Haber / Yorum / Bildiri

Yılmaz Karahasan’ı sonsuza uğurlarken oluşan bazı düşünceler

Mehmet BAYRAK

GEÇTİĞİMİZ aylarda Alman IG Metall sendikası yöneticilerinden Yılmaz Karahasan’ı kaybettik. Onu son yolculuğuna uğurlarken 1960’lı yıllarda Türkiye’den Almanya’ya başlayan işçi göçü, ilk kuşak işçilerin hem Almanya’yı hem Türkiye’yi etkileyen hikayesi, mücadelesi, onların yazdıkları tarih bir film şeridi gibi gözümün önünden aktı gitti. Bu mücadeleye katkıda bulunan insanlar, yoldaşlar ve arkadaşlar birer birer aklıma gelip gelip gittiler. Bugün Türkiye kökenli yeni kuşaklardan bu tarihte iz bırakanları bilenler azdır.

Henüz Almancayı sökemedikleri bir dönemde bu işçilerin yardımına koşmuş, göçmenlikten gelen sorunlarının çözümünde rol almış, içinde yaşadıkları topluma eşit haklı olarak katılmak için, dışlanmaya, ırkçılığa karşı mücadelede onlara destek olmuş, cesaret ve umut vermiş, özgüvenlerini güçlendirmiş, Alman ve diğer uluslardan işçiler ve demokratik güçlerle birlikte barış ve özgürlükler için mücadelenin gerekliliğini göstermiş bu insanları tanıyanlar bugün pek kalmamıştır.

Yine o yıllarda Almanya’daki işçilerin ve demokrasi güçlerinin mücadelesine aktif katılma ve Türkiye’deki işçilerin ve demokrasi güçlerinin mücadelesiyle dayanışma gösterme görevlerinin bütünlüğünü kavrama gereğine öncülük etmiş bu insanların çoğu unutulup gitmekte. Oysa onlar Almanya’daki göçmen işçi tarihinin önemli kişileridir.

Yitirdiğimiz iki öncü insan

Böyle insanların sayısı çoktur, ama bunların arasında işçilerin mücadelesinde çok emeği geçmiş, bir bakıma onlara öncülük etmiş iki kişi vardır ki, bunların bilinmesi ve anılması gerekir. Bunlardan biri Yılmaz Karahasan’dır. Kendisini yakın zamanda kaybettik. İkincisi Fuat Bultan’dır. Onu da bundan on sene önce kaybettik.

Yılmaz Karahasan: IG Metall yöneticisi olan bir göçmen sendikacı

Yılmaz Karahasan gerçek bir sendikacı, fiili bir işçi önderiydi. O bu sıfatı tabanda çalışarak, işçilerin haklarını savunarak, bu hakların elde edilmesi için onları örgütleyerek, onlarla birlikte mücadele ederek kazanmıştı. Fabrika sendika temsilciliğinden tüm Almanya metal işçilerinin sendikası IG Metall’in Genel Merkez Yönetimi’ne kadar yükselmiştir. O hangi görevde olursa olsun hiçbir zaman işçilerle bağını koparmamış, grevlerde, mitinglerde, 1 Mayıslarda, ırkçılığa karşı eylemlerde, eşit haklar mücadelesinde, çifte vatandaşlık kampanyalarında hem Almanya’da hem Türkiye’de demokrasi ve özgürlük, dünyada barış mücadelesinde hep işçilerin yanında olmuştur. Enternasyonal dayanışma bayrağını yükseklerde tutmuştur.  

