Veysi Sarısözen’e bir açık mektup daha:
Ne cürettir; TKP’nin tarihine saldırmak?
VEYSİ Sarısözen kendisine Mustafa Suphi Vakfı diyen bir grubun, Partimiz TKP’nin kuruluşunun 102. yılı nedeniyle düzenlediği toplantıya katılmış, eski TKP MK ve PB üyesi olmanın verdiği cüretle bu toplantıda bir konuşma yapmış, bu konuşmasında gruplar üstü davranan ve onlara eşit mesafede olan yaşlı, deneyli bir bilge insan edasıyla etrafına öğütler vermeye ve çevredekilere yine mavi boncuk dağıtmaya kalkmıştır.
Önce şunu bir kez daha belirtelim ki, Veysi ve Nabi diğer Partizan Grubu üyeleriyle birlikte partiden atılmıştır. Onun ve diğerlerinin parti adına ve parti hakkında konuşma hakkı ve yetkisi yoktur. Bunu yaptığı takdirde bunun hesabının kendisinden bir gün sorulacağını bilmesi gerekir. Aynı şekilde onu davet edenler de onun kadar sorumludurlar ve onlar da bir gün bunun hesabını vereceklerini bilmelidirler.
Esasında böyle partiden atılmış birinin konuşması üzerinde durmak gereksizdir. Ama Veysi yaptığı konuşmanın birçok yerinde partiye çamur atmakta, kara çalmaktadır. O, parti politikasını ve tarihini öylesine çarpıtmakta, sapla samanı öylesine karıştırmaktadır ki, günümüz ve gelecek nesillerin parti politikası ve tarihi hakkında yanlış fikir sahibi olmalarına neden olmaktadır. Bunun için bu konuşma üzerinde durmak, çarpıtmaları düzeltmek kaçınılmaz olmuştur. Veysi’nin konuşmasında:
- Partinin yeniden inşası ile ilgili tutumu Marksçı-Leninci ilkelere aykırıdır.
- Partinin likidasyonu ile ilgili saptamaları doğru değildir.
- TKP Programı’ndaki Ekim Devrimi ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili saptamaya yaptığı eleştiriler yanlıştır.
- 12 Eylül Darbesi ile ilgili Sovyetlerin önerilerine getirdiği eleştiriler ve darbenin neden faşist olarak nitelendirilmediği konusundaki saptamaları doğru değildir.
Şimdi bu konulara kısaca değinelim, yanlışları ve çarpıtmaları gösterelim:
Partinin yeniden inşası ile ilgili tutumu
Veysi konuşmasında TKP’nin yeniden inşası ile ilgili bazı sorular sormakta ve şöyle demektedir: “Türkiye Komünist Partisi yüz iki yıl sonra yeniden inşa edilebilir mi? İnşa edilecekse bunun amacı nedir?”.. TKP’nin ağır bir likidasyona, tasfiyeye uğradığı belirtildikten sonra da, “TKP’nin bu tasfiye sürecinden çıkması mümkün müdür? Türkiye Komünist Partisi hangi tarihsel gerçekliğe dayanarak ve hangi devrimci ihtiyaçtan kaynaklanarak inşa edilme umudu taşıyabilir” demektedir. Bu sorular bir kez daha göstermektedir ki, Veysi’nin TKP, devrim, sosyalizm diye bir derdi yoktur ve kazaran partiye girmiş ama partiyi benimsememiş, onun içten bir parçası olma diye bir derdi olmamıştır. Olsaydı bu soruları sorar mıydı? Ne demek TKP “yüz iki yıl sonra yeniden inşa edilebilir mi? İnşa edilecekse bunun amacı nedir?” Bu soruyu soranı partiden atmakla ne kadar doğru yapılmıştır. TKP yeniden inşa edilebilir mi? Evet edilebilir, çünkü hâlâ onu inşa edecek Marksçı-Leninci kadrolar, eski ve yeni TKP’liler mevcuttur. “Amaç” aynıdır, “devrimci ihtiyaç” aynıdır: Amaç: Barış, özgürlük, demokrasi ve sosyalizmdir. İnsanın insan tarafından sömürülmediği, bir halkın diğer bir halk tarafından ezilmediği, sömürüsüz, baskısız, özgür toplum komünizmdir. Devrimci ihtiyaç yığınların mücadelesidir, TKP’nin eksikliğidir. Sömürülen işçi sınıfının, ezilen ve horlanan emekçi yığınların, inkâr ve imha edilen Kürt halkının, diğer halk ve azınlıkların, her gün baskı ve şiddete uğrayan kadınların, gençlerin, aydınların, LGBT’lerin ve çevrecilerin direnişleri ve mücadeleleridir. Kimlik temelinde gelişen bu mücadeleleri sınıf ekseninde bir mücadeleye, mecraya akıtmak, onlar içinde, onlarla birlikte savaşan, onların öncülüğünü kazanan Marksçı-Leninci bir partiyi, TKP’yi gerektirmektedir. Türkiye işçi sınıfının ve halklarının bu TKP’ye ihtiyacı bugün her zamandan çok daha yakıcıdır.
