Haber / Yorum / Bildiri

Şiko Yoldaşı anma toplantısı

GEÇEN sene 20 Kasım 2021 günü aramızdan ayrılan ve bu yılın 11 Ocak 2022 günü Berlin-Niederschönhausen’deki St. Hedwig mazarlığında kendisine veda ettiğimiz Şiko Yoldaş için, yoldaşları 7 Mayıs 2022 günü Berlin’de bir anma toplantısı düzenlediler. O zaman ağır korona pandemisi koşulları nedeniyle anma toplantısı yapılamamıştı. Pandeminin etkisinin azalması nedeniyle toplantı şimdi yapılabildi. Toplantıya Şiko’nun Alman, Kürt, Türk, Ermeni, Çerkes ve diğer Türkiye halklarından yoldaş ve dostları katıldı.

Toplantı üç bölümden oluştu. Birinci bölümde Şiko Yoldaş’ın (Kikan von Freyberg – Ali Durak) eşi Jutta von Freyberg müzikli bir sunum, ikinci bölümde Savaş Yener Yoldaş onun mücadele dolu yaşamını anlatan bir konuşma yaptı. Üçüncü bölümde birlikte yemek yendi ve katılanlar Şiko yoldaşla ilgili anılarını anlattılar ve günümüzdeki politik gelişmeler üzerine tartıştılar.

Neyin zamanı: Hatırlamanın mı, yasın mı, mücadelenin mi?

Jutta von Freyberg sunumuna “Neyin zamanı: Hatırlamanın mı, yasın mı, mücadelenin mi?” sorusuyla başladı ve seçtiği müzik parçaları ve yorumlarıyla Şiko’nun yaşam, düşünce, umut ve hislerini ifade etmek, O’nun politik mücadelesini ve bıraktığı izleri hatırlatmak istediğini belirtti. Bu şarkılar ve yorumlar aynı zamanda ezilenlerin, sömürülenlerin ezenlere ve sömürenlere karşı tarih boyunca verdikleri mücadeleyi gözler önüne seriyordu.

Günümüzde dönem ise yenilgiler dönemiydi. Buna rağmen mücadele devam ediyordu. Ama yenilgilerle de hesaplaşmak gerekiyordu. Bunu en iyi yapanın Brecht olduğunu söyleyen Jutta von Freyberg, Brecht’in 1933 senesinde Almanya’da Hitler faşizminin iktidara gelmesiyle alınan büyük yenilgi üzerine yazdığı “Objektiflere Karşı” şiirini okudu. Brecht bu şiirinde haksızlığa karşı mücadele edilirken susanlarla hesaplaşmaktadır. Jutta bu şiirin arkasından Brecht’in Gisela May tarafından söylenen “Moldau Şarkısı”nı getirdi. Brecht bu şiirinde de “Gece oniki saattir, arkasından hemen gündüz gelir” diyerek faşizm karanlığından sonra gündüzün geleceği umudu veriyordu. 

Yenilgilere rağmen ezilenler, sömürülenler, en alttakiler insanca özgür bir toplumu kurma, sosyalizme varma mücadelesini asla bırakmamıştır. Asya, Afrika, Latin Amerika bu mücadelelerle doludur, yenilgi, zafer, hiddet ve şiddet hep içiçe olmuştur. Müziklerimiz, şarkılarımız yalnız bizlerin acısını dile getirmez, onlar aynı zamanda yokluğa, yoksulluğa karşı direnişimizin şahitleri, sevincimizin, zaferimizin ifadeleridir. Zaferlerimiz de az değildir bu dünyada: Sovyetler Birliği, Reel Sosyalizm, dünyada yıkılan sömürgecilik ve faşizm… Yine bunların arkasından gelen yenilgiler. Bu durumu en iyi anlatan bir türkü olarak Bayan Jutta Hannes Wader’in “Ebediyetten Beri…” şarkısını sundu. Hannes Wader bu şarkıda “Ebediyetten beri görürüz, görürüz, görürüz / Dünya dönüyor, dönüyor, dönüyor / Ve her bir şeyin bu dünyada zamanı vardır / Olma zamanı / sönümleme zamanı / Hasat zamanı, Coşku zamanı / Yas zamanı / Sevgi zamanı/ Kazanma zamanı / Kaybetme zamanı / Hiddet zamanı / Şiddet zamanı / Barışma zamanı / Zafer zamanı / Dünyada savaşa karşı barışın zaferi zamanı……”

Köylü savaşlarından Paris Komünü’ne ve Ekim Devrımi’ne giden yol

Bu girişten sonra Jutta von Freyberg 500 yıl önce Alman köylü devriminden başlayarak Paris Komünü ve Ekim Devrimine kadar köylülerin, emekçilerin ve proleterlerin mücadelelerinde söyledikleri şarkılardan örnekler sundu. Alman Köylü Devrimi’nde köylülerin liderlerinden biri olan Floriyan Geyer ile ilgili “Biz Geyer’in siyah kitlesiyiz / Tiranlarla boğuşmak isteriz” derler ve Kayzer, papaz ve ağalarla giriştikleri savaşı kaybedip çekilirken “Torunlarımız bizden daha iyi yapacaklar” diye umutlarını kaybetmezler. Şarkıyı söyleyen Ernst Busch’tur. Jutta buradan Fransız Devrimi’ne gelerek önce “Bize derler ki…” şarkısını, sonra da “Özgür Kasketliler” şarkılarını sundu. Birinci şarkıda “Bize derler ki, kölelik acı değildir / zira biz mutlu bile olabiliriz…” “Sans Cilote” (Donsuzlar) devrim yapılır, çocuklar ve torunlar babalarının yaptıklarıyla gururlanırlar. İkinci şarkıda da “Özgür Kasketliler” Fransız Devrimi’nin etkilerini dünyaya yayarlar. Her iki şarkıyı söyleyen Dieter Süverkrüp’tür.

 1871’de kısa da sürse Paris Komünü gerçekleştirildi. Komün proletaryanın ilk iktidarıydı. İşçiler ve Paris emekçileri 72 gün iktidarı ellerinde tuttular, işçi ve emekçiler için önemli kararlar aldılar ve uyguladılar: Yaşam ve çalışma koşulları iyileştirildi, ordu dağıtıldı, halk silahlandırıldı, hükümet kovuldu, proletarya diktatörlüğü kuruldu. İnsanın insanın kurdu olmadığı, “Her bir kişinin özgür gelişmesinin herkesin özgür gelişmesi için koşul olduğu” toplum yaratılmıştı. Şarkılaştırılan Komüncülerin kararlarını söyleyen ise Gisela May’dı.

