Yeni bir Anayasa (III. Bölüm)
Muhalefet ve solun anayasa mücadelesi
Barış ALPER
SOL ve demokratik güçlerin yanı sıra liberal burjuva muhalefet kesimlerinde de Erdoğan’ın ülkeyi bir felakete sürüklediği görülmekte ve onun yapacağı bir anayasanın asla ülkenin sorunlarına çare olmayacağı, demokratik ve özgürlükçü ise hiç olmayacağı anlayışı hâkim olmaya başlamıştır. Yerel seçimler bu anlayışın halk yığınlarını da sardığını göstermiştir. Şimdi böyle bir anayasa yapma koşulları her zamankinden daha iyidir. Ama Erdoğan bu koşulları yok etmek için elinden geleni yapmaktadır. Onun burada kullandığı yöntem yine Kürtlere saldırmaktır. “Terör” suçlamasını güncel tutmaktır. Muhalif güçlerin artık Erdoğan’ın bu oyunlarına itibar etmemesi gerektiğinin zamanı gelmiş ve geçmiştir bile. Önümüzde demokrasi ve özgürlükler için dik durma görevi bulunmaktadır. Ama bu biraz da sol ve demokratik güçlerin mücadelesine bağlıdır.
CHP, Özel ve yeni anayasa
CHP burjuva parlamenter sistemi, güçler ayrılığını, adaleti, hukukun üstünlüğünü, demokrasi ve özgürlükleri esas alan bir anayasa istediğini beyan etmektedir. Ama bu konuda ardıcıl değildir. İşçi sınıfı ve Kürt sorunu konusunda tutarsızdır. Bazı şekli tavizlerle her zaman Erdoğan’la anlaşma eğilimi taşır. Erdoğan da istediği yeni bir anayasa için CHP ile anlaşma, daha doğrusu onu “kafakola” alma planları yapmaktadır. Şimdiye kadar yeni anayasanın sivil olmasını söyleyen, ama demokratik olmasını asla dillendirmeyen Erdoğan. Özel’in kendisini ziyaretinden sonra birkaç kez yenilikçi ve özgürlükçü bir anayasadan bahsetti. Erdoğan burada samimi değildir, onun planı açıktır, hedefi otoriter bir anayasadır. O sırf ortalığı karıştırmak için böyle konuşmalar yapmaktadır. Gerçekten samimi ise hodri meydan. Şimdiki Anayasa’da özgürlükleri çiğneyerek, AYM ve AİHM kararlarını hiçe sayarak zorla hapiste tuttuğu Kavala, Demirtaş, Yüksekdağ ve diğer tutukluları hemen serbest bırakılsın. Bu onun demokratik ve özgürlükçü bir anayasa söyleminin turnusol kağıdıdır. Bunu yapmıyorsa onun özgürlükçü anayasa istemi CHP tabanının gözünü boyamak için bir taktiktir, bir aldatmacadır. CHP ise geçmişte “devlet aklı” mantığı ile çoğu kez Erdoğan’ın oyununa gelmiş, en zor anında ona destek çıkmıştır.
Baykal’ın sicili
Erdoğan’ın bu taktikleri konusunda CHP’lileri uyarmak sol ve demokratik güçlerin görevlerinden biridir. Zira bu konuda geçmişte de günümüzde de CHP yönetiminin sicili bozuktur. 2002 yılı parlamento seçimlerinde Erdoğan cezası nedeniyle aday olamadı, parlamentoya giremedi ve başbakan olamadı. Bunu “normal, demokratik” bulmayan o zamanki CHP Başkanı Baykal Anayasa’da değişiklik ve özel bir seçim yaptırarak Erdoğan’nın milletvekil ve başbakan olmasını sağlamıştır. Yine aynı Baykal 2015 senesinde HDP’nin Meclis’e girmesiyle azınlığa düşen ve hükümet kuramayan Erdoğan’ın yardımına koşmuştur. Seçimi kaybeden ve kamuoyuna çıkamayan Erdoğan’a arka çıkan, CHP ile koalisyon ve yeni seçim dahil olmak üzere ona her türlü desteği vereceğini açıklayan yine Baykal oldu. Erdoğan’ı elinden tutup “kuyudan” çıkardı. Erdoğan seçimi yeniledi, mutlak çoğunlukla başbakan oldu. Bunu CHP, Baykal sağladı.
