Haber / Yorum / Bildiri

Başyazı – TBMM açılışından ve resepsiyonundan bir fotoğraf karesi ve “Resmin küçüğünü görüp, büyüğünü göremeyen” ulusalcı Türk Solu

“Resmin büyüğünü görmek” özdeyişi bir olayın, bir konunun, sadece küçük, bireysel detaylarına odaklanarak bütününü anlayamamak, görememek anlamına gelir. Genellikle bu gibi durumlarda kişi konunun, olayın sadece küçük bir teferruatına, ayrıntısına takılıp kalır, genelini ve tamamını kavramak veya görmek istemez veya göremez. Olayın sadece görünürdeki yüzeysel ayrıntılarına odaklanarak, onun altında yatan daha önemli gelişmeleri göz ardı etmeye kalkar. Bu nedenle bir olay veya konu geniş bir perspektiften değil de, dar bir açıdan, tek yanlı değerlendirildiği zaman büyük resmin görülmediği söylenir. Hatta hayatta bir resimdeki, bir fotoğraftaki şekli bir ayrıntıya takılarak, esasında o resimde veya fotoğrafta anlatılmak veya gösterilmek istenen konuya, gerçeğe değinilmediği durumlarda da büyük resmi gör denir. Böyle bir durum son günlerde Türkiye politikasında canlı olarak yaşanmaktadır.

Türk solunun çok kullandığı bir metafor: “Büyük resmi görmek”

Büyük resmin görülmemesi, Türk solunun tartışmalarında sıkça kullandığı bir metafordur. Tartışmalarda konuya yüzeysel olarak bakana, bir teferruatta takılıp kalana, genellikle “büyük resme bak, resmin büyüğünü gör!” denir. Bu durumda o kişi o resimde, o tabloda verilmek istenen mesajı göremez ve üzerinde durduğu ayrıntılarla ana konudan uzaklaşmış demektir. Böylece tablodaki verilen ilerici, devrimci mesajı karartmış, yığınların onu bilince çıkarmasını engellemiş olur.

İşte böyle bir durumla bugün ulusalcı Türk solu karşı karşıya bulunmaktadır. Her zaman büyük resimden bahsederken, bu kez kendisi büyük resmi görmemekte, teferruatta, biçim ve şekil konularında takılıp kalmakta, hatta dayatıp durmaktadır. Kürtlerle Erdoğan’ın bir resim karesinden hareketle esas konuya geçmemekte, ısrarla diretmekte, o resimdeki detayları öne çıkararak halkın bilincini sulandırmaya çalışmakta, halkın Kürt sorununda gelinen büyük resmi görmesini engellemektedir. Detaydaki şekil ve biçimi öne çıkararak Kürtlere söylenmedik söz bırakmamakta, Kürt sorununda girilen çözüm sürecinden, onun geliştirilmesinden tek cümleyle bahsedilmemekte, büyük resim karartılmaktadır.

Ne olmuştu?

1 Ekim günü Türkiye’de TBMM’nin açılış, yeni yasama dönemine başlama günüdür. O gün Cumhurbaşkanının Meclis’e gelip, itirazlara rağmen, bir açılış konuşması yapması adetten olmuştur. Hemen hemen her seferinde olduğu gibi bu kez de Cumhurbaşkanı’nın Meclis’e gelmesi tartışmalı, her seferkinden daha sorunlu hale gelmiştir. Çünkü ülkede yaşanan politik, ekonomik durum, özellikle içinde bulunduğumuz politik durum Cumhurbaşkanı’na karşı tepkilerin “ayyuka” çıkmasına neden olmuştur. CHP daha başından Cumhurbaşkanı Meclis’e geldiğinde Meclis’e gelmeyeceğini, akşam resepsiyonuna katılması durumunda oraya da gitmeyeceğini açıklamıştı. Bu anlaşılır bir tavırdı. Çünkü CHP İBB Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nun tutuklanmasını, CHP’nin parçalanmasına yönelik yargı operasyonunun başlatılmasını Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla yapıldığından emin olarak hareket etmektedir. Kendilerine operasyon çeken bir Cumhurbaşkanı’na onlar en küçük bir saygı göstermek istememektedirler. Onlara göre artık söz konusu olan makam değil, o makamı suistimal eden kişidir. CHP’nın Meclis’e gelmeyerek Erdoğan’ı protesto etmesi geniş bir kesim tarafından da destek görmüştür.

