Haber / Yorum / Bildiri

Başyazı: Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır!

Çözümü de savaş değil barıştır, müzakeredir! Aksi; ard arda gelen asker cenazeleridir!

KUZEY Irak Başur’daki, Kuzey Suriye Rojova’daki “çatışma” bölgelerinde Kürtlere karşı yürütülen savaşlardan sürekli acı haberler geliyor. Son bir ayda 25 asker PKK ve YPG/YPJ saldırıları sonunda hayatını kaybetti, “şehit” düştü. Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamalarına bakılırsa, yapılan kara ve hava operasyonları sonucu, onlardan da iki kat fazlasıyla gerilla, “terörist” etkisiz hale getirildi. Yıllardan beri savaş, kıyım tüm hızıyla sürüyor. 

Ne oluyor, askerler neden ölüyor

Ama son üç haftada “Pençe Kilit” operasyon bölgesinden ard arda gelen “şehit” haberleri toplumda şok etkisi yarattı. Başur’da Duhok’un Amadiye ilçesi Sergeli Köyü kırsalındaki Metina vadisinde 1740 rakımlı tepede konuşlanan Şırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı emrindeki Kırklareli 41. Komando Tugay Komutanlığına bağlı uzak emniyet timi PKK saldırıları sonucu önce 23 Aralık 2023’de 12 asker, aynı yere 12 Ocak 2024’te yapılan ikinci saldırı sonucunda da 9 asker hayatını kaybetti.

Aynı yerde ard arda vuku bulan kayıplar kamuoyunda, ”Ne oluyor? Devlet askerlerin hayatını koruyamıyor mu? Askerler neden ölüyor?” sorularının yükselmesine neden oldu. Şimdiye kadar “Ordu, asker savaşıyor, aman yıpratılmamalı, eleştirilmemeli, milli birlik ve beraberlik sağlanmalı” adı altında kamuoyu susturuldu, susmayıp konuşmaya kalkanlar “terör örgütü yandaşlığı”, “terörün işbirlikçisi” diye yaftalanarak sindirilmeye çalışıldı. Böylece iktidarın Kürtlere karşı uyguladığı hem siyasi, hem askeri politikalar kutsanıyor, yapılan her türlü yanlışlıkların, hataların, beceriksizliklerin, ihmallerin üstünü kolayca örtme fırsatı doğuyordu. Şimdiye kadar iktidar bunu kendisine sık sık kalkan olarak kullandı. Ama bu kez kamuoyundan sesler yükselmeye, başta CHP olmak üzere bazı emekli generaller ve subayların çıkışlarıyla iktidarın Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki, Başur ve Rojova’daki operasyonları sorgulanmaya başlandı. Eksik ve yüzeysel olmakla birlikte doğrusu ve yapılması gereken bu ve daha derinlemesine sorgulamalardır. CHP Genel Başkanı Özgür Özel CHP’nin şimdiye kadarki ezberlerini bozarak ilk saldırıda başlattığı sorgulamayı ikinci saldırı sonrasında kendi başkanlığında toplanan MYK’ın yayınladığı bildiride de sürdürdü. Bu bildiride sorulan sorulardan bazıları şunlardır:

CHP: Pençe-Kilit harekâtının siyasi ve askeri hedefleri nedir?

“20 aydır süren Pençe – Kilit harekâtının siyasi ve askeri hedefleri, bu hedeflere ulaşılma durumu nedir? 

Bölgede teröristlerin faaliyetlerine ilişkin istihbarat zemininde zafiyet var mıdır?

Teröristlerin saldırıları, üs bölgelerinin mevsimsel koşullara karşı yeterli korumaya ve gerekli tahkimata sahip olmaması sebebiyle mi önlenemiyor?..” 

