Haber / Yorum / Bildiri

Ülke sorunları karşısında işçi sınıfı ve sendikaların durumu nedir?

Kongre hazırlıkları yapan Sosyal-İş Sendikası’nda neler oluyor?

Hasan SAĞLAM

TÜRKİYE tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Ülkede biri faşist, diğeri köktendinci, İhvancı iki partinin MHP ve AKP’nin ittifakından oluşan faşizan gerici bir rejim, bir iktidar hüküm sürüyor. Bu iktidarın başı Erdoğan’dır. Yönetimin tüm iplerini elinde tutan, Hitler’i örnek alan, kendini Sultan Abdülhamid sayan bir diktatör, bir tiran; güçler ayrılığı, yasama, yargı ve yürütmeyi ayaklar altında çiğnemektedir. “Güçler ayrılığı” değil, güçler tek elde, Erdoğan’ın elinde toplanmaktadır. Şeklen var olan demokrasi rafa kaldırılıyor, seçimler ve halkın iradesi hiçe sayılıyor (kayyım). Meclis göstermeliktir. Yargı bağımsızlığı fiilen kaldırılmıştır, Adalet yerlerde sürünmektedir. Fikir ve düşünce özgürlüğü, konuşma, yazma, eleştiri özgürlüğü işlememektedir. Fiilen yasaktır. Açıkça fikrini beyan etme, hükümetin politikası dışında başka alternatifleri düşünme ve açıklama, hükümetin icraatını eleştirme ağır bedeller ödemeyi gerektirmektedir.

Türkiye artık dünyada en çok gazeteci ve yazarın, aydının ve düşünürün, ilerici sanatçı ve politikacının, özellikle Kürt politikacıların hapiste ve sürgünde olduğu bir ülkedir. Sırf hükümetin Kürtlere karşı yürüttüğü kirli savaşa ortak olmak istemeyen, Kürt sorununun barışçıl çözümünü isteyen binden fazla aydın işten atıldı, yaşam koşulları ellerinden alındı, Avrupa’ya sürgüne gitmek zorunda kaldı. Ülkenin üzerine ölü toprağı serilmiş, her tarafta cenaze merasimi sessizliği hüküm sürmektedir. İnsanlar, korkmuş, sinmiş durumdadır.

Türkiye, Erdoğan’a mahkûm değildir!

Ülke ekonomisi büyük bir krize doğru sürüklenmektedir, sürekli zamlar konmakta, pahalılık artmakta, enflasyon yükselmektedir. Bu çekilmez yaşam koşulları karşısında çaresiz kalan insanlarımız, çareyi toplu intiharlarda bulmaktadır. Erdoğan 17 yıllık AKP iktidarı döneminde bu güzelim ülkeyi cehenneme çevirdi, yaşanamaz hale getirdi. Ülkenin zenginlik kaynakları yağma ve talan ediliyor, çevre tahrip ediliyor, topraklar verimsizleştiriliyor; patlıcan, patates, biber, domates ateş pahasına satılıyor, yanına yaklaşılamıyor. İşsizlik diz boyu. Gençler mutsuz, gelecekten umutsuz.

Ekonomik çöküntüyle birlikte kadına şiddet normalleştiriliyor. Bu haksızlıklar karşısında patlama noktasına gelen halkın feryadını bastırmak için iktidar insanları Sünni İslam’la, Arap Kültürü’yle yozlaştırmakta, milliyetçiliği, şovenizmi, Kürt düşmanlığını körüklemekte, içte ve dışta sürekli gerginlik yaratmakta, komşu ülkelere saldırmakta, Kürtler’e karşı bitmeyen bir şiddet ve savaş yürütmekte, HDP’li belediyelere kayyım atamaktadır.

Şimdi de Rojova’yı fethetmeye çalışmaktadır. Bu savaş halkımızı ekonomik, politik, sosyal, moral olarak yiyip bitirmekte, uluslararası alanda yalnızlaştırmakta ve itibarsızlaştırmaktadır. Ülke savaş, operasyon, saldırı, baskı, şiddet, kriz, işsizlik, zam, pahalılık, açlık ve yokluk, cinayetler, intiharlar, itibar kaybı, moral çöküşü sarmalı içinde boğulmaktadır. Bu durum Erdoğan’a ise faşizan iktidarını devam ettirme, ülkeyi istediği gibi yönetme, ailesinin ve çevresinin milyarlarına milyarlar katma olanağı sağlamaktadır.

