Erdoğan! Halkımızın seninle göreceği güzel günler yoktur!
Barış ALPER
ERDOĞAN Nisan ayında yaptığı bir konuşmasında, artan hayat pahalılığı karşısında feryat eden halka sıkıntılarını anladığını, ama sabretmeleri gerektiğini tavsiye ederken, “Gelecek güzel günler bu sıkıntıların hepsine değecektir” dedi: Kim inanır buna? Kimse! Güzel günler ve Erdoğan! Bunun ikisi gündüzle gece gibi birbirine zıt, birbiriyle bir arada asla düşünülemezler. Erdoğan’ın söylediğinin hayatta bir karşılığı olmadığını insanlarımız, halklarımız her gün yaşayarak görmektedir.
Artık gelecek günlerin güzel değil daha da karanlık, kötü günler olacağının habercisi yaşanan olaylardır. Bunlar yalnız hayatı cehenneme çeviren hayat pahalılığı, sürekli artan gıda maddeleri, sebze ve meyve fiyatları, ödenemeyen elektrik faturaları, her gün zamlanan benzin ve mazot fiyatları, bel büken kira artışları değildir. Gelecekte Erdoğan ile güzel günler görmeyeceğimizin kötü habercisi olan daha önemli sayısız olaylar vardır. Yalnız son günlerde yaşanan dudakları uçuklatan olayların bazıları bile Erdoğan ile gelecek günlerin ne kadar karanlık olacağını göstermeye yeterlidir.
Bu olaylardan biri ve en önemlisi Erdoğan’ın Kürdistan’da yürüttüğü savaştır, HDP’yi kapatmak, Demirtaş’ı ve diğer HDP’lileri daha uzun zaman rehin tutmak, kayyımları kalıcılaştırmaktır, uydurduğu, gayri hukuki Kobane kumpas davasıdır. Bir diğeri Gezi davasında Kavala ve diğerlerine verilen ağır cezalardır, her gün hukuk ve adalete, basın ve fikir özgürlüğüne indirilen darbeler, hapisteki işkenceler, gazetecilere, aydın ve akademisyenlere karşı yapılan baskılardır, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun cezasının kesinleşmesidir, kadınları itaat ve biata zorlamak için iptal edilen İstanbul Sözleşmesi’dir, üniversite özerkliğini savunan, ülkenin kalkınması için mücadelede halkının yanında yer alan genç kuşaklara yapılan baskılardır, ülkenin zenginliklerini talan ve yağmadır, işçi ve emekçileri açlık ve ölüme, boğaz tokluğuna çalışmaya mahkûm etmektir, onların isyanlarını bastırmak için başta SADAT gibi paramiliter kuruluş ve güçlerle toplumu terörize etmek ve susturmaktır. Bunlar geleceğimizi dolaysız karartan ekonomik gelişmelerle içiçe olan olaylardır.
Kürtlere karşı savaş sürdükçe ülkede güzel günler olamaz
Devlet Doğu’da, Kürdistan’da Kürt halkına karşı savaştığı sürece Türkiye’de insanların, halkların güzel günler görmesi mümkün değildir. Zira savaş ölümdür, yaradır, yıkımdır, acıdır, göçtür. İnsanlara travmalar yaşatmaktır, ortak yaşamı yıkmaktır. Savaş zam ve pahalılık demektir. Erdoğan ve Bahçeli’nin de itiraf ettiği gibi, sivri biberin, domates ve patlıcanın fiyatı aynı zaman da Kürtlerin üstüne yağdırılan bombalar nedeniyle artmaktadır. Savaş hukuksuzluk ve adaletsizlik demektir. Savaşa karşı barışı savunanlar, barış akademisyenlerin başına geldiği gibi, işten çıkarılır, hapse atılır, sürgün edilir. Savaş halkların birbirine düşman edilmesi demektir. Erdoğan Kürtlere karşı savaşla milliyetçiliği ve şovenizmi körüklemekte, Kürt ve PKK düşmanlığı ile Türkleri esir almakta, kendine biat ettirmektedir. Savaş şiddet, terör ve güç gösterisidir. Burada Erdoğan Türk halkındaki güce tapma olgusunu çok iyi kullanmakta ve bu gücü de Kürtlere, PKK’ye karşı yaptığı savaşla, uyguladığı şiddet ve terörle göstermektedir.