Komün yenilmişti, ama mücadele durmamıştı. Hemen hemen 50 sene sonra Rusya’da Ekim Devrimi ile işçi ve emekçiler yeniden iktidarı ele aldılar. Sömürüsüz, baskısız bir toplum kurmak için yeni koşullar artık doğmuştu. Bu yeniçağın içeriğini Majakowski “Sol Marş” şiirinde dillendirir. Bu şiiri şarkı olarak söyleyen ise Ernst Busch’tur. Ama Sovyet iktidarı emperyalist Almanya’nın gözüne batıyordu. Hitler faşizmi Sovvetlere saldırdı. Sovyet halkı ise faşizme karşı kahramanca bir direniş sergiledi. Bu direnişin kahramanlarından biri de 17 yaşındaki partizan Sonya’dır. Jutta von Freyberg 1941’de Alman faşistleri tarafından katledilen Sonya için söylenen acıklı, matem şarkısını dinletti.

Türk ve Kürt halklarının yenilgi ve zaferleri

Jutta von Freyberg sonra Türk ve Kürt halkının mücadelesine geçti. Önce saflarında Şiko’nunda mücadele ettiği TKP’nin kurucuları Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının 1921 senesinde Kemalist burjuvazi tarafından Karadeniz’de katledilişlerini anlattı ve Nazım Hikmet’in yazdığı “Onbeşler İçin’ ağıtı ATTF İşçi Korosu’ndan dinletti. “O ateşli göğüsleri delen hançerin / Kabzasını alacağız biz elimize / Her ne yapsan varacağız emelimize” dizeleri hep bir ağızdan söylendi.

Kendi tarih, dil ve kültürüyle eşit, özgür birlikte yaşamak isteyen Türkiye halklarına daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde soy kırıma varan baskı, zulüm ve kıyımların işlendiğini ve bu kıyımlardan en vahşisinin Ermeni halkına karşı işlendiğini belirten Jutta von Freyberg Cumhuriyet döneminde ve günümüzde bu kıyımların özellikle Kürt halkına karşı sürdürüldüğünü ve bugün Kürt halkının buna karşı Öcalan ve PKK önderliğinde direndiğini anlattı. Ermeni halkının acılarını dillendiren Arsen Petrosyan’dan bir flüt-duduk dinletisi sundu.  

Bundan sonra Jutta von Freyberg Kürt şairi Cigerxwun’nun “Ki me ez?” Ben Kimim? Şiirinden parçalar okudu ve Ermeni sanatcı Aram Tigran’ın söylediği Cigerxwun’un “Newroz” şarkısını dinletti. Aram Tigran Ermenice ve Kürtçe söylediği şarkı ve türküleriyle Ermeni ve Kürt halklarının tarihinden onların acılarını ve sevinçlerini, direniş ve mücadelelerini dillendirir. Burada, Avrupa’da ülkesini, sevdiği insanları bırakıp gelen herkes için Koma Amed tarafından söylenen “Ciyayen me” Bizim Dağlar şarkısını sundu. Koma Amed duygularını şu dizelerle dillendirir: “Dağlarımıza kar düştü-Her taraf bembeyaz / ben senden uzak, sen benden uzak- Her taraf bembeyaz / Kış mevsimi-Her taraf bembeyaz / ben yaralandım, ben bunu yapmam / Ben bu yaşamı kabul etmem…”

Şiko’nun yeğenleri amca ve dayısının izinde

Jutta von Freyberg tanıştığı Şiko’nun ailesinden de söz ederek yeğenlerinin büyük çoğunluğunun amca veya dayısının izinden gittiklerini anlatarak onların çoğunun dağa çıktığını belirtti. Kürt halkının özgürlük mücadelesinde bazılarının şehit düştüğünü, bazılarını hapiste olduğunu anlattı. Onlar baskı ve mücadeleden başka bir yaşamı tanımadan hayatlarını halkının kurtuluşuna feda ettiler. Bu kez Kürt halkı bu mücadeleyi sonuna kadar, zafer elde edilinceye kadar götürmekte kararlı olduğunu vurguladı.

Jutta Şiko’yu anarken onun annesinden de söz etti. Çocukken diğer Diyarbakır, Amedliler gibi devlet onu da Şeyh Said ve arkadaşlarının idamına bakmaya götürmüştür. Bu katliamı gören Anne hayatının sonuna kadar tek kelime Türkçe konuşmamıştır. Devlet baskısının Kürtler üzerindeki izleri çok derindir.

Zaman anma zamanı, yas zamanı, kazanma zamanı, kaybetme zamanı… Zaman zafer zamanı, barışın savaşa karşı zaferi zamanıdır diyen Jutta von Freyberg sunusunu Kürdistan Milli Marşı Ey Raqib ve TKP Marşını dinleterek sonlandırdı.

Şiko Yoldaş-Ali Durak-Kikan von Freyberg:

İşçi sınıfı ve Kürt halkının kurtuluşu yolunda mücadele dolu bir yaşam

Şiko Yoldaş için yapılan anma toplantısının ikinci bölümünde Savaş Yener Yoldaş, Şiko yoldaşın mücadele dolu yaşamını anlatan bir konuşma yaptı. Aşağıda bu konuşmayı okuyucularımıza sunuyoruz.

Değerli yoldaşlar, değerli arkadaşlar, Şiko’nun sevgili yakınları ve sevgili Jutta,

Bugün bu toplantıyla 20 Kasım 2021 günü aramızdan ayrılan sevgili Şiko Yoldaşı, Kikan von Freyberg’i, Ali Durak’ı anıyoruz. Onu bu yılın 11 Ocak’ında Berlin-Niederschönhausen’deki St. Hedwig mezarlığında düzenlediğimiz bir törenle sonsuzluğa uğurlamıştık. O gün ağır pandemi koşulları nedeniyle bir anma toplantısı yapamamıştık. Şimdi ertelenmiş olan o toplantıyı gerçekleştiriyoruz.