Meclis’te olan diğer partiler ise açılışa gideceklerini, Erdoğan’ı karşılayacaklarını, resepsiyona da katılacaklarını açıkladılar. Bunlar arasında DEM Parti de vardı. DEM Parti Erdoğan’ın Meclis’e gelişinde ayağa kalkacağını, ama alkışlamayacağını açıkladı. DEM’in bu tavrı da anlaşılır bir tavırdı. Çünkü bu yıl Meclis’in açılışı, DEM Parti’nin Kürt sorununda bundan tam bir sene önceki Meclis açılışında Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşması, Öcalan’ı Meclis’e davet etmesiyle başlattığı ve Öcalan’ın da “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı, PKK’nın kendini feshetmesi ve sembolik silah yakmasıyla gelişen yeni barış sürecini ilerletmek için AKP Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmeler yaptığı, bir anlaşmaya varılmaya çalışıldığı bir döneme rastlamıştı. Tam da bu koşullarda DEM’in Meclis’e ve resepsiyona gitmesi, kamuoyunun önünde bir kez daha Erdoğan’la bir araya gelinmesi gerekiyordu. DEM de bunu yaptı ve bu karşılaşmalarda çekilen resimlerle kamuoyuna Kürt ve demokratikleşme konusunda ciddi mesajlar verildi. Tabii buradaki büyük resmi görebilene.

İki cephede demokrasi mücadelesi

Esasında burada birbiriyle zıt, çelişkili gibi görünen CHP ile DEM Parti’nin tavrı, ülkedeki demokrasi mücadelesinde, birbirini diyalektik olarak tamamlayan bir bütün teşkil etmektedir. CHP dışarda Meclis’e gelmeyerek bir demokrasi mücadelesi yürütmekte, DEM Parti de içerde Meclis’e gelerek Kürt sorunundaki yeni sürecin derinleşmesini sağlayarak demokrasi mücadelesini bir başka cephede yürütmektedir. Bunları birbirinin karşısına koymak yanlıştır. Bunlar birbirini tamamlamaktadır. CHP’nin iktidar tarafından kendisine yapılan mücadeleleriyle, DEM Partinin yeni süreci ilerletmek için verdiği mücadele madalyonun, demokrasi mücadelesinin iki yüzüdür. Ekrem Başkan özgür olmadan ve kayyımlar durmadan ve kalkmadan, CHP’yi bölme ve parçalama operasyonları bitmeden nasıl demokrasi yönünde bir adım atılamazsa, Kürt sorununda yeni süreç bir başarıyla sonuçlandırılamazsa demokrasi yönünde yine bir adım atılamaz. Cephelerin herhangi birindeki bir demokratik kazanım diğerinin de kazanımı olacak ve onun çözümünün de önünü açacaktır. Tüm bu mücadeleler Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açacaktır.

İktidarın, Cumhur İttifakının Türkiye’nin demokratikleşmesi diye bir derdi yoktur. Onlar ülkeyi daha da otoriterleştirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Hemen hemen her sabah bir CHP’li belediyeye veya ülkenin aydın ve demokratlarına, tanınmış sanatçı, oyuncu ve muhaliflerinden birine bir operasyon yapılmaktadır. Süreç için görüşmeler yapılırken AİHM’in kararına rağmen Demirtaş ve Yüksekdağ, hasta tutuklular serbest bırakılmamakta, onlardan hâlâ intikam alınmaya kalkılmaktadır. Erdoğan’ın bir tek hesabı vardır: Yalnız bir kez daha cumhurbaşkanı seçilmek değil, ölünceye kadar cumhurbaşkanı kalmaktır. O bu hedef için CHP’yi parçalamaya çalışmakta, Kürtleri, sözüm ona, yola getirmek için süreci uzatmakta, hatta CHP ile DEM arasındaki “kentsel uzlaşı” ittifakını yıkmak, onları birbirine düşürmek için elinden geleni ardına koymamaktadır. Ama bu oyunları ne CHP, ne DEM yutmakta, onlar kendi cephelerinde demokrasi mücadelesini yürütmektedirler. Ancak iktidarın bu tutumu bize demokratik mücadelenin ne kadar zor olduğunu, Türkiye’nin demokratikleşmesi için daha çok çalışılması gerektiğini ortaya koymaktadır. İktidar son Meclis resepsiyonundaki resimler gibi her zaman kamuoyuna DEM Parti ile CHP’nin ayrı düştüğünü, Erdoğan’ın etrafında CHP dışında bütün muhalefetin toplandığı imajını vermeye ve yaymaya çalışacaktır. Ama kendisine sol, demokrat diyen bir kişi ve grup Erdoğan’ın bu oyununa asla gelmemelidir. O, bu resimlerdeki şekil ve biçimden hareketle kendi konumunu büyütürken, sol ve demokrasi güçlerinin esas büyük resmi görmesi ve kamuoyuna göstermesi gerekir. Maalesef sol ve demokrasi güçlerin belli bir kesimi Erdoğan’ın bu oyununa gelmekte, maalesef Kürtlerin Türkleri satacağı gibi bir anlayışa kapılabilmektedir.