Bunun en belirgin örneği 2015 seçimlerinde yaşandı. Erdoğan 2015 senesinde kaybettiği 7 Haziran seçimlerini Kürtlere karşı uyguladığı savaş, şiddet ve terör politikasıyla 1 Kasım’da yenilenen seçimle kazanabildi. Şimdi 2023 seçimlerini kaybedebileceğini anlayınca aynı yöntemleri, hatta daha şiddetlisini kullanacağı ortaya çıktı. Yine Doğu’da Kürtlere kaşı savaş ve şiddet uygulanacak, Kürtlere karşı güç gösterisi yapılacak, Batı’da milliyetçiliği ve şovenizmi körükleyecek, Türkler arasında hâlâ zinde güçleri susturabilmek için SADAT, Osmanlı Ocakları gibi paramiliter güçleri harekete geçirecek, halkın üzerinde terör estirecektir. Erdoğan ile halklarımızı güzel günler değil karanlık günler beklemektedir.
Kürtlere, Kürtçe diline saldırılar
Doğuda Kürtlere karşı savaş ve terör her zaman Batıya Türklere karşı sindirme ve susturma olarak geri döner. Bu şeytan döngüsü kırılmadan halklarımıza göreceği güzel günler yoktur. Ortadoğu’da, özellikle Türkiye’de Kürtler gaspedilen haklarını almak için direnmektedirler. Onlara haklarını vermemek için savaşan ise Erdoğan’dır, Türk devletidir. Erdoğan’ın inadına savaşı sürdürmesi yalnız kendi bekası için değil, Türk devletinin de bekası içindir. Kürtlere karşı savaş, asimilasyon, inkâr ve imha Türk devletinin kuruluş mayasında, felsefesinde vardır. Ülkesi ve milletiyle bölünmez Türk devleti demek Kürtlere karşı sürekli savaş demektir. Bu savaş Kürtçe şarkı ve türkü söylemeyi yasaklar, Kürtçenin anadil olarak kabul edilmesini yasaklar. Çünkü bunlar, Kürtçe türküler Türk devletinin temellerini sarsan eylemlerdir. Bu nedenle Kürt Dil Bayramı etkinlikleri çerçevesinde Derince Belediyesi Aynur Doğan’ın konserini, Muş Valiliği Metin-Kemal Kahraman kardeşlerin konserini, Amed Şehir Tiyatrosu’nun Çayırova’da sahneleyeceği “Don Kîxot” oyununu “uygunsuzluğu” gerekçesiyle iptal etti. Bunlar iptal edildi, zira Kürt türküleri Erdoğan’ın da iktidarının temellerini sarsmaktadır. Nazım’ın da dediği gibi bunlar “Türkülerimizden korkuyorlar.” Korkuyorlar, çünkü türkülerimiz onların toplarından, bombalarından daha güçlüdür. Ve onların devletlerinin de kendilerininde dayandıkları temelleri sarsmaktadır. Ne yapsalar Kürtlerin ve Kürtçenin özgürlüğünü önleyemeyecekler. Kürtlerin ve Kürtçe’nin, onlarla birlikte tüm Türkiye’nin özgürleşmesi için ilk adım Erdoğan’ın gitmesiyle başlayacaktır.
Erdoğan şimdi Kürtlere karşı her türlü savaş ve saldırıyı hem devletin hem de kendi bekasının korunmasını öne çıkararak sürdürmektedir. 18 Nisan 2022’de TSK yeniden Zap, Metina, Avaşin-Basyan bölgesine havadan ve karadan saldırıya geçti, Pençe-Kilit adında bir operasyon başlattı. Saldırılar hâlâ sürmektedir. Görülen odur ki, bu saldırılar seçimlere doğru daha da şiddetlenecek ve yoğunlaşacaktır. Zira Erdoğan en başta Kürtlere karşı uygulayacağı savaş ve şiddetle seçim kazanabileceğini biliyor. O bu savaşla Batıda Türkleri daha kolay esir alacağını, uygulayacağı terörle onların büyük ölçüde oylarını alacağını hesap etmektedir. Erdoğan’ın bu hesaplarını bozmanın yolu onun Kürtlere karşı savaş ve saldırılarına Batıda karşı çıkmakla, İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da eylemler, protestolar düzenlemekle mümkündür.