Şüphesiz bu sorular eksik ve yetersiz, sorunun özüne inmek ve sorgulamaktan çok, iktidarın yüzeysel eleştirisine dayanmakta, ona harekât sırasında yapılan hata ve eksikliklerinden, ortaya çıkan “zafiyetlerden” dolayı vurmaktır. Harekâtın özüyle ilgili bir eleştiri değildir. Bununla birlikte en azından ilk soru harekâtı bir sorgulama niteliğini taşımaktadır: “Pençe–Kilit harekâtının siyasi ve askeri hedefleri” nedir, “Bu hedeflere ulaşma durumu nedir?” Burada tartışma bu harekâtın ne için yapıldığına evrilebilir. Bu soru ciddi olarak tartışılırsa Türkiye komuoyu gerçekleri daha iyi görme olanağına sahip olabilir. Zira ismi ne olursa olsun, ister Pençe, ister Kalkan olsun, hem Kuzey Irak, Başur’da hem Kuzey Suriye Rojava’da yıllardan beri sürdürülen askeri harekâtların hedefi “PKK terör örgütünü bitirmek, terörün ve teröristlerin kökünü kazımaktır.” “Bu hedeflere ulaşılma durumu nedir?” sorusuna verilecek cevap apaçık ortadadır. Bu hedeflere ulaşma durumu yoktur. Çünkü burada söz konusu olan bir “terör” değil, yıllardan beri bir halkın, Kürt halkının zorla asimile edilmeye, inkâr ve imha edilmeye karşı isyanıdır. Başur’da Rojova’da, sınır ötesinde asker ölümlerini sorgulamak, Kürt sorununun ne olduğunuı sorgulamaya başlamanın ilk adımıdır. Önemli olan tartışmaya başlayabilmektir.  

Şüphesiz CHP bu devletin kurucu partisidir. Devletin milleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğü onun da olmazsa olmazıdır. Kürt isyanının, direnişinin bastırılması, bu direnişin öncüsü olan PKK’ya karşı savaşılması onun da politikasıdır. Ama gelişmeler onlara da bazı sorular sordurmakta, çözüm yolları aramaya zorlamaktadır. Belirleyici olan her zaman toplumsal gelişmelerdir. Toplumda şu anda bir “kıpırdama” yaşanmaktadır.

Susmayı yenen general ve subaylar: Bu hudut savunması değildir

Hatta bu sorgulamaya artık o bölgelerde bulunmuş, savaşlara katılmış bazı emekli generaller ve subaylar, uzmanlar da katılmaktadır. Bunlar “kış mevsiminde, sınırdan o kadar uzakta, lojistik destek imkânlarının kısıtlı olduğu, savunulması zor mevziler bulundurmanın askeri açıdan hata olduğunu ve bunun hudut, vatan savunmasıyla bir ilişkisi olmadığını” söylemeye başladılar. Şimdiye kadar TV’lerde elinde bir değnek haritalar üzerinde sözde kahramanlık destanları anlatan “uzmanlar” bakıldığında bunlar oldukça yeni seslerdir. 

Bunlardan biri Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu. Pamukoğlu sınır ötesinde üs kurmanın yanlış olduğunu belirterek şu ifadeleri kullanıyor:

“Biz oralarda üsler kuruyoruz. Fakat bu üs meselesi benim Hakkâri’ye atandığımdan beri kabul etmediğim, uygulamadığım bir şey… Hududu korumak başka bir şey, teröristleri bulup yok etmek başka bir şey… ABD, Vietnam’da üsleri basılarak 56 bin ölü verdi. Üs demek, sen sabitsin demek, sen gözetleniyorsun, sen takip ediliyorsun demek. ‘En zayıf anında mutlaka ben sana baskın yaparım’ demek.” General burada askeri açıdan eksik ve yanlış bazı tespitler yapıyor, tartışıyor. Yüzeysel de olsa bu tartışma iktidarın politikasını hedef alıyor. Operasyonlara karşı değil, ama bunun hudut korumakla ilgisi olmadığını, başka ülkelerde üs kurmanın ABD’nin Vietnam’da başına gelenlerin gelebileceğini hatırlatıyor. 

Bir diğeri Emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk. Solmaztürk ise bir TV programında sorunların üstüne daha “cesurca” giderek, bazı sorulara parmak basarak konuşuyor: “Askerlerimiz oralarda ne uğruna ölüyorlar, öldürüyorlar? Şehitler hangi nedenle, hangi sonuçlar için veriliyor?” diye soruyor ve “Siyasî amaçlı bir operasyon 1 yıl 8 ay sürmez. Operasyon sınırlı hedefle, sınırlı amaçla yapılır. Bu başka bir şey… Bu arazî işgalidir. Ne kadar devam edecek? Yabancı topraklara girdiniz, hududunuzu geriye ittiniz… Askeri sınır ötesine gönderenler cevabını vermelidir.” Bunlar yakıcı sorunlar Bir emekli general “Askerlerimiz oralarda ne uğruna ölüyorlar, öldürüyorlar? Şehitler hangi nedenle, hangi sonuçlar için veriliyor?” diyerek sorunun özünün tartışılmasına işaret etmeye çalışıyor. Gerçekten de hudut geriye itilerek güvenlik sağlanmaz. Bunlar Erdoğan’ın işgale dayalı yayılmacı bir politika izlediğinin ifadesidir.