Marksist-Leninist bir proleter enternasyonalistti

Bugün onun hayatını anlatırken, komünist hareketin geçmişte kullandığımız kavramlara ve ifade biçimlerine, Marksist-Leninist söylemlere dönmekten başka yol yoktu. Bu kavramlar özellikle genç kuşakların kulaklarına yabancı gelebilir. Ama bu, bu kavramların zamanının geçmiş olduğu anlamına asla gelmez. Hele her şeyin iyiye gittiğini söyleyip onların lüzumsuzluğunu iddia etmek gerçeklerin inkârı olur. Biz biliyoruz ki, hiçbir şey iyi değildir. Tam tersine, kötüye gitmektedir! Şüphesiz bugün bu kavramlara saldırılmasında bizim geçmişte yaptığımız hataların da rolü vardır. Şimdi bizim onlara, Şiko Yolaşın her zaman yaptığı gibi, yeni bir ruh ve enerji vermemiz gerekmektedir. Şiko’nun kavgası bitmiş değildir.

O aramızdan ayrıldı, ama geriye hepimizin onun tecrübelerinden ders çıkarabileceğimiz savaş dolu, mücadele dolu bir yaşam bıraktı, yenilgi ve başarılarla dolu bir yaşam! Dibe vurmuş en zor durumda bile o her zaman proletaryanın haklı davasına ve dünya çapında giden sınıf savaşına, özgürlük ve adalet mücadelesine bağlı kaldı. Hayatı boyunca o tüm mücadelesinde Marsizm-Leninizm’in ve proletarya enternasyonalizminin ilkelerinden asla ayrılmadı. O bir enternasyonalistti. Tüm eksikliklerine rağmen ardıcıl bir şekilde Sovyetler Birliği’ni, Demokratik Alman Cumhuriyeti DDR’i ve diğer sosyalist ülkeleri sonuna kadar savundu. Çünkü o biliyordu ki, dünyada savaş ve saldırganlığın sorumlusu emperyalizme, emekçileri ve halkları doludizgin sömüren ve ezen, yerküremizin talan eden kapitalizme gem vuracak tek güç reel sosyalizmdi.

Reel sosyalizmin yıkılmasıyla doludizgin saldıran kapitalizm

Reel sosyalizmin yıkılmasından sonra kapital dünya çapında doludizgin karşı saldırıya geçti ve insanlığın hemen hemen tüm kazanımlarını yalnız sosyalist ülkelerde bertaraf etmekle kalmadı, gelişmiş kapitalist ülkelerde de bugüne kadar devam eden bir antikomünist “roll back” uygulamasına geçti. O, bu “roll back” ile ”terörizme karşı savaş” adına tüm dünyayı savaş ve terörle sardı. İnsanlık yeniden bir barbarlığa doğru yuvarlanmaktadır. Bugün bunu Ukrayna’da görmekteyiz. Ukrayna’daki bu savaş görünüşte Rusya’nın saldırısıyla başladığı söylenmektedir. Oysa bu savaş ABD emperyalizmi tarafından kendi dünya hegemenyasını korumak için dayatılan bir savaştır. Reel sosyalizm olsaydı böyle bir savaş düşünülemezdi. Kapitalist düzende dünya ebedi barışın olduğu bir gezegen olamaz.

Reel sosyalizmin sistem savaşında yenilgisi ve kaybı Şiko yoldaşı derinden etkiledi. Birçok yoldaşın revizyonist, oportünist ve reformist yollara sapmasını, komünist hareketi başsız bırakmasını, hatta hakir görmesini ve sessizce, bazen de açık olarak muzaffer düşman saflarına geçmesini ve kapitalizmi tarihin nihai muzafferi olarak kabul etmesini üzülerek izledi. Marksizm-Leninizmin terk edilmesi ve tüm tarihsel deneylerinin tahrif edilmesi, her türlü zararlı revizyonist, reformist, oportünist ideolojik uzlaşmalara gidilmesi onu derinden yaralıyordu. Ama aynı zamanda onu onlara karşı savaşa da biliyordu. O son nefesine kadar davasına bağlı kaldı.

Marksist-Leninist ilkelerde inatçı bir komünist

O tartışan inatçı bir komünistti. Marksizm-Leninizm ilkeleri söz konusu olduğunda asla uzlaşmaz bir tavır sergileyen bir devrimciydi. TKP safları da dâhil nerede olursa olsun kendi politik düşünceleri ve şahsi çıkarları uğruna sınıf ve demokrasi mücadelesini çıkmaza sokmaya kalkan revizyonistler ve reformistleri, milliyetçiler ve şovenistleri, kariyerist ve oportünistleri asla affetmez, sonuna kadar onlarla savaşırdı. Komünistlerin bu köhnemiş sömürü toplum düzeninin sırf reformlarla yıkılamayacağını, onu ancak devrimci yollarla yıkmaya hazır olmayı anlamış olması gerektiğini onların yüzüne vururdu. Ona göre komünistler bu sömürü düzenini yıkma yolunda Marksist-Leninist teori ve öğretisinin hâlâ geçerli ve yol gösterici olduğuna kesinkes inanmalı ve bu konuda kendi şahsi yaşamlarından da fedakârlık yapmaya her zaman hazır olduklarını ispatlamalıdırlar. Ve komünistler büyük bir direngenlikle egemen güçlere ve onların görüşlerine yalakalık yapmaktan uzak durmalı, özellikle onların milliyetçi ve ırkçı davranışlarına, küçük, güçsüz halkları ezmeye kalkmalarına karşı çıkmalıdırlar, çünkü başka türlü bir davranışın komünist harekete nasıl büyük bir zarar vereceğini onlar çok iyi bilirler. Kendi şahsi kariyerini ve toplumda iltifat düşkünlüğünü öne çıkaran yoldaşlar, burjuvazinin tüm bu olumsuz düşünce ve davranış biçimlerine açık ve yatkındırlar. İşte bunlar hakkında Şiko’nun hükmü her zaman acımasız olmuştur.

Ama o aynı zamanda işçi sınıfının çıkarları ve mücadelesi, Kürt halkının özgürlük savaşı için geniş halk yığınlarını harekete geçirecek en geniş güçlerin ittifakı söz konusu olduğunda alabildiğine esnekti. Zira ona göre sınıf ve özgürlük mücadelesinin başarısı her ikisini de gerektirmektedir: ideolojik olarak sağlam, disiplinli bir Marksist-Leninist örgüt ve tüm demokratik ve devrimci güçlerin en geniş ittifakı. 

