Haber / Yorum / Bildiri

Türkiye yeni yıla kötü bir haberle girdi: Libya çöllerinde askerin ne işi var?

Savaş YENER

TÜRKİYE yeni yıla kötü bir haberle girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019 yılı sonunda Libya’ya asker gönderme hakkında bir tezkereyi alelacele 2020 yılının ikinci gününde görüşülüp oylanması için TBMM’e yolladı. Yeni yılda Meclis’in ilk işi bu tezkereyi 2 Ocak’ta hemen “görüşüp” oylamak oldu. Tezkere AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edildi. Muhalefet bir bütün olarak karşı çıktı, tezkereye onay vermedi. “Libya çöllerine gönderilecek lejyoner askerimiz yok!” dedi, savaşa karşı çıktı. Bu bir ilk oldu. Şimdi sırada Suriye savaşını, Kürtlere karşı yürütülen savaşı durdurmak bulunmaktadır. Barış Türk, Kürt, Arap Ortadoğu halklarının çektiği özlemdir. Her ne kadar Erdoğan Libya’ya asker göndermekte diretse de, tezkereye muhalefetin “hayır”ı halklarımızın barış umudunu arttırmıştır.

Meclisten geçen ve bir yıl geçerli olacak olan bu tezkereye göre Erdoğan istediği zaman, istediği kadar deniz, hava, kara kuvvetini, askeri Trablus’daki Sarraj hükümetini savunmak ve sahada yer almak, yani savaşmak için Libya’ya gönderebilecektir. AKP ve MHP’nin oylarıyla Meclis yetkisini bir yerde Erdoğan’a devretmiştir. Bu konuda Erdoğan tek başına istediği gibi hareket edebilecek ve Türkiye’yi kendi serüvenlerine alet edebilecektir. O, utanmadan bu serüvenlerini Türkiye’nin milli menfaatleri olarak satmaya kalkmaktadır. Ayrıca bu savaşa da, nasıl Rojova’da Tel-Abyad- Serekaniye arasına girerken Suriye Milli Ordusu diye İdlib’deki cihatçılardan bir birlik yolladıysa, Libya’ya da İdlib’deki canilerden oluşacak böyle bir birlik göndermeyi plânlamaktadır. 

1950 Kore, 1974 Kıbrıs, 2020 Libya Çıkartması

Suriye-Rojova’da Kürtlere karşı hâlâ bir savaş içinde olan ve tarihinden ders çıkarmayan Türkiye’nin bu kararı 1950 Kore ve 1974 Kıbrıs çıkartmasından sonra deniz aşırı bir ülkeye yaptığı üçüncü asker göndermesi, çıkartmadır.  İlk iki çıkartma Meclis’e bile sorulmadan hükümet kararıyla gerçekleştirildi. Sırf ABD’ye yaranmak, NATO’a girebilmek için Kore’ye asker gönderildi. Kore’de bir hiç için 741 askeri kaybettik, 2 bin asker yaralandı. 1974’de Sampson darbesini bahane ederek Kıbrıs’a yapılan çıkartmada 498 askeri kaybettik, 1200 asker yaralandı. Şimdi Libya’da yaşanan bir iç savaşa müdahil olmak üzere gönderilecek askerlerimizin başına gelebilecekleri insan düşünmek bile istemiyor. Erdoğan’ın iktidar hırsları için kim bilir, kaç ailenin ocağına ateş düşecek? “Oğlum Fizan’da, Libya çöllerinde ne işin vardı?” diye kaç ana baba ağıt yakacak? İnsanın sorması gerekiyor: Ne için, hangi milli menfaat için binlerce askerimiz Libya çöllerinde telef olacak? Ne için? Erdoğan’ın iktidar çıkarları için. Milli menfaat denen şey Erdoğan’ın iktidarda kalmasıdır, Türk silah sanayisinin ağa babası, Erdoğan’ın dünürü Bayraktarlar’ın yeni vurgunlar vurmasıdır.