Veysi bir de bu inşanın “hangi tarihsel gerçekliğe” dayanacağını sormaktadr. Yeri gelince TKP’nin hem MK ve PB üyesi olduğunu söyleyeceksin hem de tarihsel gerçekliğimizi soracaksın. İşte bu olmadı. Bu senin hiçbir zaman TKP’yi anlamadığının ifadesidir. Bizim tarihsel gerçekliğimiz Marksist-Leninist ilkelerdir, proletarya diktatörlüğü ve demokratik merkeziyetçiliktir. Ekim Devrimi, Sovyetler Birliği ve Dünya Sosyalist Sistemi, Dünya İşçi ve Komünist Hareketi’nin deneyleridir, Mustafa Suphi’den, Nazım’dan Bilen’e uzanan partimizin devrimci tarihi ve deneyleridir. TKP’nin yeniden inşası bu ilke ve değerler üstünde yükselecektir. Bu ilkeler ve deneyler Veysi için bir rakı masasında veya bir konuşmasında anlatacağı “anekdot” olabilir, ama bizlerin olmazsa olmazıdır.
TKP’nin yeniden ayağa kaldırılacağına Veysi’nin inanmaması doğaldır, çünkü partinin Türk devletine teslim edilmesine kadar ideolojik, politik ve örgütsel likidasyonunda başrolü oynayanlardan biri kendisi idi. Verdiği bu kadar büyük tahribattan sonra TKP’yi yeniden ayağa kaldırmanın ne kadar zor olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu nedenle “TKP tarih olmuştur” deyip TKP’yi çoktan kafasından silmiştir. Buna rağmen kendisine “Veysi abe be”, eski TKP’li, eski PB üyesi diyenlere de mavi boncuk dağıtır gibi utanmadan “TKP’nin mirasçısı sensin” diyebilmektedir. Bir seferinde MLKP’yi, diğer bir seferinde “ATILIM”ı çıkaran grubu mirasçı tayin etmeye kalktı. Kendisine 31.10.2019 ve 18.04.2021 tarihli açık mektuplarla gereken cevap verildi, partiden atıldığı hatırlatıldı. Görülen o ki, Veysi Sarısözen bozgunculuğa devam etmek istiyor.
Veysi, kendisine Mustafa Suphi Vakfı diyen grubun toplantısında yaptığı konuşmada biraz “objektif” olmaya çalışmış, “Atılım” dergisi çıkaran grup dışında “DURUM” grubunun da olduğunu, başka grupların da olabileceğini vurgulamış, “bunların arasından kimlerin bu inşa işini neticeye bağlayacağı bugün için tartışmalıdır” buyurmuştur. Hatta ona göre bu inşaya “kim daha çok tuğla taşırsa, kim daha iyi harç kararsa” o başaracaktır gibi tavsiyelerde bulunmuştur. Bu tutum onun ilkesizliğinin ve omurgasızlığının, düz mantık anlayışının bir yansımasıdır. Bu anlayış TKP’yi tasfıye eden küçük burjuva goşist, maceracı anlayıştır. TKP ne idüğü belirsiz gruplar arasındaki rekabetle inşa edilmez. TKP’nin inşasını kimin yapacağı asla tartışma konusu olamaz. İnşayı yapacak, sonuçlandıracak olanlar TKP’yi Marksizm-Leninizm, proletarya diktatörlüğü, demokratik merkeziyetçilik temelleri üzerinde kuracak ve yükseltecek, dünya komünist hareketinin ve TKP tarihinden ders çıkaracak olanlardır. Veysi için artık böyle ilkeler yoktur. Oportünistlik onun ruhuna işlemiştir.
Yine de Veysi inşayı kimin başaracağı konusunda doğru bir ilke ileri sürüyor: “Kim Ortadoğu devrimci sürecinde bütün gücüyle” yer alır, “o devrimi Türkiye’ye taşımak için” elden geleni yapar, o grubun başarı şansı büyüktür.” Veysi’ye göre Mustafa Suphi Vakfı etrafında toplanan “arkadaşlar Ortadoğu devrimci sürecine var güçleriyle destek vermekte”ler, “sadece destek vermekle kalmıyorlar, Kürt özgürlük hareketinin içinde, etrafında, yanında ve yöresinde var güçle mücadele ediyor”lar. “İşte bu başarıya giden asıl yol olacak”tır diye belirtiyor. Uzun zamandır Kürt Özgürlük Hareketi’nin içinde olan Veysi’nin bu tutumun aşılmış olduğunu bilmesi gerekir. Düne kadar Kürtler için kendi içlerinde, yanında, etrafında olan Türkler büyük bir destek ve dayanışma idi. Bu destek ve dayanışma hâlâ gerekli. Ama artık Türk sol ve devrimci güçlerin Kürtlerin etrafında olmaktan çok, çalışmalarının ağırlık merkezini Türk işçi ve emekçi yığınlarının içine kaydırması, onları Kürt halkının haklı mücadelesi konusunda aydınlatması, demokrasi ile Kürt halkının özgürlük mücadelesi, enflasyon ve ekonomik krizle Türk devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü savaş arasındaki diyalektik bağı göstermesi, Türk emekçilerinin devletin Kürt ve ekonomik politikalarına karşı harekete geçmesinin sağlamasıdır. Burada Veysi de çalışmalarının ağırlığını Kürtlerden Türklere doğru kaydırarak Türk sol ve devrimcilerine iyi bir örnek olabilir. Bu değişime rağmen Türk sol ve devrimci gruplar hâlâ Kürtler etrafında dolaşıyorsa, çalışmalarını parlamento içine sıkıştıran, parlamentoda bir sandalye kapmaya kadar varan birçok çıkar hesapları yapıyorsa, çalışmalarının ağırlığını Türk işçi ve emekçi yığınları içine kaydırmıyorsa, o sol ve devrimci güç üstüne düşen görevi yapmıyor demektir. Veysi kendine TKP diyen gruplara mavi boncuk dağıtırken bunları da anlatsa daha iyi bir iş yapmış olur. TKP’nin inşası Marksçı-Lenincilerin işidir, Veysi gibilerinin ve onun mavi boncuk dağıttığı grupların değil.