Türkiye halklarının komünistleri TKP saflarında

O bir Kürt komünistiydi ve bir Kürt komünisti olarak Türkiye Komünist Partisi TKP’ye geldi. O Merkez Komitesi ve Politbüro üyesi oldu. 70’li yıllarda partinin yeniden yapılandırılmasında ve ayağa kaldırılmasında onun sorumlu rolü ve katkısı büyüktür. O bir komünist olarak dünyada ve Türkiye’de emperyalizme ve sömürgeciliğe, sömürü ve baskıya karşı savaşmıştır. Onun için en başta söz konusu olan işçi sınıfının kurtuluşu, Kürt ve Türk halkının ve diğer Türkiye halklarının eşitliği ve özgürlüğü idi. Özgür iradeleriyle demokratik bir cumhuriyette barış içinde birlikte yaşamalarıydı.    

Her zaman despot bir devlet olan Türkiye, Osmanlının son döneminde Ermenilerin, Rumlarım, Kürtlerin ve diğer Anadolu halklarının kıyım ve sürgünü sonunda doğmuştur. O bu halklar için bir hapishaneydi, cehennemdi.  Devletin bu karakteri zamanla NATO üyeliği ve Türkiye’nin Batı ittifaklarına entegrasyonuyla desteklendi ve gizlendi. Dünya ölçüsünde sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çatışma döneminde Türkiye halklarının kurtuluşu dünya çapındaki sistem savaşının sonucuna bağlıydı. Türkiye halkları için emperyalist kölelikten ve Kemalist Türk devletinin pençesinden kurtuluşun yolu sosyalizmdi. Türkiye halklarının ilerici güçlerinin birçoğu için sosyalizm taraftarı olmak ve Türkiye Komünist Partisi saflarında mücadele etmek görülen tek yoldu. 1973 senesinde partiyi ayağa kaldırmak için yapılan atılımda Politbüro 4 yoldaştan oluşuyordu. Bir Laz olan Bilen Yoldaştan, bir Ermeni olan Aram Pehlivanyan Yoldaştan, bir Kürt olan Şiko Yoldaştan ve bir Yörük olan Yelkenci Yoldaştan oluşuyordu. Politbüronun bu bileşimi bir tesadüf değildi, bu özgürlük, demokrasi ve sosyalizm için mücadeleyi birlikte yürütmeye karar vermiş olan Türkiye halklarının partide bir yansımasıydı, zira mücadele ancak böyle başarılı olabilirdi.   

Türk asimilasyon politikasının derin izleri

Pasaportuna göre Şiko Yoldaş 7 Nisan 1943’de Kürtlerin metropolü olan Amed, Diyarbakır-Alipınar’da dünyaya geldi. Çocukluğunda ve gençliğinde Türk devletinin baskısını birebir kendi bedeninde yaşadı. Hemen hemen bir Kürt çocuğu yoktur ki, keyfi olarak Türk askerinin postallı tekmesini yememiş, Kürtlerin kültür ve diline karşı yaralayıcı, incitici aşağılamasına, hakaretine maruz kalmamış, saldırgan Türkçülüğün barbar keyfiliğini yaşamamış olsun. Bu ya kendinden vazgeçene kadar asimilasyon ya da hapis, işkence, ölüm veya isyandı. 7 yaşında okula gittiğinde, tek kelime Türkçe bilmiyordu. O anadili Kürtçeyi öğretmenin dayağı altında unutmak ve Türkçeye anadili gibi vakıf olmak zorunda kaldı. Bir insana ve bir halka kimliğinin özünü oluşturan anadili zorla öğretmemek ve unutturmak bugüne kadar bir yandan Türk devletinin Kürdistan’da asimilasyon politikasının temelini, diğer yandan da kadın-erkek Kürt insanının ağır ruhsal tahribatının kaynağını oluşturmuştur.

Şiko bilgi ve öğrenme heveslisiydi, hızla öğrendi, başarıyla Türk okul sisteminden geçti, sanat enstitüsünde marangozluk mesleği öğrendi, yüksek okula gitmeye hak kazandı. Yüksek öğrenimi için İstanbul’a gitti. Bilgi ve öğrenme hevesi hayatı boyunca onun refakatçisi oldu. 

Gençlik döneminde Türk baskısına karşı biriken kızgınlık ve öfke onu asla terketmedi. Tam tersine daha da derinleşti ve Kürt halkının üstünden Türk boyunduruğunun nasıl atılabileceği düşüncelerine götürdü. İstanbul’da öğrenci hareketlerine katıldı, birçok Kürt solcu ve demokratının da içinde bulunduğu İşçi Partisi TİP’e üye oldu. Ama o oradan memnun değildi ve yapılanlarla hemfikir de değildi. Zamanla o, halkların kurtuluşunun, bu arada Kürt halkının ve diğer Türkiye halklarının kurtuluşunun dünya çapında kapitalizmle sosyalizm arasında süren savaşın sosyalizm lehine bitmesiyle mümkün olabileceği kanısına vardı. Bunun üzerine tutkun bir sosyalizm ve Sovyetler Birliği taraftarı oldu. O zamanın koşullarında sosyalizm için mücadele etmek demek, Türkiye Komünist Partisi TKP’nin saflarına katılmak ve onun saflarında mücadele etmek demekti.

Almanya’da “Gastarbeiter”

Ama Türkiye Komünist Partisi illegaldi ve 1950’li yıllardaki büyük tutuklama ve likidasyon dalgası sonucu daha çok yurt dışında, özellikle de Demokratik Alman Cumhuriyeti DDR’de bulunan “Bizim Radyo” üzerinden yayın yapan ve bir kaç dergi çıkaran bir gruptan oluşuyordu. Şiko partiyi aramaya, bulmaya ve onun saflarında mücadele etmeye karar verdi. Hemen hemen sonu gelmiş olan İstanbul’daki öğrenimini bıraktı ve “Gastarbeiter” işçi olarak Almanya’ya gitmeye karar verdi. Stuttgart’a geldi ve Lorenz firmasında çalışmaya ve komünist aramaya başladı. O zaman Almanya’da da bir komünist bulmak kolay değildi. KPD yasaktı ve DKP henüz kurulmamıştı. 