1950’de Kore’de ölen askerler sayesinde Türkiye 1952’de NATO’ya alındı. NATO’ya girmek hangi milli menfaatti? NATO’ya girmekle Türkiye’nin başta Sovyetler Birliği olmak üzere komşusu İran ve Arap ülkeleriyle ilişkileri kopma noktasına kadar kötüleşmişti. Bu ülkeler nezdinde ABD’nin bir uydusu konumuna gelen Türkiye ABD ve NATO’nun bu ülkelere karşı bir sıçrama tahtasıydı. NATO’ya girmekle Türkiye saygınlığını kaybetmiş, onuru kırılmış bir ülke durumuna gelmişti. Milli menfaat bunun neresindeydi? Türkiye’de yapılan, demokrasiyi rafa kaldıran, işçi ve emekçilere, gençlere ve aydınlara hapis, zulüm, işkence, idam ve sürgün demek olan tüm darbeler NATO patentlidir. Kıbrıs’a yapılan çıkartma hangi milli menfaate yaradı? Kıbrıslı Türkler mutlu mu oldu? Kıbrıs ikiye bölündü, kime yaradı? Kıbrıs’a barış ve huzur mu geldi? Uluslararası alanda Türkiye bir işgalci olarak hâlâ suçlanmaktadır. Sorunun içinden bir türlü çıkamamaktadır. Barış ve diplomasi yerine sorunu silahla, savaşla çözmeye kalkmak halklar arasına tedavisi zor yaralar açmak demektir.

Suriye ve Libya savaşları Yeni Osmanlıcı Erdoğan’ın sonu olacaktır

Yalnız deniz aşırı çıkartmalar değil, Türkiye Güney ve Batı Kürdistan’a karadan sürekli sınırı aşarak girmekte, askeri operasyonlar yapmakta, girdiği yerlerden çıkmamak için ayak diretmektedir. Günümüzde de 2011 yılından beri süren Suriye savaşında önce Cerablus ve El-Bab’a, arkasından Afrin’e, son olarak da Tel-Abyad-Serekaniye arasına giren Erdoğan Türkiye’si başta Kürt ve Arap halkı olmak üzere Suriye halklarıyla Türk halkı arasına nesiller sürecek acılar ve düşmanlıklar ekmektedir. Tel-Abyad ve Serekaniye’den gelen cenazeler artık gazetelerde bile haber olmamaktadır. Ölen askerlerin sayısını kimse bilmiyor. Ne işi var Erdoğan’ın Başur’da, Rojova’da, Suriye’de? Kimin menfaatleri için orada bulunuyor? Suriye savaşında Türkiye halklarının bir menfaati yoktur, tam tersine büyük zarar ve kayıpları vardır. Bu halklar nezdinde Türk halkı barbar ve saldırgan, yayılmacı Osmanlı’nın izinde giden, komşularıyla birlikte barış ve huzur içinde yaşamasını beceremeyen bir halk konumuna düşmüştür. Bunun sorumlusu Erdoğan’dır, onu destekleyen Yeni Osmanlıcılardır, milliyetçi ve şoven güçlerdir.

Yeni Osmanlıcılık tarihten ders çıkartmamaktır. Osmanlı gibi ganimet, talan ve yağma peşinde koşmaktır. Erdoğan’ın Yeni Osmanlıcılığı Türkiye’yi bir maceradan diğerine sürüklemek, Osmanlı’nın bir zamanlar gaspettiği Ortadoğu ve Balkanlar’daki topraklarda yayılmak, mal-mülk, ganimet elde etmek, kabartılan milliyetçi, şoven kahramanlık duygularıyla miyadı dolmuş iktidarını sürdürmektir. Görülen o ki, nasıl 1911-12 Balkan ve Libya savaşı, arkasından Galiçya’dan Suriye, Hicaz çöllerine kadar uzanan Birinci Dünya Savaşı Osmanlının sonu olduysa, şimdi de Suriye ve Libya savaşı ihvancı Erdoğan’ın sonu olacaktır. Onun gelmekte olan sonunun hızlandırmak için tüm demokratik güçlerin onun Kürtlere ve Araplara karşı savaşını sonlandıracak geniş bir cephe yaratmaları gerekmektedir. Libya’daki savaşı Suriye’deki savaştan sonra Türkiye’nin batacağı yeni bir bataklık olacaktır. Suriye savaşında olduğu gibi, hiçbir gerekçe Libya savaşını haklı gösteremez. Hele yüksek kaliteli Libya petrolüne sahip olunacağı gerekçesi, Osmanlının yağma ve talan anlayışının devamından başka bir şey değildir. Bu da bir utanç belgesidir. Daha şimdiden Arap ve Ortadoğu halkları Türkiye’yi Osmanlıcı, istilacı diye suçlamakta, Libya’daki iç savaşa müdahalesine karşı çıkmaktadır.

