Haber / Yorum / Bildiri

Yeni bir Anayasa (I. Bölüm)

Türkiye’de dikiş tutmayan sorunlardan en önemlisi! Acaba neden?

Barış ALPER

TÜRKİYE’de bitmez tükenmez tartışmalardan biri de Anayasa tartışmalarıdır. İktidara gelen her yeni güç ve iktidar eski Anayasayı beğenmez, yeni bir anayasa ister. Tartışmalar başlar. Sonunda iktidarı ele geçiren yeni güç ilk fırsatta kendine uygun bir anayasa yapar veya anayasayı değiştirir ve halka dayatır. Halkın ve muhalefetin sesinin boğulduğu, tartışmanın hemen hemen hiç olmadığı bir ortamda, daha çok askeri ve sivil darbeler ortamında yapılan referandumlarda genellikle halk büyük bir çoğunlukla yeni Anayasayı veya değişikliğini kabul eder. Böylece iktidardakiler de amaçlarına ulaşırlar, ama bu uzun sürmez. Kısa bir süre sonra, yeni anayasanın veya değişikliğinin altındaki imzanın mürekkebi kurumadan, iktidardakiler de, muhalefettekiler de, halk da anayasadan şikayetçi olmaya başlar. Yeni bir anayasa tartışması ortaya çıkar. Yani Türkiye’de anayasalar “dikiş tutmaz”, her şey sil baştan yeniden gündeme gelir. Bunun en sık ve en açık şekilde yaşandığı dönem de son yıllardır, Erdoğan dönemidir.

Türkiye’de sağlanamayan toplumsal uzlaşı 

Genellikle anayasalar toplumdaki güçler arasında bir uzlaşma metnidir. Ama Türkiye’de bu böyle değildir. Toplumdaki güçler arasında bir uzlaşma yoktur. Toplumdaki güçler; işçi sınıfı, emekçiler, Kürtler ve diğer Türkiye halklarıyla, değişik kanatlardan oluşan burjuva egemen güçlerdir. Egemen güçlerle işçi sınıfı ve emekçiler, Kürtler ve diğer Türkiye halkları arasında uzlaşma değil sürekli bir çatışma vardır. Bu çözülmeyen sınıfsal ve ulusal sorunun doğası gereğidir. Ama egemen güçler arasında da bir uzlaşma yoktur, onlar arasında da çatışma vardır. Türkiye’de egemen güçler içinde esas olarak iki kanat bulunmaktadır. Bunlardan biri Batı yanlısı İttihatçı-Kemalist kanat, diğeri Batı karşıtı gerici-İslami kanattır. Bunun kökü ta 19. Yüzyıla kadar dayanır. O zamandan beri bunlar arasında bir uzlaşma mümkün olmamıştır.

Bu kanatlar kendi aralarında uzlaşmazlar, sürekli çatışırlar, ama işçi sınıfı, emekçiler, Kürtler ve diğer Türkiye halklarına karşı baskı ve zulümde hemen anlaşırlar. Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçiler, Kürtler ve Türkiye halkları sürekli devletin ceberutluğuna karşı çıkmış ve hâlâ çıkmaktadırlar, yani egemen güçlerle sürekli çatışma içindedirler. Yakın tarihimizde 1968’deki gençlik ve işçi hareketleri, 70’li yıllardaki 1 Mayıslar, 80 sonrası yükselen Kürt halkının özgürlük hareketi ve son Gezi direnişi bu çatışmalardan bazılarıdır. Bunları bastırmakta burjuvazinin bu iki kanadı hep bir olmuştur, anlaşmıştır, uzlaşmıştır. Bu kanatlardan birinin yaptığı ve yapacağı anayasa veya anayasa değişiklikleri bir yandan kendi iktidarını güçlendirmeyi hedeflerken, diğer yandan da işçi sınıfının, Kürt halkının ve diğer Türkiye halklarının demokrasi ve özgürlük mücadelesini boğmayı hedefler. Bunun anayasalardaki ifadesi, anayasaların ilk dört maddesinin değiştirilemez ilan edilmesidir. Kemalist kanat bu maddelerde laikliği ve Avrupa aydınlanma anlayışını gerici-İslami kanata dayatırken, işçi sınıfına ve Kürtlere de şoven Kemalist burjuva milliyetçiliğini ve iktidarını, tekçi üniter devlet anlayışını dayatır. 100 yıldan beri bu böyle süre gelmiştir.