Ama tam bu sırada Almanya’da 68-Hareketi en yoğun olarak Batı-Berlin’de yaşanıyordu. Aynı zamanda Batı-Berlin’de 68-Hareketinin içinde de yer alan Türkiyeli öğrenci ve işçilerden oluşan Türk Toplumcular Ocağı TTO’da ve Avrupa Türk Toplumcular Federasyonu ATTF’de örgütlenmiş sol, sosyalist bir grup vardı. Bu grubun üyelerinden bazıları DDR’deki Türkiye Komünist Partisi ile de ilişkide bulunuyorlardı. Şiko Stuttgart’daki işini bırakıp Batı Berlin’e geldi ve Batı-Berlin’deki gruba katıldı. Bir elektrik firmasında çalışmaya ve işçiler arasında sosyalist propaganda yapmaya başladı. O işçilerle kolayca ilişkiler, iyi arkadaşlıklar kuruyor, başarılı bir şekilde onlara işçilerin kurtuluşunun kendi eserleri olacağını, bunun için de sosyalist derneklerde ve komünist partilerinde örgütlenmeleri gerektiğini anlatıyordu.

O Batı Berlin’de TTO’nun güçlenmesine ve ideolojik olarak sağlamlaşmasına büyük katkılarda bulundu. Türk sosyalistlerinin kendi tarihleriyle yüzleşmeye ve Türkiye’nin yalnız Türklerden oluşan homojen bir devlet değil, Türk devletinin ezdiği birçok halkın yaşadığı çok halklı bir devlet olduğu anlayışının tartışılmaya başlamasında onun payı büyük olmuştur. Şiko Türk devletinin Ermenilere ve diğer halklara karşı jenosid, kıyım uyguladığını, bu kıyımın bugün Kürtlere karşı sürdürüldüğünü sürekli anlatmıştır. O solcu Türklere, Türkiye’deki diğer halklara da hitap etmek ve onların da derneklerde çalışmaları isteniyorsa, dernek isimlerinin Türkiyeli veya Türkiye’den işçi ve öğrencilerin dernekleri olarak değiştirilmesi gerektiğini sürekli belirtmiştir. Zira bu diğer halklardan insanları kazanmanın ilk adımıdır. Dernek isimlerinin değişmesinde Şiko’nun katkısı büyük olmuştur.

Şiko Yoldaş TKP’de ve 1973 Atılımı

Şiko Batı-Berlin’deki grup üzerinden TKP ile ilişkiye geçti. Parti 1. Sekreteri Yakup Demir (Zeki Baştımar) ve Politbüro üyeleri Bilen ve Aram Yoldaşla görüşmeler yaptı. Parti adı olan Şiko’yu ona Bilen yoldaş verdi. Şiko 30’lu yıllarda Türk devletine ve işbirlikçilerine karşı isyan edip Diyarbakır hapishanesine atılan bir Kürttü. Bilen yoldaş da 30’lu yıllarda çarptırıldığı cezayı çekmek için Diyarbakır hapishanesine gönderilen bir “mahkûmdu”. O Diyarbakır hapishanesinde Şiko ile aynı koğuşu paylaşır. Hapishaneden ayrılırken Şiko’ya bir kez daha komünistlerin Kürtlerin davasını savunma sözü verir. Bilen Yoldaş böylece genç nesiller arasında Şiko isminin yaşatılmasıyla Kürtlere verilen sözün tutulmasını istemiştir. 

Partiye girdikten sonra Şiko Batı-Berlin’de çalışmaya devam etti. 70’li yılların başında Parti onu Sofya’ya, Bulgaristan’a “Dimitrof” Parti Yüksek Okulu’nda eğitime gönderdi. Eğitimden döndükten sonra o artık parti işçisiydi. Batı-Almanya ve Batı-Avrupa’da parti hücrelerin kurulmasıyla görevli enstrüktördü. 1973’de parti yönetiminde bir değişiklik ve yenilenme gerçekleştirildi. Ağır hastalığı nedeniyle Parti 1. Sekreteri Yakup Demir Yoldaş görevden alındı ve Bilen Yoldaş Parti Genel Sekreteri oldu. Bilen Yoldaş Politbüro’yu iki yoldaşı koopte ederek genişletti. Politbüroya koopte edilen yoldaşlardan biri Şiko’ydu. Yeni Politbüro ilk toplantısında Parti Merkez Organı olarak ATILIM gazetesini çıkartmaya, partinin yeni tüzük ve programını hazırlamaya, dışarda ve içerde, ülkede işleyen bir parti örgütlenmesi yarattıktan sonra bir parti konferansı toplamaya karar verdi. İlk parti örgütlenmesi Batı Almanya ve Batı Avrupa’daki işçi ve öğrenciler arasında yapılacak ve bu Türkiye’deki örgütlenme için bir köprübaşı oluşturacaktı. Politbüro bu işle Şiko yoldaşı görevlendirdi. Parti tarihimizde bu dönem 73 Atılımı olarak adlandırılır.

Tam da bu sırada Alman Komünist Partisi DKP-Yönetimi TKP-Yönetimine başvurarak Türkiyeli “Gastarbeiter”, işçilerin örgütlenmesi için DKP ile birlikte çalışacak yetkili bir yoldaşın görevlendirilmesini istedi. Politbüro bu işle de Şiko yoldaşı görevlendirdi. Şiko Yoldaş kısa zamanda DKP’nin de desteği ile Türkiye’ye köprübaşı olan ve işlemeye başlayan güçlü bir örgüt oluşturdu. 

Bu aşamada parti, denebilirki, anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğdu. Yurt içinde ve dışında oluşan yaratılan parti örgütleri tüzük ve programı tartıştılar, 1977’de Moskova’da gerçekleştirilen parti konferansında parti tüzük ve programı kabul edidi, parti yönetimi onaylandı. Parti Türkiye’de politik yaşama aktif katılmaya, işçi ve köylülerin, gençlerin ve kadınların, aydınların ve sanatçıların, Kürt halkının ve diğer halkların hak arama, özgürlük ve demokrasi mücadelelerinde, DİSK’in 1 Mayıs miting ve yürüyüşlerinin örgütlenmesinde aktif rol almaya başladı. Ama Parti hâlâ Türkiye’de ve yurt dışında illegaldi. Buna rağmen güçlendi. Bu güçlenmeyle birlikte parti yönetiminin her düzeyde kadro olarak güçlendirilmesi gerekliliği ortaya çıktı. Parti kadrolarının yetiştirilmesi, ideolojik olarak eğitilmesi ve görevlendirilmesi gerekiyordu. Bu zor koşullarda Politbüronun gelişmekte ve büyümekte olan partinin önde duran sorunlarını acilen ele alması gerekiyordu. 