Maalesef Batıda sol, demokrat, devrimci kesimin büyük bir kısmı bu anlayıştan çok uzaktır. Onlar Ukrayna’daki savaşa karşı çıkarken, tarafların silahları susturup barış masasına dönmesini isterken, kendi ülkesinde Erdoğan’ın, devletin Kürtlere karşı yürüttüğü savaşın, yaptığı saldırıların durdurulmasını, barış masasına geri dönülmesini isteyememektedir. Bu ise temellerini bir Kürçe türkünün sarstığı Türkiye’nin kuruluş zihniyetiyle yüzleşmeyi gerektirmektedir. Bu yüzleşmeden kaçınıldığı sürece Erdoğan’ı devirmek ve Türkiye’de demokrasi ve hukuk alanında bir değişiklik beklemek çok çok zor olacaktır. Kürtlerle barışılmadan, demokratik bir cumhuriyette eşit, özgür bir yaşam sağlanmadan güzel günler beklemek yalnız hayaldir. Bu nedenle Kürt sorunu Türkiye’nin temel sorunudur ve bu sorunun barışçıl çözümü Ortadoğu’da halkların birlikte ortak yaşamının yoludur. İşçi sınıfı ve emekçiler enternasyonalist bir anlayışla Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümüne sahip çıkmalıdır.
HDP’yi savunmak Erdoğan’a yol vermektir
Bugün Kürt sorununun demokratik yollardan barışçıl çözümü için parlamento içinde ve dışında mücadele eden Parti HDP’dir ve onun müttefikleridir. Yıllardan beri HDP hem Kürtler, hem Türkler arasında kazandığı etki ve saygınlıkla Erdoğan’ın korkulu rüyası oldu. 15 Haziran 2015 seçimlerinde HDP AKP’ye seçim kaybettirebileceğini ve iktidardan düşürebileceğini ispatladı. Aldığı %13’e yakın oyla Meclis bileşimini altüst etti, AKP’yi azınlığa düşürdü. Sıra Erdoğan’ı başkan yaptırtmamaya geldiğinde buna HDP’nin gücü olduğunu gördü. “Seni başkan yaptırmayacağız” diyen Selahattin Demirtaş’ın dokunulmazlığını, CHP’nin de desteği ile kaldırttı ve hapse attırdı. Zorla ve binbir “hileyle” başkan oldu. Ama HDP’nin daha da güçlenmesinin önünü alamadı.
Bugün HDP 2023 seçiminde Erdoğan’ı başkanlıktan düşürecek en önemli güç haline geldi. Erdoğan’a göre bu önlenmeliydi. Bunu önlemenin tek yolu da HDP’yi kapatmak ve önde gelen tüm HDP’lilere siyaset yasağı getirmekti. Erdoğan şimdi bunu yapmaya çalışıyor. HDP’yi kapatmak ve 500’ün üzerinde HDP’liye siyaset yasağı getirmek için Anayasa Mahkemesi’nde dava açtırttı. Ama davanın tutarlı bir yanı yok. Davaya hukuki bir temel hazırlamak için 2015’de cereyan eden Kobane eylemlerini bahane ederek 6 sene sonra düzmece bir Kobane davası açtırttı. Selahattin Demirtaş’tan Figen Yüksekdağ’a kadar HDP yöneticileri bu davadan yargılanmaktadır. Bu davanın da tutarlı bir yanı yok. Dava Erdoğan emrettiği için HDP’ye karşı yapılan bir Kumpas davasıdır. Halklarımız Erdoğan’ın tüm bu kumpaslarını boşa çıkaracak ve sokaklarda ve meydanlarda, sandığın başında güzel günleri kendi elleriyle getirecektir. Bunun için HDP’nin savunulmasını, Kürtlerle birlikte Türkiye’nin demokratikleşmesini Türk aydın ve demokratları en önemli bir görev olarak önlerine koyması gerekmektedir. HDP’yi savunmak, Kürtlere yapılan saldırılara karşı çıkmak Erdoğan’ı yenmek demektir.
