Haber / Yorum / Bildiri

TURİZM İŞÇİLERİNE CEHENNEMİN KAPISI ARALANDI

Ekrem EBEDİ

TURİZM sektöründe çalışan işçilerin hafta tatili hakları, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 63. Maddesinde yapılan değişiklik ile fiilen ortadan kalktı. İlgili yasanın önceki uygulaması uyarınca 6 gün çalışan işçiye 7. gün hafta tatili kullandırılması zorunluydu. En azından kayıt içinde çalışan işçilerin böylesi bir hakkı bulunmaktaydı.

Turizm sektöründe çalışan işçilerin hafta tatili hakkını fiilen ortadan kaldırmaya yönelik yasa değişikliği, Cumhurbaşkanı’nın onayıyla 14 Temmuz 2025 tarihinde, Resmî Gazete ’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

Yeni düzenlemeyle birlikte, konaklama tesislerinde çalışan turizm işçileri artık haftada 6 gün değil, 10 gün çalıştıktan sonra hafta tatili kullanabilecek. Üstelik bu süre zarfında çalıştırılan işçilere fazla mesai ücreti de ödenmeyecek.

Düzenlemeye göre, turizm işletmesi belgesi olan tesislerde çalışan işçilerin hafta tatili, işçinin yazılı onayı ile 4 gün ertelenebilecek. Ancak bu sürede yapılan çalışmaların normal mesai sayılacağı ve fazla mesai ücreti ödenmeyeceği açıkça belirtiliyor.

Turizm işçilerinin hak kayıplarının başlangıcı ne yazık ki, bu düzenleme ile olmadı.

12 Eylül faşist cuntası ile başlayan işçilerin kazanılmış haklarının tek tek kaybına neden olan düzenlemeler “balığı kılçığından ayırırcasına kolay oldu” dersek abartmış olmayız.

70’li yıllarda diğer sektörlerde olduğu gibi turizm sektöründeki işçilerin hakları, örgütlenme hareketliliği nedeniyle bugünkü şartlarla ölçecek olursak, devasa bir durumdaydı. Bunun temel nedeni işçi sınıfının devrimci sendikası DİSK’in sınıf ve kitle sendikacılığı, tabanın söz ve karar sahibi olma anlayışının işçi yığınları arasında yayılması ve benimsenmesi, devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin sendikalarla ilgilenmesi, özellikle sendikalarda, organlarında rol ve görev almaları, yoğun ve özverili bir çalışmayla sendikal ve sınıf mücadelesinin yükselmesiydi. Bugün eksik olan bu anlayış ve çalışmalardır. Geçmişteki birçok kazanım bu anlayış ve çalışmaların sonucuydu.

Bu kazanımlarının en önemlisi ise %15 servis ücret sistemiydi. Bu ücret sistemi, turizm tesisinde çalışmaların ücret karşılığı, yüzde on beş servis (%15) diye tabir edilen bir ücret düzenlemesi ile yapılırdı. Buna benzer ücret ödeme biçimi bazı lokantalarda da uygulanırdı. Örneğin; yemek yenilen lokantada hesap dökümü olarak %10 garsoniye adı altında ek bir kesinti ile yapılırdı. Müşterilerden yapılan bu servis ücreti düzenlemesi ile ücretlerin daha dolgun ve emeğin karşılığını oluşturacak seviyede olması turizm çalışanını da mutlu ederdi.

Yüzde on beş uygulaması nedeniyle, otel personeli, müşteriye yüz yüze hizmet sürdüren servisler (depertmanlar) ile müşterinin yüzünü görmeden hizmet sunan servisler (departmanlar) olarak ikiye ayrılırdı. Bunlara yüzdeci ve maktucu denirdi. Yüzdeciler, adından da anlaşılacağı gibi müşterinin konaklama ve restoran ücreti olarak ödediği ücrete ilave olarak, %15 servis ücreti kesilir, bu kesinti ay boyunca bir hesapta biriktirilir, ay sonunda ilgili serviste çalışanların pozisyonlarının karşılığı olan puanlama sistemine göre ücret olarak dağıtılırdı. Maktucu’lar ise sendikanın yapmış olduğu toplu sözleşme veya işe ilk girişte belirlenen ücret ve gelen ücret artışları şeklinde ödemesi yapılırdı.

