Yeni bir Anayasa (II. Bölüm)
Erdoğan’ın istediği yeni sivil anayasa nasıl bir anayasadır?
Barış ALPER
ERDOĞAN yeni sivil bir anayasadan bahsediyor, ama o gerçekten sivil bir anayasa mı istiyor? Yoksa şimdiki darbe anayasasından daha ceberrut bir anayasa mı? Sivil anayasa herkesin kulağına hoş gelmektedir. Nasıl ki, 2010’da “Askeri vesayeti kaldırıyoruz” söylemi insanların kulağına hoş geldiyse. Tabii ki, askeri vesayet kalkmalıydı, ama “sivil vesayet” de gelmemeli, sivil darbeler yapılmamalıydı. Gelişmeler gösterdi ki, Erdoğan artık sivil vesayeti oluşturmuş, sivil darbeler gerçekleştiriyordu. Şimdi sormak gerekiyor: Kulağa hoş gelen sivil anayasanın altında da böyle bir tehlike yatmasın? Evet böyle bir tehlike mevcuttur. Erdoğan sivilden medeni olmayı, karşılıklı saygı duymayı, anlaşıp uzlaşmayı, “Avrupalılaşmayı”, Avrupa’daki burjuva demokratik hak ve özgürlükleri anlamamaktadır. O sivilden asker olmayan, üniforma giymeyen, Paris ve Londra modalarına göre takım elbise giyen bir sivil kişi olan kendisini anlıyor. Ona göre bu sivil kişinin yine “anlı-şanlı” sivil profösörlere yaptırtacağı bir anayasa da sivil bir anayasa olacaktır. Anayasanın ise içinde ne olacağı sorgulanmamalıdır, onu Erdoğan belirleyecektir. Onun için Erdoğan Anayasanın içeriğine, demokrasi ve özgürlüklere değinmiyor, dış yansımasına, sivil mi, askeri mi olmasına vurgu yapıyor. Onun için “demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapacağız” demiyor, “darbe değil sivil anayasası yapacağız” diyor. Böylece demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapılacağı izlenimini uyandırmaya, halkı aldatmaya çalışıyor. O, böylece demokrasi ve özgürlüklere kökten karşı olduğunu gizlemeye çalışıyor.
Yine de “şaşırıp”, bazen de muhalefete mesaj vermek için “darbe anayasası yeter, yenilikçi ve özgürlükçü anayasaya” ihtiyacımız var deyiveriyor. Bu söylemin ne kadar sahte olduğunu, bugünkü anayasada hâlâ varolan özgürlükleri uygulamadığı ve Demirtaş’tan Kavala’ya kadar rehinelerin serbest bırakılmadığı gösteriyor. Bir Anayasa hükmü olan AYM ve AİHM’nin kararlarını uygulamayarak Anayasayı çiğnemeyi bile göze alabiliyor. Erdoğan darbe sivil ikilemiyle özgürlükçü bir anayasayı engellemek, topluma kendine anlayışına uygun bir anayasa dikte ettirmek istiyor. Kaldı ki, ne askerlerin yaptığı anayasa her zaman ceberruttur (1961 Anayasasının daha demokratik ve özgürlükçü olduğu gibi) ne de sivillerin yaptığı ve yazdırdığı bir anayasa (Urban anayasası gibi) her zaman demokratik ve özgürlükçü oluyor. O zaman “Erdoğan’ın anayasa anlayışı nedir?” diye sormak gerekmektedir.
Erdoğan’ın anayasa anlayışı kendi hakimiyetini kurmaktır
Erdoğan’ın anayasa anlayışı antidemokratiktir, özgürlük düşmanlığıdır. Tek sınırsız özgür olan kendisi ve çevresidir, diğerleri birey olmayan, ona itaat ve biat eden kullardır. Ona göre işleyen parlamenter bir sistemi öngören, güçler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne, bireylerin hak ve özgürlüğüne dayanan bir anayasa gereksizdir. Demokrasi, halk egemenliği, laikliğin anayasada yeri olmamalıdır. Kendine özgü ortaçağ hükümranlık anlayışına dayalı Sünni İslamı, Kuran’ı referans alan, sözde anayasası olan, ama anayasasız bir sistem istemektedir. Erdoğan bunları çoğu kez açık olarak itiraf da etmiştır.