 Yılmaz Karahasan doğuştan bir sendikacıydı. Babası Zonguldak Maden İşçileri Sendikası’nın kurucusuydu. Deyim yerindeyse işçi hakları için mücadele Yılmaz’ın mayasında vardı. Kendisi elektrik teknisyeni eğitimi gördü. Daha 1958’de genç yaşta Almanya’ya geldi. Önce Siemens’te daha sonra Köln’de Ford fabrikasında çalışmaya başladı. Ford Fabrikası 60’lı,70’li yıllarda Türkiye’den en çok işçi çalıştıran fabrikalardan biriydi. Bu fabrikada çalışan 12 bin Türkiyeli işçi, fabrikada tüm çalışanların üçte biriydi. O zamanlar Ford fabrikası işçi sömürüsünün en yoğun ve iş koşullarının en ağır olduğu fabrikaydı. İşçiler vardiya usulü akarbantlarda akordu doldurmak için robot gibi çalışıyorlardı.

Göçmen işçilerin yapısını değiştirdiği Alman sendikası IG Metall

Yılmaz Karahasan işçi olarak geldiği Ford fabrikasında bulduğu bu ağır çalışma koşullarına, yoğun sömürüye ve düşük ücretlere karşı direnmek ve örgütlenmekten başka çare olmadığını gördü. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücretlerin arttırılması için sendikalılaşmak şarttı. Yılmaz Karahasan yalnız Türkiyeli işçilerin değil Alman işçilerinin de örgütlenmesi ve sendikalılaşması için aktif olmuş, her zaman Alman ve göçmen işçilerin birlikteliği için çalışmıştır. Bu çalışmalar sonunda Alman işçilerin de sendikal örgütlenme oranı %5’den %50’ye, Türkiyeli işçilerde de sıfırdan %90’a yükselmiştir.

Bu çalışmaların sonunda üyesi olduğu Almanya’nın en büyük sendikası IG Metall Yılmaz Karahasan’ı Türkiyeli işçilerin örgütlenmesinden sorumlu sekreter yaptı. Başta Opel, Mercedes, Siemens olmak üzere Türkiyeli işçilerin çalıştığı metal kolundaki fabrikalarda Alman sendika temsicileriyle birlikte onların örgütlenmelerini sağladı, mücadelelerinde yardımcı oldu. Bu çalışmalara destek olarak Metall gazetesinin Türkçe çıkarılması sorumluluğu da ona verildi. Yılmaz Karahasan bu gazeteye yazdığı yazılarla Türkiyeli işçilerin sendikalara üye olmalarına ve sendikal mücadeleye aktif katılmalarına öncülük etti.

Yılmaz Karahasan’ın hem çalışmaları, hem Metall gazetesindeki yazıları Türk devletinin hoşuna gitmiyordu. Onun hakkında Türkiye’de açılan sayısız adli kovuşturmalara rağmen çalışmalarına sektirmeden devam etti.

Şimdiki IG Metall Genel Başkanı Christiane Brenner Yılmaz Karahasan’ın sendikal çalışmasını şöyle değerlendirmiştir: “IG Metall bugün 500 bin göçmen kökenli üyesiyle bir göçmen sendikasıdır… Bu bugün böyle ise ve bizim saflarımızda geçmişi göçmen olan bir çok üye varsa,  bu büyük ölçüde Yılmaz ve onun IG Metall için yorulma bilmeyen angajmanı sayesinde olmuştur… Yılmaz hemen hemen bundan 40 yıl önce IG Metall’in göçmen kökenli üyelerini grevlerde, uyarı grevlerinde, işyeri eylemlerinde ‘mücadele yanlısı savaşkan, mücadeleye hazır ve mücadeleye yetenekli’ üstün bir rol oynayan ve böylece sendikal hareketin başarılarına katkı yapan özgün bir grup olarak doğru biçimde tarif etmişti.”

Sendika yönetimiyle zor ilişkiler

İşçi davasına bu kadar bağlı olan Yılmaz Karahasan’ın IG Metall sendika yönetimiyle ilişkileri her zaman kolay olmamıştır. Daha 1965 senesinde Bremen’deki sendika kongresinde yaptığı konuşmasında Almanya’ya dış ülkelerden çalışmaya gelen işçilere “misafir işçi” kavramının kullanılmaması gerektiğini, bu kavramın dışlayıcı olduğunu vurgulamış, sendikadan göçmen işçilerin Alman işçileriyle eşit haklı iş arkadaşı olarak kabul edilmesi ve ciddiye alınması, aynı sosyal haklara sahip olmaları için mücadele edilmesini talep etmiştir. Bu yaklaşım o zamanlar için hem sendikalarda hem toplumda çok ileri bir adım sayılır.  