Demirtaş’ın aydınlara mektubu
Edirne Cezaevi’nde rehin tutulan Demirtaş, halkının vicdanı konumunda olan Türk aydınlarına geçtiğimiz günlerde bir mektup gönderdi. Demirtaş mektubunda “Türkiye’nin aydınlık ve ortak geleceği” için “ortak akıl” ve “ortak hareket” önermektedir. Demirtaş yaklaşmakta olan seçimleri demokrasi için bir adım olarak görürken, bunun sırf sıradan bir iktidar değişikliği, geçmişin bir restorasyonu olmaması gerektiğini vurgulamakta ve şöyle demektedir: “Asıl hedef, seçimler aracılığıyla Cumhuriyet’i demokrasi temelinde yeniden inşa etmek olmalıdır.” Evet, Türk aydınları 2. Yüzyılına girecek olan Cumhuriyeti, Türkiye ortak aklıyla hareket ederek demokratik temellere oturtma mücadelesine yönelirlerse, gelecek günlerin güzel olacağı haberini de vermiş olacaklardır.
Demirtaş gelecekte tüm Türkiye halklarının ve insanlarının güzel günler yaşayacağı Türkiye’yi şu sözlerle ifade etmektedir:
“Bizim hayalimizdeki Türkiye, çiçek bahçesi gibidir ve herkes kendi kimliğiyle, inancıyla, yaşam tarzıyla özgürce yer alır bu bahçede. Hepimizin kendimiz kalarak bir olması vardır. Tek ırk değil, tek yürek olmaktır hayalimiz. Özgürlükçü laiklik sayesinde inanç özgürlüğü de vardır hayalimizde, dinlere saygı da. Doğa emrimize amade değildir, biz doğanın parçasıyızdır. Silah, çatışma, kan, gözyaşı yoktur; onurlu barıştır hayalimiz.“ Eğer Türkiye’nin bir an evvel güzel günlere kavuşmasını istiyorsak, Demirtaş’ın uzattığı bu eli yakalamalı ve tutmalıyız. Bu Türkiye’yi güzel günlere taşıyacak olan yoldur.
Hukuk ve adaletin olmadığı yerde güzel günler olmaz
Erdoğan iktidarda kaldığı sürece Türkiye’nin güzel değil, daha çok karanlık günler yaşayacağının en son örneği Gezi davasında verilen ağır cezalardır. Yıllardır uyduruk davalarla Erdoğan’ın Silivri’de rehin tuttuğu iş insanı Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Aynı davada yargılanan Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman’a da 18’er yıl hapis cezaları yağdırıldı. Bu insanların tek suçu diğer milyonlar gibi Gezi eylemine katılmaktır. Bir demokratik eyleme katılmanın cezasının bu olduğu Türkiye’de yargı, yasa, hukuk ve adalet rafa kaldırılmış kâğıt üzerinde vardır demektir. Zaten işletilen egemenler hukukunun, Erdoğan hukukunun artık kesinkes tescil edilmesi demektir. Bu keyfiliğin doruk noktasıdır. Bundan böyle hukuk Erdoğan’ın iki duduğının arasındadır. Bu dava ile Erdoğan en duyarlı 8 aydını aramızdan kopararak bir zafer kazandığını sansın. Ama yanıldığı günleri görmesi de yakındır.
