Haber / Yorum / Bildiri

Teknolojik ilerlemeler, sendikalar ve işçi örgütleri

Deniz ALTINER

REEL sosyalizmin çöküşü, komünist partilerin likidasyona uğramasıyla; işçi sınıfı rotasını “kaybetti”, işçi örgütleri çoğunlukla burjuvazinin güdümünde, sınıfın burjuvazi ile boy ölçüşecek, pazarlık şansı zayıfladı. Kapitalizm, burjuvazinin lehine her ülkede bilimsel teknolojik devrimin sonuçlarıyla; yeni üretim biçimleriyle işçi sınıfının karşısına çıkıyor. Otomasyon sistemi, robotlar ve yapay zekânın üretime sokulması; işgücü piyasasını etkiliyor, işsizliğe yol açıyor ve de bundan kaçınmak neredeyse imkânsız hale geliyor! Zira bilimsel teknoloji kapitalizmde işçi ve emekçilere değil, burjuvazini sömürü ve kârını artırmaya yarar. Bilimsel teknoloji özde işçimin az çalışması için vardır. Ama kapitalist sistem bunu işsizler ordusu yaratmaya dönüştürür. Kapitalizm doğası gereği; rahatça at oynatabileceği bir işsiz ordusuna ihtiyaç duyar. Gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilen işin neredeyse yarısının, hâlihazırda var olan teknolojiyle değiştirebileceği görülmektedir. Her zaman olduğu gibi üretimdeki masraf aynı kalmak üzere, sermaye çok sayıda işçi yerine, daha az sayıda işçiden, belli miktarda emek sızdırarak üretimini dizayn ediyor.

Sosyalist komünist bir toplumda bu gelişmeler mutluluk kaynağı olabilirdi; ama herkesin herkesle savaşında ise, bireyler yararı kendi ellerinde topluyorlar ve çoğunluk geçim araçlarından yoksunlaşıyor. Makinelerdeki her iyileşme, işçileri işsiz bırakıyor ve teknik ilerleme arttıkça, işsiz sayısı çoğalıyor; bu nedenle işçiler üzerinde ekonomik bunalım artıyor; yoksunluk, sefillik ve suç üretiyor. (Engels)

Marx, kapitalistlerin mümkün olan en yüksek kâr arzusunun iki ucu keskin bir kılıca dönüşebileceğini belirtiyor; eğer işçiler kendi ürettikleri her şeyi satın alamıyorlarsa bu durumda sermaye, üretimi tahsis etmede ciddi sorunlarla karşılaşır ve bu da 2008’de başlayan ve hâlâ bitmeyen aşırı üretim ve eksik tüketim krizine yol açar. Sermayenin ikinci büyük sorunu, eğer teknolojik gelişmeler aynı miktar insan emeği ile çok daha fazla üretime yol açarsa, üretim sonucu artı değer ve kârın düşmesi demektir. Bu sermaye için kötü ama işçi sınıfı ve halk için iyidir. Bunun olabilmesi için de sosyalizmin gelmesi ve teknolojinin ürünlerini halkın hizmetinde kullanılması demektir.

Günümüzde gelişmiş ülkelerin burjuvazilerine göre yeni teknoloji; iş hayatında verimliliği artıracak, uluslararası rekabet gücünü artıracak, şirketler büyüyecek ve geri kalmış ülkelere yaptırılan üretim tekrar baba ocağına dönecek. İşçi sınıfına göre ise kalıcı işsizlik artacak, işgücü piyasasını ortadan vuracak ve sınıflar arası uçurumu artıracak. İşçiler için; yeni makinelerin sürekli olarak emeğin yerini kapmasıyla, makinelerle rekabet, makinelerle daha çok iletişime girilmesi, robotların da üretime sokulmasıyla dokunulacak ‘’sıcak bir el’’ olmayacaktır.

