Haber / Yorum / Bildiri

12 Eylül Darbesi: Sonuçları ve Çıkarılacak Dersler (Son Bölüm)

Tufan YILMAZ

12 Eylül darbesinin ülkemizde yol açtığı ekonomik, sosyal-kültürel ve politik kırılmalara geçen yazılarımızda değinmiştik. Bu yazımızda bu darbenin sonuçlarına ve bundan çıkarılabilecek bazı derslere değineceğiz.

Şüphesiz bu darbeden ve tüm darbelerden çıkarılabilecek en “büyük” ders, darbenin ve darbeyi yaratan koşulların bir daha olmamasıdır. Bu iyi niyetli bir istek. Ama şu gerçekte bilinmeli ki, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve politik sorunların çözümsüzlüğü sürekli bir darbe koşulu yaratmaktadır. Bu özellikle kendisine demokratım diyen bazı aydınların sübjektif arzusundan bağımsız olarak objektif böyledir. Darbelerin önlenmesinin yolu ekonomik olarak kalkınmış, ulusal-etnik, kültürel, sosyal sorunlarını çözmüş, dinsel aydınlanmayı gerçekleştirmiş, demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini savunan bir Türkiye’yi yaratmaktan geçmektedir. Bugün bu koşullardan fersah fersah uzağız. Bu koşullar her zaman yeni darbeleri yaratabilir ve yaratmaktadır da. AKP iktidarında bu darbeler sıradanlaştı. Erdoğan şu an Türkiye’yi her yıl üç-beş politik sivil darbe yaparak yönetmektedir. Bugün Kürtlere, HDP’ye ve devrimci demokratik güçlere yönelen bu darbeler, daha şimdiden burjuva muhalif güçlere yönelmeye başlamıştır. Bu sürekli darbe ortamını yaratılmasında 12 Eylül darbesinin oluşturduğu yeni koşulların da payı vardır.

12 Eylül Darbesi AKP iktidarının koşullarını yarattı

Toplumda birçok kırılmalar gerçekleştirmiş olmasına rağmen 12 Eylül Darbesi Türkiye toplumunu Atatürk ilkeleri temelinde, Türk-İslam sentezi üzerinde yeniden dizayn edememiştir. Türkiye halklarından laik Sünni İslam’ın “harç” yapıldığı suni bir Türk milleti yaratma projesi başarılamamıştır.1984 senesinde PKK önderliğinde başlayan ve hâlâ devam eden Kürtlerin 29. isyanı Türkmen’den, Kürt’ten, Arnavut’tan, Laz’dan, Çerkes’den, diğer Anadolu, Balkan ve Kafkas halklarından bir Türk milleti yaratma projesini suya düşürmüştür. Atatürkçülük veya Kemalizm denilen bu planın tutmamasıyla 1923 senesinde kurulan baskıcı, inkârcı ve asimilasyoncu üniter devlet anlayışına dayanan Cumhuriyetin de sonu gelmiş oldu. Toplumsal gelişme artık baskıcı ve inkârcı Cumhuriyetin yerine, halkların kendilerini eşitlik ve özerklik temelinde özgürce ifade ettikleri, barış içinde birlikte yaşayabilecekleri demokratik bir cumhuriyeti dayatmaktadır. Ama günümüzde bu Cumhuriyetin önünde en büyük engel 12 Eylül’ün bir ürünü olan Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı faşizan, otoriter, Sünni selefist tek adam rejimidir.

12 Eylül Darbesinin kendisi Türkiye’yi dolaysız olarak yeniden dizayn edemedi ama Türkiye’yi selefist İslam faşizmi temelinde dizayn etmeye yönelecek olan siyasi İslam’ın partisi olan AKP’nin ve onun lideri Erdoğan’ın iktidara gelmesinin koşullarını yarattı ve önünü açtı. 12 Eylül sonrası 60 yıllık Cumhuriyetin birikimi satılarak, yağma ve talan edilerek, neoliberal ekonomi politikalara entegre olunarak Özal döneminde yaşanan kısa bir “refah”, bolluk döneminden sonra Türkiye yine ekonomik krizlerin içine girdi. Başını alıp giden enflasyon, pahalılık, dolar kuru altında halk yığınları feryadın eşiğine geldi. 90’lı yıllarda Türkiye yine İMF’nin ve Dünya Bankası’nın kapısına dayanmak zorunda kaldı.