Libya ile mutabakat milli menfaat değildir

Erdoğan’ın Libya’ya asker göndermek için öne sürdüğü milli menfaat gerekçesi olarak, Trablus’daki hükümetle yapılan Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hakkındaki mutabakat gösterilmektedir. Bu ise düpedüz bir aldatmacadır. Zira Trablus’daki ömrünün ne kadar olacağı bilinmeyen bir hükümetle yapılan ve uluslararası hukuka aykırılığı tartışılan, komşulara meydan okuyan ve çatışma yaratan bir mutabakatın ne kadar milli menfaat olduğu su götüren bir konudur. Tam tersine bu mutabakat Türkiye’nin başını belaya sokabilecek bir mutabakattır. Bu mutabakata göre Erdoğan kendince İsrail, Mısır ve Kıbrıs Rumları’nın Doğu Akdeniz’den çıkaracakları doğalgazı Yunanistan üzerinden Avrupa’ya gönderilmesini engelleyeceğini, yetki alanı olarak belirlenen bölgeden geçişine müsaade etmeyeceğini ilân etmektedir. Bu ise bölgede yeni gerilimlerin, çatışmaların yaratılması demektir. Bu da Türkiye’nin çıkarına değildir. Olsa olsa Erdoğan’ın kişisel çıkarına olur. Zira onun iktidarda kalması için sürekli yeni gerilimlerin, çatışmaların ve savaşların yaratılması gerekmektedir.

Erdoğan’ın sürekli bu mutabakata sarılabilmesi için Trablus’daki Sarraj hükümetinin yaşaması gerekmektedir. Sarraj hükümeti ise Trablus’a sıkışmış, etrafı General Hafter’in birlikleri tarafından kuşatılmış, sonunu bekleyen bir hükümet konumundadır. Trablus dışında etkisi hemen hemen yoktur. Yaşayabilmesi için ise desteğe ihtiyacı vardır. Ona bu desteği veren Erdoğan’dır. Bugüne kadar Sarraj’ı Hafter’ın saldırılarına karşı savunmada insansız hava araçları, İHA’lar ve ekipmanlar gönderen Erdoğan şimdi de Trablus’a sıkışan Sarraj’ı kurtarmak ve Hafter’in etkisini kırmak için kara, hava ve deniz birlikleri gönderecektir. Bu birlikler Sarraj’ın yanında Hafter’e karşı savaşacaktır. Yani Türkiye Libya iç harbine bir fiil müdahil olacaktır. Bunun sonunun Türkiye için bir felakete varacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yoktur.

Libya’da iki hükümet: İhvancı Sarraj ve Cihatçı karşıtı Hafter

Libya’da Kaddafi’nin öldürüldüğü 2011 yılından beri amansız bir iç savaş gitmektedir. Bir dönem El Kaide, İŞİD, İhvan gibi cihatçı örgütler ülkede cirit atıyorlardı. Bu iç karışıklık içinde ülkede iki hükümet ortaya çıktı. Biri ülkenin batısında Trablus’da Sarraj yönetimindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti, diğeri de ülkenin doğusunda Tobruk’da General Hafter yönetimindeki hükümet. Sarraj Libya’daki İhvan, Müslüman Kardeşler ve bazı islamcı örgütler tarafından desteklenmektedir. Erdoğan ve Katar’ın Sarraj’ı desteklemesi, onun Müslüman Kardeşlere (İhvan’a) olan yakınlığıdır. Sarraj’ın Trablus’da varolması demek, Erdoğan’ın müttefiki bir İhvan hükümetinin yaşaması demektir. Erdoğan’ın Trablus’daki hükümete böylesine angaje olmasının altında bu İhvan bağı bulunmaktadır. Mısır’da bir İhvancı olan Mursi’nin başına gelenlerin, Trablus’daki yöneticilerin başına gelmeyeceğinin garantisi yoktur. O zaman Erdoğan’ın bütün planları, “mutabakatları” suya düşmüş olacaktır. Bu nedenle İhvan düşmanı olan Mısır, Suudi Arabistan ve BAE yönetimi açıkça müslüman cihatçı örgütlere karşı olan Hafter’i desteklemektedirler. Hafter de İslamcılar’a, cihatçılara karşı ardıcıl savaşmadığı ve Müslüman Kardeşler’e dayandığı için Sarraj’a saldırıyor, onu yenip Libya’yı islamcı cihatçılardan kurtarmak ve tek başına Libya’ya hakim olmak istiyor. Türkiye ve Katar’ı da Trablus’daki Müslüman Kardeşler hükümetini desteklemekle suçluyor. Hatta Hafter bir ara Türkiye’nin 6 denizcisini tutukladı, ama sonra yine serbest bıraktı. Bu Erdoğan’a İhvancılara verdiği destekten dolayı bir ihtardı.