“Demokrasi bir amaç değil, bir araçtır”
Erdoğan’ın antidemokratlığının itirafı demokrasi konusundaki düşünceleridir. 1994 senesinden sonra yaptığı konuşma ve röportajlarda bu düşüncelerini açıkça ifade etmiştir. 14 Temmuz 1996’da Milliyet gazetesinden Nilgün Cerrahoğlu Erdoğan’la yaptığı bir röportajda ona soruyor: “Demokrasi amaç mı, araç mı?” Erdoğan da cevap veriyor: “Biz diyoruz ki, demokrasi bir araçtır, demokrasi amaç değildir.” Madem demokrasi amaç değil, araç, “o zaman amaç nedir?” diye Erdoğan’a sormak gerekir. Cerrahoğlu da soruyor: “İktidara geldiğiniz zaman İslam’a aykırı kanun kalkacak mı?” Erdoğan da cevap veriyor: ”… Refah’ın (Bugün onu AKP diye okuyun) referansı İslam’dır. Referansımıza ters hiçbir şey yapmak istemiyoruz.” Gazeteci soruyor: “Referansınıza ters kanun kalkacak mı?” Erdoğan da cevap veriyor: “Tabii kalkacak.” Amacının Sünni-İslam olduğunu Erdoğan hiçbir zaman gizlemiyor. Her şey islami kurallara göre yaşanacak. Onun için demokrasi kullanılan, binilen bir tramvay veya trendir, hedefine varınca iner gidersin, artık onunla işin bitmiştir. “Buraya kadardı” dersin. Erdoğan demokrasiye hep karşı çıkmıştır, onu hep kullanışlı iyi bir araç olarak görmüştür.
“Egemenlik milletin değil Allah’ın”
Erdoğan 1995 senesinde o zaman mensubu olduğu Refah Partisi Ümraniye teşkilatının açılışında bir konuşma yapar ve derki: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir demek, koskoca bir yalan! Allah, hâkimiyetin kesin sahibidir.” O zaman TBMM kürsüsünün üstünde yazan “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözü kaldırılacak, yerine “Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allahın’dır” sözü gelecek demektir. Hâkimiyetin kayıtsız şartsız Allah’ın olduğu, kral ve padişahların yeryüzünde Allah’ın temsilcisi olduğu bir ortaçağ anlayışıdır. Erdoğan ortaçağa dönmek ve Allah’ın temsilcisi “Başkan” veya “Reis” olarak hâkimiyeti tek başına kendinde toplamak istiyor. Son pratikleri de bunu gösteriyor. Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olması ise bir cumhuriyet belgisidir. Erdoğan da buna ebediyen karşıdır.
“Anayasadan Laiklik kalkacaktır”
Aynı konuşmada laiklik konusunda da Erdoğan açık konuşuyor: “Tutturmuşlar, laiklik elden gidiyor. Bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek. Sen bunun önüne geçemezsin ki.” Evet, halk istedi mi önüne geçemezsin. Ama halka istettirilmektedir. Laiklik, aydınlanma, akıl, demokrasi ise insanlığın ortaçağ karanlığından kurtuluşunun ifadesidir. Avrupa’da millet dini gökyüzünden yeryüzüne indirip kişinin özel meselesi yaptı, devlet işleriyle din işlerini ayırdı, hurafelerden kurtuldu, aklın, bilimin yolunu tuttu, kalkındı, gelişti. Erdoğan milleti hâlâ ortaçağ karanlığında tutmak istiyor. Çünkü bu insanlara en kolay hükmetme, kendi hükümranlığını sürdürme yoludur. Laiklik mücadelesi Erdoğan’ın bu yolunu kapatmaktır.