Partinin likidasyonu ile ilgili saptamalar
Veysi partinin likidasyonunu Nabi Yağcı tarafından TKP ve TİP’in birleşmesinden oluşan Türkiye Birleşik Komünist Partisi TBKP’nin 1990’da legale çıkarılması, böylece partinin ve kadroların devlete teslim edilmesi olarak görmekte, saptamakta, sonra şöyle demektedir:
“Bildiğiniz gibi Türkiye Komünist Partisi, belli bir aşamadan sonra Türkiye İşçi Partisi’yle birlik sürecine girdi. Nasıl bir parti düşünülüyordu?” diye soran Sarısözen, bunun illegalde bir TBKP olacağını söylüyor ve devam ediyor:
“Türkiye İşçi Partisi’nin sekizinci kongresi ve TKP’nin altıncı kongresi toplandı. İllegal TBKP’de birleşme kararı aldı. Bir gün sonra yapılan belki de iki gün sonra yapılan birlik kongresinde de Türkiye Birleşik Komünist Partisi illegal olarak kurulduğunu ilan etti. Şimdi bunun hemen arkasında, Kutlu ve Sargın hapisten çıktıktan sonra bu kongre yapılmamış sayıldı. Hem TKP’nin hem de TİP’in gizlilikle çalışan bütün üyeleri açığa çıkarıldı. Bizde örgütler dağıtıldı. Ve TBKP legal olarak 1990 yılında kuruldu.
Genel olarak likidasyon sürecinden söz etmek yetmiyor. Bunun kesin tarihi hakkında net bir görüşe sahip olmak gerekiyor. 1988 yılında yapılan TBKP birinci illegal kongresinin yok sayılması ve TBKP’nin legal olarak kurulması, Türkiye Komünist Partisi’nin ve dolayısıyla TBKP’nin likidasyon olmasının tarihidir. Parti Genel Sekreteri Nabi Yağcı, Nihat Sargın… niyetlerinden bağımsız olarak parti Türk devletine teslim edildi.”
Veysi Sarısözen’in likidasyonla ilgili bu saptaması doğru değildir. TKP’nin likidasyon tarihi 1990 TBKP’nin legale çıkma, Türk devletine teslim edilme tarihi değildir. Şüphesiz bu tarih önemlidir ama TKP’nin likidasyon tarihi 1983’de yapılan 5. Kongre sürecinde TİP, TSİP ve diğer sol parti ve gruplarla alınan birlik kararıdır. Sovyetlerin dayatması, Nabi ve Veysi’nin hararetli taraftarlığı ile alınan bu karar yanlıştı, TKP’nin ideolojik, politik ve örgütsel olarak önce TİP’e sonra diğer partilere feda edilmesiydi. Bu karara göre birlik ideolojik olarak Marksçı-Leninci ilkelerde yapılan bir birlik değil, TİP’in ve diğerlerinin sol sosyal demokrat küçük burjuva görüşlerinden oluşan bir birlikti. Politik olarak bu birlik, TKP’nin ittifak ve eylem birliği politikalarını benimsemeyen, legal ve illegal çalışmaları birbirine karıştıran, örgütsel olarak tabanda örgüt ve kadroları kaynaştıramayan iradeci bir birlikti. Bu nedenlerle bu birlikler daha başından birlik kararı alındığında likidasyondu. TBKP’nin legale çıkartılması değil, TBKP’nin kendisi bir likidasyondu. Veysi likidasyonda kendi payını örtmek için TBKP’nin legale çıkışını öne sürüp likidasyonun sorumluluğunu Nabi’nin üstüne yıkmaya kalkışmaktadır.
Veysi TKP’nin TİP ve diğer partilerle birliğinin o zaman da bugün de hâlâ ateşli bir savunucusu olduğu için likidasyonu bu birlikle, TBKP ile başlatmıyor, Nabi’nin TBKP’yi legale çıkartmasıyla başlatıyor ve legale çıkışın partinin devlete teslimi olarak görüp bunun likidasyondan da öteye bir şeyler olduğunu belirtiyor. Oysa Veysi TBKP’nin Sosyalist Birlik Partisi SBP, Birleşik Sosyalist Parti BSP ve nihayet Özgürlük ve Demokrasi Partisi ÖDP’ye dönüşmesinde başrollerde olmuştur. ÖDP öz olarak Marksçı-Leninci TKP’nin Kemalist ideolojiyi savunan Dev-Yol hareketiyle birliği idi. Marksçı-Leninci ideolojinin Kemalist ideoloji ile birliği! Bu ateşle suyun birliği gibi insan hafızasının alamayacağı bir şey! ÖDP partinin bir başka düzeyde devlete teslimidir. Nabi’nin TBKP’yi legale çıkararak Türk devletine teslim etmesiyle Veysi’nin ÖDP’yi oluşturarak partiyi Kemalizme teslim etmesi özde aynı şeydir, ihanettir. Eğer Veysi bir özeleştiri yapmak istiyorsa bu birliğin maalesef ateşli bir savuncusuydum, bu birlik yanlıştı demesi, likidasyonun sorumlularından biriyim diye konuşmaya başlaması gerekir.