İslami kanat Kemalist kanata kendi anayasasını dayatıyor

Günümüzde bu iki burjuva kanat arasındaki çatışma yine yeni bir boyuta, yeni bir anayasa tartışmasına yükselmiştir. Bu kez de İslami kanat Kemalist kanata ve halka kendi anayasasını dayatmak istemektedir. Çünkü bu kanat bunu yapacak güce gelmiş bulunmaktadır. Yine burada belirleyici olan uzlaşma, akıl, mantık değil dayatmadır, çatışmadır. Benim dediğim olacaktır, kindarlıktır, intikam almaktır.  Bunların tek hedefi Türkiye’deki batı aydınlanma anlayışına son verip, İslami itaat ve biat anlayışını karşı tarafa, topluma dayatmaktır. Ama işçi sınıfına ve Kürtlere karşı olan tekçi devlet ve anlayışı olduğu gibi kalacaktır. Gerici İslami çevrelerin temsilcisi olarak 2002’de iktidarı ele geçiren AKP ve Erdoğan o zamandan beri adım adım bu hedefe doğru yürümektedir. Denebilir ki, Erdoğan 100 yıllık Kemalist iktidarların son 12 Eylül darbe anayasasını kaldırıp, yerine kendi gerici-İslami, otoriter-faşizan anlayışına uygun bir anayasa yapma konusunda son aşamaya gelmiş bulunmaktadır.  Erdoğan kendi ve toplumun geleceğini bu anayasayı yapmakta görmektedir. Bunun için de tartışmalar iyice kızışmış bulunmaktadır.

Eğer gereği gibi mücadele edilmezse bu tartışmalardan Erdoğan galip gelebilir ve toplum bir kez daha gerici ve faşizan bir dayatmacı anayasa görmüş olur. Bu anayasa büyük bir ihtimalle sınırlı olan burjuva demokrasisinin ve özgürlüklerinin rafa kaldırıldığı, halkın yaşam tarzına müdahale eden daha baskıcı, otoriter bir anayasa olacaktır. Unutulmamalı ki, tarihte ve günümüzde Türkiye’deki anayasalar toplumsal güçlerin temel hak ve özgürlükler üzerine uzlaşmasıyla ortaya çıkan bir kurallar layihası değil, iktidarı alan kanadın diğer kanada ve topluma kendi anlayışını dikte ettiği “zulüm” metinleridir. Bu Türk anayasalarını diğer ülke anayasalarından ayıran en belirgin özelliktir. Bu nedenle bu toplumda daha çok anayasalar yapılacak ve yapılan anayasalar da sık sık değiştirilecektir. Yani Türkiye’de anayasalar “dikiş tutmaz”, yamalı bohça gibidir. Bu özellikle 1961 ve 1982 Anayasalarının akıbeti olmuştur.

Dikiş tutmayan 1961 ve 1982 Anayasaları

1876 yılında ilan edilen ilk anayasadan ve onun tekrar yürürlüğe konduğu 1908 yılından beri iktidarı batı yanlısı genç burjuva güçler, Jön Türkler, İttihatçılar ve Kemalistler ele geçirmiştir. Batı karşıtı gerici-islami kesim bunu kabul etmemiş, sürekli bu iktidara başkaldırmış, bir gün iktidarı ele geçirdiğinde tüm bu batıcı anayasa ve anlayışını değiştireceklerini, kanun ve kurumlarını kaldıracaklarını açıkça ilan etmişlerdir. 200 yıldan beri iki kanat arasındaki bu savaş sürmekte ve toplumu için için yiyip kemirmektedir. Gerici, İslami, faşizan kesimler 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde zaman zaman iktidarı ele geçirmişlerdir: 1950’de Bayar-Menderes iktidarı, 1965 Demirel iktidarı, 1983 Özal İktidarı ve nihayet 2002’de Erdoğan iktidarı gibi. Bunlardan Erdoğan dışındaki iktidarlar hep Kemalist ordunun vesayeti altında kalmışlar, yeni bir anayasa yapacak veya anayasada köklü değişiklikler gerçekleştirecek gücü kendilerinde bulamamışlardır. Ama şimdi bunu kendinde bulan Erdoğan’dır. Erdoğan da bu gücünü kullanarak kendine uygun bir Anayasa istediğini ilan etmektedir. Bunun içinde günümüzde yeni bir anayasa konusunda fırtınalar kopmaktadır.