Diğer yandan Kürt sorunu da büyük bir çıkmazın içine girdi. Özal döneminde dolaylı görüşmeler ve ateş kesmelerle Kürt sorununa özerklik veya federasyon tartışmalarıyla barışçıl bir çözüm aranırken Özal’ın ani ölümünden sonra yeniden şiddet politikasına geçildi. Ama ordu ve hükümet Kürt halkının direnişiyle baş edemeyince mafya babaları, eroin kaçakçıları, faşist ülkücü ve cihatçı çetelerle işbirliği yapma yoluna gitti. Bunlarla “Beyaz Toroslar”la, “Yeşillerle” Kürdistan’da işletilen faili meçhul cinayetlerle, Kürt halkının direnişi kırılmaya çalışıldı. Kürt halkına sonuçları bugüne kadar devam eden sayısız acılar verildi. Ama bu derin devlet, MİT, mafya, çete ortaklığı da başarılı olamadı, Kürt halkının direnişini kıramadı. Patlak veren Susurluk olayı bu pisliği, devlet-mafya-çete ilişkisini açığa çıkardı. Bu ekonomik ve politik gelişmeler ABD’yi harekete geçirmek zorunda bıraktı.

ABD’nin “yeni” bir Türkiye yaratma çabası

Reel sosyalizmin yıkılmasından sonra oluşan yeni dünya koşullarında ABD çatıştırmak istediği Yeni Dünya Düzeni içinde, Türkiye’ye “laik” bir İslam devleti olarak Orta Doğu’da önemli roller biçmeye başladı. Brijinski’ye göre az çok demokrasinin işlediği “ılımlı” bir İslam ülkesi olan Türkiye, Orta Doğu’da ABD’nin “alt düzenleyici gücü” olabilirdi. Ama bunun için Türkiye’nin uluslararası neo-liberal ekonomiye tam entegre olmuş ve Kürt sorununu çözmüş bir ülke olması gerekiyordu. Susurluk olayı ile Türkiye’nin bağırsaklarını temizlemeye karar veren ABD, Türkiye’yi kendi Orta Doğu hedeflerine uygun olarak hazırlamaya karar verdi. 1994’den beri İstanbul Belediye Başkanı olan Recep Tayip Erdoğan’a, Türkiye’nin laik-Kemalist olmayan İslam’ına yatırım yapmaya ve kararlı adımlar atmaya başladı.

ABD önce Kürt sorununun çözümü için 1998’de Suriye’ye baskı yaparak Bekaa’daki PKK kamplarını kapattırdı, Öcalan dâhil PKK yöneticilerinin Suriye’yi terk etmesini ve Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesini sağladı. Böylece Türk hükümetinin önüne Öcalan’la konuşarak Kürt sorununu çözme fırsatı doğmuş oldu. Ama o zamanki Başbakan Ecevit ve yardımcısı Bahçeli bunu anlayamayıp ülkede milliyetçiliği kabarttılar, Öcalan’a idam kararı verdiler. ABD’nin dayatmasıyla idam edemediler, ama Öcalan’la da görüşmediler, çözüm yolu aramadılar, PKK bitti yaygarası kopardılar. Daha sonra da Avrupa’ya çıkmış olan PKK yöneticileri Birinci Körfez Savaşı’ndan beri üslenmeye başladıkları Irak Kürdistan’ındaki Kandil bölgesine geçerek mücadeleyi oradan yürütmeye başladılar. PKK’nın Öcalan’sız birden yeniden ortaya çıkması Türkiye’yi şaşırttı.

ABD 2000’li yılların başında Türkiye ekonomisini neoliberal dünya ekonomisine entegre etmek için de kolları sıvadı. Bunun için Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş’i ekonomiden sorumlu bakan olarak Ankara’ya gönderdi. Derviş aldığı önlemler, attığı adımlarla neoliberal çizgide bir stabilizasyon sağladı. Ama bazı girişimleri özellikle Bahçeli tarafından engellendi. Görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