Neyse ki bu tartışmalar yeni değil ve tarih olup bitenlere ya da olacaklara doğru yanıtı verebilir. İşçi sınıfı 1800’lerden beri ne zaman teknolojik değişimle karşı karşıya kalsa, işsiz kalacağı için endişelenmiştir. Sınıf bilincinin gelişmediği dönemde bu düşman kapital değil yeni makinalar olmuştur.Makinelerin kullanılmasıyla, işçi, sermayenin, kapitalist üretimin somutlaşmış biçimi olan iş araçlarıının kendisiyle savaşmaya başlamış, ona başkaldırmıştır. Everest 1758 tarihinde ilk defa su gücüyle çalışan yün kırpma makinesini yaptığı zaman, işsizliğe itilen 100.000 kişi makineyi ateşe vermişti. İngiltere’de, Fransa’da makine tahrip olayları, işçilerin makineleri rakipleri olarak görmesi, hükümetlere en gerici ve zorlu tedbirleri alma bahanesi sağlamıştır. İşçilerin, makine ile sermayeyi birbirinden ayırt etmeleri ve mücadeleyi sermayeye karşı yöneltmeleri için zamana ve deneyime ihtiyaçları olmuştu.

Yeni teknoloji, tüm sivil toplumu da değiştiren bir devrime yol açıyor. Öncelikle burjuvazinin ve ayrıcalıklı sınıfların tepesine ayrılan bu teknolojik gelişmeler birkaç nesil sonra birer tüketici olarak herkesin elde edebilmesini sağlıyor. Şimdi yeni teknolojinin üretime sokulması ise sadece üretilen malları değil; çevre, enerji, ulaşım, sağlık ve yaşam koşulları gibi alanları da etkileyecek bir gelişmedir.

Geçmişte olduğu gibi, yeni teknolojiyle hem ABD’de hem de Avrupa’da kayda değer bir üretim artışı görülüyor, ancak ücretlerde daha yüksek bir artış olmadığı, dolayısıyla teknolojiden elde edilen kazanımlar, özellikle üretim araçları sahiplerine düşüyor. İngiltere dünyada sanayileşen ilk ülke olduğunda, başlangıçta büyük bir sefalete ve yıkıma yol açmıştı. Sanayi devrimi, işçileri basit ve salt makineler haline getirerek onlardan, bağımsız etkinliğin son kırıntılarını da çekip aldı ve böylece onları, insana yaraşır bir konumu istemeye zorlayarak, kendi mantıklı sonucuna ulaştırmış oldu. (Engels) İşçiler daha üretken hale geldiler ama neredeyse meyvelerinden hiçbirini toplayamadılar. Sanayileşme ilerledikçe aynı şey diğer ülkelerde de yaşandı ve yakın zamanda Çin ve Afrika’nın kimi bölgelerine de yansıdı. Teknolojik devrimin sarsıntıları ve dirençleri ancak yeni teknoloji etrafında yeni işler ortaya çıktığında, teknolojik gelişmelerde bir gerileme yaşanır ve işgücü piyasası yeni koşullara uyum sağladığında tersine döner. Fakat bu süreçte emek gücünden başka şeye sahip olmayanlar için hem uzun hem de çok zorlu bir süreç yaşanıyor. İşçi sınıfı “en hızlı ve en iyi, kendi hatalarının ceremesini çekerek öğrenir.” (Engels, İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu)

Makinelerin üretime girmesiyle proletarya doğdu. İş bölümü, su gücünün ve özellikle buhar gücünün sanayiye uygulanması ve makinelerle, geçen yüzyılın ortasından bu yana, dünyayı yerinden oynatan manüfaktürün üç büyük kaldıracı oldu. Küçük ölçekli imalat orta-sınıfı, geniş ölçekli imalat işçi sınıfını yarattı ve orta sınıfın seçkinlerini tahta oturttu, ama yalnızca zamanı gelince devirmek için.  İşçi sınıfı ile sermaye arasında yürütülen savaşın gelişimini, her iki tarafın izlediği politikayı ve başvurduğu yöntemleri belirleyen etkenlerin en önemlisi, çağımızda hızla ilerleyen bilimsel ve teknik gelişmelerin toplumsal sonuçlarıdır. Teknolojik devrimin ekonomik ve toplumsal sonuçları; bu sonuçların etkisiyle sermayenin strateji ve taktiğinde meydana gelen değişiklikler; işçi sınıfının, sendikaların ve işçi örgütlerinin karşısına birçok yeni sorun çıkarıyor.