Yakın tarihimizde iki “radikal” anayasa topluma dayatılmıştır. Bunlardan biri 1961 Anayasası, diğeri da 1982 Anayasasıdır. Her iki anayasa da ordu tarafından yaptırılmıştır. 1960’da askeri darbeyi gerçekleştiren Kemalist ve milliyetçi genç subaylar 1961’de anayasayı Muammer Aksoy, Mümtaz Soysal gibi ilerici, sol-liberal profösörlere yaptırtmışlardır. 1980 darbesini yapan ve kendisine Atatürkçü diyen ordu komutanları ise 1982’de anayasayı gerici olarak bilinen Orhan Aldıkaçtı gibi profösörlere ve kişilere yaptırtmışlardır. 1961 Anayasası daha çok liberal, özgürlükçü, demokrat, yer yer milliyetçi içerikler taşırken, 1982 Anayasası otoriter, baskıcı, antidemokratik, faşizan karakter taşıyordu. Bu nedenle 1961 ve 1982 Anayasalarına saldırılar karakter olarak farklıydı. Ama unutulmamalı ki, her iki anayasa Kemalist ordunun bir darbe anayasasıdır, özü işçi sınıfına, emekçi halka, Kürtlere ve diğer Türkiye halklarına, onların demokrasi ve özgürlük, sınıfsal ve ulusal mücadelelerine karşıdır. Her ikisi de laikliği savunarak İslami çevrelere bir gözdağı verir. Burada biri ilerici, diğeri gerici gibi bir yanlışlığa düşmemek gerekir. İkisi de öz olarak gerici ve şovendir, ama birincisi demokrasi mücadelesi için daha çokça olanaklar içerir. İleride Erdoğan kendi anayasasını dayattığı zaman şimdiki anayasanın Erdoğan’ınkinden daha çok demokratik hak ve özgürlükler içerdiği söylenebilecektir. Ama bunların hepsinin işçi sınıfı ve Kürtlere karşı olduğu asla unutulmamalıdır.

Topluma lüks, bol ve büyük geldiği söylenen 1961 Anayasası

1960 askeri darbesi 1950 yılında iktidarı alan Bayar-Menderes ikilisinin İslami güçlere arka çıkması (Saidi Nursi’ye yakınlık gibi) ve muhalefete diktatörce davranması, Sovyetlerle ilişki kurmaya kalkması gibi nedenlerle ABD’nin de izniyle, küçük burjuva Kemalist çevrelerin desteği ile genç subaylarca gerçekleştirilmiştir. Sokağa çıkan öğrencilerin, emekçi kesimlerin temel isteği özgürlük ve demokrasi olmuştur. Anayasayı hazırlayan Kurucu Meclis de bunları dikkate almış, gelişmiş Avrupa ülkelerindeki anayasalara da bakarak güçler ayrılığına dayalı, İslami kesimlere karşı laikliği, komünistlere ve Kürtlere karşı burjuva Türk devletinin tekliğini ve bekasını savunan, liberal demokratik hak ve özgürlükleri içeren bir anayasa yapmış ve 1961’de yapılan referandumla kabul edilmiştir. Bu referandum toplumun ne kadar uzlaşmaz olduğunun bir göstergesiydi. 9 milyon seçmenin 6 milyonu anayasayı kabul ederken, 3 milyonu reddetmiştir. Bu anayasada ilk kez Milli Güvenlik Kurulu, MGK ile ordunun vesayeti anayasaya girmiş ve anayasayı koruyacak bir Anayasa Mahkemesi, AYM kurulmuştur.