ABD Erdoğan’ı başa getiriyor

Bu gelişmeler karşısında ABD Ecevit’ten, Demirel’den, Yılmaz’dan Bahçeli’ye, Erbakan’a kadar “kaşarlanmış” bu politikacılarla Türkiye’nin “düzlüğe” çıkarılamayacağı, ABD’nin çıkarlarına uygun hale getirilemeyeceğine karar verip, yeni parti ve politikacılar yaratma arayışı işine girdi. “Demokrasi inilip binilen bir trendir”, “demokrasi amaç değil araçtır” dediği ve “minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker” şiirini uygulanabileceği niyetiyle okuduğu için hapse atılan Recep Tayip Erdoğan’ı ABD 1999’da hapisten alarak Refah Partisi içinde bir grup oluşturttu, 2001’de AKP’yi kurdurttu, 3 Kasım 2002’de de iktidara getirdi, 2003’de de Erdoğan’ı başbakan koltuğuna oturttu ve Erdoğan’ı ABD’nin BOP, Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı ilan etti. Artık bölgede rol oynamak için Erdoğan’ın önü açıktı. ABD 1980’de askeri darbe ile tam olarak gerçekleştiremediği emellerini şimdi AKP ile, Erdoğan’la gerçekleştirme yoluna girdi. Orta Doğu’da rahatlıkla kullanabileceği, İslam ülkelerine İslam’la demokrasinin bağdaştığına örnek gösterebileceği bir ülke, bir Türkiye yaratmak istiyordu. Onlara göre Erdoğan bunun için “biçilmiş kaftan” idi.

Erdoğan kendine biçilen rolü ilk yıllarda “başarıyla” yürüttü. Demokrasi trenine bindi. Takriben on sene gitti. Kendisini AB ile iyi ilişkiler kuruyormuş, Kürt sorununu çözmek istiyormuş, demokrasi ve özgürlüklerden yanaymış gibi gösterdi. ABD’den ve AB’den büyük mali ve moral desteği gördü. Ülkeye dolar aktı. Herkes “memnun” kaldı. Gelen dolarlarla Türkiye bir büyüme sağladı. Orta büyüklükte bir emperyalist ülke konumuna geldi. Bunlar Erdoğan’ın başarısı olarak görüldü. Oysa ortada bir başarı yoktu. Türkiye ekonomik olarak büyüyordu ama gelişemiyordu. Bunun böyle olduğunu bugün doların 9 liraya varması, euronun 10 lirayı aşmasıyla görüyoruz. Tek başına ülkenin şu an içinde bulunduğu durum, 18 yıldır Erdoğan’ın ülkeyi “bir arpa boyu” ileriye götüremediğinin göstergesidir.

Erdoğan ABD’ye ters düşüyor

Erdoğan’ın ılımlı İslam demokratı, “antimilitarist” olduğu foyası da kısa zamanda ortaya çıktı. Arkasını AB ve ABD’ye dayayarak “askeri vesayete son veriyorum!” diye darbeci, faili meçhul cinayetleri işleyen katil ve cani general ve subayları soruşturacağına orduda ve güvenlik güçlerinde, sivil alanda kendine muhalif ne kadar güç varsa onları bertaraf etmeye başladı. Liberal aydınları paralize etti, kendi iktidarını güçlendirme ve stabilize etme yoluna gitti.12 Eylül Anayasasını sürekli değiştirerek kendi tek adam rejiminin koşullarını hazırladı. İç politikada adım adım otoriterleşme, diktatörleşme yönünde yol almaya başladı. Onun demokratlığı da AB’ciliği de tam bir takîyye idi. O yüzyıllık Kemalist-laik İslamla selefist İslam arasındaki mücadeleyi yürütüyor, Türkiye’yi selefileştirmek istiyordu.

Diğer taraftan dış politikada yaşanan Arap Baharı kendi hayallerini gerçekleştirmek için Erdoğan’ın elini kolunu rahatlattı. Önce aklına yatmasa da, uzun vadede kendi yayılmacı planlarına uygun düştüğü için ilk aşamada Kaddafi’ye saldırıya, ikinci aşamada da Esad’a saldırıya müdahil oldu. ABD ile birlikte dünyadaki tüm islamist cihatçıları toplayıp Esad’ı devirme, Suriye’ye oturma, Müslüman Kardeşlerin lideri, halifesi olma, cihatçılara Kürtleri hallettirme, cihatçıları bağımsızlaştırıp kendine lejyoner, paralı asker yaratma planları yapmaya başladı. İhvancı Mursi’yi Mısır’a Cumhurbaşkanı seçtirtti. Erdoğan Ortadoğu’da kazandığı konuma da güvenerek Yeni Osmanlı yayılmacı politikalar gütmeye başladı. Bu ise ABD’nin bölgedeki politikalarına tersti. ABD Erdoğan’ın bu planlarının farkına varınca onunla yollarını ayırdı. Erdoğan artık ABD’nin her istediğini yapan bir müttefik değildi. Ama Erdoğan’ı “bertaraf” etmek de kolay değildi. Her şeye rağmen onunla bir süre daha gidilmesi gerekiyordu. ABD siyasi İslam olan cihatçı selefist-vahabist İslam anlayışının ne kadar tehlikeli olduğu gerçeği ile karşı karşıya kaldı. Artık ABD ve AB için en önemli sorun İŞİD ve El-Kaide ile mücadele iken Erdoğan için en önemli sorun bu cihadistlerle ittifak kurmak, onları kullanarak kendi Yeni Osmanlıcı cihadist emellerini hayata geçirmekti. Erdoğan artık ABD ve Batı için eski ılımlı İslam demokratı Erdoğan değildi. Gemlenmesi gereken bir liderdi. Bu emperyalist Batı böyledir: çıkarlarının gerektiği yerde yine Erdoğan’la birlikte oldu, çatıştığı yerde onu dizginledi. 