Komünistler hiçbir zaman teknolojik gelişmeden korkmadılar.

Marx ve Engels Komünist Manifesto’da işçilerin makul koşullar altında mücadelelerinin makinelere karşı olmadığını belirtmişlerdir. Makineler ne iyidir ne kötü; belirleyici olan onlar üzerindeki güç ve sahiplik ilişkisidir. Üretim araçların mülkiyeti burjuvazide mi, proletaryada mı? Üretim araçları (makinalar, günümüzde bilimsel-teknoloji) kapitalist sistemde burjuvaziye, sosyalist sistemde proletaryaya yarar. Bu nedenle teknolojik gelişmelere saldırmak, ondan korkmak ileriye giden bir yol değildir. Saldırı kapitalizme olmalıdır.Robotlara ve diğer barışçıl donanımlara karşı savaşılmamalı, ancak işçi sınıfının ve demokratik güçlerin de bunlar üzerinde hâkimiyet sağlamaları için çalışılmalı, kazanımlar güvence altına alınmalıdır. Eğer teknolojik gelişmeler çevreye zarar vermeden genel nüfusa daha iyi yaşam koşulları sağlamak için kullanılıyorsa bu övgüye değerdir. Sosyalizmde teknoloji, sermayenin hizmetinde değil, tam olarak halkın hizmetinde kullanılır, böylece çalışma hayatı kolaylaşır ve geçime yetecek çalışma saatleri kısaltılır.

Marx, kapitalist ekonominin döngüsünü keşfetmeden önce, ekonomistler ve akademisyenler, değerlerin nasıl yaratıldığı konusunda farklı görüşler ileriye sürdüler:

-Kimileri feodal düzende, değer yaratan şeyin toprak olduğunu ileri sürdü; kölelik koşullarında toprağı işleyen çiftçiyi hesaba katmadılar.

-Merkantilistler ise ticaretin belirleyici faktör olduğuna inanıyorlardı. O dönemde parayla servetler kazanan tüccarların olduğu doğruydu; ancak tüccarların para kazanabilmelerinin tek nedeni sattıkları malların ağır insan emeğine dayanmasıydı. Tek başına almak-satmak yeni değer yaratmaz; en fazla mevcut değerlerin birinden diğerine yeniden dağıtılmasına yardımcı olur. Bu insanlar burada paranın kendisinin büyük bir rol oynadığına inanıyorlardı ki Marx buna “para yanılsaması” diyecekti.

Marx’a göre meta her biçime girebilir… ”eşdeğer biçim, kendi maddi biçimi ile toplumsal bir mahiyet kazanan, o belirli meta, şimdi artık para-meta haline gelir, ya da para olarak iş görür.” (Kapital I. cilt, Sol Yayınları s. 91)

-Kimileri de değeri yaratanın makineler olduğuna inanıyorlardı. Aslında buna hâlâ inananlar yok değil! Geleceğin insanının çalışmaya ihtiyaç duymayacakları, bu işi makinelerin devralacağı, robotik bir toplum olacağı görüşünü paylaşıyorlar. Ancak en pahalı ve büyük bir makine bile tek başına, insan gücü olmadan çalışamaz. Makinelerin iyileştirilmesinden burjuvazi yarar sağlıyor, sermayesini artırmak için büyük bir fırsata sahip oluyor.