Başbakan, Cumhurbaşkanı oldu, ama Erdoğan değişmedi
Şimdi denebilir ki, bunlar Erdoğan’ın bundan 30 yıl önce, 90’lı yıllarda gençken, İstanbul Belediye Başkanı iken sarfettiği sözlerdir. Bugün devlet sorumluluğu var. Başka düşünüyordur, zaten böyle de konuşmuyor. Bunlar doğru değildir. Gerçek ise tam tersidir. Erdoğan değişmemiştir. Sünni İslam’ı Türkiye’ye hâkim kılmak onun için bir programdır, referanstır, anayasal bir görevdir. Bunları kendisi artık ustalaştığı için gerektiğinde daha ustaca ifade ediyor. Ama çevresini bu konularda çok açık konuşturuyor. İşte birkaç örnek:
“Demokrasi araçtır dedik, öyledir”
2011 senesinde Başbakan olarak Ege Sanayici ve İş adamları Derneği’nde konuşan Erdoğan şöyle der: “Demokrasi bir amaç değildir, demokrasi bir araçtır. Bunu böyle bileceğiz. Tüm yönetim şekilleri, buna din de dâhil hepsi tek amaca hizmet ederler, o da insanın saadeti, refahı ve mutluluğudur.” Erdoğan ustalaşmış, demokrasi ve insan mutluluğu arasında ilişki kurarken bir gerçeğin de üstünü örtüyor. Evet, demokraside insanlar mutludur, ama demokrasi terkedildiğinde yalnız hükümranlar; Reis Erdoğan ve çevresi mutludur. Onun için demokrasi treni bir an evvel terkedilmelidir. Erdoğan demokrasiyi hiçbir zaman içselleştirmemiştir.
“Egemenlik anayasada olmamalı, ama Allah’ın adı olmalı”
2011 senesinde Mecliste darbe anayasasından kurtulma, demokratik, özgür sivil bir anayasa yapma konusunda “hummalı” bir çalışma başladı. Hemen hemen her parti ve kuruluş bir anayasa taslağı hazırladı. AKP’de bir taslak hazırladı. Bu taslak AKP’nin dolayısıyla Erdoğan’ın niyetlerinin açık bir zikriydi. AKP ve Erdoğan bu taslakta demokratik, özgürlükçü bir anayasa istemiyor, islami bir anayasa istiyordu. Mevcut Anayasaya göre kayıtsız şartsız milletin olan egemenliğin kullanılması için Anayasa TBMM, yargı gibi bazı organları yetkili kılıyordu. Mesela Anayasa “Yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” der. Oysa AKP Anayasa taslağında “Yargı görevi, bağımsız ve tarafsız mahkemelerce yerine getirilir” denmektedir. Biri yetkiden diğeri görevden bahsediyor. Yani yargı Anayasadan aldığı yetkiye dayanarak millet adına karar vermeyecek, kendisine verilen görevi yerine getirecektir. Görevi kim verecek? Allah adına yukardaki hükümran, “Başkan” veya “Reis” verecek. Onun için AKP önerisinde mahkemelerin “Türk milleti adına” karar verme yetkisi konmamıştır. Daha sonra 2016’da Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın yeni anayasaya “Allah sözcüğü girsin” demesi boşuna değildir. Bir anlayışın zikridir. Denebilir ki, bugün zaten mahkemeler AKP’nin bu anayasa taslağına göre çalışmaktadır. Mahkemeler Saray’dan gelen görev ve emirlere göre karar vermektedirler. “Millet adına” çoktan unutuldu, bağımsızlığı da laftadır. 2021 yılında Ayasofya baş imamı olan Prof. Dr. Mehmet Boynukalın da “Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün, Anayasa’da İslam olsun” diye twitt atması Erdoğan çevresinin Anayasaya konusunda bir plan dahilinde konuştuklarını gösterir. Bugün Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dediği sistem 2011’deki AKP Anayasa taslağının uygulanmasıdır. Anayasa laftadır, güçler ayrılığı laftadır. Basın ve ifade özgürlüğü laftadır. Önemli olan Erdoğan’ın kararlarıdır. Gerisi teferruattır.