Erdoğan demokrasi treninden iniyor

2014 senesine gelindiğinde Erdoğan için “demokrasi treni”ne daha fazla binmenin bir anlamı kalmamıştı. Trenden indi, Otoriterleşmeye başladı. Değiştirdiği 12 Eylül Anayasasına dayanarak Türk usulü başkanlık sistemi diye yasama, yürütme ve yargıyı elinde toplayan İslami-faşist tek bir adam rejimi kurdu. Demokratik hak ve özgürlüklere saldırıya geçti. 12 Eylül Darbesinin girişip tam gerçekleştiremediği Türkiye toplumunu selefist İslam temelinde dizayn etmekte önemli mesafe kat etti. Eğitimi büyük ölçüde selefileştirdi, Diyaneti selefileştirdi, elinde kılıç tutan başkanıyla cihadist anlayışı toplumda egemen kılmaya çalıştı. Kadın konusunda tam gericileşti. Kadının medeni haklarını yok etmeye, onu selefist anlayışın esiri yapmaya başladı. Toplumda itaat ve biat kültürü egemen kılındı, aklını kullanan, sorgulayan dışlandı. Şiddet kutsandı, milliyetçi, şoven, faşist anlayışlar toplumda yaygınlaştırıldı.

12 Eylül’ün başaramadığı, ama Erdoğan’ın ele aldığı en yakıcı sorun Kürt sorunu oldu. Önce Kürt sorununu görüşmelerle “çözme” izlenimi verirken, Kürtlerin bir statü konusunda diretmeleri üzerine Kürtlerle kurulan “barış masası”nı devirdi, onlara savaş ilan etti. ABD’nin İŞİD ile mücadelede Erdoğan’ı değil YPG ve YPJ gerillalarını tercih etmesi onu “çileden” tamamen çıkarttı. Uluslararası alanda Erdoğan yalnızlaştı. Ama Erdoğan, 12 Eylül’ün temel hedeflerinden olan Türkiye halklarından bir Türk milletinin yaratılabilmesi için Kürt Özgürlük Hareketi’nin boğulmasına karar verdi. Kürt Özgürlük Hareketi’nin güçlü olduğu Rojova’ya ve Başur’a, Kandil’e saldırıya geçti. Rusya ile ABD arasındaki çelişkilerden de yararlanarak önce Rusya, sonra ABD ile anlaşıp Cerablus’a, El-Bab’a, Afrin’e, Tel-Abyad (Gire Sipi) girdi. Bu saldırılarda İŞİD’ci cihadistleri kullandı. Bugüne kadar Başur’a, Kandil’e saldırılarında ise bir başarı elde edemedi. Şimdi de Barzani birliklerini Kandil’in üstüne sürmeyi, Kürdü Kürde kırdırma politikasını işletmek istiyor. Buna müsaade edilmemelidir. Bu Erdoğan’ın Türkiye içindeki işlerini kolaylaştıracaktır.

Erdoğan’ı devirmek kolay olmayacak

Bugün Erdoğan Ortadoğu’da yalnız Türk ve Kürt halkının değil Tüm halkların başının belasıdır. O elindeki İŞİD’çi, cihatçı canileri lejyoner olarak Libya’da, Suriye’de, Rojova’da, Başur ve Bakur’da, Ermenistan’da kullanmakta, bölgede barışı tehlikeye sokmaktadır. Akdeniz’de, Ege’de gerilim yaratmaktadır. Kurmaya çalıştığı İslami-faşist tek adam rejimi ile ülkede terör estirmekte, başta Kürtler olmak üzere tüm muhalefeti boğmaya çalışmaktadır. İktidarda kalmak, iktidarını sağlamlaştırmak için tüm faşist ve İslami yöntemlere başvurmaktadır.

