Haber / Yorum / BildiriUncategorized

Ukrayna’daki faşist örgütlenmeyi hafife almak Ukrayna’daki savaşı anlamamaktır (I. Bölüm)

Lenin: Savaşlar tarihsel işlevleriyle değerlendirilir

Aydın TEMEL

UKRAYNA’daki savaş 3 aydır tüm kirliliği ile sürüyor. Bu savaş 21. Yüzyılda insanlığın utancı, yüzkarasıdır. İnsanlığın bittiği, barbarlığın başladığı yer. İnsanlar soruyor: “Bu savaş önlenemez miydi?” “Bu savaş neden başladı, bu savaş neden bu kadar gaddarca sürdürülüyor?” Savaşı kimin başlattığı belli ama savaşın neden başladığı, neden bu kadar sert yapıldığı medyada yürütülen psikolojik savaş içinde unutturulmakta ve kaybolmaktadır. Saldırıyı başlatan haksızdır, saldırıya uğrayan haklı taraftır düz mantığı işletilmekte, gerçeklerin büyük bir kısmı gözardı edilebilmektedir. Bazıları da hem saldıranın, hem saldırıya uğrayanın haklı ve haksız olduğu yanlar vardır diyerek ortacı bir yol izlemektedir. Sorun ise çoktan bir tarafın haklı veya haksız olma boyutunu aşmış bulunmaktadır.  Burada söz konusu olan yalnız Rusya ve Ukrayna arasındaki bir savaş değil, dünyayı barbarlığa götürecek olan bir 3. Dünya Savaşı’nın duyulan ayak sesleridir.Saldıran her zaman suçlu (mu)dur?

Saldırıyı, savaşı başlatan bellidir, Rusya’dır. Rusya savaşı başlatmakla büyük bir hata, insanlık suçu işlemiştir. Saldırıyı başlatan ve toprakların bir kısmını işgal eden taraf olarak yaşanan insanlık dramından, yıkım ve sefaletten, ölüm ve toplu mezarlardan sorumlu tutulmaktan kurtulamıyor. Bunların birçoğunu işlememiş olsa bile böyle bir zan onun üstündedir. İnsanlara saldırdı diye onu suçlama hakkı vermektedir. Olaylara böyle yalnız yaşanan insanlık dramlarıyla bakıldığında yaşanan savaşın altında yatan büyük tehlikenin boyutu görülememektedir. Saldırgan ve mağdur ikilemi içine sıkışıp kalmak, Rusya’yı saldırgan, Ukrayna’yı mağdur olarak görmek savaşın gerçek nedenlerini sorgulamayı engellemekte, dünyanın hızla bir silahlanmaya, bir 3. Dünya Savaşı’na hazırlandığı anlaşılamamaktadır.

Oysa insanlığın Rusya’nın bu savaşa neden başlamak zorunda kaldığını sorgulaması gerekmektedir. Bir devlet yüzyıllardan beri beraber, hatta içiçe yaşadığı komşusuna, kardeş olduğu halka neden saldırır. İnsan ister istemez, “Saldırmadan önce diyalog ve müzakere ile sorunu çözme olanağı yok muydu, kalmamış mıydı?” sorusunu sormadan edemiyor. Rusya bu kadar tehdit ve tehlike altında mıydı ki, Ukrayna’ya saldırdı demekten geri duramıyor. Ukrayna’dan Rusya’ya nasıl bir tehdit ve tehlike geliyordu? Bu bir saldırıyı, bir “özel operasyonu” gerektiriyor muydu? Savaşın arkasında başka nedenler var mıydı? İnsanlığın bu savaşın gerçek nedenlerini ortaya çıkarması gerekmektedir.  Gerekmektedir, aksi takdirde bu savaş bir 3. Dünya Savaşı’na yol açma tehlikesi içermektedir.