Ayrıca Nabi Yağcı ve Nihat Sargın Türkiye’e dönerken Nabi’nin partiyi legale çıkaracağı herkesin bildiği bir sırdı. Bu konuda Nabi’nin gözü karaydı. Bunun Marksçı-Leninci ilkelerden, proletarya diktatörlüğünden ve Kürt sorunundan devlete taviz verileceği uyarılarına aldırış bile etmiyordu. Irkçı kökleri olan otoriter, ceberrut Türk devletinin komünist partisine müsaade etmeyeceğini anlamak istemiyordu. Onun hedefi legale çıkmaktı, O daha TİP’le birlik gündeme geldiği zaman kafasında legale çıkma planları vardı. Veysi de çok farklı düşünmüyordu. Onun için bugün partimizi yeniden ayağa kaldırmaya çalışırken TİP ve diğer partilerle birlik yolunun likidasyon yolu olduğu konusunda kafaların çok açık olması gerekmektedir.
TKP Programı, Ekim Devrimi ve Kurtuluş Savaşı
Veysi bir komünist partisinin “bir apartman dairesinde 5-6 kişinin oturup” yazacağı bir programla değil, sınıf, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi içinde “devrimin içinde” doğup kurulabileceği gerçeğini belirterek TKP programına kara çalan bir saldırıda bulunmaktadır. Şöyle diyor Veysi:
“…bizim TKP’nin programında şöyle bir cümle vardır: “Türkiye Komünist Partisi, Ekim Devrimi’nin doğrudan etkisi altında ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşleri içinde doğdu.” Biz bu cümleyi belki her değiştirdiğimiz program taslağında tekrar ettik. Ama her iki ifade de gerçeği yansıtmıyor. Türkiye Komünist Partisi, Ekim Devrimi’nin etkisi altında kurulmadı. Hele Kurtuluş Savaşı’nın ateşleri içinde hiç kurulmadı. O “milli ateş”, Türkiye Komünist Partisi’ni yakmak için çok şeyler yaptı. Ekim Devrimi’nin etkisi lafına gelince, Türkiye Komünist Partisi etki altında değil, Ekim Devrimi’nin tam içinde kuruldu.
Bundan sonra Mustafa Suphi’nin o zamanki Sovyet Rusya’da Ekim Devrimi içinde verdiği mücadeleler, onun Denikinlere, Kolçaklara karşı verdiği savaşlar anlatılmakta ve partinin bu mücadele ve savaşlar içinde kurulduğu belirtilmektedir. Yani Mustafa Suphi Ekim Devrimi’nin etkisinde değil, içinde kurmuştur partiyi. Bu Veysi’nin bir deli saçmalığıdır. Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıktı tartışmasına benzemektedir. Ekim Devrimi’ni etkisiyle içi birbirinden kopmaz diyalektik bağlarla bağlı bir bütündür. Etkisi altında olmakla içinde olmak karşı karşıya getirilemez. Mustafa Suphi bir tesadüf eseri o zaman Rusya’da bulunmuş, Osmanlı Devleti Rus Çarlığı’na karşı savaş içinde olduğu için binlerce asker Çarlığa esir düşmüş, Osmanlı’da birçok işsizin çalışmak için Rusya’ya gitmiş olması ve bunların Ekim Devrimi’ni görüp yaşamışları, devrimin etkisi altında kalmaları, Bolşevik ve Bolşevik sempatizanı olmaları, kendilerini Ekim Devrimi’nin ortasında bulmaları, onun içinde ona karşı gelenlere karşı savaşmış olmaları çok doğaldır, her devrimcinin yapması gereken görevdir. Böylesi bir tesadüf mesela Alman, Fransız, İngiliz devrimcileri için söz konusu olmamış. Ama onlar Ekim Devrimi’nin yarattığı etki altında kendi sosyal demokrat partileriyle mücadele ederek komünist partilerini yaratmışlar ve kurmuşlardır. Yani komünist partisini kurmak için mutlak devrimin olduğu ülkeye gidip oradaki devrimin içinde savaşmak ve partiyi kurmak diye bir kural yoktur. Kaldı ki TKP Ekim Devrimi’nden sonra Bakü’de Mustafa Suphi öncülüğünde yalnız Rusya’dan değil Anadolu’dan kurtuluş savaşına katılan, İstanbul’dan “Kurtuluş”u çıkaran ve Almanya’da Spartaküs hareketine katılan komünistlerin gelmesiyle kurulmuştur.
Bir de şu “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşleri içinde doğdu” belirlemesine değinelim. Burada kastedilen Mustafa Suphilerin katledilmesine kadar geçen dönemdir. Programda 1919-1920 dönemi denmektedir. Bu dönemde ülkeye dalan emperyalist güçlere, işbirlikçi padişaha ve onun taraftarlarına karşı savaşanların başında komünist çeteler vardır. Veysi kara çalmaya kalksa da bu böyledir ve bu dönem antiemperyalist dönemdir. Bundan sonraki, Suphilerin katlinden sonraki dönem Mustafa Kemal’in emperyalistlerle açık işbirliği yaptığı dönemdir. Bundan sonrası Kemalistlerle dişe diş bir savaş dönemidir. Veysi Sarısözen’de öyle bir TKP karşıtlığı oluşmuş ki, parti programındaki temel anlayışa bile saldırabilmektedir.