Marx’a göre makineler

Marx’a göre makine, bir defa harekete geçirildikten sonra, taşıdığı aletlerle, daha önce işçinin benzer aletlerle yaptığı aynı işi yapan bir mekanizmadır. Hareket ettirici gücün, insandan veya başka bir makineden alınmasının bu yönden hiçbir farkı yoktur. (Kapital I. Cilt s. 404) Makinenin boyutları ile işlettiği araçların sayısındaki artış, onu hareket ettirecek çok daha büyük bir mekanizmaya ihtiyaç gösterir ve bu mekanizma, insanın, tekdüze ve devamlı bir hareketi meydana getirme yönünden çok yetersiz bir araç olması bir yana, makinenin direncini yenebilmesi için insandan çok daha kuvvetli bir hareket ettirici güce sahip olmalıdır. (Kapital Cilt s. 406) Modern sanayi, makineyi ele almak ve makineyle makine yapmak zorunda kalmıştı. Makine biçimine gelen iş araçları, insan gücü yerine doğal kuvvetlerin konulmasını ve el alışkanlığı yerine bilimin bilinçle uygulanmasını gerektirir. Manüfaktürde, toplumsal iş sürecinin örgütlenmesi tamamen özeldi ve işçi zaten var olan maddi üretim koşullarına eklenen bir şey haline gelmiştir. Makineler, birleşmiş emek ya da ortak emekle işletilir.

Makine bir sanayi koluna ilk defa girdiği zaman, onu daha ucuza üretmek için yeni yöntemler birbirini izlediği gibi, onun yalnız parçalarını ve kısımlarını değil, bütün yapısını etkileyecek geliştirme çabaları da ardı ardına gelir. İşte bu yüzden, makinenin ömrünün ilk günlerinde, işgününün uzatılması için bu özel dürtü kendisini daha büyük şiddetle duyurur. İşgünün uzatılması, diğer yandan, makineler ile binalara yatırılan sermaye miktarında bir değişiklik olmaksızın üretim hacminde bir artış sağlar. (Kapital I. Cilt s. 434)

İş saatlerini uzatarak işçinin bütün zamanına el koyar. Her türlü kapitalist üretim, sadece bir iş süreci olmayıp, aynı zamanda bir artı değer yaratma süreci de olduğu için, şu ortak özelliği gösterir: iş araçlarını kullanan işçi değildir, tersine, işçiyi kullanan iş araçlarıdır. (Kapital Cilt I. S. 451) otomat haline dönüşen iş aracı, iş süresinde işçinin karşısına; canlı işgücüne egemen olan ve onu bitirip tüketen sermaye ve ölü emek şeklinde çıkar. Üretimin zihinsel güçlerinin el emeğinden ayrılması ve bu güçlerin, sermayenin emek üzerindeki kudreti haline dönüşmesi, makine temeli üzerinde yükselen modern sanayi tarafından tamamlanmıştır.

Teknik buluşlar ve proletarya

Engels, işçi sınıfının tarihini teknik buluşlara bağlar. Buluşlar, endüstri devrimini belirlemiş ve bu devrim burjuvaziyi değiştirmiştir; bu değişikliğin başlıca sonucu devrimci bir sınıf olan proletaryadır. İngiliz işçi sınıfının tarihi geçen yüzyılın ikinci yarısı ile buhar makinelerinin keşfiyle başlar. Bu keşifler bilindiği gibi, endüstri devrimini başlatmıştır. Bu sebepledir ki, İngiltere’nin önemi; az gürültülü geçtiği oranla büyük olan bu değişikliğin başlıca sonucunun proletaryanın gelişmesinin klasik yurdudur. Engels, “proletaryanın bütün şartlarıyla ve her açıdan incelenebileceği yer yalnız İngiltere’dir” der.

Bilimsel teknolojik gelişmeler karşısında mücadele

Kapitalist ülkelerde otomasyon, yapay zekâ ve robotlardan doğan sorunlar belirmiştir. Bu durum işte güvensizliğe ve bazı iş kollarında işsizliğe yol açıyor. Bilimsel ve teknik ilerlemelerin, emekçiler için, bütün toplum için, bir tehlike oluşturmaması, onların çıkarlarına hizmet edebilmesi için, ne gibi önlemler alınmalıdır biçimini alan genel sorun, somut biçimlerde ortaya çıkıyor. Teknolojik devrimin etkisiyle, verim o denli artmıştır ki, aynı miktarda mal üretmek için, çok daha az işçi gerekiyor. Bazı endüstri kollarında otomasyonun gelişmiş olması, sendikal açıdan –özellikle grevlerde çeşitli sorunlara yol açabiliyor. Üretimde çalışan işçiler fazla kalabalık olmayınca işveren için greve rağmen üretimi devam ettirmek sorun olmuyor. Üstelik işin niteliği değiştiği için, işveren fabrikayı işletmek için birkaç teknisyen ya da büro memurlarına başvurabiliyor, grevleri başarısızlığa uğratabiliyor.