Savaşın esas nedeni ABD hegemonyacılığıdır

Yalnız Rusya, Putin’e göre değil, dünyada ilerici barışsever güçlere göre savaşın gerçek nedeni ortadadır. Saldırının gerçek nedeni NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, eski Varşova Paktı ve Sovyet Cumhuriyetlerini NATO’ya alması ve NATO’nun Rusya sınırının dibine gelip yerleşmesi, Rusya’yı batıdan kuşatması, gerçekleştirdiği tatbikatlar ve yerleştirdiği silahlarla Rusya’yı tehdit etmeye başlamasıdır. Ukrayna’nın NATO’ya alınmasıyla bu tehdit en doruk noktasına ulaşacaktır. Bunun için gerekirse Rusya ile savaşılmalıdır. Savaş Rusya’yı zayıf, güçsüz düşürecek, ABD’ye rakip olacak, meydan okuyacak bır konuma yükselmesini engelleyecektir. ABD’nin esas hedefi günümüzde ve gelecekte kendi dünya hegemonyasını tehdit edecek ve edebilecek her gelişmeyi anında durdurmak ve ezmektir. ABD günümüzde kendine meydan okuyacak güçler olarak Rusya ve Çin’i görmektedir. Özellikle Batı Avrupa ile ekonomik içiçe geçmiş bir Rusya uzun zamandan beri ABD’nin korkulu rüyası haline gelmiştir. Bush, Obama ve Trump Rusya’yı önlemenin yollarını aradılar. Bunu da en iyi şekilde Ukrayna üzerinden başarılabileceğini saptadılar.

Günümüzde Batıda NATO’ya alınmayan tek eski Sovyet ülkesi Ukrayna’dır. NATO ve ABD Ukrayna’yı NATO’ya almak için özel bir plan ve program hazırlamaya başladılar. Bu kolay değildi, zira Ukrayna ile Rusya arasında tarihten gelen birçok bağları vardı. En son Hitler faşizmini birlikte yenmişlerdi. Bu nedenle ABD planının merkezine Ukrayna’yı Rusya’dan ayırmayı, koparmayı ve Batıya entegre etme düşüncesini oturttu. Kolay olmayan bu planın uygulanması için önce Ukrayna’da gerici, milliyetçi, faşist güçlerin örgütlenmesini ve güçlenmesini, silahlanmasını, sonra da onların iktidara ele geçirmesini öngördü. Özellikle 2004 senesinden sonra bu planı hayata geçirmek için aktif adımlar atmaya başladı.

Uzun zaman kapitalistleşme sarhoşluğu içinde felce uğrayan, tüm kapitalist Avrupa ülkelerinin “kardeşçe”, “dostça” bir “ortak Avrupa evi” içinde birlikte yaşayabilecekleri hayalini kuran Rusya, ABD ve NATO’nun kendisini sarmakta olduğunun farkına varmak istemedi. Kendisinin bile NATO’ya girebileceğinden hareket etti. Ne zaman ki, ABD ve NATO’nun gerçek niyetini farketti, hemen harekete geçti. “Ukrayna NATO’ya girmemeli, tarafsız olmalı, toplum demilitarize ve denazifize edilmeli, Ukrayna’dan Rusya’ya bir tehlike gelmemeli” demeye başladı. Yani Ukrayna Rusya’yı tehdit etmekten çıkarılmalı, toplum militaristleşmekten ve nazileşmekten kurtarılmalıydı. 24 Şubat 2022 günü Ukrayna’ya saldırmadan önce Putin yaptığı konuşmada saldırıyı bu nedenlerle açıklamıştı. Ukrayna tarafsız olmalı, militaristleşmeden ve Nazi ruhuyla faşistleşmekten kurtarılmalıydı. Ve bu açıklama birçok eleştiriye neden olmuş ve bu nedenlerle hür ve hükümran bir ülkeye saldırılamaz, savaş açılamaz diye tepki almıştı.