Parti içinde ilk tartışmalar

Şiko parti yönetimindeki tartışmalara ve çalışmalara aktif katılabilmek için Batı-Almanya’dan DDR’e taşındı. Doğal olarak partide bu sorunların çözümü ile ilgili farklı anlayışlar mevcuttu ve büyük tartışmalar oluyordu. Bu tartışmaların büyük kısmı Bilen Yoldaşla Şiko Yoldaş arasında geçiyordu. Bu tartışmalar esnasında Şiko Yoldaş inatçı tutumuyla o dönem partiye gelebilecek birçok tehlikenin ve verilebilecek zararların önlenmesine neden oldu. Bunu çoğu kez Bilen Yoldaş da takdir etti.

Parti yönetiminin çalışması tam olarak oturmadan Türkiye’de 12 Eylül 1980’de askeri darbe oldu. Hükümet düşürüldü, parlamento dağıtıldı, partiler, sendikalart, yığın örgütleri yasaklandı. Ülkeyi bir tutuklama dalgası sardı. Birçok solcu, devrimci, demokrat, ilerici kişiler, bunlar arasında partimizin üyeleri tutuklandı, hapsedildi, işkenceye tabi tutuldu, öldürüldü. Özellikle Kürt özgürlük savaşçıları ismi işkencehaneye çıkmış olan Diyarbakır hapishanesinde ölümüne işkenceden geçirildiler. Tutuklanmadan kurtulabilenler yurt dışına çıktılar. Yurt dışına çıkmayı başaran bizim yoldaşlar da DDR’e geldiler. Şimdi önce yenilginin nedenlerini analiz etmek, ne gibi sonuçlar çıkarılabileceğini düşünmek ve parti çalışmalarının yeniden nasıl biçimlendirileceğinin tartışılması gerekiyordu. Parti içinde bu tartışmalar yürürken Politbüro çalışmaların ağırlığını yurt dışında askeri cuntaya karşı geniş demokratik bir ittifakın yaratılmasına karar verdi. Bunun için yurt dışına çıkmış olan parti ve örgütlerin, özellikle de İşçi Partisi TİP, Sosyalist İşçi Partisi TSİP ve Kürt partilerinin yöneticilerinin kazanılması gerektiği saptandı. Bu işler Şiko Yoldaşın yeni görev alanı olarak belirlendi. Bu görevin yerine getirilmesi için Şiko Yoldaş yeniden batı Almanya’ya ve batı Avrupaya geçti.

12 Eylül Darbesi ve TİP, TSİP’le ittifak çalışmaları

Askeri cuntaya karşı bir ittifakın yaratılması göründüğünden daha komplike çıktı. Çünkü TIP ve TSİP yöneticisi Behice Boran ve Ahmet Kaçmaz kendi partilerinin de Marksist-Lenininst partiler olarak kabul edilmesini dayattılar. Zira onlara göre gündemde olan ittifak sorunu değil Marksist-Leninist partilerin yeni bir komünist partisinde birleşme sorunuydu. Şiko onların bu görüşlerine kökten karşı çıktı ve onlara Türkiye’de demokrasi mücadelesinin birer sosyalist parti olarak her iki partiye de ihtiyacı olduğunu ve bu mücadelede yığınların askeri cuntaya karşı mobilize edilmesinde iki partinin de paha biçilmez işlev ve önemi olduğunu onlara anlatmaya çalıştı. Ama ne Boran’ın ne de Kaçmaz’ın ikna edilmesi mümkün değildi. Onlar TKP ile birleşmede diretiyorlardı. Kürt devrimcileriyle görüşme sırasında Şiko, Öcalan yönetimindeki PKK’nın yeni, gelişen bir güç olduğu tesbitini yaptı. Onun çıkardığı sonuç, Partimiz TKP’nin PKK konusundaki tutumunu gözden geçirmesiydi. O böylece bu konuda partide uzun sürecek olan bir tartışma açmış oldu.

Politbüroda Şiko yaptığı görüşmeler hakkında bilgi verdi. Bilen Yoldaş onun tutumunu tam olarak onayladı. Bilen Yoldaşa göre de TİP ve TSİP saflarında böyle bir birleşmeye karşı çıkacak Marksist-Leninist olmayan güçlü bir küçük burjuva kesim vardır. Her iki partinin bu kesimleri kaybetmemesi gerekirdi. Ama Türkiye’den gelen ve Nabi Yağcı çevresinde toplanan güçler birleşmeden yana tavır koydular. Politbürodaki çoğunluk önce birleşmeye karşıydı.

Birlik ve TKP’nin likıdasyonunda ilk adım

Diğer yandan askeri cunta altında alınan yenilgi hakkındaki tartışmalarda parti içindeki “cepheler” keskinleşmeye başladı.  Bir parçalanmaya meydan vermemek için Sovyet yoldaşlar parti yönetiminde bir değişiklik önerisinde bulundular. Buna göre Nabi Yağcı yeni genel sekreter ve Bilen Yoldaşta onur başkanı olmalıydı. Sovyet yoldaşlar aynı zamanda partinin diğer işçi partileri TİP ve TSİP’le birleşmesinden de yana olduklarını açıkladılar.

Şiko Sovyet Yoldaşlarla tartıştı, ama onları ikna edemedi. O onlara ısrarla partimizin TİP ve TSİP’le birleşmenin sonucunun yalnız bizim partimiz için değil, TİP ve TSİP için de bir likidasyon olacağını anlatmaya çalıştı. Ama sonunda parti disiplin kurallarına boyun eğmek gerekti.  1983’de Parti 5. Kongresi yapıldı, Nabi Yağcı genel sekreter seçildi. Parti kongresinden kısa bir zaman sonra Bilen Yoldaş vefat etti. Nihayet partiyi yıkma yolunda Nabi Yağcı’nın da önü açılmış oldu. Birleşme TİP ve TSİP’le kalmadı, bir milliyetçi-kemalist hareket olan Dev-Yol’la birleşmeye kadar gitti. Bu gelişmeler Şiko’yu derinden yaraladı, özellikle parti disiplini nedeniyle susmak zorunda kalmak ve tartışmalara müdahale edememek onu için için yiyordu.