Sendikalar bu durumdan ders çıkarmak zorundadır. İşçiler grev yapıyorlar. “Çünkü susmaları bu şartları kabul etmek demektir; burjuvazinin, işler yolunda gittiği zaman işçileri sömürmek, işler bozulduğunda onları açlıktan öldürmek hakkını kabul ve onay vermeleri demektir. İnsani duyguyu bütün bütüne kaybetmedikleri müddetçe buna karşı protesto etmek de işçilerin vazifesidir” der Engels.

O nedenle sendikal hareket, komünistler bütün emekçileri sendikalarda örgütlemek ve sendikalar arasında eylem birliğini sağlamak zorundadır. Ustabaşı, teknisyen, mühendis, memur gibi bedeniyle çalışmayan emekçileri sendikalarda örgütlendirme sorunu çok önemlidir; bütün hareketlerde, bütün emekçi grupları arasında sıkı bir iş birliği sağlanmalıdır; bu ise toplu sözleşme veya eylemlerin hazırlık döneminde bütün bu unsurlarla teması gerektirir. Çünkü burjuvazinin egemenliği sırf işçiler arasındaki rekabete, birbirleriyle çatışan işçiler yüzünden, proletaryanın parçalanışına dayanmaktadır. İşçiler, emekçiler arasındaki rekabet kalktığında işçiler burjuvazi tarafından sömürülmemeye bir kez yemin ettiler mi, mülkiyetin saltanatı sona ermiş demektir.

Bilimsel ve teknik devrimin doğurduğu sorunlar arasında, işçi ve memurların yeni tekniklere uyum sağlaması ve mesleki bakımdan yetiştirilmesi de çok önemlidir. Genellikle, bu mesleki eğitim, tekellerin isteğine ve azami kâr prensibine göre yürütülmektedir. Gençlerin çok az bir kısmı ancak, yeni şartlara uygun bir eğitim görmektedir. Mesleki eğitimin çok dar sınırlarda tutulması, genç işsizliğini artırıyor ya da teknik ilerledikçe işsiz kalma tehdidi altında, kalifiye işçi istemeyen işlerde çalışmaya mahkûm ediliyor. Öte yandan, mesleki eğitim, çağdaş tekniklere göre yetersiz kalıyor; yeni tekniklere uyum sağlayacak teorik temeli veremiyor. Bu durumda işsizlik ihtimalini artırıyor.

Sendikal harekete düşen bir görev gençlerin seçtikleri meslekte yeteneklerini kullanmalarını ve isteklerini gerçekleştirecek kadar geniş tutulan demokratik bir eğitim ve öğretim görmelerini sağlamak, bu talebi iktidardan talep etmektir.

Sendikalar teknolojik gelişmeler nedeniyle işten çıkarılan işçilerin, emekçilerin, devletin ya da işverenin hesabına, başka bir mesleki eğitim görmelerini talep etmeli, bunun mücadelesini vermelidir. Bu eğitim süresince ücretlerini kesintisiz almaları için hükümete baskı yapmalıdır. Otomasyon, yapay zekâ ve robot üretimi nedeniyle sendika, iş süresinin azaltılması tehlikesine karşı, işten çıkarılan işçilere tazminat verilmesi ve yeni iş bulmalarına yardımcı olunması, ulaşım kolaylıkları sağlanması vb amaçlar gütmelidir.