Anayasanın kabulüyle birlikte eleştiriler de başlamıştır. Eleştiriler özellikle 68 – Öğrenci hareketlerinin ve işçi direnişlerinin artması ve Aybar-Boran-Aren yönetimindeki Türkiye İşçi Partisi – TİP’in Meclise girmesiyle yalnız sağ, gerici İslami kesimlerden değil, CHP’nin sağ kanadından gelmeye başlamıştır. 1965 yılında gericilik Demirel’le birlikte yeniden iktidarı ele geçirince “bu anayasayla ülke yönetilemez” diye feryadı basmıştır. Başbakan Demirel şöyle diyordu: “Bu Anayasa ile ülkenin yönetilmesi imkânsız. Değiştirilmesi gerekir.” Ama değiştiremiyordu, zira MGK’da oturan generaller buna izin vermiyorlardı. Ayrıca Demirel’in demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlamak için çıkarttığı yasalar da Mecliste TİP tarafından Anayasa Mahkemesine götürülerek Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal ediliyorlardı. O dönemler Türkiye çok hareketli bir dönemden geçiyordu.

Anayasadaki demokratik hak ve özgürlüklerin gençlik, işçi ve emekçiler tarafından güncel yaşamda uygulanmaya konulması sağ CHP’li Kemalistleri de harekete geçirdi. O zaman bunların temsilcilerinden biri de Nihat Erim idi. Nihat Erim daha 1946’da ABD’nin dayatmasıyla geçilen çok partili dönemden gelen bazı demokratik hak ve özgürlüklere karşı çıkmış ve bu özgürlüklerin üstüne “şal” örtülmesini istemiştir. 60’lı yıllarda da benzer talepleri yükseltmiş ve ismi “Şalcı Erim”e çıkmıştı. Ordu, işçi ve öğrenci hareketlerini kontrol altına almak için 12 Mart 1971’de darbe yaptığında Erim’i Başbakan yapmıştır. Erim daha ilk konuşmasında “Bugünkü Anayasa Türkiye için lükstür. Değiştirilecektir” demiştir. Erim ve Demirel’e göre 61 Anayasası Türkiye’ye “bol” ve “büyüktür”, yenisi gerekmekteydi.

12 Eylül 1980 darbesi ve Anayasası

Tüm uğraşılara rağmen 61 Anayasası “tağyir, tebdil ve ilga” edilemedi, yani bozulamadı, değiştirilemedi, ortadan kaldırılamadı. Tersine 12 Mart darbesine rağmen 70’li yıllarda gençlik ve işçi hareketi daha da gelişti, TKP’nin ve sol güçlerin etkisi daha da arttı, Türkiye devrimci bir gelişme yaşadı. Sovyetler Birliği’nin dibindeki Türkiye’de bu gelişme ABD’ye, Genelkurmay generallerine fazla geldi. ABD düğmeye bastı, generaller 12 Eylül 1980’de yeni bir darbe yaptılar ve nihayet 61 Anayasasını ortadan kaldırdılar, ilga ettiler, Türk-İslam-Sentezi anlayışını temel alan, antikomünizm ve Kürt düşmanlığı (Kürtçe yasağı) çizgisinde, demokratik hak ve özgürlükleri sınırlayan, neoliberal politikalara uygun bir Anayasayı Aydınlar Ocağı’ndaki milliyetçi “aydınlara” yaptırdılar. Solu ve domokratik güçleri ezmek için ülkede kanlı bir terör estirdiler. Bu anayasa bugün hâlâ geçerlidir ve Erdoğan’a bol gelmektedir, onu ilga etmek istemektedir.

12 Eylül döneminde resmi rakamlara göre 3 milyon insan hakkında soruşturma açıldı, 100 binlerce insan tutuklandı, 750 bin insan işkenceden geçirildi, yüzlercesi katledildi, 52 kişi idam edildi, çocuk tutuklamaları ve katli bu dönemde başladı. Sol örgütler kapatılır, sol fikirler yasaklanırken ve kovuşturulurken, sağ, dinci-islami örgüt ve görüşlerin, tarikatların ve siyasi İslam’ın önü açıldı. Sünni-İslama dayalı din dersleri zorunlu hale hale getirildi ve bunun laiklikle bağdaştığı savunuldu. Anayasa bu anlayışlarla yapıldı. 12 Eylül darbesini ilk destekleyenlerden birinin Fethullah Gülen olması boşuna değildi. O zaman Gülen şöyle diyordu: “Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçilmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam…” Özal’la birlikte bu süreç 80’li yıllarda daha da gelişti. Bu anayasayı eleştirenler ve onun içerdiği tehlikeleri gösterenler “yalnız” sol ve demokratik güçler oldu. ABD ve ordu ise “ılımlı İslam” diyerek siyasi islama meşruiyet kazandırdılar ve 2000’li yıllarda Erdoğan’ın iktidara gelmesini sağladılar.