Ülkenin durumu bu! Günümüzün en acil görevi bu gidişi durdurmaktır. Maalesef bu gidişe dur diyecek bir güç, bir oluşum daha yaratılamadı. Yaratılması gereken bu güç, işçi sınıfımızın, devrimci aydın ve ilericilerle, direnen gençlik ve kadınlarla, çevrecilerle, savaşan Kürt Özgürlük Hareketi’yle birlikte oluşturacağı “Demokrasi İttifakı”dır. Burada inisiyatifi ele alacak olan işçi sınıfı ve örgütleridir. Ama kendisinden böyle bir insiyatif beklenen işçi sınıfı ve örgütleri ne durumda? İşçi sınıfımız suskun, fiilen örgütsüz ve yönetimsiz durumda. İşçi sınıfımızın devrimci partisi TKP Nabi Yağcı ve ekibinin yarattığı likidasyondan hâlâ kurtulabilmiş değil, ama yavaş yavaş ayağa kalkmakta, yığınlarla ilişkiler kurmakta, fabrikalarda, sendikalarda işçilerle, mahalle ve kırsalda emekçilerle ve köylülerle bağlanmaktadır. Önümüzdeki mücadelelere hazırlanmaktadır.

İşçi sınıfı ne yapıyor?

İşçi sınıfımızın diğer bir örgütlenmesi olan sendikalarda durum nedir? Tüm ilerici ve devrimci, demokratik güçleri bir demokrasi cephesinde birleştirmek için neden bir girişimde bulunmuyorlar? Ekmek mücadelesi, sınıf savaşı, devrim konularında ahkâm kesen yöneticiler ne yapıyor? Neden harekete geçmiyor? Ülke yanarken onlar neden duruyorlar? Neyi bekliyorlar? Bugün maalesef DİSK dahil tüm sendikalar kendi kabuğuna çekilmiş, sınıf ve ülke sorunlarına karşı ilgisizdirler. Sınıfla, işçi yığınlarıyla pamuk ipliği ile bağlıdırlar. Yaptıkları tek şey hükümetten alabildikleri icazet kadar 2-3 yılda bir toplu sözleşme yapmak, zevahiri kurtarmak için de, “taleplerimiz karşılanmazsa işçiyi sokağa dökeriz, greve gideriz haa!!” diye göstermelik “tehditler” savurmaktır. Pankartlarını dahi taşıyacak örgütlü işçi olmadığı için 1 Mayıs’a katılmayan birçok sendika vardır.

Medyada çıkan bazı işçi direnişlerinin çoğu ise “bıçak kemiğe dayandı” diyen, soyguna, sömürüye, iş koşullarına dayanamayan bazı işçilerin spontane, bireysel eylemleridir.

Oysa Türkiye Sendikal Hareketi şanlı bir geçmişe sahiptir. 15-16 Haziran dev işçi direnişini gerçekleştiren, DGM’yi ezen, Taksim’de dev 1 Mayıs miting ve yürüyüşleri gerçekleştiren, sınıf ve kitle sendikacılığını hayata geçiren, “söz ve karar tabanın” diyen, gençliğin ve halkımızın demokrasi mücadelesine sahip çıkan bir sendikal hareket vardı. Bu hareket DİSK gibi burjuvazinin savaş “davetlerine” meydan okuyan bir konfederasyonu yaratmış, bu konfederasyon da Kemal Türkler, İbrahim Güzelce gibi devrimci, komünist liderleri ortaya çıkarmıştı.

Sendikalar ne yapıyor?

Maalesef eskiden “söz ve karar tabanındır” diyen sendikal anlayış ve bu anlayışı savunan sendika yöneticileri bugün hemen hemen yok gibidir. Bugünkü sendika yöneticilerinin çoğu sınıfın değil, kendi kişisel çıkarları ve “makamları”nın peşindedir. Onlar için sendika, işçilerin sınıf savaşını ve demokrasi mücadelesini verdikleri birer örgüt değil, kendi iş ve ekmek kapıları, makam ve sosyal statü elde etme aracı haline gelmiştir. İşlevleri işçileri susturmak, sisteme entegre etmek, onları ülke sorunlarını tartışmaktan, ekonomik, sosyal ve toplumsal sorunlara müdahale etmekten alıkoymaktır. Önemli olan makam ve çıkarlarını korumak ve garanti altına almaktır. Onlar bunun için her türlü ahlâksızlığı ve soysuzluğu işlemeye, oportünistliğe, fraksiyonculuğa, işçi sınıfını ve sendikayı bölmeye, satmaya, en gerici güçlerle, faşistlerle, dincilerle iş birliğine varıncaya kadar, her türlü aşağılık yöntemlere başvurmaya hazırdırlar.

Sosyal-İş’de ne yapılmak isteniyor?

Bugün böylesi bir sendikacılık yalnız sağcılarda, sosyal demokratlarda değil, kendine sol, ’’Marksist’’ diyenlerin bazılarında da ortaya çıkmaktadır. Şu günlerde böylesi bir durum DİSK’e bağlı Sosyal-İş Sendikası’nda ve onun Genel Sekreteri Celal Uyar’ın tutumunda yaşanmaktadır. O, çalışmalarında genel sekreterlik statüsünü kötüye kullanmıştır. Sosyal-İş DİSK içinde en ilerici olan sendikalardan biri olarak bilinir, fakat bu sendikanın son yıllardaki çalışmalarına bakıldığında maalesef bu durumun böyle olmadığı görülmektedir.