Böylelikle, hızla gelişen bilimsel ve teknik devrimler çerçevesinde, işçi sınıfının ve sendikaların yürüttüğü savaşlar, çok geniş tutulan isteklerin yerine getirilmesi amacını güdüyor. Bu savaş; işsizliğe, eve kadar vardırılan çalışma temposunun hızlandırılmasına ve bunun emekçiler üzerinde yarattığı sinirsel yıpranmalara karşı, iş güvenliğinin sağlanması ve ücretlerin artırılması için yürütülür. Öte yandan, işçilerle işçi örgütleri, mesleki sınıflandırma, iş bölümü, çalışma yöntemleri, iş bulma, işten çıkarma, üretimin organizasyonu gibi işleri de gündemlerine almalılar. Oysa işverenler tüm bu sorunlara kendi yetkilerine dâhil sorunlar olarak bakıyorlar. Sendikalar, bu sorunların toplu sözleşmelerde yer almasını, sözleşme konusu yapmalarını, işveren tarafından tek taraflı çözülmesini reddetmeliler. Sendika işyeri temsilcileri fabrikalarda ya da işyerlerinde keyfi davranışları sonlandırmalı, işyerlerinde üretimde yeni yöntemler uygulandığında, sendika temsilcilerine danışmalıdırlar. İşverenler, işçilere keyfi davranmaya alıştıkları için sendikaların, işçi örgütlerinin işe karışmasından, otoritenin bölünmesinden hoşlanmayacaktır.

Bilimsel teknik devrimin emekçilere, işçilere fayda sağlaması için otoritenin paylaşılması ya da sınırlandırılması üzerine savaşım yürütmek yetersiz kalır. Daha köklü dönüşümler sağlamak, mülkiyetin bütün halka hizmet etmesi için mülkiyet ilişkilerinde köklü değişikliklerin gerçekleştirilmesi bir zorunluluktur. Geçimini sağlamak için emeğinden başka satacak hiçbir mülkü olmayan emekçilerin kapitalist mülkiyet koşullarında yalnız bilimsel teknolojik devriminin yarattığı kötülüklere karşı değil, aynı zamanda kapitalist mülkiyet yerine toplumsal mülkiyeti egemen kılınma mücadelesini de gerektirmektedir.

Robotların üretim sürecine katılmasıyla çalışma saatlerinin azaltılması gerekmektedir. Çalışma saatlerindeki azalma tam ücret telafisi ile yapılmalıdır. Bu tam da teknolojik gelişme sayesinde mümkündür ki artık yaşamın gerekli ihtiyaçlarını sağlamak için insanın saatlerce çalışmasına gerek olmadığı anlamına geliyor. İşverenler çalışma saatlerinin azaltılmasına her zaman şiddetle karşı çıktılar. Bütün kârına kendileri el koymak istiyorlar. Marx’ın gösterdiği gibi, sermayenin daha fazla kâr elde etme fırsatlarından biri, işçileri her gün, her hafta ve yıl boyunca mümkün olduğu kadar uzun süre ve mümkün olduğu kadar en düşük ücretlerle çalışmaya zorlamaktan ibarettir.

Bedeniyle çalışmayan emekçiler

Teknik devrim emekçi sınıfların yapısında çok büyük değişikliklere yol açıyor. Atom enerjisi, uzay endüstrisi, elektronik ve kimya endüstrileri gibi yeni kurulan ya da hızla gelişen endüstrilerde, bedeniyle çalışmayan ve özellikle bilimsel ve teknik emekçi oranı yüksektir. Öte yandan, birçok ülkede tekstil, demir-çelik, kömür madenlerinde, demir yollarında el emeğinin büyük rol oynadığı sanayilerde iş olanakları hızla azalmaktadır. Kafasıyla çalışan, bedeniyle çalışmayan emekçi sayısı hızla artıyor. Teknisyen ve mühendis sayısı artıyor. Bir yandan da, işlerin özü bakımından, işçilerle memurlar arasındaki fark azalıyor. Bu da, gitgide artan makineleşmenin ve otomasyonun sonucudur. İşçilerle beyin emekçilerinin aldığı ücretler birbirine yaklaşıyor, hayat şartları arasındaki farklar azalıyor, memurlara sağlanan geleneksel imtiyazlar kayboluyor, artık onlarda işçilerin karşılaştığı sorunlarla karşılaşıyor. Bütün sorun, bedeniyle çalışmayan emekçilerin bu durumu bilince çıkarmaları ve işçi hareketine katılmalarıdır. Örneğin özel okullarda çalışan öğretmenler, özel hastanelerde çalışan doktorlar-sağlık emekçileri ya da hukuk bürolarında çalışan avukatların durumlarının tam da buna uymaları ya da mühendislerin işçi ücretlerinin bile altında kalmaları gibi.