Görüldüğü kadarıyla Erdoğan rejimine son vermek kolay olmayacaktır. Ona son verecek olan tek güç Türk, Kürt tüm Türkiye halkları ve işçi sınıfının, demokrasi ve barış güçlerinin ortak birliği, cephesidir. Günümüzün en önemli sorunu bu cepheyi örebilmektir. Bu ise işin en zor olanıdır. Hem 12 Mart’a hem 12 Eylül’e giderken Türkiye sol ve demokratik güçleri böyle bir cephe öremedikleri için ABD orduya darbeler yaptırabilmiş ve demokrasiyi rafa kaldırtabilmiştir. Neden bir demokrasi cephesinin kurulamadığı sorunu ise o gün de bugün de hâlâ aynı şekilde günceldir.   

Kürt ve Kemalizm konusunda kafalar açık olmalıdır

Hem 12 Mart’a hem 12 Eylül’e giderken demokratik bir cephenin kurulamamasının önünde duran en önemli engel sol ve demokratik güçlerde var olan Kürt ve Kemalizm konusundaki kafa karışıklığı idi. 12 Mart öncesi Türkiye İşçi Partisi TİP Kürt halkının ulusal ve demokratik haklarını savunup Kürt ve Türklerin ortak demokratik ve sosyalist mücadelesini ön görürken, MDD’ciler işçi ve emekçi yığınları Kemalizm’in, ordunun kuyruğuna takma peşinde gidiyorlardı. Onlar bu tutumlarıyla devrimci hareketi bölüyorlar, askeri müdahaleyi kolaylaştırıyorlardı. 12 Mart devrimci bir neslin kırımıyla sonuçlandı. Kemalizm’le Kürt sorununun bir arada olamayacağı sosyalist çevreler dışına çıkamadı.

12 Eylül öncesi durum çok farklı değildi. İşçi ve emekçi yığınlar içinde TKP’nin etkisi artmış ama devletin faşist saldırıları karşısında işçi sınıfı partilerinin, demokrasi güçlerin Kürt ulusal ve demokratik güçlerini de kapsayan bir cephesi oluşturulamamıştır. Dar örgüt ve grup anlayışı burada etkili olmuştur. Antifaşist demokratik mücadelede Kürt sorununun önemi Türk işçi ve emekçi halkının bilincine çıkarılamamıştır. Sosyalist sistemle kapitalist sistem arasındaki savaş NATO ve ABD’ye karşı barışı koruma, nükleer savaşı önleme mücadelesini öne çıkarmıştı. Kurtuluş sistem savaşına bağlanmıştı. Artan sağ terör, antikomünizm ve antisovyetizm, koşullarında ABD’nin orduya bir darbe yaptırmasını kolaylaştırdı. 12 Eylül bir kez daha sol ve demokratik güçlerin üzerinden silindir gibi geçti.

Gelmekte olan 12 Eylül koşullarda Kürt devrimcileri kendi örgütlerini kurmaya, halkını Kemalist Türk devletinin inkâr, imha ve asimilasyonundan kurtarmak için ayrı mücadeleye geçtiler. Türk sol ve devrimci güçlerinin büyücek bir kısmı Kürtlerin bu adımı niye attığının bir muhasebesini yapmış ve buradan dersler çıkarmış değildir. Kürtlerin ayrı örgütlenmesinin ve ayrı mücadelesinin, bir zorunluluk olduğunu, hele silahlı mücadelenin Türk devletinin bir dayatması olduğunu hâlâ görmek istemiyorlar. İnkâr ve imha edilen halka başka ne çare kalabilirdi ki? Silahlı mücadelenin sonlandırılmasının yolu yeniden barış masasını kurmak ve Kürt halkının ulusal ve demokratik haklarını tanımak, eşitlik, özerklik, özgürlük temelinde demokratik bir cumhuriyette birlikte barışçıl ortak yaşamı örgütlemektir. Bu temelde Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin demokrasi, özgürlük ve sosyalizm için ortak mücadelesini yeniden örmektir. Kürt halkı özgürleşmeden Türkiye işçi sınıfının emek ve sosyalizm mücadelesi milliyetçilik ve şovenizm altında başarısızlıkla sonuçlanacaktır.

