Haber / Yorum / Bildiri

Adı Bile Konamayan Yeni Müzakere Süreci Neden Sahiplenilmelidir?

Ada İLERİ

“Savaş istiyoruz!” En önce vuruldu bunu yazan. – Bertolt Brecht

“Barış ve Demokratik Topluma Çağrı” başlıklı deklarasyonun açıklanmasının ardından altı ay geçti. 27 Şubat’ta yayınlanan deklarasyonun ardından ilk somut adımlar PKK tarafından açıklanan ateşkes, partinin kurumsal varlığını sonlandırması ve sembolik değeri olan silahların seremoniyle yakılması oldu.

İktidar kanadının süreci “Terörsüz Türkiye’’ biçiminde tanımlamaktaki ısrarı, tarihsel bir fırsat olan yeni barış ve müzakere sürecine hâlâ kutuplaştırıcı bir dille yaklaşması, kamuoyunun sürece bir kaygı eşliğinde bakmasına sebep olmaktaydı. Ama şimdi Meclis’te kurulan komisyonun isminin “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” olarak adlandırılmasında mutabakat sağlanması süreç konusunda herkes için yeni bir aşamayı ifade etmektedir. Milli dayanışma ve kardeşlik ancak demorasiyle yeşerir ve güçlenir. Demokrasi tüm sorunların çözümünün olmazsa olmazıdır. Bunun komisyonda ve kamuoyunda sürekli vurgulanması gerekir.

Çünkü bu komisyon meclis’te iktidarın sigaya çekildiği bütçe veya diğer komisyonlardan biri değil. Tarihte ilk defa mecliste Türkiye’nin en önemli ve temel bir sorunu olan Kürt sorunu üzerine hemen hemen meclisin bütün partilerinden 51 milletvekili konuşuyor. Ayrıca bu komisyonun Kürt sorununa çözüm arayacak, çözüm yolarını müzakere edecek, tartışacak, ortak öneriler geliştirecek olan bir komisyona evrilmesi mümkündür. Bunun için de sahiplenilmesi ve bu yönde desteklenmesi gereklidir. Bu komisyonda partiler arasında pazarlıklar yapılacak, uzlaşmalar aranacak, karşılıklı tavizler verilecek, bir sonuca varılması için çalışılacaktır. Onun için komisyon çalışmalarının gerekirse hem kapalı kapılar arkasında yapılması, hem de gelişmeler hakkında sürekli kamuoyunun bilgilendirilmesi, görüş, destek veya eleştirisinin alınması, STK’ların ve bilim insanlarının, kanaat önderlerinin de dinlendiği bir şeffaflık içinde yapılması gerekmektedir.

Yeni sürece ilişkin önemli kaygılardan birisi, komisyon görüşmelerinin yeterince şeffaf bir şekilde yürütülemediği yönündedir. Pazarlıkların kapalı kapılar ardında yürütülmesinin, müzakere sürecine geniş halk yığınlarından beklenen desteğin verilmemesine sebep olabileceği endişesi doğabilmektedir. Demokratik toplumun inşa sürecini hızlandırmak için  yeni barış sürecinin etkili ve şeffaf bir şekilde yönetilmesi bekleniyor. Bu yüzden de müzakerelere katılan taraflara böylesi ciddi bir dönüm noktasında doğan tarihsel fırsatı yaşama geçirebilmek için önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir.

Doğabilecek bu tür kaygıların kaynağı biraz da barış ve demokratik toplum talebi olanların yeni süreçte ne tür kazanımlar elde ettiğine, iktidar/devlet kanadının ise hangi konularda feragatte bulunduğuna dair kamuoyunun aydınlatılması için somut herhangi bir adımın atılmamış olmasıdır.

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın hâlâ özgürlüklerinden yoksun olduğu, hasta tutukluların durumunda herhangi bir köklü iyileştirmelerin yapılmadığı, kamuoyuna mal olmuş davalardan biri olan Osman Kavala’nın mahkûmiyetinin hâlâ sürdüğü, Gezi davasında tutukluluğun devam ettiği, tamamen politik gerekçelerle kayyıma uğrayan başta İmamoğlu olmak üzereçok sayıda belediye başkanının hâlâ içerde olduğu, milletvekili Can Atalay’ın parlamenter olma hakkının henüz iade edilmediği süreçlerin gölgesinde gerçekleşen müzakerelerden demokrasi bloku kazanılmış haklarının iade edilmesi yönünde telafi edici somut adımların atılmasını beklemektedir.

Kürt sorununun çözümünde bugüne kadar izlenen red-inkâr ve imha siyasetinin ve Ortadoğu’da, özellikle Suriye’deki son gelişmelerin sorunu daha karmaşık bir hale getirdiği gözönünde bulundurulduğunda devlete egemen çevrelerin hiç olmazsa bir kesimi tarafından Kürt realitesinin kabulünü temel alan yeni bir siyasete ihtiyaç duyulmakta.

Bu sürecin her iki taraf açısından da hayati bir karşılığı bulunmaktadır. Bu defa aksiyoner olan Öcalan şahsında Kürtlerdir. Devlet için Ortadoğu’da özellikle Suriye’deki gelişmeler karşısında Kürtlerle barış yapmak dışında herhangi bir akılcı seçenek kalmamıştır. İktidar, özellikle Erdoğan atacağı somut adımlarla düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki bazı yasal engelleri kaldırıp sürecin uzlaşmayla sonuçlanmasına somut katkı sunarak siyasal ömrünü biraz daha uzatma olanağına sahip olmayı hesaplamaktadır.

Her şey toplumun zayıf, kırılgan ve ötekileştirilen kesimlerinin daha barışçı ve daha demokratik bir toplumu yaratabilmek için bütün güçleriyle yeni müzakere sürecini sahiplenmesinden ve bu süreci taçlandıracak olan bütün olanakları harekete geçirmekten geçiyor.

Yeni müzakere sürecinin başarılı bir şekilde sonuçlandırılması için siyasal partilere, sendikalara, hak temelli örgütlere ve sivil toplum kuruluşlarına düşen en önemli görev sürecin genişlemesi ve derinleşmesi için onu sahiplenmek ve bu anlamda ona destek vermektir.

Her şey barış içinde, bir arada yaşam için…

Bir yanıt yazın