“Anayasa’dan laiklik çıksın, İslam girsin”
Ayasofya’nın Baş İmamı bu Prof. Boynukalın 2021 yılındaki twittinde şöyle diyor: “1921 ve 1924 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün, Anayasada İslam olsun.” Geçen sene İstanbul Adalet sarayında “Şeriat isteriz” diye gösteri yapanlar da buna eklenirse ve bunlara karşı tek işlem yapılmadığı dikkate alınırsa Erdoğan’ın yeni Anayasa niyetleri daha iyi okunabilir. Yine buna bir de 2016 senesinde “dindar Anayasa” isteyen Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın sözlerini eklemek gerekir. Kahraman diyor ki “Yeni anayasada laiklik olmasın… Allah sözcüğü geçsin… bir İslam ülkesiyiz, yeni anayasa dindar bir anayasa olmalı… Yeni anayasada mecburi din dersi kalsın… Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet kurumu olarak devam etsin…” Kahraman da, Baş İmam da veya bir başka biri de fikirlerini demokraside açıkça ifade edebilirler. Ama burada söz konusu olan fikirlerin ifadesi değil kindar ve intikam anlayışıyla bir rövanş mücadelesidir. Bunlar bu ülkede ortak yaşamı sağlayacak toplumsal uzlaşının olmadığının göstergeleridir.
Erdoğan’ın hedefi ortak yaşam değil, otoriter rejimdir
30 yıllık Erdoğan’ın mücadelesi gösteriyor ki, o bu ülkede bir hükümranlık kurmak istiyor. Bunun için ona ne anayasa ne demokrasi ne güçler ayrılığı ne hukukun üstünlüğü ne de ifade ve basın özgürlüğü lazım. Padişah Abdülhamid gibi yönetim onun iki dudağının arasında olmalı. Herkes ona itaat ve biat etmeli. Onun yaptığı her şey doğru kabul edilmeli, etmeyenler de bertaraf edilmeli. Erdoğan bu yönde önemli mevziler kazanmıştır.
Erdoğan için bu hedefe tam olarak varmanın en iyi yolu halkın dini duygularını daha çok kullanmak, burjuvazinin laik kanadına daha çok saldırmaktır. Kapitalizmin gelişmediği geri kalmış bir ülkede yokluk ve yoksullukla boğuşan geniş halk kitlelerinin tek dayanağı hâlâ dini inançlarıdır. Bu toplumlarda bireyin gelişmesi de uzun sürmekte, bunu kullanan egemenlerin onları dinle manipüle ederek yönetmesi de çok kolay olmaktadır. Erdoğan’ın bugün yaptığı budur. Onun işini Cumhuriyet döneminde Batılılaşma, laikleşme adına Kemalist burjuvazinin yaptığı hatalar da kolaylaştırmakta, onu eriştiği mevzilerden uzaklaştırmak zorlaşmaktadır. Erdoğan bugün fiilen tek adam, Reis konumuna gelmiş durumdadır. Ona şu an lazım olan, bu fiili durumun kâğıda döküldüğü bir anayasadır. Darbe anayasasına karşı olmak, sivil bir anayasayı savunmak bu işin kılıfıdır. O otoriter, kendisini tek başına hükümran yapan bir anayasa istemektedir. Öyle yüzde 51, iki kereden fazla seçilemez gibi ilkeler olmasın, bir seçildi mi ömür boyu seçilsin. Anayasayı istediği zaman istediği gibi “tağyir, tebdil ve ilga” edebilsin. Yerine de duruma göre oğlu ve damadın geçmeside işin cabası. Cumhuriyet döneminde de buna benzer gelişmeler olmuştur. Bireyin gelişmediği toplumlarda güce tapma, itaat ve biat kültürü maalesef yaygındır. Erdoğan şimdi bunları kullanarak hedefine varmaya çalışıyor. Onu bu hedefe varmakta engelleyecek tek güç vardır. O da sol ve demokratik güçler, işçi sınıfı ve Kürt Özgürlük hareketidir. Bu güçlerin elini çabuk tutması gerekiyor. Erdoğan gönderilmeden Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi mümkün değildir. Demokratik bir anayasa için önce Erdoğan’ın gitmesi gerekmektedir.