Yılmaz’ın sendika yönetimiyle ilişkisindeki ikinci zorluk 1973 senesinde Köln Ford fabrikasındaki Türkiyeli işçilerin spontane grevi sırasında yaşandı. Fabrikada ağır koşullarda çalışan Türkiyeli işçiler, izinden geç döndükleri için işlerine son verilen arkadaşları için greve gittiler. Grevin öncüsü Almanya’ya yeni gelmiş Baha Targün adında genç bir işçiydi. Sendika tarafından yasaya uygun olarak ilan edilmiş bir grev olmadığı için IG Metall grevi desteklemedi. Oysa aktif sendikacıların, işçilerin yasal olmayan, spontane eylemlerinde de onların yanında olması, tabanda Alman ve diğer uluslardan işçilerin greve desteğini kazanmak ve yönetimin tutumunu değiştirmek için sendikacıların daha aktif çalışmaları gerekirdi. Greve sendikanın sahip çıkmaması, Alman diğer uluslardan işçilerin dayanışmasının yeterince sağlanamaması ve grevci işçilerin tecrübesiz olmaları sonucu başarısızlıkla sonuçlandı.

Yılmaz Karahasan’ın sendika yönetimiyle ilişkisinde diğer bir zor an 1992’de sendikanın Yönetim Kuruluna adaylığını koyarken yaşanmıştır. IG Metall Genel Başkanı Steinkühler Yılmaz Karahasan’ın adaylığına itiraz etse de delegelerin desteğiyle Yönetim Kuruluna seçilmiştir. Alman Sendikalar Birliği DGB’ye bağlı sendikalar hâlâ üyeleri arasında önemli oranda göçmen işçiler olmasına rağmen bu durumun yönetimlere yansımamış olmasının anlamını kavramış değildir. Yılmaz Karahasan şimdiye kadar en yüksek sendika yönetim organına girmiş tek göçmen sendikacı olarak kalmıştır.

Fuat Bultan: Türkiyeli işçilerin sosyal yardım kurumu “Türk-Danış’ın yöneticisi 

İşçilerin doğal önderi konumundaki kişilerden bir diğeri Fuat Bultan’dır. Fuat Bultan ilk zamanlarda Federal Almanya hükümetinin Türkiyeli işçilerin sorunlarıyla ilgilenmesi, sorunlarının çözümünde yardımcı olması ve sosyal danışmanlık hizmeti vermesi için görevlendirdiği kuruma bağlı “Türk-Danış” adındaki alt kurumun başındaki kişi idi. Fuat Bultan kısa zamanda Federal Almanya’nın her tarafında “Türk Danış” bürolarının açılmasını sağlayarak, özellikle 60’lı, 70’li, 80’li yıllarda Türkiyeli işçilere danışabilecekleri, toplanabilecekleri, örgütlenme yolunda ilk adımları atabilecekleri bir mekân ve sorunlarını, çözüm yollarını tartışabilecekleri bir platform yaratılmasına önayak olmuştur. Onun yönetiminde “Türk-Danış” işçilerin her konuda, başları derde girdiği her alanda başvurabilecekleri bir kurum haline gelmiştir.

60’lı yılların sonu, ama özellikle 70’li yılların başı ve ortası hem Türkiyeli işçiler hem Alman hükümeti için “ne yapacakları” konusunda karar yıllarıydı. “Dönmeli mi, kalmalı mı? Geri gönderilmeli mi, toplumla bütünleştirilmeli mi?” Federal Almanya hükümetlerinin “yabancı” işçilerle ilgili olarak göçmen işçilerin artık “misafir” değil yerleşik olduğunu, işçi göçünün geçici değil kalıcı olduğunu kabul etmesinde, bu konularda bakış açısının, politikalarının değişmesinde Fuat Bultan’ın çalışmalarının da büyük rolü olmuştur.