Bu yüzde usulüyle ücret ödeme, gerçekten dolgun bir ücrete karşılık gelmesi sebebiyle, maktucuların sendikal örgütlenmeye daha sıkı sarılmasına, toplu iş sözleşmesi süreçlerinde dahi sendikayla iletişimlerinin güçlü olmasına neden olurdu. Böylece sendikalar toplu görüşmelerde ayakları daha sıkı basar ve ona göre mücadele ederdi. %15 servis ücret ödeme biçimiyle en alt puana sahip çalışanlar dahi, yasal asgari ücretin iki, üç katı miktarda ücret alabilmeye olanaklı bir sistemdi.

Bu sistemin en önemli ayağı ise bu ücret sistemi, ücret endekslemesi veya eşel mobil sistemini sağlamaktaydı. Ücretli ve maaşlıları, hayat pahalılığı karşısında korumak amacıyla fiyat artışlarıyla doğru orantılı olarak gelirlerinin artmasının sağlanmasıdır. (Diğer bir deyişle geçmiş dönem enflasyon oranlarına göre ücretlilere otomatik zam yapılmasıdır.)

Turizm sektöründeki bu ücret sistemi nedeniyle, Yüzde usulüyle çalışan işçiler toplu sözleşme görüşmelerinde, daha çok ücret artışından ziyade sosyal haklar ve sosyal izinler düzenlemelerine ağırlık vererek, yine beraber çalışmakta oldukları tesisin diğer çalışanları olan maktucu arkadaşlarının ücret düzenlemesi için mücadeleyi yükseltirdi.

Yüzdeci çalışanların ücret artışı için çok ciddi bir hamle yapmalarına ihtiyaç olmazdı. Çünkü yılda en az bir defa tesis ücretlerine (Konaklama ve Restoran) zam gelmesi nedeniyle, %15 serviste de bu artışla güncelleneceğinden, bunların da ücretleri otomatik olarak artış payını alırdı.

Turizm sektöründe, özellikle otellerde uygulanan bu sistemle işçilerin çalıştıkları sürece, iş güvencelerini sağlayan bir oto kontrole sahipti. Daha kısa olarak anlatmak gerekirse: Bu sistem, işverenlerin “işçiyi işten çıkarayım da daha ucuz işçi bulayım, işçi maliyetlerini düşüreyim” diyebilmesine olanak tanımayan bir ücretlendirme sistemiydi. Sistemin iyi tasarlanmış olması ve gerçekten iş güvencesi sağlamasının nedeni, işten çıkarılan işçinin yerine yeni alınan işçinin önceki işçinin puantajına çok yakın puantajla işe başlamasıydı.  Çünkü işçinin işten çıkarılmasıyla, yeni işe başlayacak olan işçiye ödenmesi gereken ücret, işten çıkarılan işçinin ücretine çok yakın bir düzeyde olurdu.

O dönemlerde, turizm çalışanları ciddi bir örgütlenme çalışması içindeydiler. Bu sistem sendikal örgütlenme sonucu elde edilebilecek en gözde kazanımların başında geliyordu. Bu sebeple büyük kentlerde bulunan tesis, lokanta ve otellerin birçoğu örgütlülük şemsiyesinin altına alınmıştı.  O günlerde henüz turizm tesisleri, ülkemizin her tarafında ve özellikle sahil şeridinde mantar gibi bitmemişti.

Turizm çalışanlarının en büyük mücadele alanı sosyal haklar ile sosyal izinler olarak kendini gösterirdi.

Örgütlülük sağlanmış olan işyerlerinde, emekli olan, ölen veya başka bir nedenle işten ayrılan bir işçinin yerine yeni bir işçi alındığında senelik izin hakkı, 30 iş günüyle başlar, özellikle burada “askere giden işçilerin yerine” diye belirtmeyi gerekli görmedim. Çünkü, askere giden işçinin askerlik görevi bittikten sonra işine dönüş için bir sorun bulunmamaktaydı.

Bugün sendikalı işyerlerinde çalışan işçilerin çeşitli oranlarda ücret olarak da değerlendirilebilecek hakları bulunmaktadır. Bunların en başta geleni belli dönemler içinde ödenmekte olan ikramiye hakkıdır. Bu hak, bugün kamu işçileri için (2 ikramiye ile 4 eşit parçada ödenen toplam 52 günlük ücrete denk düşen, ilave tediye ödemesidir) toplamda 4’e yakındır. Bunun dışında özel sektör işyerlerinde çok değişiklik göstermektedir. Kamu işyerleri dışında ikramiye hak ve ödemesinin tam olduğu işyerleri Belediye Başkanlıkları’dır.