Kılıçdaroğlu’nun sicili
Kılıçdaroğlu’nun da sicili kabarıktır. HDP’yi susturmak, zayıflatmak ve giderek kapatmak için Demirtaş’ın, Yüksekdağ’ın ve diğer bazı vekillerin dokunulmazlıklarının Meclis’te görüşülmesi ve kaldırılması ile ilgili olarak Erdoğan’ın Anayasa değişikliğine destek vererek onların tutuklanmasına ve şu an cezalandırılmalarına neden olmuştu. Şimdi aynı Kılıçdaroğlu’nun Demirtaş’ı hapishanede ziyaret etmesi ise özürün kusurdan büyük olması gibi bir şeydir. Uzun yıllardır Erdoğan’ı iktidarda tutan Kılıçdaroğlu’nun politikaları olmuştur. Onun da sicil kayıtları çoktur.
Özel’in kayıt olmayan sicili
CHP’nin yeni başkanı Özgür Özel’dir. Sicilinde şimdilik bir kayıt yok. Ümit edilir ki, Baykal ve Kılıçdaroğlu’nun hatalarını tekrarlamaz. Ama durum pek de ümit açıcı görünmüyor. Çünkü Özel’ın AKP’nin ikinci parti ve Erdoğan’ın yenilmiş olarak çıktığı 31 Mart yerel seçimlerinden sonra Erdoğan’ı ziyaret edeceğini açıklaması ve seçimlerden bir ay ve 1 Mayıs’tan hemen sonra 2 Mayıs’ta Erdoğan’ı ziyaret etmesi biraz Baykal politikasını akla getirmektedir. Erdoğan ve AKP yerel seçimlerden sonra derin bir krizin içine girmişti. Erdoğan seçim gecesi ancak gece yarısından sonra bir açıklama yapabilmişti. Bugüne kadar ne AKP ne Erdoğan yenilginin tam bir analizini yapmış değil. Tam böyle bir zamanda Özel’in Erdoğan’ı ziyaret açıklaması, Erdoğan’a atılmış bir can simidi gibiydi. AKP’nin yenilgisi unutuldu, Erdoğan tekrar rahat rahat ortalığa çıkar oldu. Ve iktidara iyice yerleşmeye başladı. Kendinde yeniden halkın iradesine ve Kürtlere saldırma gücü buldu. Oysa bu ziyaret açıklaması başka türlü yapılabilir, ziyaret bambaşka türlü gerçekleştirilebilir ve sonunda demokrasi kazançlı çıkabilirdi. İlk bakışta bu maalesef böyle olmadı. Sivil bir anayasa için Erdoğan’ın eli bile rahatladı. Görüşme sonunda yayılan “yumuşama ve normalleşme” kavramları somut durumu yansıtmayan açıklamalardı. Yumuşama veya normalleşme en azından hapistekilerin, Kavala, Demirtaş ve diğerlerinin çıkmasıyla olabileceği ve bunun olmazsa olmaz koşul olduğu belirtilmeliydi. Bu yapılmadı, yapılanlar Erdoğan’a güç verdi.
Tekrar vurgulamakta yarar var. Politikada isteyen herkes birbiriyle önkoşulsuz görüşebilmeli ve konuşabilmelidir. Ama iktidarla ana muhalefet lideri arasındaki bir görüşme olacaksa bunun koşullarının çok iyi belirlenmesi gerekir. İlk koşul şimdiki mevcut Anayasa’nın çiğnenmesine son verilmesi, AYM ve AİHM kararlarının uygulanması olmalıydı. Bir Mayıs günü Saraçhane’de toplanan ellerinde AYM kararına rağmen Taksim’e çıkartılmayan işçi ve emekçilere, gençlere hitaben yaptığı konuşmada, “Bugün Taksim’e çıkılmasına izin verilmezse, Erdoğan’la yarın 2 Mayıs’ta yapılacak toplantıyı iptal ediyorum” diyebilmeliydi. Erdoğan’ın anladığı dil budur. 31 Mart yerel seçimlerden sonra tüm muhalif güçlerin Erdoğan’a “haddini” bildiren tutum budur. Aksi Erdoğan’ı güçlendirir. Özel böyle yapmadı. Nedeni kendinedir. Eğer görüşmeden hedef 28 Şubat Generallerinin serbest bırakılması idiyse, bu başka türlü halledilebirdi. Kaldı ki, bugünün sorunu böyle tek tek “kişisel” sorunlarla uğraşmak değil, ülkenin demokrasi, özgürlükler, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü gibi genel sorunlar dillendirilmelidir. Generallerin serbest bırakılmasından Kavala, Demirtaş ve diğer tutukluların özgürlüğü bu çalışmaların birer yan “ürünü olmalıdır. Erdoğan ve çevresiyle bazı “küçük” tavizler koparmak için konuşmak, görüşmek doğru değildir. Konuşmanın temeli demokrasi ve özgürlükler, demokratik ve özgürlükçü bir anayasa olmalıdır. Yeni anayasa çalışmalarında ziyaret gibi “hatalar” Erdoğan’a yarar, CHP bunu bilmelidir. Bundan böyle atılacak adımlar Erdoğan’ın yeni sivil anayasasına asla hizmet etmemelidir. Bu konuda CHP yönetimini dik tutacak olan CHP tabanının, işçi ve emekçilerin, demokratik güçlerin mücadelesidir. Demokratik bir anayasa kapalı kapılar ardındaki görüşmelerde değil, yığınlar içindeki mücadelelerle kazanılacaktır.