Her ülke hükümranca kendi karar vermeli, ama…

 Bu eleştiri ve tepkilerin odağında Ukrayna’nın hükümran, özgür, bağımsız bir ülke olduğu yönündeydi, hangi pakta veya birliğe gireceği, üye olacağı kimseyi ilgilendirmedi, hele Rusya’yı hiç ilgilendirmedi tespitleri yapılıyordu. Rusya’nın tutumuna bir ülkenin içişlerine müdahale olarak bakılıyordu ve buna Rusya’nın hakkı yok deniyordu. Bu görüşü savunanlardan biri de Murat Belge idi. Belge 14 Nisan 2022 tarihli yazısında şöyle diyordu:

“Ukrayna ‘Beni NATO’ya alın’ demiş! Saldırının gerekçesi (yani dünyaya sunulan gerekçesi) bu… Zaten olay oradan başlıyor. Rusya, kendisine karşı kurulduğunu düşündüğü (ve düşünmekte pek de haksız olmadığı) bir askeri ittifakın kendisiyle ‘sınırdaş’ olmasını kendi güvenliğine bir tehdit saymış. Kendisine düşmanca diş gösterdiğini iddia ettiği Ukrayna’yı uyarmış, ama dinletememiş; bu durumda başka korunma çaresi bulamamış…

Varolan koşullarda Ukrayna’nın seçilmiş yöneticileri de ihtimal dışı sayılamayacak (sayılamayacağı iki aya yakın bir süredir her gün yeniden kanıtlanıyor) bir Rus saldırısına karşı NATO’ya girmeyi akılcı bir tedbir olarak gördüler. Bu, ‘hükümran’ bir ülkenin vermesinde herhangi bir ‘suç’ olmayan bir düşünce ve bir eylemdi.” Bu ilk bakışta doğru bir görüş gibi görülmektedir. Ama gerçek öyle mi? “Hükümran” bir ülke istiyorsa, hele bir komşusundan tehdit algısı varsa NATO’ya veya başka bir pakta da girebilir denilebilir mi?

Bunun böyle olmadığını gösteren tarihte birçok örnek var. 1960’ların başında Sovyetler Birliği genç sosyalist Kuba’nın talebiyle Küba’ya, füzeler, roketler yerleştirdi. Amaç Küba’yı ABD tehdidinden korumaktı. ABD bu füzeleri tespit eder etmez, bunları kendi güvenliği için tehdit saydı ve hemen kaldırılmasını talep etti. Aksi takdirde dünya yeni bir savaşın eşiğindedir dedi. Kapalı kapılar ardında ne görüşüldüğü sonra ortaya çıktı. ABD de Sovyetlere karşı Türkiye’de Jüpiter füzelerini, roketlerini yerleştirmişti. Sonunda Sovyetler Küba’daki, ABD’de Türkiye’deki füzeleri, roketleri kaldırdı, böylece dünya bir savaştan kurtuldu. Hiçbir ülke sınırına, burnunun dibine gelip kendini tehdit edecek bir gücün yerleşmesini istemez. Bu savaş halidir. Bırakalım Küba’yı, Rusya gidip Venezuela’ya veya Meksika’ya yerleşse ABD ne yapar? Onun için bir ülke “hükümranlığını” bir başka ülkeye, komşusuna kaşı düşmanca kullanırsa, o ülke kendi hükümranlığını kendisi ayaklar altına almış demektir. Bunun yine en tipik örneği Türkiye’dir. 1962 senesinde ABD Jüpiter füzelerini kaldırırken Türkiye kendi topraklarında komşusu Sovyetlere karşı böyle füzelerin olduğunun farkında bile değildi, kaldırılınca öğrendi. Bu tutumuyla Türkiye çoktan hükümranlığını ABD’ye teslim etmişti ve kendisi komşusuna tehdit oluşturuyordu. Günümüzde de Ukrayna çoktan hükümranlığını ABD’ye teslim etmiştir. Bugün Ukrayna’da karar veren Ukrayna halkı değil, NATO’dur, ABD’dir ve Batıdır. Tehdit durumunda komşuya müdahale hakkı verilmiş olur. Ukrayna NATO’cu, ABD’ci tutumuyla Rusya için müdahale hakkı doğmuş olmaktadır.