Emekli Albay Orkun Özeller de, temkinli bir şekilde konuşarak “Hududu korumak kolay, bunlara gerek yok… Konuya ilişkin dilimi tutuyorum, silahlı kuvvetleri yıpratır, terör örgütüne yarar derler diye… Bunu bir yıldır söylemediğim için kendimi suçluyorum” diyor. Artık konuşmanın zamanı geldiğini, operasyonların sorgulanması gerektiğini söylemeye çalışıyor. “Terör destekçisi” suçlamasının aşılmasını belirtiyor

Oyun bozulmalı: Kürtlere karşı savaş Erdoğan iktidarını uzatır, ona seçim kazandırır

Bu sorular, bu sorgulamalar Türkiye’de bir ilk sayılır. Kürt sorununda, Kürtlere karşı savaşta yeni bir barış, müzakere döneminin tabandan zorlanabileceğinin habercisi olabilir. Bunun için bu soruların cesaretle daha çok sorulması, bunu yapanların, hem CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, emekli general ve subayların desteklenmesi ve cesaretlendirilmesi gerekmektedir. Ama burada görev yine sol ve demokratik güçlere düşmektedir. Önce onların bu soruları sorması, kamuoyunda tartışması gerekmektedir. Sorular basittir: “Harekâtın siyasi ve askeri hedefi nedir? Askerlerimiz oralarda ne uğruna ölüyorlar, öldürüyorlar?” Öldürdükleri kim? Belki kendi kardeşi, hısım ve akrabası. Bu sorulara en başta Erdoğan’ın ve Genel Kurmayının cevap vermesi gerekir. Ama vermezler, verseler de çarpıtırlar, hemen terör silahını kullanırlar. Çünkü bu soruların altında Kürt sorunu vardır, üstünde ise Erdoğan’ın iktidarını koruması ve sürdürmesi vardır. Harekâtın siyasi hedefi Kürt Özgürlük hareketidir, Kürtlerin herhangi bir şekilde ulusal ve siyasi bir hak elde etmesini engellemektir. Askeri hedefi Kürtlerin bu girişimlerini boğmaktır ve bunu sürekli bir savaşa dönüştürmektir. Zira savaş sürdüğü sürece iktidar konumlarını sağlamlaştırır. Savaş koşullarında milliyetçilik ve şovenizm körüklenir, seçimleri kazanmak kolaylaşır. Hatta “şehitler” bile seçim propagandası olarak kullanılmaktan kaçınılmaz. Yerel seçim sathı mailine girilen bu dönemde gelen ve gelecek olan şehitler bile oy için kullanılabilir.

İşte Erdoğan kendi iktidarı için Kürtlere karşı savaşı sürdürüyor, bölgede gerginliği arttırıyor, askerler de bir yanıyla bunun için ölüyorlar ve öldürüyorlar. Ama gerçek neden devletin bekası adına Kürtlerin inkâr ve imha edilmesi, asimile edilmesi, Türkleştirilmesidir. Erdoğan iktidarının bekası ile Türk devletinin bekası burada birbiri içine girmektedir. Biri diğerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağın düğümü Kürtlere karşı savaştır. Ülkeyi bölecek olan bu isyan değil, devletin Kürt halkına karşı uyguladığı inkâr, imha ve asimilasyon politikalarıdır, Erdoğan’ın iktidar hırsıdır.