Sol ve demokratik güçler nasıl bir anayasa kampanyası yürütmeli?
Görülen o ki, önümüzdeki dönem yeni bir anayasa denemesi daha yapılacak. Bu anayasa büyük bir ihtimalle muhalefetin istediği gibi demokratik olmayacak, demokratik makyajlı Erdoğan’ın istediği gibi bir anayasa olacak gibi gözüküyor. Bunu değiştirmek, demokratik öğeleri çok olan bir anayasa yaratmak demokratik ve sol güçlerin mücadelesine bağlıdır. Anayasa taslağı eninde sonunda halk oylamasına sunulacak. Daha şimdiden halka ülkenin nasıl bir anayasaya ihtiyacı olduğu anlatılmaya başlanmalıdır. Bu yönde yığınlar arasında çalışmalar hızlandırılmalıdır.
Burada sol ve demokratik güçlerle bazı burjuva demokratik güçlerin birleştikleri ve ayrıldıkları yanlar açıklıkla ortaya koyulmalıdır. Tüm demokratik güçlerin birleştikleri yan güçlü bir parlamenter sistemin, güçler ayrılığının olduğu, hukukun üstünlüğünün, özgürlüklerin vurgulandığı demokratik, özgürlükçü bir anayasadır. Ayrılan yan ise Anayasanın ilk dört maddesidir. Bazı burjuva demokratik güçler bunu tartışmak istemezler. Oysa yeni bir anayasa yapılırken tabu konmamalı ve tüm maddeler tartışılabilmelidir. Esasında tartışarak bu maddeler daha da zenginleşebilir. Sol ve demokratik güçler bundan kaçınmamalıdır. Zira yeni anayasanın ne kadar demokratik ve özgürlükçü olacağının ölçütü bu dört maddenin tartışılıp, ülke gerçeğine uygun şekilde düzenlenmesidir. Ülke gerçeğini yansıtmayan bir anayasa ise kutuplaştırıcı ve parçalayıcıdır. İlk dört madde bu özellikten kurtarılmalıdır.
Mesela “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” diyen Anayasanın birinci maddesi farkında olunmadan en çok tartışılan bir maddedir, çünkü herkesin cumhuriyet anlayışı farklıdır. Kimi İslam Cumhuriyeti, kimi Sosyalist Cumhuriyeti, kimi Demokratik Cumhuriyeti, kimi katılımcı Cumhuriyeti, kimi Milliyetçi-Faşist Cumhuriyeti ister. Bunun çözümü ise Demokratik Cumhuriyettir. Bu hem katılımcıdır ve kapsayıcıdır hem ülke gerçeğine uygundur. Zira bugün ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu demokrasidir. Cumhuriyetin en belirgin niteliğinin demokrasi olması çok önemlidir. Tüm tartışmalar doğru bir yöne sevk edilmiş olur. Diğeri 3. Maddedir: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir…” Türkiye’de başka halkların, dillerin ve dinlerin olduğu bir gerçektir. Bu madde artık Türkiye gerçeğini yansıtmıyor. Türkiye’nin ise içinde bulunduğu durumu yansıtan bir anayasaya ihtiyacı vardır. Teklikten çokluğa geçip, çokluk içinde bir birlik ve bütünlük aranmalıdır. Eğer bu madde herkesi kapsayacak bir şekilde düzenlenebilirse demokratik devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü daha da güçlenecektir. Dış güçlerin Türkiye’ye karşı menfur emelleri başarısız kalacak, Türkiye hızla gelişecek ve uluslararası alanda hak ettiği yeri alacaktır. Sol ve demokratik güçler gerçek demokratik bir anayasa için kolları sıvamalı ve yığınlar içinde çalışmaya başlamalıdır. Eğer halk başka türlü karar verirse bunun sorumlusu sol ve demokratik güçlerdir.