Brzezinski’nın planı hayata geçiriliyor

ABD’nin Ukrayna’yı kullanarak Rusya’yı tehdit etme “yıpratma” planı yeni değildir. Rusya’nın bir gün güçlenip ABD’ye meydan okuyacak bir duruma geleceğini ilk görenlerden biri Brzezinski olmuştur. ABD Başkanı Carter’in danışmanlarından ve Amerikan politikasının stratejistlerinden biri olan Brzezinski 90’lı yıllarda yayınladığı kitabında bir gün ABD ve Rusya’nın yine karşı karşıya geleceğini öngörerek bu çatışmada Ukrayna’nın önemini belirterek şu tespitleri yapıyordu: Ukrayna gerekirse zorla Rusya’nın bir sateliti olmaktan çıkarılmalıdır, zira Ukrayna’sız bir Rusya asla bir emperyal güç olma konumuna gelemez. Bunun gerçekleşmesi ise yüzlerce yıllık barışçıl ortak yaşamın yarattığı Ruslarla Ukraynalılar arasındaki bağlar kesilip atılmalıdır. Ülkenin fiilen iki dilliliği, ortak Ortadoks inancına varıncaya kadar aralarındaki ortak kültür mirası parçalanmalıdır.

Brzezinski’nin bu planını ABD, 2004 senesinde Baltık ülkelerini de NATO’ya aldıktan sonra Ukrayna’da uygulamaya başladı. 2004 “Turunç Rengi Devrimi” ile ilk girişimi başlattı. Bu devrimi finanse eden Soros ve ABD Dışişleri Bakanlığı idi. Bu girişim tam başarılı olmadıysa da Ukrayna’da gerici, milliyetçi, faşist güçlerin varlığını ve onların iktidarı alabilecekleri bir duruma getirilmesi gerektiğini gösterdi ve onların daha iyi hazırlanması gerektiğini ortaya koydu. Zira ülkede hala Rusya ve taraftarları güçlü konumlardaydı. ABD bunlara karşı bundan böyle bu gerici faşist güçleri örgütlemeye ve silahlandırmaya koyuldu. 2013/14 senelerinde bu güçler bir darbe yapacak güce gelmişlerdi. ABD yarı Batı yarı Rusya taraftarı olan, ikisi arasında olmanın Ukrayna’nın çıkarına olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Yanukuviç’i, AB’ye rağmen zorla devirme kararı aldı. Kararı veren ve yürüten o zaman Kiev’de bulunan ABD Dışişleri Devlet Bakanı Victoria Nuland idi. Nuland 17 Şubat 2014’te AB ülkelerinin Yanukoviç’le vardıkları parlamento ve başkanlık seçimlerinin erkene alınması kararına  »Fuck the EU« diyerek karşı çıkmış (bir kadın bakanın ağzından çıkan sözlere bakın) ve faşist örgütlere yaptırttığı “Maydan Darbesi” ile 22 Şubat 2014’de Yanukoviç’i devirip iktidarı faşist güçlerin desteği ile Amerika yanlısı güçlere teslim etmiştir. Yeni hükümetin başına da ABD’de iktisat tahsili yapmış Jazenjuk’u getirdi. 7 Haziran 2014’de yapılan seçimleri Poroşenko, 20 Mayıs 2019’da yapılan seçimleri Zelenski kazandı ve Ukrayna Brzezinski’nin öngördüğü yola girdi. ABD hızla Ukrayna’yı Rusya’dan koparma adımları atmaya başladı.