Hafter Tobruk’da durumunu sağlamlaştırdıktan sonra cihatçıların elinde olan Bingazi’yi geri aldı, El-Kaide ve İŞİD gibi cihatçı örgütlerin belini kırdı. Bugün Libya’nın üçte ikisine egemen durumda. Hava, deniz ve kara kuvvetlerine sahip. Onun cihatçılara karşı verdiği savaş açıkça Fransa ve Rusya tarafından desteklenmektedir. Bunlar Hafter’in etken olduğu bir Libya yönetimi düşünmektedirler. ABD Başkanı Trump da Hafter’in cihatçılara karşı savaşını destekliyor, ama açık taraf tutmaktan ziyade bir müddet daha gelişmeleri izlemeyi tercih ediyor. Önümüzdeki günlerde Berlin’de Libya’daki aktörlerin katılacağı bir toplantı yapılacaktır. Bu toplantıda tüm tarafların yer aldığı yeni bir yönetimin oluşturulmasına çalışılacaktır. Türkiye aldığı kararla bu süreçten kendini dışlamış olmaktadır.

Erdoğan’ın İhvancı işbirliği Türkiye’yi yalnızlaştırıyor

Erdoğan’ın daha şimdiden İhvancılar’ın yanında yer almakla Türkiye’yi Mursi olayında olduğu gibi, bir kez daha dünyada yalnızlaştıracak ve soyutlatacaktır. Buna müsaade etmemek Türkiye demokrasi güçlerinin elindedir. 8 Ocak’ta Erdoğan Putin’le görüşecek, Rojova, İdlib ve Libya sorunu gündeme gelecek. Putin’le Erdoğan’ın nasıl bir anlaşmaya varacaklarını bilemeyiz. Suriye’de Kürtlere karşı anlaştıkları gibi, Libya’da Hafter ve Müslüman Kardeşler konusunda karşı karşıya gelebilirler. Onların nasıl bir uzlaşmaya varacaklarından bağımsız olarak bizlerin görevi Türk askerinin ne Başur ve Rojova’da, ne İdlib’de, ne de Libya’da işi olmadığını halkımıza anlatmaktır. Her müdahale, her saldırı bir savaştır. Savaş yokluk, sefalet, ölüm ve acılar demektir. Savaş para demektir. Savaşa giden para halkın, işçinin, köylünün, esnafın, aydının ekmeğinden, lokmasından kesilen paradır. Savaşa giden para pahalılık, enflasyon, yeni vergi ve zamlar olarak halkın cebinden gaspedilen paradır. Sıkılan her kurşun, atılan her top, kalkan her İHA ve uçak daha çok pahalılık ve zamdır. Savaş dolar kurunun uçup gitmesi, Türk parasının pul olmasıdır. Savaş halkın yoksullaşması, kemeri daha da çok sıkmasıdır. Erdoğan ve ailesi, dünürleri ve çevresi için ise savaş yeni vurgunlardır, milyarlarına yeni milyarlar katmaktır, iktidardır, hükmetmektir. Türkiye ve halkı onların umurunda bile değildir. Bu gidişe dur diyecek güç bizdedir. Bu güç Türk ve Kürt halkının, işçi ve emekçilerinin, demokrat ve aydınların oluşturacakları demokratik ittifaktır. Bu ittifakı örmek, Erdoğan’ın gelmekte olan sonunu hızlandırmak bizlerin elindedir. Halkın gücü Erdoğan’ın hırslarından ve paralarından daha büyüktür. 2019 yerel seçimlerinde ortaya çıkan bu gücü ve ittifakı şimdi de Başur’da, Rojova’da, Suriye ve Libya’daki savaşa karşı örmek gerekmektedir.

Bir yanıt yazın