Sendikal hareket ve komünistler bu duruma eğilmeli ve bütün bu kesimleri işçi sınıfının genel faaliyetine bağlamalıdır.

Memurların da örgütlenme, sendikal hakları, toplu sözleşme hakları, deneyime ve kalifikasyona uygun maaş alma hakkı, terfi etme hakkı, toplu sözleşmelerde çalışma saatlerinin belirlenmesi, işverenlerin kontrolü dışında, iş saatleri içinde eğitim plânlarının belirlenmesi, iş saatlerinin azaltılması, kadın emekçilerin erkek meslektaşlarıyla aynı ücreti alması, kadınların belli alanlarda istihdam edilmelerine karşı da sendika mücadele vermelidir.

Aydınların, bilim insanlarının, üniversite üyelerinin, kültür hayatının ileri gelenlerinin sendikalara katılması, sendikal harekete daha geniş bir nitelik kazandırır. Bilimsel teknik ilerleme şartları altındaki mühendislerin, ekonomistlerin, bilim insanlarının bilgisi ve deneyimi sendikalara büyük bir destek sağlayabilir. Kapitalist ülkelerin sorunlarına, işçi hareketinin demokratik ve antikapitalist çözüm yolları önermesi için en olumlu koşullar yaratılmış olur.

Sendikaların rolü önemli hale gelmiştir.

Bugün, sendikalar bilimsel teknik gelişmenin getirdiği yeni durumla karşılaşıyorlar. Teknolojik gelişmelerin üretime kattığı yenilikler, kafa emekçilerinde artışın yanı sıra Amerikan emperyalizminin saldırganlığı, ülkemizde Kürtlere karşı ve bölgede sürekli tırmandırılan savaş, bütün ülkelerin işçi sınıfını yakından ilgilendirmesi gerekiyor. Sendikalar, iktidarın savaş politikalarını destekleyemez. Üstelik içinde bulunduğumuz şartlar, sendikaların emekçilerin lehine, çıkarlarına uygun daha şiddetli bir savaş karşıtı politika yürütmeye zorluyor. Savaş emekçilerin her gün yoksullaşması, yoksunlaşması ve yaşamını yitirmesi demektir.

İktidar, sermayenin çıkarlarına hizmet ediyor, işçilerin işverene karşı yürüttüğü savaşa müdahale ediyor. Bu nedenle, sendikaların ekonomik olarak yürüttüğü savaş siyasi bir öz içeriyor. İktidarın işvereni kolladığı şartlar altında sendikaların, Türk-İş’in dediği gibi “saf sendikal hareket” inandırıcı değildir. Bu durum, işçilerin hareket alanını sınırlandırıp işverenlerin kuyruğuna takmakla, emekçilerin çıkarları etkili bir biçimde savunulamaz, sendikacıları da göstermelik iktidarı eleştirerek “görevini” yerine getirmektedir.

Sendikaların sorumluluğu genişliyor.

Geleneksel toplu sözleşme ile emekçilere daha iyi şartlar kabul ettirmek üzere savaşım vermekle yetinmek imkânsızdır. Bilim ve teknoloji geliştikçe, toplu sözleşme çerçevesinde çözümlenmeyecek sorunların sayısı artacaktır. İlerici sendikalar tekeller aleyhine çözüm yollarını kabul ettirmek için mücadele yürütmek zorundadırlar. Sendikalar sadece ekonomi politika ile ilgili değil, DİSK’in DİSK olduğu zamanlardaki gibi barış ve demokrasi, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi mücadelesinde de işçi sınıfının lehine mücadele etmelidir. Ülkede onbinlerce Kürt, aydın, politikacı cezaevlerinde rehin tutulurken sendikalar buna ilgisiz kalamazlar. Nasıl ki Fransa’da tek adam rejimine son verilmesi, demokrasinin tahsisi için CGT kitleleri birleştirme işinde rol oynadıysa, İtalya’da neofaşistlere karşı yürütülen savaşta sendikalar rol oynadıysa, İspanya’da yarı yasal sendikaların Franco rejimine karşı demokrasi savaşı verdiyse, Yunanistan’da sendikalar cunta rejimine karşı mücadele verdiyse boğulan işçi hakları, sendikasızlaştırma gibi Erdoğan’ın burjuvaziye sunduğu ayrıcalıklar uğruna işçi sınıfı bu tek adam rejimini ortadan kaldırmak, ülkeye barış ve demokrasinin gelmesi, hak ve özgürlüklerin kazanılması için işçi sınıfı sahaya çıkmalıdır.