İktidar hâlâ “azim ve kararlıkla” son teröristi etkisiz hale getirmekten söz ediyor 

İktidar her zaman olduğu gibi, 21 askerin hayatını kaybetmesine rağmen, bu kez de bildiğini okumaya devam etti. Hem Dolmabahçe, hem Mecliste yapılan toplantılarda Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için PKK/YPG/KCK ile mücadelenin “azim ve kararlılıkla” sürdürüleceği, “son terörist etkisiz hale getirilinceye, Irak ve Suriye’deki terör bataklıkları tamamen kurutuluncaya kadar” mücadeleye devam edileceği, “nerede bir terör tehdidi, kampı, sığınağı, oluşumu veya kümelenmesi varsa arkasında kim olduğuna bakmadan, kalıcı olarak imha etmek” temel öncelik olduğu vurguladı. “Türkiye, hangi bahaneyle ve sebeple olursa olsun güney sınırları boyunca bir ‘teröristan’ kurulmasına kesinlikle izin vermeyecektir” dedi. “Bugün artık, yurt içinden tek bir şehit haberi gelmiyor” ise bunu sınır ötesi operasyonlara bağlayan Milli Savunma Bakanı Güler “yurt içinde ve sınır ötesinde icra ettiğimiz başarılı operasyonlar ile terör örgütüne çok ağır darbeler indirdik, örgütün hareket kabiliyetini bitme noktasına getirdik” diyebildi.

Tüm bu söylemleri yaşananlar, gelişmeler yalanlamamaktadır. 40 yıldır PKK’yı, terörü “bitirdik”, kampları, sığınakları “imha ettik” açıklamaları yapılır, “azim ve kararlılıkla” mücadele vurgulanır, “şehitlerin kanının yerde kalmayacağı” söylenir, ama PKK her seferinde daha etken bir eylemle ortaya çıkar. “Şimdiye kadar hep “arkasında kim olduğuna bakmadan” güney sınırları boyunca “terör koridoruna” izin verilmeyeceği söylenirdi, simdi de “teröristan” kurdurulmayacağı söylenmektedir. Teröristan, yani bir Kürt devletinin kurulmasına arkasında kim olursa olsun izin verilmeyecek denmektedir. Şimdiye kadar Suriye ve Irak’ta yapılan her operasyon için Rusya ve ABD’den izin alındığı düşünülürse, Teröristan kurdurmayacağız demek halkla alay etmektir. Bunların hesabını kimse vermemektedir. Osmanlı da büyük devletlere sormadan bir adım atamazdı. Maalesef Türkiye de böyle. Bu dün de bugün de sorgulanmıyor. Hamaset her zaman zararlıdır.

Bir de “son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar” savaşa devam edileceği tespiti var ki, bunun bir soykırım anlamına gelebileceğini kimse düşünmüyor. Bugün İsrail Uluslararası Adalet Divan’ında yargılanıyor. Zira “son Hamas teröristi yok edilinceye kadar” savaşın tüm Filistin halkına karşı bir “jenosite” dönüştüğüne dünya şahit olmaktadır. Türk ordusunun gerek Türkiye’de, gerek Irak ve Suriye’de Kürtlere karşı yürüttüğü operasyonlar bir soykırım boyutu kazanmaktadır. Hele İŞİD, El Kaide kalıntıları ve ÖSO ile birlikte Suriye-Rojova’dan Kürtleri sürüp oralara bu cihatçı kalıntıları ve göçmenleri yerleştirmek Birleşmiş Milletlerin soykırım tarifine çok yakındır.   

40 yıl savaş ne demek? Bunu bir soran yok mu?

Maalesef Türkiye’de iktidar ve yöneticilerin tarihten bir ders çıkarma, içinde bulundukları durumu sorgulama diye bir alışkanlıkları yoktur. Bu yıl, 2024 Kürt isyanının, direnişinin 40. yılı. Ülkede, bölgede 40 yıldır bir savaş gidiyor. En azından bu savaşın 40. yılında bir sormak gerekmez mi: Niçin savaş? Kürtler neden başkaldırırlar? Ne istiyorlar? Suçlu kim, biz mi, onlar mı? PKK ne istiyor, neden savaşıyor? Bu sorular sorulur, tartışılırsa, sorunun çözümüne varmak muhakkak daha kolay olacaktır. 40 yıl savaş ne demek? 40 yıl savaş bir ülkeyi mahveder, bir toplumu çürütür, ahlak ve moral değerlerini yıkar, ekonomisini çökertir. Hele bu bir iç savaşsa o ülke kaçınılmaz olarak bölünmenin eşiğine gelir, büyük devletlerin oyuncağı olur. Türkiye bunları yaşamakta. Bir avuç iktidar hırslı insan topluma bunu yaşatmaktadır.  Avrupa 1618-1648 yılları arasında 30 sene süren savaşta mahvoldu, bitkin düştü. Sonunda Vesfalya Barış Antlaşmasıyla savaşa son verdi ve hızla yükseldi. Türkiye de Kürtlerle savaşa son versin, ekonomik, sosyal, siyasi olarak hızla yükselecektir.