Turizm sektörünün ciddi bir örgütlülük içerisinde bulunması sebebiyle ikramiye ödemesi 3-4 civarında olmakla beraber birçok sektörde, güçlü örgütlülüklerin olduğu işyerlerinde 5-5,5-6 ikramiye ödeyen işyerleri olduğunu belirtmekte fayda var.

12 Eylül Faşist Cuntası sonrasında bir kararname ile işçilerin aldığı ikramiyeler azami 4’e sabitlendi.

Yine sendikaların en önem verdiği haklardan birisi, “Ceza Tutukluluk ve Mahkûmiyet Hakları” başlıklı hakları oluştururdu. O dönem herhangi bir sebeple gözaltına alınmak sıkça yaşanılan bir durum olması nedeniyle, işçilerin iş güvencesini sağlamak için bu süreleri elden geldiğince uzun tutma çabasını gösterirdi.

Doğum yapacak kadın işçinin hakları, yakacak ücreti, yol parası, bayram izni ve çalışması gibi haklar ciddi kazanımlardı.

Bu kazanımların budanmasına neden olan, bir türlü doyuramadığımız patronların yanı sıra, 12 Eylül cunta lideri Kenan Evren’in darbeden hemen sonra, bir garsonun aldığı maaşı, kendi maaşı ile kıyaslamasıydı.  Yine Kenan Evren başka bir sözcüğünde ise, “Otelde yatak düzelten bir işçi bu kadar ücret alır mı? Nerede bu yoğurdun bolluğu” demiş ve direk turizm çalışanlarını hedefe koymuştu.

O günlerden bu günlere, özelde turizm çalışanlarını, genelde ise bütün sektörlerde çalışan işçilerin kazanılmış haklarını budamak için hızla yol alınıyor.

Sendikalarda, bir MHP bozması, turizm sektöründeki en büyük sendikanın 35 yıldır Genel Başkanlığını sürdürüyor. Diğerleri ise işverenlerle aralarını bozmamak için üç maymunu oynamaya devam ediyor.

Solcu olduğunu ifade eden sendikacılar ise “devrimcilik” yapıyorlar. Öğrenemediler, bir devrimci veya sosyalist sendikacının temel görevi işçiyi örgütleyip, onlara daha iyi ücret düzeyini sağlayarak işçi sınıfının mücadelesini yükseltmek olduğunu.

Her zaman söylediğimiz gibi, İşçi sınıfının partisi mevcut sol partiler arasında zayıf. Sınıfın partisi güçlü olmadan işçi sınıfı hareketi, işçi sınıfı hareketi güçlü olmadan sınıfın partisi de güçlü olamaz. Bu düğümü çözmek komünistlerin elindedir. Bu da onların işçi yığınları arasında çalışmalarına hız vermelerini gerektiriyor demektir. Bu yazıma son verirken katledilişinin 45. Yıl dönümünde büyük işçi lideri, DİSK’in Kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler’i anıyor, onun eseri ve anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Kemal Türkler sınıf mücadelesine sınıf ve kitle sendikacılığı, tabanın söz ve karar sahibi olma anlayışını getiren ve yerleştiren, işçi sınıfı hareketini devrimci, sosyalist ve komünist aydınlarla bütünleştiren ve böylece sınıf ve sendikal mücadeleyi yükselten işçi lideridir. DİSK’in yükselişi onun mücadelesiyle sıkı sıkıya bağlıdır. 60’lı ve 70’li yıllarda işçi sınıfının ücret ve sosyal alanlardaki kazanımları, ülkede demokrasinin savunulmasına, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılmasında işçi sınıfının bilfiil müdahalesi, 15-16 Haziran genel grevi, MESS’e karşı direnişler, Taksim meydanındaki dev 1 Mayıs’lar O’nun eseridir. Kemal Türkler’i anmak ve yaşatmak onun mücadelesine, eserlerine sahip çıkmak, günümüz sınıf mücadelesinde onun anlayış ve mücadele biçimini yeniden hayata geçirmektir. Sınıf ve sendikal mücadele yeniden Kemal Türkler’in anlayışıyla ayağa kaldırılabilir. Bu görev şimdi devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin omuzlarındadır.

Bir yanıt yazın