19983 Parti Kongresi’nden sonra Şiko, her tecrübeli komünistin yapması gerektiği gibi disiplinli bir parti neferi olarak kendini politik çalışmalardan geri çekti. O hiçbir şeye karışmadı. Hatta vefat eden Bilen Yoldaş için yapılan anma toplantısına gitmeyi reddeti. O toplantıya neden gelmeyeceğini, “sizler şimdi ölümünden sonra Bilen Yoldaşı anıyorsunuz, ama ona beddua edeceğiniz, saldıracağınız günler yakındır, bende Bilen’i sizlerin saldırılarına karşı savunan çok az kişiden biri olacağım” diye açıkladı.

Tam da böyle oldu. 90’lı yıllarda Nabi Yağcı Bilen’e ilk saldıranlardan ve onun itibarını düşürenlerden biri oldu. Ve Şiko Bilen’i Marksizm-Leninizm ve partimizin kurucusu Mustafa Suphi yolunda şaşmayan bir TKP’li, bir enternasyonalist olarak savunan ve Nabi Yağcı’yı Şefik Hüsnü’nün reformist-Kemalist çizgisini güden bir renegat olarak deşifre eden ilk komünistlerden biri oldu.

Disiplinli bir parti neferi olarak yeni bir yaşam

O politik çalışmalardan geri çekildi ve 1983 senesinde DKP ile çalışırken tanışmış olduğu Jutta von Freyberg ile evlendi. İlk işi Türk devletinin ailesine dikte etmiş olduğu Durak soyadını bırakmak ve eşinin aile soyadı von Freyberg adını almak oldu. Daha sonra bir Arap-Müslüman adı olan Ali adını da bıraktı ve baba sülalesinin adı olan Kikan adını aldı. Artık bundan böyle o, Ali Durak değil, Kikan von Freyberg idi. Evlilikten sonra von Freyberg ailesi Frankfurt am Main şehrine yerleşti. Bay von Freyberg’de yaşamını sağlaamak için bir iş aramaya başladı. Bir iş ararken aklına her yerde geçerli bir mesleği olduğu geldi: Diyarbakır’da bir Ermeni ustasının yanında öğrendiği marangozluk, mobilya tamirciliği, restoratörlüğü mesleği. O çok iyi bir mobilya restoratörüydü. Önce bir mobilya antikacısının yanında işe başladı ve daha sonra Neu-Isenburg şehrinde “Antik im Hof” adıyla restorasyon atölyesi de olan bir antikacı dükkanı açtı. Daha çok Alman Biedermeier (Bidermayer) antik möbilyaları üzerine uzmanlaştı. Hatta bu alanda antik bir mobilyanın menşei ve şu andaki durumu hakkında bilirkişi raporu veren bir uzman oldu. Yıllar böyle geçti. Şiko Kürt dernekleriyle ilişki kurdu. TKP’deki aktif politik çalışmaları nedeniyle tehlikeye atmak istemediği Diyarbakır’da, Kürdistan’daki ailesiyle yıllar sonra dikkatli bir şekilde ilişki kurdu.

Yıkılan reel sosyalizm Demokratik Alman Cumhuriyeti (DDR)

Daha sonra 1989 senesi geldi. Birçok komünistin yaşadığı gibi 1989 senesi Şiko için de kapkara bir yıldı. Reel sosyalizmin çökmesi, Berlin duvarının yıkılmasıyla onun ve birçok komünistin dünyası da yıkılmıştı. Rezignasyon ve depresyon yalnız TKP’liler arasında değil, Alman ve diğer komünistler arasında da bir pandemi gibi yayılıyordu. Ama burada ilk kendine gelen, kendini toplayan Şiko’ydu. O kalktı, 40 tane kırmızı karanfil aldı ve hâlâ daha vorolan DDR sınırına gitti. 40 kırmızı karanfili tek tek hâlâ sınır muhafızlığı görevi yapan muhafızlara dağıttı ve onlara 40 yıllık varlığı süresince Avrupa’da 40 yıldır barışı sağlayan DDR’i, Demokratik Alman Cumhuriyeti’ni korudukları için teşekkür etti. O zamanlar DDR tüm dünyada ve Avrupa’da barışın garantisiydi.

Türkiyeli komünistler ve solcular için DDR bir barış ülkesi olmasının yanı sıra, yalnız her zaman sığınabilecekleri güvenli bir “Hinterland” değil, aynı zamanda Türkiye’nin yanı sıra bir vatandı. Hele Kürtlere karşı dışlayıcı, düşmanca davranan Türkiye’nin yanında Kürt Şiko için bu sosyalist vatan DDR candan, paha biçilmez bir vatandı. Daha sonra von Freyberg ailesi Frankfurt’daki evlerini bırakıp, birikimleriyle Berlin yakınında eski DDR’e ait olan Falkensee şehrinde küçük bir ev aldılar ve orada yaşamaya başladılar. Ama hiçbir şey masallarda olduğu gibi huzur ve barış içinde yaşamın sonuna kadar devam etmiyordu. Şiko bir komünistin emekli olamayacağını, kenara çekilip huzur bulamayacağını çok iyi biliyordu. Zira uğrunda mücadele ettiği hedeflere daha varılmış değildi.

Kürt Özgürlük Hareketi ve Öcalan’la dayanışma

O bu esnada tüm gücüyle Öcalan liderliğindeki Kürt halkının özgürlük mücadelesini destekledi. 1998 senesinde Öcalan Suriye’den çıkmak zorunda kaldığında ve Kasım 1998’de Roma’ya geldiğinde Şiko, Öcalan’la dayanışmada bulunmak için birçok Kürt gibi hemen Roma’ya gitti. Onun için Öcalan Kürt halkının lideriydi. Öcalan Kürt halkını uyandırdı ve ona Türk, Suriye, Irak ve Pers devletlerinin baskı mekanizmalarına karşı nasıl savaşılacağını gösterdi. Öcalan uluslararası bir komplo sonunda Kenya’dan Türkiye’ye getirildiğinde ve özel bir mahkemede yargılanıp hayatının sonuna kadar İmralı hapishanesinde rehin alınmaya mahkûm edildiğinde bazı Türk ve Kürt solcuları Öcalan’ı gözden düşürmeye, onun Kürt Özgürlük Savaşı’ndaki liderliğini tartışmaya kalkıştıklarında, Şiko onlara karşı amansız bir mücadele verdı. Şiko’ya göre Öcalan düşmanın zindanında rehin alınmış ve izole edilmiş olsa bile daima Kürt halkının lideri olarak kalacaktır, çünkü o mücadelesiyle halkının kalbini fethetmiş ve halkına tiranları, despotları yenebileceği umudunu vermiş bir liderdir. Onu Kürt halkından ve Kürt halkını da ondan kimse koparamazdı. Son yıllardaki gelişmeler Şiko’ya hak vermiştir.