Gezi Erdoğan’ın ilk korkulu rüyasıydı. Gezi halkın, işçi ve emekçilerin, aydın ve kadınların, devrimcilerin ve gençlerin Erdoğan’ın faşizan, islami-vahabi uygulamalarına, keyfi yönetimine, insanların özgür yaşamına yaptığı müdahalesine, baskıya, demokratik hak ve özgürlüklere saldırısına karşı kendiliğinden gelişen bir baş kaldırı, yıllardır biriken bir öfkenin dışa vurmasıydı. Gezi Parkı’na, oradaki ağaçlara, doğaya müdahale insana müdahalenin, keyfiliğin örneğiydi. Aynı zamanda Gezi direnişi Erdoğan’a karşı yığınsal mücadelenin başlangıcıydı. Gezi direnişini bastırmak Erdoğan ve iktidarı için bir yaşam, varlık yokluk sorunu oldu. Ama Gezi’nin yaktığı ateşi bastırmak zordu. Bu ateş işçi ve emekçilerin direnişlerinde, doğanın ve çevrenin tahribatına karşı eylemlerde, İstanbul Sözleşmesini savunan kadınların protestolarında, gençlerin direnişlerinde, aydınların barış, özgürlük, demokrasi mücadelesinde yükselmektedir. Tüm çabalarına rağmen Erdoğan’ın dayatmaya çalıştığı Vahabi-İslami muhafazakâr yaşam tarzı tutmadı. Gezi bu müdahaleyi püskürttü.
Gezi ateşini söndüremeyen Erdoğan bu kez halka bir gözdağı vermek için Gezi direnişinin önde gelen simalarına karşı emrindeki yargıyı işletti. Kavala’yı yıllardan beri rehin tutmaktadır. Kavala’yı içerde tutabilmek için ne AIHM kararlarını tanıdı, ne de beraat ettiren mahkemenin kararlarını dinledi. En sonunda bilinen ağır hapis cezalarını verdirtti. Ama bununla Gezi ateşini söndüremedi. Verilen cezalara karşı protestolar hızla yükselmektedir. TMMOB’nin Baroların adalet nöbetleri dalga dalga yurda yayılmaktadır.
Bu cezalar esasında 2023 seçimine giderken Erdoğan’ın halkı susturma ve korkutma planının bir parçasıdır. Bu cezalar aynı zamanda HDP ve HDP’lilere verilecek cezaların da bir habercisidir. Kürtlere karşı açılan davalara susulduğu sürece Türklere karşı açılan davalara da cezalar daha da katmerleşecektir. Erdoğan için ölçü her zaman Kürtlere karşı, HDP’ye PKK’ya karşı giriştiği saldırılara Türk kesiminden gelen tepkilerdir. Eğer tepki gelmiyorsa veya cılız tepkiler çıkıyorsa, bu Erdoğan’ın Türk işçi ve emekçilerine, aydın ve demokratlarına, kadın ve geçlerine daha çok saldırı, daha çok ceza, daha çok yasak olarak geri dönmektedir. Bunun son örneği Kaftancıoğlu’nun kesinleşen cezasıdır.
Kürtlere saldırı ve yasak Türklere gelecek yasak ve saldırının habercisidir
CHP Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Anayasa’ya aykırı ama oy vereceğiz” diyerek dokunulmazlığı kaldırılan HDP eski eşbaşkanı Demirtaş’ın 4 Kasım 2016’da tutuklanmasına ve bugüne kadar Edirne’de rehin tutulmasına neden olmuştu. CHP’nin, Kılıçdaroğlu’nun bu tutumu Erdoğan için CHP’ye ve diğer demokratik ve muhalif güçlere karşı saldırıya geçmesinin de bir startı idi. Erdoğan ilk saldırıyı CHP’nin kendisine yaptı. İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun 8-10 yıl önce bir tweetini bahane edilerek dava açtırdı, mahkûm ettirtti. Şimdi de Yargıtay’a onaylattı. Kaftancıoğlu yalnız hapse girmiyor, siyaset yapması da yasaklanıyor. Bu karar Türkiye kamuoyunda şiddetle protesto edildi, Kaftancıoğlu’nun yanında yer alındı. Ama bu Erdoğan’ı durduracak boyuta ulaşamadı. Bunun sorgulanması gerekmektedir.