Kürtlerin demokratik anayasa isteği ve Hakkari’ye kayyım ve halkın iradesini hiçe saymakta değişmeyen Erdoğan
Erdoğan’ın nasıl bir anayasa düşündüğüne son örnek Hakkari’nin DEM Partili Belediye Başkanı seçilmiş Akış’ın tutuklanıp görevden alınması ve yerine valinin kayyım atanmasıdır. Seçilmiş bir başkana bu darbe, bir kez daha Erdoğan’ın halkın iradesini hiçe saydığının ve kendi iradesinden başka hiçbir iradeyi tanımadığının ve tanımayacağının ispatıdır. Bu bir kez daha kendi “hükümranlığının” ilanıdır, sivil bir darbedir. Oysa Erdoğan 31 Mart yerel seçimleri gecesi yaptığı Balkon Konuşması’nda yenilgiyi kabul eder gözüküp şöyle diyordu:
“Buradan siyasi parti fark etmeksizin iradesini serbestçe sandığa yansıtan tüm vatandaşlarıma içtenlikle teşekkür ediyorum… Her zaman demokrasinin. Milli iradenin, sandığın tarafında yer aldık… Bugün de aynı sorumluluk duygusuyla hareket ediyoruz. Milletin muazzez iradesinin üstünde hiçbir güç tanımıyoruz… Şimdiye kadar… milletin iradesine boyun eğmekten geri durmadık… Bugün de millet tarafından seçilen …. belediye başkanlarını… kutluyorum… Milletin iradesi sandıkta tecelli eder, Millet sözünü sandık yoluyla söyler, Millet siyasetçiye mesajını sandık vasıtasıyla iletir,.. Milletin kararına hürmetsizlik etmeyeceğiz, milletle inatlaşmaktan, milli iradeye rağmen hareket etmekten, milletin takdirini sorgulamaktan … uzak duracağız…”
Bu sözleri sarf eden Erdoğan bugün Hakkari’de Kürtlerin iradesine “hürmet” göstermiyor, Kürtlerle inatlaşıyor, milli iradeyi, milletin kararını sorguluyor. Bu bir Erdoğan taktiğidir. Doğru olanı söyleyip milleti yatıştırmak, Avrupa ve ABD’ye demokrat görünme mesajı vermek, sonra da bildiğini okumak. Bu konuşmadan sonra iki gün geçmedi ki, Erdoğan Van’da halkın seçtiği belediye başkanını görevden almaya, darbe yapmaya kalktı. “Milletin kararına hürmetsizlik etmeyeceğiz, milletle inatlaşmaktan uzak duracağız” sözlerinin bir aldatmaca olduğu bir kez daha görüldü. Ama Kürt ve Türklerin birlikte ayağa kalkmasıyla darbe yenildi, karar geri alındı, “terör” suçlaması tutmadı, Şimdi seçimden iki ay sonra aynı aymazlığı Hakkari’de deniyor. Hakkari’de milletin tecelli eden iradesiyle Belediye Başkanı seçilen Akış hakkından bundan 10 sene önce bir FETÖ-Savcısının açtığı bir dava ve soruşturma tozlu arşivlerden çıkarılıp hemen işleme koyuldu, düğmeye basıldı. Basan Erdoğan’dı. Akış tutuklandı, görevden alındı, yerine kayyım atandı, mahkemeye çıkarıldı, 19 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Gerekçe aynı: “örgüt üyeliği, örgüt propagandası”. İspatı? Yok! İspat FETÖ-Savcısının sahte gizli tanığı. O zaman sormak gereki: Neden 10 sene beklendi de şimdi düğmeye basılıyor? Görülen o ki, Erdoğan Kürt illerinde halkın iradesini tanımayacak, oralara yine kayyım atayacaktır. Şimdi buna karşı Kürt, Türk, Türkiye halkları birlikte yeniden ayağa kalkmalı, Erdoğan bir kez daha geriletilmeli, yenilmelidir.