Ayrıca Fuat Bultan, „Köln Radyosu” Türkçe Yayınları’nda haftada bir kez işçilerin özel ve genel yakıcı sorunlarına verdiği doyurucu cevaplarla onlara hayatlarında verecekleri kararlarda, alacakları tutumlarda yol gösterici olmuştur. Bultan hayatının sonuna kadar yaptığı bu yayınlarda 15 bin mektuba yanıt vermiştir. O sayısız toplantılar ve seminerlerde yetişen kadrolarla işçilere yalnız sosyal hizmet vermemiş, onların toplumda ırkçılığa, dışlanmalarına karşı direnme yollarını göstermiş, kendilerini bu toplumun bir parçası olarak görüp direnmelerine destek olmuştur. İster Türk, ister Alman pasaportuna sahip olsun, Türkiyeli işçilerin iki toplumun da parçası oldukları anlayışıyla hareket etmeleri gerektiğini savunmuştur. Bu konularda işçilerin örgütlenmelerine, mücadele etmelerine katkıda bulunmuştur.  

O yıllarda Türkiye’den kopmamak, ama Almanya’da eşit haklı vatandaş olarak yaşamak gerektiğini Türkiyeli işçilere anlatmak önemli bir görevdi. Bu ise Türkiyeli işçilerin hem Almanya’da hem Türkiye’deki ekonomik, sosyal, politik gelişmelere duyarsız kalmamaları ile mümkündü.  Bunun için Türkiyeli işçilerin Türkiye’de işçilerin ve halkın demokratik mücadelesine Almanya’dan destek vermeleri, Almanya’da da Alman ve dişer uluslardan işçilerin ve demokratik güçlerin grev ve direnişlerine, demokratik hak ve özgürlükler için mücadelelerine, savaşa karşı barış eylemlerine aktif katılmaları gündeme geliyordu. Fuat Bultan ve onun Türk Danış kadrolarına aldığı insanlar çalışmalarıyla Türkiyeli işçilerde bu bilincin doğmasına ve gelişmesine, bu yoldaki mücadelenin kendi çıkarlarına olduğunun görülmesine katkıları olmuştur. Bu konuda çalışan Türkiyeli işçi derneklerinin desteklenmesine öncülük etmişlerdir.

Ülkü Schneider-Gürkan: Entegrasyonun ve dayanışmanın elçisi

Yukarda Türkiyeli işçilerin mücadelesinde önemli bir yer tutmuş daha birçok kişi olduğundan söz ettim. Bunlardan birisi de Ülkü Schneider-Gürkan’dır. O ilk kuşağın „Ülkü Ablası”dır. 88 yaşında hâlâ Türkiyeli göçmenlerin haklarının savunulması, Türkiye’deki demokrasi ve barış güçleriyle dayanışma gösterilmesi için yapılan çalışmaların içindedir. Almanya’ya yüksek eğitim görmek için gelen Ülkü Schneider-Gürkan “Türk Danış” ta Fuat Bultan’la, daha sonra IG Metal’de Yılmaz Karahasan’la birlikte çalışmış, işçilerin demokratik ve sosyal sorunlarının çözümünde, sendikal mücadelelerinde yanlarında olmuştur.

O ayrıca, Frankfurt’ta entegrasyon süreçlerine köprü olan Halkevi’nin kurulmasına ve gelişmesine öncülük etmiştir. Türkiyeli işçilerin eşit haklar için demokratik mücadelesine omuz vermiş, onların Alman gericilerinin ırkçı ve dışlayıcı politikalarına karşı direnişlerini desteklemiştir. Oturma veya çalışma müsaadesi alamayan, polis ve diğer Alman makamlarıyla başı derde girmiş işçilerin başvurdukları ilk adreslerden birisi her zaman Ülkü Abla olmuştur. Onun bu ve diğer çalışmaları, Frankfurt Tarih Müzesi’nin Ülkü Abla’ya ayırdığı onur köşesinde yer almıştır.