Ama bunlar Erdoğan’ın umurunda değil. Görülen o ki, ülkede esen bu vurdumduymazlık karşısında PKK kırkıncı yıla hazırlanıyor. Ülkeyi zor günler bekliyor. Kırkıncı yılın kanlı geçmemesi için her iki tarafın artık müzakere ve barış yolunu zorlaması ve denemesi gerekmektedir. Kürt tarafı onurlu bir barışa hazır olduğunu beyan etmektedir. Sıra Türk tarafındadır. Onun da onurlu bir barış için hazır olması gerekir. Burada da en büyük sorumluluk Türk sol ve demokratik güçlerinin üstündedir. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için daha şimdiden harekete geçilmelidir. Kamuoyu aydınlatılmalıdır.

Kürt sorununda önce iğneyi kendimize batırmalıyız

Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır. O zaman sormak gerekir: Neden vardır? Çünkü Türkiye’de sayısı 20 milyona varan kendisine Kürt diyen bir halk vardır ve bu halk çoğunlukla Türkiye’nin doğusunda, Kürdistan denen yerde yaşamaktadır. Ama bu halk özgürce, Türklerle eşit olarak kendi ulusal ve siyasi kimlik ve kültürüyle yaşamak istemektedir. Biz Türkler de onlara “Hayır Türkiye’de Kürt Mürt yoktur, Türk vardır, burada yaşayacaksan Türk olacaksın. Lozan’da Sevr ‘yırtıldı’, Lozan’da Kürt yoktur, Türk vardır, Türkiye denen bu ülke biz Türklere verildi. Burada ancak Türk olanın yaşama hakkı vardır” diyoruz. Onlar da, “Türkiye denen ülkenin doğusu ve Güneydoğusu Kürdistan’dır. Osmanlı döneminde de böyleydi. Kürdistan benim ülkemdir, Kürdistan’da çoğunlukla Kürtler yaşar. Ben ülkemde istediğim gibi yaşamak istiyorum. Bu benim hakkımdır, ister ayrılırım, ister birlikte yaşarım, buna karar verecek olan benim, her halk gibi benim de kendi kaderimi belirleme, kendi ülkemde nasıl yaşayacağıma karar verme hakkım vardır, bu uluslararası hukukta olan bir haktır” diyor. Biz de ona, “senin böyle bir hakkın yoktur, Lozan’da bu hak sana değil yalnız biz Türklere verilmiştir, Kürdistan yoktur Türkiye vardır” diyoruz.

Görülüyor ki, Türkiye’de bir Kürt sorunu vardır, bu sorunun da nedeni biz Türklerin sayısı 20 milyona varan, Kürdistan denen yerde toplu halde yaşayan bir halkın, Kürt halkının varlığını, kimliğini ülkesini, dilini, kültürünü yok sayması, inkâr etmesi, onları Türkleştirmeye kalkmaksıdır. Burada Lozan’da Kürtlerin anılmaması tali bir sorundur. Anılmadığı içinde Kürtler yok olmamıştır. Bu “yokluk” anlayışı üzerine 1923’de Cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi Anadolu’da Osmanlı’dan arta kalan milletlerden tek dilli, tek dinli, tek kültürlü suni bir Türk milleti yaratmak, milleti ve ülkesiyle ilelebet yaşayacak bölünmez bir Türk devleti kurmaktır. Yüz yıldır bu anlayış devam ediyor. Artık bu anlayış miyadını doldurmuştur. Ülkede çok uluslu, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü eşit, özgür, demokratik, barış içinde ortak bir ortak bir yaşam anlayışı geliştirmek gerekmektedir.