Bugün ABD’nin başını çektiği emperyalizm işçi sınıfına, halklara karşı her yola başvuruyor, başta Ortadoğu olmak üzere saldırılarını artırıyor, şiddetlendiriyor. Ülkemiz yıllardır bu savaşların yükünü çekiyor. Suriye’ye saldırıyla göçmenlere kapı açılıyor, işçi sınıfı büyüyor, göçmenlerde yoksulluk; onlara karşı ırkçı saldırılar her geçen gün artıyor. Sınıf ve kitle sendikacılığı hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm işçilerin birliğini sağlamak zorundadır. Bunun için de her türlü ayrımcılıktan, milliyetçilikten, cinsiyetçilikten arınmak zorundadır. Emperyalizmin saldırılarına karşın sendikalar antiemperyalist güçlerle saflarını birleştirmelidir. Ve diğer ülkelerin antiemperyalist güçleriyle ittifaklarını güçlendirmeli, güçlü bir barış hareketinin öncüsü olmalıdır.

İşçi sınıfına ve halklara dayanan ve bu unsurların çıkarlarını savunan, burjuvaziye ve gerici güçlere cephe alan, komşularıyla ve başta Kürt halkı olmak üzere halklarla ve inançlarla barışık demokratik bir iktidarın kurulması, işçi sınıfı için çok önemli bir kazanım olacaktır.

Tekellerin neoliberal politikalarla devlet üzerindeki güçleri, sermayenin gittikçe belli ellerde toplanması karşısında, işçi sınıfı ve emekçiler arasında ulusal ve uluslararası birlik sorununu daha yakıcı hale getirmiştir. Önce rotasını kaybetmiş, ücret sendikacılığına dönmüş DİSK ve diğer işçi örgütleri sınıf ve kitle sendikacılığına döndürülmeli, sonra da uluslararası sendikalara formel üyelik değil, tekellere karşı ortak savaş hayata geçirilmelidir.

Tekellerin güçlenmesi ve merkezileşmesiyle birlikte neoliberal politikaların hayata geçmesiyle, işçi sınıfını sömürme mekanizmaları hemen hemen her yerde birbirine benzemeye başladı; esnek çalışma, evden çalışma, yapay zekâ, robotların üretime sokulması, otomasyona geçiş gibi. Bu nedenle işçi sınıfının ileri sürdüğü taleplerde uluslararası niteliğe dönüşmüş durumda ve dünya sendikalarıyla daha sıkı iş birliğini gerektiriyor. Diğer ülkelerdeki ekonomik ve siyasi savaşım deneyimlerinin aktarılması konusunda sendikalara daha çok görev düşüyor. Emperyalist saldırılara karşı da sendikalar arası dayanışma zorunluluğu artıyor. Bu dayanışma birliği de güçlendirecektir. Hızla gelişen bilimsel teknolojiyi kapitalist sistem, kendi sömürü ve kâr hedefleri için kullanarak toplumda neden olduğu ekonomik, sosyal, doğal ve çevre sorunları, bilimsel ve teknolojik gelişmeler artık kapitalist mülkiyetin eseretinden kurtarılmayı ve toplumsal mülkiyette toplum yararına kullanılmayı beklemektedir. Bu da ulusal ve uluslararası alanda işçi ve emekçi sınıf ve örgütlerinin, demokatik güçlerin ortak hareketini dayatmaktadır. Bilimsel teknolojik gelişmelerin toplum yararına tam olarak kullanılması ancak toplumsal mülkiyet koşullarında mümkündür.

Bir yanıt yazın