O’nu durduracak ve kararını geri aldırtacak olan yine halklarımızın ortak mücadelesidir. Halklarımızın iradesine sahip çıkılmalıdır, demokratik ve özgürlükçü bir anayasa için mücadele Hakkari’de kayyım kararını geri aldırtmaktan geçmektedir. Demokratik ve özgürlükçü bir anayasa mücadelesi Hakkâri halkı ve DEM’le dayanışmayı gerektirmektedir. Erdoğan’ı ve onun “sivil” anayasasını yenecek olan Kürt ve Türk halklarının birlik ve dayanışmasıdır, ortak mücadelesidir. Şimdi bu mücadeleyi yükseltme zamanıdır. Kürtlerin istemleri mutlak dikkate alınmalıdır.
Son yıllarda Türkiye’nin Erdoğan ve gerici güçler tarafından inkâr edilen bir gerçeği de, Kürtlerin Türkiye’de Türk ve diğer Türkiye halklarıyla birlikte, eşitlik, özgürlük, özerklik temelinde barış içinde demokratik bir cumhuriyette yaşamak istemelerini beyan etmeleridir. Bu Türkiye için büyük bir kazanımdır. Yapılacak olan yeni anayasa Kürtlerin bu istemlerini kapsamalı, Türkiye tarihinde yeni bir sayfa açılmalıdır. Demokratik bir anayasa Türkiye’de ortak yaşamı güçlendirmeli, bunun da yolu tüm halkların, inançların, dillerin Anayasada hak ettikleri yeri bulmalarıdır. Kürtlerin demokratik cumhuriyet ve demokratik anayasa istemleri tüm Türkiye halklarının ortak istemi olmalıdır. Erdoğan’ı yenecek olan bu ortaklıktır.
TKP’nn yeni anayasa mücadelesi
Partimiz Türkiye Komünist Partisi TKP, Mustafa Suphi ve Ethem Nejat yönetiminde 1920’de Baku’da toplanan ilk kongresinde nasıl bir Türkiye ve nasıl bir anayasa sorularına açık bir yanıt vermiştir: Hür halkların hür ittihadı temelinde kurulacak federatif, demokratik, şuralar cumhuriyeti ve bunun ifade edildiği bir anayasa. Partimizin 1. Kongresinde alınan bu karar bugün de geçerlidir ve o günden bugüne Türkiye’nin içinde bulunduğu gerçeği yansıtan tek belge olmuştur. Çok halklı, çok kültürlü, çok inaçlı, çok dilli bir Türkiye’nin “ayrılmaz ve parçalanmaz” birlik ve bütünlüğünün garantisi, bu halkların özgürce verdikleri özgürlük içinde birlkte yaşama kararıdır, işçi sınıfının tüm sınıf ve demokrasi mücadelesinde etkin olabilmesidir. Cumhuriyetin kurulduğundan beri halkların özgürce birlikte yaşama kararları bastırılmaya, işçi sınıfının mücadelesi boğulmaya çalışılmıştır. Erdoğan döneminde inkâr ve asimilasyon Kürtlere karşı savaşla yeni bir barbarlık boyutuna ulaşmıştır. İşçi sınıfı, emekçiler ve demokratik güçler, Erdoğan’ın bu barbarlığına karşı mücadeleyi Kürtlerle birlikte yürütmelidir. Erdoğan’ın antidemokratik, otoriter, İslami-faşizan sivil anayasasını başarısızlığa uğratacak olan bu birlikte verilecek mücadeledir. Partimiz TKP yalnız parlamenter sistemi temel alan güçler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına dayalı burjuva demokratik hak ve özgürlükleri içeren bir anayasa mücadelesiyle yetinmeyecek, Türkiye’nin çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü, çok dinli yapısını ifade eden, işçi sınıfına özgür örgütlenme ve mücadele olanağı tanıyan, partimiz TKP üzerindeki yasağı kaldıran gerçek demokratik bir anayasa mücadelesi yürütecektir. İşçi sınıfına, Kürtlere ve diğer Türkiye halklarına, inançlara yapılan baskılara karşı, bu sınıf ve halkların, inançların özgürlüğü ve bunları içeren demokratik bir anayasa için ortak mücadelenin, tüm sol ve demokratik güçlerin ortak mücadelesi olması için çalışacaktır. Bu mücadeleler aktif olarak verilirse erken bir seçime bile gerek kalmadan Erdoğan gitmek zorunda kalabilir. Her zaman belirleyici olan yığınların mücadelesi ve bu mücadeleye öncülük eden komünistlerin, sol ve demokratik güçlerin kararlılığıdır.