Ülkü Schneider-Gürkan sendika, “Türk-Danış”, Halkevi, ATTF (Avrupa Türk/Türkiyeli Toplumcular Federasyonu), FİDEF (Federal Almanya İşçi Dernekleri Federasyonu), TBÖK (Türkiye Barış ve Özgürlük Komitesi) gibi kuruluş ve örgütler içinde yaptığı çalışmalarla yetinmemiş, Alman kilise ve partilerinden, parlamento ve hükümet çevrelerine kadar kurduğu geniş ilişkilerle hem Türkiyeli işçilerle, hem Türkiye’deki demokratik güçlerle aktif dayanışma içinde olan geniş bir Alman çevresinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Ülkü Schneider-Gürkan, ilerleyen yıllarda Türkiyeli işçilerin yaşam ve çalışma koşullarındaki değişimi yakından izlemiş ve her yeni duruma uygun entegrasyon politikalarının saptanmasında aktif rol almıştır. Türkiyeli işçilerin Almanya toplumunun bir parçası olarak hem sınıf bilincine ve hem de enternasyonal dayanışma ruhuna sahip olmalarına önem vermiştir. Tüm bu çalışmalarıyla sevilen ve sayılan Ülkü Abla her zaman işçilerin ve demokrasi güçlerinin arasında doğal bir otorite olagelmiştir.

Sonuç olarak …

Yılmaz Karahasan, Fuat Bultan ve Ülkü Schneider Gürkan’ın ve onlarla birlikte bu etkinliklere katılan ve destek olan daha birçok insanın çalışmalarını Alman hükümeti takdir ederken ve örneğin Almanya’nın önemli bir nişanı olan “Bundestverdienstkreuz” ile ödüllendirirken, Türk hükümetleri onları zaman zaman “düşman” olarak görmüş ve dışlamaya kalkmıştır. Ama Türkiyeli işçiler kendilerinden yana oldukları için ağır bedeller ödemiş olan bu insanlara her zaman büyük bir saygı duymuşlardır.

Denebilir ki, Türkiye Komünist Partisi TKP 1973 Atılımını yaparken Federal Almanya’da komünizm sempatizanı çok sayıda kadro ve sınıf bilinçli aktif bir işçi kitlesi bulduysa, bunda komünist olsun veya olmasın, göçün ilk yıllarından bu uğurda emek vermiş olan bu insanların büyük katkıları vardır. Yılmaz Karahasan ilk yıllarda ATTF Genel Sekreterliği görevini üstlenmiş, Fuat Bultan TBÖK adına Leningrad’daki Dünya Barış Kongresi’nde Türkiye’yi temsil etmiştir. TKP’nin Federal Almanya’dan Türkiye’ye uzanan ilk köprü başlarını kurmasında ve partinin Almanya’da güçlü bir örgüt yaratmasında bu dostların da küçümsenmeyecek emekleri olmuştur. Parti göçmen işçiler arasında bu kişilerin oluşmasına katkıda bulunduğu ilerici, sol ve demokratik ortam içerisinde örgütlenmiş ve gelişmiştir.

Yılmaz Karahasan’ı sonsuzluğa uğurlarken ve daha önce yitirdiğimiz Fuat Bultan’ı anarken savaş sonrası Almanya’da göçmen işçi tarihinin ilk dönemindeki bu çalışmaların da hatırlanmasının gerekli olduğunu düşündüm. Bu değerli katkı hem göçmen işçilerin hem de partimiz TKP’nin yakın tarihiyle sıkı sıkıya bağlıdır, unutulmaması gerekir.

Bir yanıt yazın