Anadolu’yu soykırım ve isyanlar ülkesi olmaktan çıkartalım

Aslında Cumhuriyetin felsefesi dediğimiz Anadolu’da diğer halkları yok sayma ve yok etme anlayışı daha eskidir. Abdülhamid zamanında başlamış, İttihat-Terakki zamanında güçlenmiş, bu uğurda önce Ermeniler ve diğer hristiyan halklar soykırıma uğratılmış, Anadolu müslümanlaştırılmış, Cumhuriyet döneminde de Müslümanları Türkleştirme yoluna gidilmiştir. Bu politıkayı Kürtler kabul etmemiş ve isyan etmişlerdir. Cumhuriyet tarihinde bilinen Kürt isyanlarının sayısı 29’dur. Şeyh Said, Ağrı, Dersim-Seyid Rıza isyanları en çok bilinen, en büyük kırımların ve sürgünlerin yaşandığı isyanlardır. Son 29. isyan PKK öncülüğünde başlayan Öcalan önderliğindeki isyandır. Eski isyanları devlet 1-2 yıl içinde bastırabiliyordu. Ama bu son isyan 40 yıldır sürüyor. Bir türlü bastırılamıyor ve bastırılması da imkânsız gözüküyor. Çünkü Kürtler artık eski yalnız bırakılmış, çaresiz Kürtler değil. Onların uluslararası alanda tanınmış siyasi örgüt ve kadroları, eğitimli askeri birlikleri, gerilllaları var. Bunlar Kürtlerin ulusal ve demokratik siyasi ve kültürel haklarını elde edinceye kadar savaşmakta kararlılar.

Onun için günümüzde artık örgütlenmiş en doğal var olma hakları için savaşan bir halkı yenmek, bitirmek, imha etmek imkânsızdır. Onun için bu savaş 40 yıldır sürüyor. Devlet Kürt halkının bu savaşını itibarsızlaştırmak için ona terör yaftasından tutunda emperyalist devletlerin taşeronluğuna kadar her türlü suçlamayı yakıştırmaktadır. Ama bunlar miyadı dolmuş psikolojik savaş propagandalarıdır. 40 yıllık bir savaş bir devleti, bir halkı fakirleştirir, yoksullaştırır. Türkiye halkı fakirleşti, yoksullaştı. Sivri biber, patlıcan ve patatesin, domatesin fiyatlarının artmasının, enflasyonun yükselmesinin en önemli nedenlerinden biri de bu savaştır. Kürtlere karşı atılan mermi ve bombaların masrafıdır. Bunun böyle olduğunu itiraf eden Erdoğan ve Bahçeli’dir.

Hedef “hür milletlerin hür ittihadına” dayalı demokratik cumhuriyet

Artık şimdi durup, geri dönüp bir bakmanın, bir muhasebe yapmanın zamanıdır. Sevr “yırtılmış” Lozan gelmiştir. Ama bu ülkede Türklerden başka yaşayan milletler, halklar da vardır. Türkiye öyle homojen, tek milletten, tek dilden, tek dinden, tek kültürden oluşan bir ülke değildir. Çok uluslu, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü bir ülkedir. O zaman bir düşünmek gerekmez mi? Terslik bu ülkedeki bu çokluğu inkâr etmekte değil mi? 100 yıl önce yapılan bir hatayı hâlâ devam ettirmekte değil mi? O dönem dünyada meydana gelen çok özgül koşullarda yapılan Lozan Antlaşması’nda adı geçmedi diye Kürtler veya küçükte olsa bir halk yok olmaz ki! Tarihten ders çıkarıp bu hatanın düzeltilmesi, Türklerin Türkiye’de bizden başka daha milletlerin ve halkların yaşadığını kabul ve ilan etmesi, bu halklarla birlikte eşit, özgür, barış içinde, demokratik bir cumhuriyette birlikte yaşamak istediğini beyan etmesi gerekir. Kürtler zaten bunu beyan ediyorlar. O zaman görev hemen savaşı sonlandırmak barışı inşa etmek için kolları sıvamaktır. Son haftalarda ard arda gelen “şehit” haberlerinin kamuoyunda yarattığı çıkışlar çok iyi değerlendirilmeli, bu yerel seçim kampanyaları sırasında savaşa karşı barışı inşa etme eylemleri hızlandırılmalıdır. Burada sorumluluk yine sol ve demokratik güçlere, işçi sınıfına ve emekçilere düşmektedir. “Hür halkların hür ittihadına” dayalı federal demokratik şuralar cumhuriyeti onların 100 yıllık talepleridir.  

Bir yanıt yazın