Ulusalcı solun okuduğu küçük resim

Meclis’teki 1 Ekim resepsiyonunda önce Erdoğan’ın DEM yönetici ve milletvekilleriyle, sonrada DEM ve diğer parti başkanlarıyla birlikte masa etrafında sohbet ederken çekilen resimler ulusalcı solda büyük bir “infial” uyandırdı. Özellikle DEM milletvekillerinin ayakta Erdoğan’la sohbet ederken bazılarının ellerini önde birleştirmiş, bağlamış olmaları büyük eleştiriye neden oldu. DEM’lilerin Erdoğan’ın karşısında ne “el pençe” divan durdukları, ne “boyun eğdikleri”, ne “biat ve itaat” ettikleri, ne de “kulluk” ettikleri kaldı. Bu onlara göre bir saygı, ayakta bir normal duruş değildi, bu “yumuşamak” da değil “yumuş, yumuş” olmaktı. Yürümekte olan “hassas sürece zeval vermemek için” resepsiyona katılma olabilir, ama “yanaşmalık, yalakalık, yılışma, yaltaklanma” da neyin nesiydi? Bu büyük resmi görmek istemeyip, şekle, biçime, ayrıntıya takılarak “dostunu” yerin dibine geçirip “düşmanın” ekmeğine yağ sürmenin en güzel örneğidir. Derler ya, eksik olsun böyle dost!

Hatta bunlardan bazıları Meclis komisyonunun “demokratikleşme ve toplumsal barışı sağlamak” için yapılan yasa hazırlıklarına bakarak şu soruları sorabilmektedir:

“-Demokratikleşme ve toplumsal barış sadece PKK’lıların dönüşünü düzenlemekle mi mümkün?

 -AİHM ve AYM kararlarına rağmen, yıllardır hapis yatan Osman Kavala, Can Atalay, Gezi tutukluları inatla yine hapiste tutulacaksa, bu nasıl bir demokratikleşme?

-DEM’li belediyelere atanan kayyımlar varken, bu nasıl toplumsal barış?

-CHP’l belediyelere gözü kapalı suçlamalar ve tutuklamalar varken, bu nasıl toplumsal barış?” Sonra da “Doğu’da demokrasi, Batı’da hapishane mi olacak?” diyebilmektedirler.

Bunlar yıllardan beri ulusalcı solda biriken Kürt hasımlığının kusulmasıdır. Ülkede yürümekte olan demokrasi mücadelesine düz mantıksal, mekanik, ters bir yaklaşımdır. Bu ülkeye barış, demokrasi ve özgürlük gelecekse Doğu’ya da, Batı’ya da aynı anda gelecektir. Biri hapishanede olurken diğeri özgür olamayacaktır. Baskı ve zulmün bazen Doğu’ya, Kürt illerine erken gelmesi kimseyi şaşırtmamalıdır. O zulüm er geç Batı’ya da gelir. Ulusalcı sol Kürt illerindeki belediyelere kayyım atanırken bunun Batı’ya gelmeyeceğini zannediyordu. Ama geldi. Gelince de şaşırdı. Kayyımın İstanbul’dan başlamasına daha da çok şaşırdı. Bu ülkede bu bir yasallıktır. Kürtlere uygulanan zulüm Türklere, Türklere uygulanan zulüm Kürtlere de uygulanır. Unutulmamalı: Bu ülkede geçmişte sıkıyönetim İstanbul ve Diyarbakır’da aynı anda ilan edilirdi. Tabii burada Kürt halkına Kürt olmaları nedeniyle uygulanan katmerli zulüm asla göz ardı edilmemelidir. Onun için her zaman resmin büyüğü görülmelidir.

Nedir okunması gereken büyük resim

Meclis’te verilen resim karelerinde Erdoğan kendisi için büyük okumayı yaptı. Kamuoyuna CHP’nin “esamesinin” artık okunmadığı, bütün partilerin kendi çevresinde toplandığı, kendisinin hâlâ ülkenin en güçlü adamı olduğu mesajını vermekti ve bu mesajı da verdi. Ama DEM Parti’nin verdiği mesaj ise daha büyüktü. Çünkü DEM partililerin Erdoğan ve Bahçeli ile bir arada olması demek ülkede Kürt düşmanlığı, PKK düşmanlığı, Öcalan düşmanlığı kırılıyor, şoven Türk milliyetçiliği yıkılıyor, Kürt-Türk ilişkileri normalleşiyor demekti. Bu fotoğraflarla Türkiye toplumunda bilinçli yaratılan bir kutuplaşma sona eriyordu. Bunlar yani “teröre” sarılma Erdoğan ve Bahçelinin iktidarlarını devam ettirebilmek için dayanaklarıydı. Şimdi bu dayanaklar tek tek yıkılıyordu. Esas büyük resim bu idi. Bunlar kamuoyuna mal edildikçe demokratikleşmenin de ön koşulları yaratılmaya başlanmış oluyordu. Erdoğan resmin bu tarafının vurgulanmasını asla istemiyor, sırf kendi liderliğinin öne çıkmasını istiyordu. Ulusalcı Türk solu da resmin küçük tarafını görerek, DEM Parti’ye saldırarak Erdoğan’ın tuzağına düşmüş oluyordu. Yazık!

