için burada esas ölçü Türkiye’nin ve halkın yüksek çıkarları değil, Erdoğan’ın iktidarına katkısıdır. Erdoğan’ın hesabı kendi iktidarı, özellikle başkanlık sistemi için Kürtlerin oyunu garantilemektir. Bunun karşılığında da Kürtlere dil, kimlik, özerklik konusunda bazı hakların tanınmasıdır. Şüphesiz bu bir pazarlık konusudur. Görüşme ve müzakere konusudur. Kürtlerle Erdoğan arasında bu görüşmelerin sürdürülmesinden en çok rahatsız olan milliyetçi, faşizan Türk partileri, Kemalist-Atatürkçü gibi bazı aydın hareketleri ve derin devlet oldu. Oysa dil, kimlik ve özerklik konusunda Kürtlerle Erdoğan arasında bir anlaşmaya varılabilseydi, böyle bir anlaşmanın Türkiye demokrasisine faydası otoriter bir Erdoğan’ın demokrasiye verebileceği zarardan çok daha büyüktü. Türk aydınının büyük kısmı maalesef Kürtlerin özgürleşmesinin Türkiye demokrasisi için en büyük kazanım olacağını asla göremedi. Eğer Kürtler dil, kimlik, özerklik alanında belli haklar elde etselerdi Erdoğan bugün kuvvetler ayrılığına, yargıya, Meclise, demokrasi ve özgürlüklere böylesine saldıramazdı, Türk halkını böylesine milliyetçilik, bölücülük, teröristlikle esir alamazdı. Kürt halkı özgürleştikçe hem Erdoğan’ın hem milliyetçi, faşizan güçlerin elindeki bölücülük, teröristlik silahları tek tek düşecekti. Kürt halkı özgürleştikçe Türk halkı da özgürleşecekti. Marks, Engels, Lenin boşuna demediler: “Başka bir halkı ezen halkın kendisi de özgür olamaz!”  

Amerikalılar Öcalan’ı neden Türkiye’ye teslim ettiler

Ortadoğu ABD için “vazgeçilmez yaşam alanıdır.” Ortadoğu’da en önemli sorunlardan biri Kürt sorunudur. Bir zamanlar Kürt halkının dört parçaya bölünmesi “böl, yönet” anlayışına sahip dünyanın en güçlüsü olan İngiliz emperyalizminin çıkarınaydı. Günümüzde ise Türkiye, Suriye, Irak, Iran arasında bölünmüş bir Kürdistan ve Kürt halkının olması, buralarda Kürtlerin ulusal ve demokratik hakları için isyan etmesi ve savaşlar çıkması dünyanın en büyük emperial gücü olan ABD’nin çıkarına uymamaktadır. Bu nedenle ABD yıllardan beri Türkiye’ye “Kürt sorununu demokratik yollardan çözün, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını tanıyın, Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye bölgede daha güçlü bir ülkedir” diye telkinde bulunmaktadır. Onlara göre bölgede güçlü bir Türkiye de ABD’nin ve NATO’nun çıkarlarına daha iyi yarayacaktır.

ABD’nin bu politikası Türk politikacıları tarafından asla anlaşılmadı. Ecevit bile 15 Şubat 1999’da ABD Öcalan’ı Kenya’da Türkiye’ye teslim ettiği zaman ülkenin başbakanı olarak “ABD Öcalan’ı neden bize teslim ettiğini bir türlü anlayamadım” diyebilmiştir. Evet, anlayamamıştır, çünkü ABD “Öcalan’la konuşun” diye getirmiş, “onunla müzakere ederek, barışçıl ve demokratik yollardan Kürt sorununu çözün” diye teslim etmiştir. Bu sorunun çözümü Kürtlere belli hakların tanınmasını ön görmektedir. Başta Ecevit olmak üzere, Özal dışında Türk liderlerinin hiçbiri Kürtlere belli hakların tanınmasına asla taraf olmamışlar, onların Kürt sorununu çözme diye bir niyetleri de yoktu. Onlar için Türkiye’nin Kürt sorunu diye bir sorunu da yoktur. Ecevit’e göre sorun ekonomik-etnik sorundur, geri kalmışlık sorunudur. Demirel’e göre sorun Kürtlerin birinci sınıf vatandaş olma sorunudur. Çiller ise sorunun “ne mutlu Türküm diyene” değil “ne mutlu Türkiyelim diyene” denince çözüleceğine inananlardandı. Ama bunların hepsinin ortak yanı Kürt direnişini bir eşkıya, terörist hareketidir diyerek ezmektir. Kürtlere verilecek her ulusal ve demokratik hak Türkiye’yi, üniter devleti zayıflatır, giderek Türkiye’nin bölünmesine yol açar. Bu nedenle bu öneriler Türkiye’yi parçalamak için emperyalizmin bir oyunudur. Kürtler de bu hakları isteyerek emperyalizmin oyununa gelmektedir. Türk aydınının da büyük çoğunluğunda bu anlayış hakimdir. Onlar için ezilen bir halkın kendi kaderini belirleme diye bir hakkı yoktur. Kürtler Türklerin kendilerine verilen haklarla yetinmelidir. Öz olarak Erdoğan’ın da görüşleri bu yöndedir. Ama onun için önemli olan iktidar sorunudur. İktidar için herkesle, Kürtlerle de konuşulur, ittifak yapılır. Gerekirse onlar bazı küçük haklarla oyalandırılır.

Görev sol ve demokratik güçlerin üstünde

Ne Türk muhalefet, ne de iktidar partilerinin ve emperyalist güçlerin Kürt sorununu barışçıl, demokratik çözme diye bir dertleri vardır. Kürt sorununun eşitlik, özgürlük, özerklik temelinde barışçıl ve demokratik çözümü sol ve demokratik güçlerin işçi ve emekçi yığınlarını kazanmasından, esnaf ve köylüler, aydın ve akademisyenler, gençler ve kadınlar arasında çalışmaktan geçmektedir. Yığınlar içinde Türk milliyetçiliği kırılmadan, Kürt halkının direnişinin haklılığı anlatılmadan, Öcalan’a uygulanan tecritin kaldırılması zorunluğu anlaşılmadan, Demirtaş, Kavala, Kışanak, Yüksekdağ, Can Atalay ve diğerleriyle birlikte Öcalan’a da özgürlük istenmeden Türkiye’de bir şeyler değiştirmek çok zordur. Bu zorluğu yenmek sol ve demokratik güçlerin önünde duran acil görevdir. Önümüzdeki birbuçuk aylık yerel seçim kampanyaları bu hedefler için değerlendirilmelidir. Seçim sonrasında Erdoğan rahattır. Önümüzdeki 4 yıl boyunca genel olarak birilerinden destek almaya, birileriyle ittifak kurmaya ihtiyacı yoktur. İslami faşizan diktatörlüğünü tam yerleştirmek için eli daha rahatlayacaktır. Ama yeni bir anayasa yaparken bir desteğe ihtiyaç duyabilir. Yeni bir anayasa tartışmalarına aktif katılınmalı, çok halklı, çok dilli, çok kültürlü Türkiye gerçeğinin anayasaya yansıması için çalışılmalıdır. Tüm bu çalışmalarda Kürt direnişiyle sınıf mücadelesinin birlikteliği çok önemlidir. Bu birliktelik ne kadar güçlü örülürse Türkiye’nin demokratikleşmesi, sosyalizme doğru yol alınması da o kadar kolay olacaktır.

Bir yanıt yazın