Erdoğan 12 Eylül darbesinin devamcısıdır

Bugün Erdoğan 12 Eylül darbesinin uygulayıcısı ve devamcısıdır. Erdoğan iktidarına son verilmesi sıradan bir olay olmayacaktır. Erdoğan’ın devrilmesiyle selefist İslam temelinde toplumun dizayn edilmesi sonlandırılacak, Kürt sorununda demokratik adımlar atılacak ve Yeni Osmanlı yayılma politikalarından geriye dönülecektir. ABD’nin ülkeye alışılmış müdahalelerine son verilecek, Türkiye bölgesinde barış ve dostluğun ülkesi haline gelecektir. Ama önce Erdoğan’ı devirmek gerekmektedir. Bunun için de Erdoğan’ın neden devrilemediği sorusunu sormak gerekmektedir. Erdoğan’ın devrilememesinin tek nedeni muhalif güçlerin, demokratik güçlerin bir cephe oluşturamamasıdır. Bunun nedeni de Kürt sorunundaki kafa karışıklığıdır. Başta CHP olmak üzere muhalif, hatta kendine demokrat diyen güçlerin büyük çoğunluğu Kemalist tekçi politikadan, tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek din politikasından vazgeçmiş değillerdir. Bunun için Erdoğan Kürtler konusunda konuşanı hemen “bölücü” olarak damgalamakta, onu toplumdan soyutlamaya çalışmaktadır. Bunda da başarılı olmaktadır.

O halde ne yapmalı? Yapılacak şey Türk halkına, işçi ve emekçilerine Kemalist tekçi politikaların iflas ettiğini, halkların zorla bir devlet çatısı altında tutulamayacağını, inkâr ve imhanın çağ dışı olduğunu, halkların ancak özgür iradeleriyle eşitlik ve özerklik temelinde demokratik bir cumhuriyette birlikte yaşayabileceğini veya yine özgür iradeleriyle ayrılabileceklerini anlatmak gerekmektedir. Bu konuda yığınların çoğunluğu kazanılmadan, toplumda güçler dengesi Türk, Kürt ve diğer halkların demokratik ortak cephesi yönünde değiştirilmeden Erdoğan’a karşı muhalif ve demokratik güçlerin birlik ve cephesi gerçekleştirilemez, Erdoğan da yenilemez.

HDP’nin tavanda muhalefet partileriyle ilişkiler kurması, Kürtlerin desteği olmadan onların Erdoğan’ı yenemeyeceği olgusu savunulup yaygınlaştırılmalıdır. Ama bu uğraşılar tabandan destek bulmadığı sürece başarısız kalacaktır. Çünkü CHP dâhil tüm muhalefet partileri tabandan baskı görmedikleri sürece vatanı böldürmeme adına son hamlede Erdoğan’la birlikte olacaklardır. Kaldı ki, biz komünistlerin, sol ve devrimci güçlerin en güçlü yanı yığın çalışmalarıdır. Zamanın ruhu yığın çalışmalarında, sol ve devrimci güçlerin, komünistlerin yığınlar arasında güçlenmesinde atmaktadır.

Unutulmamalı ki, Erdoğan’ın devrilmesi demek 12 Eylül dönemine tüm sonuçlarıyla son verilecektir. Darbe anayasası kalkacak, demokratik bir anayasaya geçilecek, toplumda tabandan gelen bir aydınlanma aşamasına geçilecek, demokratik cumhuriyette halklar eşit ve özgürce bir arada yaşayacaklar, işçi sınıfı ve emekçiler emeğin sömürüsüne karşı sosyalizm mücadelesine hız vereceklerdir. Erdoğan iktidarının sonlandırılması halklarımız ve işçi sınıfımız içim önem taşımaktadır.

One thought on “12 Eylül Darbesi: Sonuçları ve Çıkarılacak Dersler (Son Bölüm)

  • Nilgün Kaygusuz

    Türkiye Cumhuriyeti’nde, sistemin kendi iç ve dış güç ve müdahaleler ile, Darbeleri neden niçinleri ile ve süreç ile ilişkilendiren, açıklayıcı özet güzel bir yazı.
    Katılmayacağımız ya da eksik bulduğumuz noktalar üzerine tartışılabilir.
    Ancak bence yazının tümü, ayrı ayrı kaynak gösterilmesine gerek duyulmayacak kadar tarihsel yaşayıp tanıklıklarımız.

Bir yanıt yazın