Sırf şu düşünceyi kamuoyunda hatırlatmak bile yeterdi. Düne kadar Erdoğan ve Bahçeli HDP’yi kapatmak için yapmadıkları kalmamıştı. HDP kendisini DEM Parti olarak değiştirmek zorunda kalmıştı. Hem HDP’nin hem DEM’in ne teröristliği, ne “maşalığı”, ne PKK yandaşlığı kalmıştı, düşman gibi görülüyordu. Resepsiyonda verilen resimler bunların hepsini yıkıyordu. Bunlar Türkiye sol ve demokrasi güçlerinin birer kazanımıydı. Bu demokrasiye geçişte önemli dayanaklar oluşturacaktı. Yeni sürecin başlamasıyla bunun ilk adımı da atıldı. Şimdiye kadar “terörle iltisaklı” diye sol ve demokrasi güçlere bir sürek avı sürdürürken, yeni süreçle birlikte bu argüman iktidarın elinden bir silah olarak düştü. Şimdi uygulanmıyor. Bu küçümsenecek bir kazanım değil mi?

Şimdi ne yapmalı?

Bir kez daha bu yeni sürecin nasıl başladığı, devlet politikasında keskin bir virajın neden alınma gereksinimi duyulduğu tekrar hatırlanmalıdır. Bölgemizde, Ortadoğu’da gelişen olaylar, özellikle İsrail’in Gazze’de, Lübnan’da, Suriye’de ve İran’daki saldırı ve operasyonları, Kürtlerle kurmaya başladığı ilişkiler derin devleti derin derin düşündürmeye başladı. Ortaya çıkan gerçek şu idi: Ortadoğu’da Kürtlerle ittifak kuran büyük güçtür, Kürtleri kaybeden ise sıradan bir güç olur. Kürtlerle hızla ilişki kuran İsrail’di. Kürtleri kaybetmekte olan ise Türklerdi. Derin devlet hemen frene bastı, Bahçeli’yi öne çıkardı. Öcalan, PKK ve DEM ile hemen ilişkiye geçildi. Hedef Kürtleri kazanmak, İsrail’in ilerleyişini durdurmaktı. Kürtler de bu yeni durumu kendi statülerinin güçlenmesi için değerlendirmektedir.

Şimdi bir “pazarlık” sürmektedir. Kürtlerin hedefi Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Erdoğan’ın hedefi cumhurbaşkanı kalmaktır. Bahçeli’nin hedefi İsrail’in yükselişini engelleyecek bir Kürt-Türk ittifakının kurulmasıdır. Bunun için Suriye’de SDG’nin konumunun bir an evvel çözülmesini istemektedir. Sürecin nasıl gelişeceği ortadadır. Meclis açılış konuşmasında Erdoğan sürece değindi, önemini vurguladı, Sırrı Süreyya’yı andı. Ama somut bir adım söylemedi. O gelişmelere bakıp kendi konumunu güçlendirecek bir fırsat kollamaktadır. Suriye’deki gelişmeleri izlenmektedir. Zira Suriye’de SDG’deki gelişmeler süreçle sıkı sıkıya bağlıdır.

Egemen güçler süreçten kendileri için en iyi sonuçları çıkarmaya çalışmaktadır. Kürtler görüşmelerde demokratik kazanımlar için çalışmaktadır. Türk sol ve demokratik güçleri ise pasif izleyici konumundadır. Onun bu durumdan çıkıp müdahil duruma geçmesi gerekmektedir. Bunun için yığınları harekete geçirmek şarttır. CHP mitinglerine katılınmalı, ama onun yanı sıra Türk yığınları arasında sürecin büyük resmini anlatan, onları sürecin başarıyla sonuçlanması için harekete geçirecek eylemler planlanmalıdır. Eğer Erdoğan bir gün bir zamanlar olduğu gibi masayı devirmeye kalkarsa, bilinmeli ki, bunun sonucu ülke ve halklarımız için çok ağır olacaktır. Bundan Türk sol ve demokratik güçleri de sorumlu tutulacaktır. Önümüzdeki görev resmin küçüğü ile değil, büyüğü ile uğraşmaktır.

Bir yanıt yazın