Ama Veysi’nin TKP’nin kuruluşuna tek yanlı yanaşmasının, Mustafa Suphi’nin, Che Guevara’nın devrimin olduğu yerlerde bulunmalarını mutlaklaştırıp değinmesinin, partinin devrim içinde kurulur demesinin bir başka nedeni var: Rojava Devrimi. TKP’yi inşa edecek olanlar, Ekim Devrimi’nde Mustafa Suphi’nin yaptığı gibi, Rojava devrimi içinde olmalı ve bu devrimi savunmalı, Rojava devrimini Türkiye’ye yaymalıdır. Bu konuda Veysi şöyle diyor:
“Bugün biz Ortadoğu’da bir devrim süreci yaşıyoruz. Devrimin ilk zaferi Rojava’da kazanılmıştır. Ancak bu zafer garanti altında değildir. Çünkü Kürdistan’da başlayan, Ortadoğu’ya yayılan bu devrimci sürecin büyük bir zaafı vardır. Bu zaaf Türkiye metropollerinde işçi sınıfının örgütsüzlüğü, hareketsizliği, solun zayıflığıdır. İşte Kürdistan devrimine bütün gücüyle katılacak olan güçler bir yandan Ortadoğu devrimini zafere ulaştırmak için mücadele ederken, bir yandan da bu devrimi Fırat ve Dicle üzerinde kuracakları köprüden Ege’ye, Karadeniz’e, Akdeniz’e taşımalıdır. Böyle bir misyon kim tarafından yüklenebilir diye bir soru sorarsak şunu görürüz. Şu anda Türkiye Komünist Partisi’nin bir zamanlar sahip olduğu büyük mücadele potansiyeline bugün Türkiye metropollerinde hiçbir parti sahip değil. Zayıf sol örgütler elbette bütün güçleriyle mücadele ediyorlar. Fakat o dönemlerin TKP’sinin ulaşmış olduğu örgütlülüğe, kitleselliğe, işçi sınıfı içindeki güçlü mevzilerine hiçbiri sahip değil. Demek oluyor ki Ortadoğu devriminin zaferini garanti altına alabilmenin en önemli yolu, Türkiye Komünist Partisi gibi bir partinin, Türkiye’nin batısında yeniden ve güçlü şekilde inşa edilmesidir.” Bugün Türkiye’de böylesi bir durumu, yükselen mücadeleyi kim istemez? Ama yok. Mücadele bunu yaratmak içindir.
Evet, Veysi’nin de belirttiği gibi bugün Kürdistan’da güçlü bir devrim süreci yaşanmaktadır. Bu devrimin en büyük zaafı da Türkiye’nin batısında bu devrime sahip çıkacak ve savunacak, onunla dayanışmalar örgütleyecek bir işçi hareketinin, sol bir gücün ve 70’li yıllardaki gibi güçlü bir TKP’nin olmamasıdır. Şimdi görev böyle bir işçi hareketinin ve TKP’nin “yeniden ve güçlü bir şekilde inşa edilmesidir.” Bu doğrudur, ama bu doğruyu söylemek için TKP’nin programına saldırmanın ne anlamı vardır? Şimdi TKP’yi yeniden inşa edecek olanların Kürdistan’a: Bakur’a, Başur’a, Rojava’ya gidip orada savaşması mı gerekiyor? Hayır, ama bu devrimle sürekli dayanışma içinde bulunulması, bu devrimin önemini Batı’da Türkiye’de yığınlara anlatılması, yığınların sınıf temelinde örgütlenmesi gerekir. Kürdistan’a gidip devrime katılan, oralarda şehit düşen yoldaşlar var. Başta Ağırnaslı olmak üzere onları burada bir kez daha saygıyla anıyoruz. Kürdistan’da yürüyen devrim süreci Batı’da Türkiye sol ve demokratik güçlerinin, komünistlerin, bilincinde olmasa da, işçi sınıfının ve emekçilerin de devrimidir. Bunu Türk emekçi yığınları içinde bilince çıkarmak, onları bu anlayışla sınıf temelinde örgütlemek Türk devrimci ve komünistlerin görevidir. Bu görevin nasıl yerine getirileceğini yukarıda belirttik. TKP’yi yeniden inşa etmek için TKP-1920 ile yola çıkan Şiko ve Yelkenci ve diğer yoldaşlar Kürt Özgürlük Hareketi’yle dayanışma içinde, Türk işçi ve emekçilerine Kürdistan’daki devrimin belirleyiciliğini anlatarak onları örgütlemeye, bu çalışmalar içinde TKP’yi ayağa kaldırmaya çalışmışlardır. Bunu yaparken Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve PKK’ye Kemalist devlet gözüyle bakan eski komünistlerden ve solculardan yollarını sürekli ayırmışlardır. Veysi de bunu bilir ama bunu itiraf edememektedir. Bu onun kendi takıntısıdır. TKP programına saldırmasının da altında onun bu yaklaşımı, Suphi, Nazım, Bilen geleneğindeki TKP’yi karalama anlayışı yatmaktadır. Şimdi bir kez daha TKP programındaki o bölümü tam olarak verelim:
“Türkiye Komünist Partisi, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin doğrudan doğruya etkisi altında, yeryüzünde yepyeni bir çağın açıldığı, devrim hareketlerinin yükseldiği bir dönemde, Türkiye’de ulusal kurtuluş savaşının ölüm, kalım günlerinde doğmuştur. Bu parti 1919-1920 yıllarında biçimlenmiştir. Bu oluşum, ulusal kurtuluş savaşının ateşleri içinde gelişmiştir. TKP, memlekete dalan emperyalistlere karşı silaha sarılan halkın yanında, ilk adımda yer almıştır. Türkiye’yi köleleştirmek için gelen yabancılara destek olan gerici güçlere, kapitalist ve feodal sömürüye, bu düzene karşı aktif savaşa geçmiştir.” Bu saptama bundan sonra da TKP’yi yeniden inşa ederken programda aynen yer alacaktır.