Erdoğan’ın Kaftancıoğlu’nu hedef tahtasına koyması onun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde sandıkları korumaktaki gösterdiği performansıydı. Kaftancıoğlu sandıklarda hileyi engelleyerek İstanbul’u AKP’nin elinden almış, İmamoğlu başkan olmuştu. Erdoğan Kaftancıoğlu’ndan intikam alıyordu. Erdoğan’ın buna cüret etmesinin nedeni CHP’nin HDP’ye yapılan saldırılar, kapatma davası, siyaset yasakları karşısında suskunluğu, Kürdistan’daki askeri operasyonlara verdiği onay idi. Erdoğan gücünü Türk kesimindeki bu suskunluktan almaktadır. Kürtlerle, HDP ile dayanışma olmadan Erdoğan’ı göndermek çok zordur. Erdoğan’ı gönderecek ve iktidarına son verecek olan yalnız ekonomide görülen kötüleşme, zamlar, pahalılık ve artan enflasyon ve bunlara karşı halkın feryadı değildir. Erdoğan’ı esas gönderecek olan Kürt ve Türklerin dayanışması ve ortak hareketidir. Erdoğan’ın en büyük korkusu bu ortak harekettir. Onun için Erdoğan sürekli Kürtlere saldırmakta, bu saldırıların yarattığı milliyetçilik ve Kürt düşmanlığı ile iktidarını koruyabilmektedir. Bunu önlemek Türklerin elindedir. Bilinmeli ki, HDP kapatıldığı ve HDP’lilere siyaset yasağı getirildiğinin ertesinde sıra CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na gelecektir.
Erdoğan: Daha neler olacak, neler. Bunlar iyi günler
Muhalefete saldırının HDP ve CHP ile sınırlı kalmayacağını, sırada İYİ Parti, DEVA ve Gelecek partilerinin bulunduğunu Erdoğan hiçbir zaman gizlemedi. Bunu bir yıl önce bilfiil kendisi itiraf etti. Rize’de İkizdere’de vadilerini savunan kadınları ziyaret eden İYİ Parti Genel Başkanı Akşener’e saldırırken söylediği sözler geleceğin ne kadar karanlık olacağının ifadesiydi. Erdoğan o zaman şunları söylemişti: “Daha neler olacak, neler. Bunlar iyi günler.” Erdoğan bu tehdidini her gün adım adım hayata geçirmektedir. Seçim yaklaştıkça bu tehditler yalnız artmayacak, sözde kalmayacak, uygulanacaktır da! Erdoğan ancak Kürtlere karşı yürüttüğü savaşla, topluma karşı uygulayacağı terörle iktidarda kalabileceğini çok iyi bilmektedir. Onun bu oyununu bozmak işçi ve emekçilerin, devrimci ve demokratik güçlerin elindedir.
Güzel günler ellerimizdedir
Şimdi yapılması gereken ilk adım Selahattin Demirtaş’ın Türk aydınlarına yazdığı mektup yaygınlaştırılmalı ve kendisine liberal, sol, demokrat, ilerici diyen aydınların Cumhuriyetin 2. Yüzyılında demokratik bir Türkiye için harekete geçmesi sağlanmalıdır. Burada ortak bir aklın ve hareketin yaratılmasında sorumluluğun işçi sınıfı ve örgütlerinde olduğu asla unutulmamalıdır. İşçi sınıfı sahip çıktığı sürece aydın güçlü ve direngendir.
Unutulmamalı ki, işçi sınıfımızın ve halklarımızın yaşadığı ve yaşayacağı güzel günler Gezi Direnişi, 8 Mart, Newroz kutlamaları, 1 Mayıs gösterileridir, sandıkta veya sokakta Erdoğan’ı devirip demokrasiyi kazandığımız, işçi ve emekçilerin, halklarımızın demokratik bir cumhuriyette eşit ve özgür olduğu gündür. Bu günlere ulaşmak bizim ellerimizdedir.. Şimdi Erdoğan’ın iktidarına son vermek için hep birlikte mücadele esastır.