Önce 2042”ye kadar geçerli olan ve 2012’de yapılan Rus Karadeniz Donanması’nın Kırım’daki donanma üssünü kullanma anlaşmasına çıkış verdi. Yine 2010 senesinde çıkarılan Ukrayna ve Rus dillerini eşit sayan yasa kaldırılıp Rusça’ya yasak getirildi. Sonra kültürel bağları koparmak için Ukrayna Ortodoks Kilisesi Moskova Rus Ortodoks Kilisesi’nde ayrıldı. O zaman bu kopuşta en önemli rolü Erdoğan ve Fener Rum Patriği üstlenmiştir. Ortodoksların önde gelen ruhani lideri Fener Rum Patriğidir. Patrik ağırlığını Erdoğan’ın da desteği ile Ukrayna Ortodoks Kilisesi tarafına koydu ve bölünme gerçekleşti. Daha sonra Ukrayna’nın NATO’ya girme istemi “hükümranca” Anayasa’ya yazdırıldı. En son olarak da Zelenski de Ukrayna’nın nükleer silahlardan arındırılmasını öngören Budapeşte anlaşmasından çıkmak istediğini duyurdu. Artık ABD adım adım Ukrayna’yı Rusya’dan koparıyor ve NATO’yu Ukrayna’ya Rusya’nın dibine yerleştiriyordu. 24 Şubat 2022 saldırısına böyle gelindi. Artık Rusya’nın karşısında NATO’nun “ön karakolu”, atlama tahtası haline gelen “hükümranlığını ABD’ye teslim etmiş” bir Ukrayna vardı.

Ukrayna’nın faşistleştiği ciddiye alınmalıdır

Putin Ukrayna’ya saldırırken ileri sürdüğü gerekçelerden biri de Ukrayna’nın faşistleştiği ve faşistlerden kurtarılması gerektiği görüşüydü. Birçok kişi buna inanmak istemedi ve bunun bir saldırı nedeni olamayacağını ileri sürdü. Bunlardan biri de Oya Baydar idi. Oya Baydar 8 Mart 2022 tarihli yazısında şöyle diyordu:

“Bir de, Rusya’nın Ukrayna’nın işgaline, Ukrayna halkının faşist eğilimli olduğu, tarihte de şimdi de Neo-Nazilerle işbirliği yaptığı gibi hafifletici bir gerekçe ileri sürülüyor ki, Ukrayna halkının küçük (yüzde 3-4 ‘ten fazla tahmin edilmiyor) ama organize ve savaşkan bir azınlığı yanında, aynı oranın Fransa’da, Almanya’da yüzde 8’lere, 10’lara vardığı hiç hesaba katılmak istenmiyor.”

Burada söylendiği gibi Ukrayna halkının faşist eğilimli olduğunu söyleyen yok. Ama Ukrayna toplumunun faşistler tarafından tahakküm altına alındığı ve bu faşistlerin Hitler faşizmiyle işbirliği yapan Ukraynalıların devamı ve etkisi altında olduğu söylenmektedir. Tarihsel ve Ukrayna’daki son 20 yıllık gelişmeler bunun doğruluğunu göstermektedir. Bunlar ise hafifletici gerekçeler değil, Rusya saldırısını “haklı çıkaracak” esas nedenlerinden biridir. Çünkü Amerikalılar bu faşistler sayesinde Maydan darbesini gerçekleştirdiler ve bunları toplumun her alanında egemen kıldılar. Amerikalıların dayanağı Ukrayna toplumunda normalleşen faşizan anlayıştır.

Ukrayna’da ABD destekli faşist örgütlenmeler

1945’de İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilgisinden sonra İngilizler kendi işgal bölgelerinde birden on binlerce Ukraynalı ile karşılaşırlar. Bunların Hitler ile işbirliği yapan ve Kızıl Ordu’nun önünden çekilen Alman ordusuyla birlikte Almanya’ya gelen Ukraynalı faşistler olduğu ortaya çıkar. Bunlar İngiliz ve Amerikan gizli servislerinin ilgi odağı olur. Soğuk Savaş keskinleştikçe bunlara olan ilgi de artar ve bunların Sovyetlere karşı kullanılması gündeme gelir. Bunlardan biri önce İngiliz, sonra Amerikan gizli servisinin hizmetine giren, “Ukrayna Milliyetçiler Örgütü, OUN” kurucularından olan ve önde gelen Alman faşizmi kolaboratörü Stepan Bandera’dır. 50’li yıllarda Amerikalılar kurulmakta olan Alman gizli servisi BND’de çalışmak üzere Bandera’yı Almanya’ya gönderirler. Bandera bu kez sosyalist sistemin dibine gelip yerleşmişti.