12 Eylül Darbesi, Sovyetlerin önerileri ve faşizm tartışması
Veysi arasıra yaptığı gibi bu konuşmasının sonunda da “özeleştiri” mahiyetinde gerçekle hiç ilgisi olmayan bazı sözler sarfederek ve saptamalar yaparak “ahlaki” açıdan vicdanını rahatlatmaya kalkmıştır. Şöyle diyor Veysi:
“Bizler TKP’nin “Atılım Süreci”ne ve daha sonra da tasfiye sürecine şahit olmuş komünistleriz. Partimizin en yüksek organlarında yer aldık. Burada çok büyük bir şansızlık sözkonusuydu. TKP’nin eski kuşakları hemen hemen ortadan kalkmıştı, bazıları kenara çekilmiş bazıları da TKP’nin içindeyken fraksiyonculuk nedeniyle dışına düşmüşlerdi. Kısaca yeni kuşağın TKP içinde geçmiş kuşaklarla bağ kurması büyük bir oranda gerçekleşmedi. Biz partiye adım attığımız zaman karşımızda sadece parti genel sekteri İsmail Bilen ile Aram Pehlivanyan vardı. TKP’ye katılan genç kuşak, yani bizler, TKP’nin alt kademelerinde, hücrelerinde, mahalle örgütlerinde çalışıp, politik eğitimini tamamlayan insanlar değildik. Her birimiz farklı sol gruplardan TKP’ye katıldık. Ben de dâhil olmak üzere birçoğumuz Parti içinde uzun yıllar eğitimimizi tamamlamadan partinin en yüksek organlarında yer aldık. Dolayısıyla bizim ideolojik gücümüz, örgütsel terbiyemiz partinin atılım sürecini çok daha etkili bir şekilde ileriye götürmeye yetmedi. Şartlar bizi atalete sevk etti ve zaman zaman hatalar yaptık.”
Veysi’nin bu saptamalarının çoğu gerçeğin tam yansıması değildir. Eski ve yeni kuşaklar arasında bağ kopukluğu doğrudur. Bunun esas nedeni Mihri ve Kıvılcımlı gibi eski kuşak fraksiyoncularının devletçi, Kemalist tutumları nedeniyle partiden atılmalarıydı. Boşalan yerlerin yeni genç kuşak kadrolarıyla doldurulması gerekiyordu. Bu yanlış değildi. Doğru olmayan bunların parti içerisinde “dövülememesiydi.” Burada esas sorun bu kuşağın alt kademelerden, komitelerden, hücrelerden geçmemiş, politik eğitim almamış olması değildi. Bunların her birinin kendilerine göre bir geçmişleri ve deneyleri vardı. Kaldı ki, TKP içinde parti örgütlerinde belli bir dönem çalışmadan MK’ya, hele hele PB’ya kimse alınmadı. Mesela Veysi Leipzig’teki parti komitesinde 5 yıl çalıştıktan sonra PB’ya alınmıştır. Şiko ve Yelkenci yoldaşlar 5-6 sene örgütlerde çalıştıktan, enstrüktörlük yaptıktan sonra PB’ya alınmışlardır. Esas sorun alt hücrelerde çalışmamış olmak değildi. Esas sorun, yapılamayan Türkiye ve İngiltere parti örgütlerindeki küçük burjuva goşist, aventurist eğilimlerin törpülenememesi, farklı sol gruplardan gelenlerin parti içinde eritilememesiydi. Bu bunlara kendi gruplarını parti içinde devam ettirmelerini neden oldu. Veysi’nin bahsettiği “ideolojik güç” ve “örgütsel terbiye”nin yetersizliğinin altında yatan neden, Veysi’de dâhil kadrolardaki bu goşist, aventurist tavrın bertaraf edilememesi ve grupların eritilememesiydi. Bununla mücadelede PB’da tam bir birliğin olmaması bu gelişmeleri derinleştirdi. Bu durum daha sonra partinin başına büyük sorunlar açtı. Yörükoğlu partiden atıldı, İngiltere örgütü partiden koptu, 12 Eylül sonrası faşizm tartışması Türkiye örgütlerinde huzursuzlukların çıkmasına neden oldu. Bu koşullarda 73 Atılımı’nı ileriye götürmek mümkün değildi.