Erdoğan ve 12 Eylül Anayasası

İçindeki her bir maddesinden antidemokratlığı ve baskıcı otoriter karakteri alan 12 Eylül Anayasası şimdiye kadar 21 kez değiştirildi. İlk değişiklik 1987 senesinde, darbe ile birlikte başta Demirel ve Ecevit olmak üzere muhalefet parti liderlerine getirilen siyasi yasakların kaldırılması oldu. AKP’nin iktidara geldiği 2002 senesine kadar yapılan değişiklikler genelde demokratik hak ve özgürlükleri biraz da olsa genişletmeye yönelikti. AKP iktidarı döneminde ise tam tersidir. Bu dönemde yapılanlar, askeri vesayeti kaldırma adına sivil darbelere zemin hazırlayan, burjuva parlamenter sistemini kaldırıp otoriter, baskıcı Türk usulü başkanlık sistemine yolu açan, zaten kısıtlı olan demokratik hak ve özgürlükleri, güçler ayrılığını planlı bir şekilde rafa kaldıran değişikliklerdi. AKP iktidarı, Erdoğan döneminde 177 maddelik Anayasada 12 kez kritik değişiklikler yapılmış, bu değişikliklerden 30’u aynı maddelerde olmak üzere toplam 134 hükümde değişiklik gerçekleştirilmiştir. Anayasa bir yaz-boz tahtasına dönüştürülmüş, yapılan değişiklikler hiçbir zaman dikiş tutmamıştır. Bu değişikliklerin en önemlilerinden ilki 2007 senesinde Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesidir ki, bu değişiklikle başkanlık sistemine ilk adım atılmış oldu. Ayrıca Cumhurbaşkanının görev süresi 7’den 5 yıla indirildi, iki kez seçilme olanağı getirildi. İki kez seçilme ise Erdoğan’a yetmedi. Anayasayı çiğneyerek 3. kez seçildi. Şimdi sıra bunu da değiştirmeye geldi. 2010 senesindeki ikinci kritik Anayasa değişikliği Evren ve diğer darbeci generallerin yargılanmasıyla ilgiliydi. Darbecilerin yargılanması doğru idi, ama değişiklik paketiyle ordu komutanlarının sivil mahkemede yargılanması getirilerek, askeri darbeler yerine sivil darbelerin önü açılıyordu. Diğer kritik Anayasa değişikliği 2016 yılındaki “dokunulmazlıkların kaldırılması”yla ilgili değişiklikti ki, bu değişiklik sonucu Demirtaş, Yüksekdağ ve birçok HDP’li tutuklandı. Geçtiğimiz günlerde verilen ağır cezaların nedeni, CHP’nin de “evet” dediği bu Anayasa değişikliğidir.  Bir diğer Anayasa değişikliği 2017’de yapılan, belki Cumhuriyet tarihinin en önemli Anayasa değişikliğidir. Bu değişiklikle Türkiye parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçti. Mühürsüz oyların sayıldığı bu şaibeli referandumla Erdoğan hedefine ulaşmış gibi oldu. Ama kısa zaman sonra ortaya çıktı ki, Erdoğan’ın Anayasaya kendi koyduğu “Cumhurbaşkanı yüzde 50+1’le ve iki kez seçilebilir” gibi hükümler kendisine ayak bağı olmaya başladı. Artık Anayasayı değiştirmek abesle iştigal hale gelmişti. Değiştirmek yerine artık yenisini yapmak Erdoğan için zorunluk haline gelmiştir. Gerekçesi de hazırdı. Bu Anayasa 12 Eylül askeri darbesinden kalma bir darbe Anayasasıydı, “dikiş tutmuyordu”, bu anayasa kaldırılmalı, yerine yeni sivil bir Anayasa yapılmalıydı. Onun sivil dediği baskıcı, otoriter tek adam hükümranlığına dayalı bir anayasadır. Şimdi Erdoğan’nın gündeminde bu sözde sivil anayasayı kotarmak durmaktadır. Kendine göre Türkiye’ye yakışan da budur. Ama bu anayasa Türkiye için bir felaket olacaktır. Bunun bilince çıkarmak ve buna karşı mücadele etmek gerekmektedir.

Bir yanıt yazın