Uzun zamandan beri sendikada ciddi örgütlenme hamleleri olmadığı gibi, işyerlerinden ve işçilerden gelen örgütlenme talepleri dahi dikkate alınmamıştır. İşyeri ziyaretleri yapılmamış, işçilerin şikâyetleri dinlenmemiş ve işyerlerine gidildiğinde de bir an önce kaçmanın yollarına bakılmıştır. Üye yapılan işçilerin de sınıf bilinçlerinin yükseltilmesi için hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Dergi, gazete ve bültenin çıkarılması uzun zamandan beri savsaklanmıştır. Eğitim adına yapılanlar da içerikten yoksun ve yetersiz kalmıştır. Ele alınan konular işçileri sınıf savaşında mevzi kazandırmak yerine yozlaştırmaktadır. Eğitim, anma ve toplu sözleşme denince, gündemin çeşnisi alkol olmuştur.

Toplu iş sözleşmeleri görüşmelerinde işçileri veya temsilcileri rahatsız eden bir durum ortaya çıktığında toplantılar içkili yemeklerle başlatılmış ve devam ettirilmiştir. Toplu iş sözleşmeleri genellikle işverenlerle gizli – özel görüşmeler zemininde gerçekleştirilerek, işçilere ihanet edilmiştir. Böylesi toplu sözleşme görüşmeleri sonucunda Metro’da 2, İstanbul’da 2 Eczacılar deposunda 1 ikramiye patronlara peşkeş çekilmiştir. Direnen Real işçileri başta olmak üzere, işçi direniş ve eylemlerine sahip çıkmak bir yana, basın açıklaması dahi yapılmamıştır. Oysa sınıfın gücü iş yerleri ve fabrikalardaki direnişlerde, alanlardaki miting ve gösterilerde ortaya çıkar.

Sosyal-İş Sendikası’ndaki tüm bu olumsuz gelişmelerin ve sendikanın atıl kalmasının baş sorumlusu Genel Sekreter ve çevresinde oluşan bu çıkar düzeninden nemalananlardır.

Bu sendika önümüzdeki günlerde genel kongresini toplayacaktır. İşçi sınıfının örgütlülüğünün yükseltilmesi için; “makam” korumaya, delegeleri birbirine vuruşturmaya, fraksiyonculuğa, işçi sınıfının birliğini ve sendikayı bölmeye, en gerici güçlerle, faşistlerle iş birliği yapmaya kimsenin hakkı yoktur, buna asla izin verilmemelidir. Komünistler, devrimciler, ilericiler bunun takipçisi olacaklardır. Herkesin sorması gereken bir soru: Sosyal-İş’in şu anki örgütsüz, atıl, kötürüm durumu burjuvaziden başka kimin işine yarar?

Sınıf ve demokrasi mücadelesi ayrılmaz bir bütündür!

Önümüzde Erdoğan’ın faşist iktidarını yenecek, Türkiye’yi demokratikleştirecek, savaşa, pahalılığa, yokluğa, sefalete son verecek, Kürt sorununu eşitlik, özgürlük ve özerklik temelinde barışçıl ve demokratik yollardan çözecek bir Demokrasi İttifakı’nın oluşturulmasında sendikaların üzerlerine büyük görevler düşmektedir. Bizim ülkemizde sendikalar dün de, bugün de işçi sınıfının sırf ekonomik mücadelesini veren örgütler değildir. Sağcı, dinci, gerici sendikalar bile istemeden kendilerini politik mücadelenin içinde bulmaktadırlar. Çünkü ülke demokratikleşmeden, faşizm geriletilmeden, Kürt sorunu demokratik yollardan çözülmeden işçi sınıfı ekmek mücadelesini yürütemez, sömürüden, baskıdan kurtulma mücadelesi veremez, milliyetçilik ve şovenizmden kurtulamaz, beş kuruşluk ücret zammı alabilmek için bile hükümetin ağzına bakar hale gelir. Bu durumdan kurtulmanın yolu sendikaların aktif olarak demokrasi mücadelesinin içinde yer almalarıdır. Demokrasi mücadelesi yükseldikçe, savaşa karşı çıkıldıkça, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü sağlandıkça işçilerin sınıf savaşı da yükselecek, yalnız ekmek mücadelesinde değil, barış ve demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde yeni mevziler kazanacaklardır. Bu yolda işçi sınıfını bölmek, burjuvazinin kuyruğuna takmak isteyenler bertaraf edilmelidirler.

Bir yanıt yazın