Bu şartlar altında Veysi hatalar yapıldığını ve bu hatalardan birini anlatmak istediğini belirterek şöyle diyor:
“Bu hatalardan birini anlatmak istiyorum. 12 Eylül darbesi geldiği zaman sosyalist ülkeler bu darbeye faşist demeyin telkininde bulundular. Biz bu telkini ne yazık ki, geri çeviremedik. Partinin faşist darbe koşullarında parçalanması bu ideolojik hatanın bir sonucudur. Böyle bir durumda, örneğin benim, ideolojik bürodaki görevimden ayrılmam gerekirdi. Çünkü İsmail Bilen yoldaşın evinde darbeye karşı ilk bildiriyi, tam da faşizmin tanımına uygun bir şekilde ifade eden metni ben yazdım. Sonra da bu “cunta faşist midir, değil midir” bataklığına parti sürüklendi ve ilk büyük bölünmeler bu esnada gerçekleşti.”
Veysi’nin bu saptamaları gerçekten insanı hayrete düşürüyor ve insan sormadan geçemiyor: “Be kardeşim, sen nasıl bir partiye girdiğinin farkında değil misin?” Sen TKP’ye girdin. TKP Komintern geleneğinden gelen bir partidir. TKP önemli konularda SBKP ve diğer sosyalist ülke parileriyle istişarede bulunmadan, danışmadan bir karar almaz. SBKP ve diğer KP’ler de Türkiye ile ilgili bir karar almadan önce TKP’nin fikrini alırlar. Türkiye’deki askeri rejimlerin karakteri hakkında sosyalist ülke partileriyle, özellikle SBKP ile birçok görüşmeler yapıldı. Sovyet yoldaşlar Türkiye’deki askeri rejimlerin Bonapartist karakterde olduklarını belirttiler. Türkiye’de burjuvazinin farklı kanatları arasında sert bir mücadele vardır. Darbelerin bu mücadeleyi sonlandırıp kapitalist gelişmenin, tekelleşmenin önünü açma, emperyalist odaklarla entegre etme işlevi olduğunu vurguladılar. Darbeciler bu işleve engel olan tüm güçleri şiddetle ezerler. Onlar bu işlevi 2-3 sene içinde tamamladıktan sonra yönetimi tekrar sivil, parlamenter sisteme bırakırlar. Onların elinde silah var, ülkeyi diktatörce yönetirler. Uygulamaları barbarca ve faşistçedir. “Bizim görüşümüz budur, kararı siz vereceksiniz” dediler.
Sovyetlerin bu görüşleri doğruydu. Türkiye’de tekelci devlet kapitalizmi gelişiyordu, ama o Türkiye’de, Lenin’in dediği gibi, gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyalizmin ön aşamasını oluşturacak düzeyde değildi. Faşizm burjuvazi için tekelci devlet kapitalizmi aşamasında sosyalizme geçişi sağlayan devrimci yükselişi önlemek, bastırmak için başvurduğu yöntemdir. Türkiye’de darbe ise neoliberal 24 Ocak kararlarını uygulamak, Türkiye’yi emperyalist tekellerin talanına açmak için burjuvazinin tekelci kanadının başvurduğu bir yöntemdir. Hedefi kapitalizmi daha da geliştirmektir. Türkiye’de her zorbalığa, diktatörlüğe faşist demek adet haline geldiği için ülkedeki devrimci yükselişi bastıran darbelere de faşist demek kolaylığına kaçılmaktadır.
PB Sovyet yoldaşların görüşüne katıldı ve askeri rejimlere faşist demedi. Sovyetlerin bu konudaki görüşlerini bir “telkin”, bir “emir” addetmek doğru değildir, bu komünist partileri arasındaki enternasyonalist ilişkilere düz mantıksal bir yaklaşımdır. “Telkin, “emir” gibi yöntemler komünist partilerinin anlayışlarına terstir. Onlar eleştirilerini açık yapar ve görüşlerini dobra dobra söylerler. Hele “Biz bu telkini ne yazık ki, geri çeviremedik” demek tam bir aymazlıktır. PB Sovyet yoldaşların görüşünü kabul etmiş, çünkü bu görüş doğruydu. Veysi, Sovyetlerin “telkini”ni “ne yazık ki, geri çeviremedik” diyerek, PB’nun inanmadığı halde, Sovyetlerin hoşuna gitmek için veya onlardan çekindiği, korktuğu için veya onların enternasyonalist dayanışmayı kesebileceği endişesine kapıldığı için Sovyetlerin görüşlerini kabul etmek veya bunlar karşısında susmak zorunda kaldığını ima etmektedir ki, bu en büyük ahlâksızlıktır, hem SBKP’ye hem TKP’ye en büyük hakarettir. Olsa olsa bu Veysi’nin bir halüsinasyonudur.
Parti Sovyetlerin her görüşünü kabul etmek zorunda kaldı anlayışı yanlıştır. Çoğu kez Sovyet yoldaşlarla çok sert tartışmalar yapılmıştır. Reddedilen görüşleri de olmuştur. Bunlardan bir tanesi 1977 “Konya Konferansı”nda Zagladin’in sözlerine Bilen yoldaşın tepkisidir. Zagladin konuşmasında sizin dışınızda komünistler var, TİP var deyince Bilen yoldaş yumruğunu masaya vurup “yoktur!!” demiştir. Yine Sovyetler 80’li yıllarda TİP’le birliği dayattıklarında, kendilerine bunun yanlış olduğu, her iki parti için likidasyon olacağı söylendi. Sovyetler bizim görüşümüz budur dediler. Ama onların görüşü önce PB’da kabul görmedi. Daha sonra PB’da çoğunluk birlikten yana değişince, Sovyetlerin görüşü kabul edildi. Sonunda her iki parti de likide oldu. Sovyetlerin “telkinlerini”, “ne yazık ki, geri çeviremedik” demek yanlıştır, bir çarpıtmadır. Böyle bir savda bulunanları geçmişte antisovyet, antikomünist olarak itham ederdik. Bu itham bugün de hâlâ doğrudur ve Veysi için de geçerlidir.