Almanya’daki Uraynalılar önce Atlantik’in öbür tarafına, Kanada’ya göç ettiler ve orada akademik, politik çalışmalar yapan bir diaspora oluşturdular. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bu diasporanın aktivistleri ve akademisyenleri Ukrayna’ya geri döndüler. Tam da bu sırada Ukrayna kendisine politik-ideolojik bir kimlik arayışı içine girmişti. Ve bu kimlik köklerini Galiçya ve Kanada’daki milliyetçilikte buldu ve yükseldi. 2010 senesinde Nazi kolaboratörü Bandera “Ukrayna kahramanı” olarak ilan edildi ve doğum günleri kutlanmaya başlandı. Bugün Bandera okul kitaplarında “milli kahraman” olarak anlatılmakta, onun 14 Ekim 1942’de kurduğu faşist bir örgüt olan “Ukrayna Milliyetçiler Örgütü (OUN)” ve ordusu “Ukrayna İsyan Ordusu” UPA’nın kuruluş günü olan 14 Ekim bugün resmi tatil ve devlet kutlama günü ilan edilmiştir. Bu 14 Ekim Sovyet döneminde kutlanan ve şimdi yasaklanan Ukrayna’nın “Vatan savunucuları günü” olan 22 Şubat’ın yerine kutlanılmaktadır. Sovyet döneminden kalan her şey kaldırılmakta, yerine faşistlerin günleri ve geleneği koyulmaktadır. Bugün ideolojik rakip görülen ve tabulaştırılan Sovyet dönemi tarih anlatımı yerine Bandera taraftarları Ukrayna yurtseverleri olarak anlatılmakta ve anılmaktadır. Faşist düşünce toplumun her alanına sirayet etmekte, üstünlük kazanmakta ve toplumda normalleşmektedir. Bunlar toplumda güç kazanan faşist eğilimlerdir ve gittikçe tehlikeli bir boyut almaktadır. Bunun ulaştığı boyuta en son örnek Cumhurbaşkanı Zelenski’nin ABD ABC-Televizyonuna verdiği beyanattır. Zelenski beyanatında şöyle diyor: “Kırım ve Donbas’ın geleceği ve ülkeni tarafsızlığı hakkında zor durumda kalınırsa Rusya ile konuşulabilinir. Ama onların Ukrayna’nın Nazilerden arındırılması talebi Ukrayna’nın ulus olarak yıkılması anlamına gelir ki, bu kırklı yıllarda olduğu gibi bir soykırım demektir.” Yani Zelenski’ye göre, Nazi kolaborasyonuna, işbirliğine dayalı bir milliyetçilik Ukrayna ulusal bilincinin temel unsuru yapılmaktadır. Ve bunu yapanda Yahudi kökenli bir cumhurbaşkanı olan Zelenski’dir.

ABD tarafından 2014 Maydan darbesinden sonra oluşturulmaya başlanan Ukrayna devleti şu üç temel üzerine oturtulmuştur: 1. Rusya Ukrayna’nın düşmanıdır. 2. Rus dili düşmanın bir entrümanıdır ve ona karşı mücadele edilmelidir. 3. Ukrayna’nın milli kahramanları Kızıl Ordu askerleri değil, Sovyetler Birliği’ne karşı gizli yeraltında savaşmış milliyetçilerdir. Devletin zihniyetini oluşturan bu üç temel Ukrayna milliyetçi ve faşistlerine devlet ve toplumun nereye doğru gelişeceğini belirleme olanağı vermiştir. Ukrayna toplumu bu eski ve yeni Nazi anlayışıyla faşistleştirilmektedir. Bu asla hafife alınacak bir konu değildir. Rusya tam da bu konuya değinmekte, faşistleşen ve NATO tarafından silahlandırılan bir Ukrayna’nın kendisi için bir tehdit olduğunu belirtmekte ve bu tehditin kalkması için Ukrayna’nın nazilerden arındırılmasını ve silahlandırılmasını istemektedir. Dünya kamuoyunun büyük bir kısmı onun bu talebini haklı bulmaktadır. Ama Rusya bu talebini dünya kamuoyuna örnekleriyle anlatabilmiş değildir.

Bir yanıt yazın