SİP-TKP ile mücadele ve TKP’yi yeniden ayağa kaldırma mücadelesi

Şiko’nun yeniden TKP içinde açık aktif politik çalışması için daha 10 sene geçmesi gerekiyordu. 2001 senesinde Sosyalist İktidar Partisi SİP’de örgütlenmiş yarı Troçkist, yarı küçük burjuva bir grup partimizin ismi TKP’yi gasp ettiklerini görünce Şiko parti disiplini buraya kadar deyip susmaya son vermenin, harekete geçmenin legitim ve zorunlu olduğu kararını verdi. Ve o yeniden Komünist Partisi TKP’nin Marksist-Leninist devrici özünü, karakterini toptan mahvetmek isteyenlere karşı mücadeleye başladı. Zira bu SİP-grubu tarafından parti isminin gaspedilmesi Türk devletinin dolaysız yardımı ve eski yoldaşların göz yumması ve sessiz destek vermesi sayesinde vuku bulmuştu. Eğer Türkiye’de komünist adıyla bir parti kurmanın hâlâ yasak olduğu düşünülecek olursa, o zaman partimize karşı çatıştırılan bu komplonun verdiği zararın boyutu daha iyi anlaşılır. Devlet, kendi teşvikiyle devlet güdümünde, ilericilerin SİP-TKP dediği legal bir TKP yaratmış oldu. Abartısız denebilirki, bu partinin görevi işçi sınıfı ve devrimci hareketi parçalamanın yanı sıra, devletin Kürt kurtuluş hareketini bastırmak ve yok etmeye yönelik barbar saldırılarına, milliyetçi şoven-kemalist politikalarına kamuoyunda destek vermektir. Ve bunu bugün Erdoğan hükümetine verilen destekle yapmaktadırlar.  

Bu koşullarda tüm bu revizyonist, oportünist likidatörlere ve gaspçı Troçkist tayfasına, milliyetçi ve şovenistlere karşı mücadele için TKP’nin Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halklarının partisi olarak yeniden Marksizm-Leninizm ve proletarya enternasyonalizmi temelinde, proletaryanın tarihsel rolü, Kemalizm ve Kürt konusunda açık, tutarlı bir politikayla ayağa kaldırılması gerekiyordu. Özellikle Kürt sorununda Kürt halkının, ayrılma hakkı da dâhil, kendi kaderini belirleme hakkını yalnız teoride tanıyan değil, yığınlarla mücadelede somut ve aktif savunan açık, kesin bir tutum sergilenmeliydi. Komünist hareketin eski temel ilkeleri yeniden yaşatılmalı ve günümüz koşullarına uygulanmalıydı.

Şiko yeniden işe başladı. Türkiye’de ve Almanya’da eski yoldaşlarla sayısız görüşmeler ve toplantılar yaptı. Onları içine düşmüş oldukları perişanlıktan, dağınıklıktan, likidasyondan kurtarmak, birleşme sürecinde Partinin girdiği yolun yanlışlığını göstermek ve onları yeniden bir “Atılım”a, yeni bir başlangıca kazanmak için, bazen boşuna, çok uğraştı. Bu işin 1973 Atılımı’ndan da zor ve çetin olduğu görülüyordu. Şiko Yoldaş, büyük çoğunluğu likidasyon döneminde bozulmuş, milliyetçiliğe, revizyonizme, oportünizme ve kariyerizme bulaşmış eski partililerle bir yere varılamayacağını, yeni başlangıcın yeni genç kadrolarla mümkün olabileceğini saptadı. Artık yeni koşullarda eski denenmiş Marksist-Leninist ilkelerle eğitilmiş yeni kadrolar yetiştirmek ve onlarla partiyi kalkındırmak gerekiyordu.

O’nun mücadelesi başarıya ulaşacaktır

O bu işe “iğneyle kuyu kazar gibi” koyuldu. Tüm gücünü bu işe vakfetti. Tam sonuçlarını almaya başladığı bir anda Parkinson hastalığı onu yakaladı. 20 Kasım 2021’de onu bizden aldı. Ama başladığı iş yarıda kalmayacak. Bundan sonra gelecek genç kuşaklar onun başladığı mücadeleyi devam ettirecekler ve bir gün partimizi Mustafa Suphi-Bilen geleneğinde yeniden ayağa kaldırcaklardır. Şiko onlara bu özgüveni aşılamıştır. 

Parti Marşımızın son kıtasında şöyle deriz:

Aydınlar ve köylüler

Rehberimiz işçilerdir

TKP’de dolsun saflar

Bugün esir yarın her şey hey hey!

Bugün esir yarın her şey

Evet, bu ülkenin Türk, Kürt ve diğer halklarının işçilerinden, aydın ve köylülerindem gelen Marksist-Leninistler yeniden TKP’nin saflarını dolduracaklar. Bu da Şiko yoldaşa sözümüz olsun!

Kürt Yoldaşın mesajı

Yener yoldaşın konuşmasından sonra söz alan Kürdistan Komünist Partisi’nden Eren Berzan yoldaş da Şiko Yoldaşın Kürt, Türk ve diğer Türkiye halklarından işçi ve emekçilerinin eşit, özgür ve birlikte mücadelesindeki önemini belirtti ve onun Türk sol ve devrimci hareketinde, Türk işçi ve emekçileri arasında şoven Türk milliyetçiliğinin kırılmasında, onların Türk devletinin baskı ve zulmüne karşı Kürt halkının başkaldırısını, onun özgürlük mücadelesini kavramasında önemli bir rolü olduğunu vurguladı. Zira Kürt halkı özgür olmadan Türk halkı da özgür olamaz ve Türkiye demokratikleşemez. Şiko bu mücadelede ilk neferlerden biridir. Berzan Yoldaş Türklerin Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle dayanışması gerektiğini vurguladı.

Anma toplantısı hep birlikte söylenen Enternasyonal ile sona erdi.

Bir yanıt yazın