12 Eylül günü PB enine boyuna darbeyi tartıştı, Bildiriye neler gireceğini saptadı ve sonra Bilen Yoldaşla Veysi oturup bildiriyi yazdılar. Bildiri PB’nun görüşüdür. Bildiride darbe için faşizm tanımı yoktur. Bildiriye karşı Türkiye örgütlerinden eleştiriler, cuntanın karakterinin faşist olarak saptanması yönünde öneriler geldi. Parti bu önerileri kabul etmedi. Kadrolara cuntanın karakter olarak faşist olmadığı, ama uygulamalarının faşist olduğu bildirildi. Kadroları bu açıklamanın tatmin etmediği ve örgütlerin bir huzursuzluk içinde olduğu söylendi. Ama partide bu nedenle büyük, derin bir bölünme, parçalanma olduğundan söz edilmedi. Daha sonra Nabi’nin dayatmalarıyla parti içindeki huzursuzluğu yatıştırmak için cuntanın faşist karakterli olduğu kabul edildi. Ama örgütlerdeki huzursuzluk bitmedi, devam etti. Çünkü huzursuzluk ve “bölünme”nin nedeni yalnız cuntanın karakteriyle ilgili değildi, Nabi’nin genel politik tutum ve yaklaşımıyla ilgiliydi.
Veysi darbeyi faşist olarak nitelendirmediği için partideki parçalanmanın ideolojik sorumlusu olarak ideolojik bürodaki görevinden ayrılması gerektiğini, Nabi’nin dönüşünün partiyi likide edeceğini gördüğü halde “disiplin adına” sustuğunu söyleyerek pişmanlığını dile getirmekte ve şöyle devam etmektedir: “Oysa yapılması gereken parti kamuoyunu bu tehlikeli adım (Nabi’nin dönüşü) konusunda uyarmaktı. Derhal görevlerimizden istifa etmeliydik ve istifamızın gerekçelerini de partili yoldaşlara anlatmalıydık.” Bu ne biçim bir anlayıştır. TKP insanların istediği zaman girip çıktığı, istifa ettiği bir küçük burjuva partisi değildir. Önce şu bilinmeli ki, TKP’den istifa edilmez. Fraksiyonculuktan ve bozgunculuktan, sağ veya sol sekter tutumdan dolayı partiden atılır. Partiden atılan bir kişiye, partili yoldaşlara gidip istifa gerekçesini anlatma olanağı verilmez. Bunu yapmaya kalkanlara da haddi bildirilir. TKP hiçbir zaman bir küçük burjuva partisi olmadı. Veysi ta başından yanlış bir partiye girmiş, TKP’ye değil, küçük burjuva sol bir partiye girmesi onun için daha isabetli bir karar olurdu.
Partimiz TKP’yi Veysi ve onun gibi düşünenlerden arındırarak Marksçı-Leninci temeller üzerinde, reel sosyalizmin, dünya komünist hareketinin ve TKP’nin 102 yıllık deneylerinden ders çıkarak ayağa kaldırma mücadelesine devam edeceğiz.
Mehmet Bayrak – 29.09.2022
TKP-1920 www.tkp-online.com
Emekçilerin , ezilenlerin , işçi sınıfının ve Türkiye halklarının dün olduğu gibi bugünde ve yarında umudu olan Nazım , Suphi ve Bilen çizgisini şiar edinen Marksist – Leninistlerin , partiyi içerden yıkan, dağıtan , oportünist ve likidasyoncu kliğe verilen en iyi yanıttır okuduğumuz bu metin.
Metni kaleme alan yoldaşı saygıyla selamlıyorum.
Veysi Sarısözen 1980’lerin sonunda “antogonizmaların , sınıf çelişkilerinin günümüzde hükümlerinin kalmadığı” fetvasını veriyordu. Oysa sınıf çelişkilerini biz bugünde iliklerimizde hissediyoruz. Paranın olduğu , sermayenin olduğu yerde sınıf çelişkisinin artık olmadığı tezini savunmak abesle iştigaldir.
Nerede bir komünist varsa , TKP oradadır !
Veysi Sarısözen kuşkusuz iyi bir kalem, iyi bir ajitatör, iyi bir propogandist ama iyi bir marksist değil.
Anlaşılan kendisini düne kadar yere vuran, “dönek” diyen, ama içine düştükleri pragmatizm gereği bugün yayınlarında güzellemeler dizip, yazılarına yer verdikleri, panellerine çağırdıkları malum çevreye güzelleme dizme görevi verilmiş kendisine.
Pragmatizm böyle bir şey işte!
Dün dönek dediğin bugün badem gözlü olur!
Pusulasızlık, pragmatizm, oportünizm, kariyerizm, ilkesizlik…
Tüm bunların sonucudur; utanmadan kendi kurumlarında kendi tarihlerine saldırılmasına izin veriyorlar.