Haber / Yorum / Bildiri

Türkiye İdlib batağından hemen çekilmeli!

Ölen 33 askerin sorumlusu Erdoğan’dır!

Erdoğan hemen istifa etmeli!

27 Şubat Perşembe akşamı, arkasına Rusya ve İran’ı alan Esad güçlerinin bir hava saldırısı sonucu İdlib’de 33 asker, ‘Mehmetçik’ hayatını kaybetti. Bu sayı sonra iktidar tarafından 34’e, 36’ya yükseltildi. Hatta sayının 75 olduğu söyleniyor. Bir o kadar da yaralı olduğu bildiriliyor. Şimdiye kadar “bir kaç adet“ veya „bir kaç tane şehidimiz var, ama rejim unsurlarına da misliyle bedel ödettik“ diyerek hem ölenlerin sayısının önemli olmadığını belirtmeye çalışan hem de karşı tarafa misliyle zayiat verdirttik açıklamalarıyla milliyetçiliği kabartan Erdoğan’dan bu kez ses seda yoktu. İki gün halkın karşısına çıkamadı, konuşamadı. Asker kaybı haberini bir valiye, Hatay valisine yaptırttı. Tüm dünya ajansları daha perşembe akşamı gerçek ölü sayısını açıklarken, ölen asker sayısı Türkiye kamuoyundan sabaha kadar saklandı, gizlendi. Sosyal medyaya “yasak” getirildi, kapatıldı veya yavaşlatıldı. Yine doğru haberi verenler aleyhine davalar açıldı. Olay basit değildi. Hayatını kaybeden 33 askerdi! Bunun sorumlusu ise Erdoğan’dı! Erdoğan bunun hesabını vermek zorundadır! Bu sorumluluk istifayı gerektirir. Erdoğan hemen istifa etmelidir.

Ölen asker sayısı halktan ilk kez gizlenmiyordu. Daha önce Libya’da ölen bir albay ve askerler kamuoyundan gizlenerek toprağa verildi. Erdoğan sustu, bu olayı geçiştirdi. Bu kez Erdoğan iki gün sustu. İki gün sonra yaptığı konuşma ise bir sorumsuzluk örneği idi. Erdoğan bu konuşmasında 34 şehidin verildiği açıklamasını, Gezi ve FETÖ olaylarından, turizmde, araba ve konut satışlarında kırılan rekorlardan, diğer ekonomik rakamlardan bahsederek vermesi milletle açıkça alay etmesiydi, 34 asker kaybını sıradan bir olay gibi göstermeye çalışmasıydı. Yine 33 “şehit”e karşı rejim unsurlarından iki bin 100’ünü bertaraf ederek bedel ödettik demesi ise hem doğru bir bilgi değil, hem de bir insanlık suçudur. Böyle bir kıyaslama utanç vericidir. Bu bir savaştır, iki taraftan da ölüm savaşın fıtratında vardır. Ama intikam almak, bedel ödetmek için, savaş da olsa, 2000 sayısı gibi yığınsal insan öldürmek bir insanlık suçudur, hesabı sorulur. Kaldı ki Londra merkezli Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü Suriyeli asker kaybını 41 olarak vermektedir. Bu yalan ve abartılı haberlerle Erdoğan’ın amacı kamuoyunda hamaset edebiyatı yapmak, halkı infiale gelmesin diye yatıştırmaya çalışmaktır. Onun Avrupa’ya açılan Yunanistan ve Bulgaristan sınır kapılarını açması da iç kamuoyuna yönelik milliyetçi duyguları kaşımak, gündem değiştirmek, suçluluğunu örtmek içindir. Burjuva medyası “Hah! Avrupa dediğin anca bundan anlar” diye Erdoğan’ın bu kararını göklere çıkarmaktadır. Ama onları karda kışta rezil olan, ölen çocuk ve kadınların, insanların çilesi ilgilendirmiyor. Onlar için önemli olan, göçmenleri Avrupa’ya karşı rehin gibi kullanıp AB’den, Merkel’den daha çok para ve İdlib’deki savaş için daha çok destek koparmaktır. Sınıra yığdıkları göçmenlerin Avrupa’ya gidemeyeceğini onlar da biliyorlar. Avrupalılar ise Erdoğan’ın şantaj yaptığını çoktan okumuş durumdalar. Onlar Erdoğan’ın Suriye’deki Yeni Osmanlıcı maceralarına alet olmak istemiyorlar. Suriye sorununun barışçıl yollardan çözümünü savunuyorlar.

33 asker ne için öldü?

Tekrar tekrar sormak gerekiyor! Bu askerler kim için ölüyorlar, „şehit“ oluyorlar? Allah yoluna mı, vatan uğruna mı, yoksa Erdoğan’ın çıkarları ve hırsları için mi? Allah yoluna değil, zira çarpışan iki taraf da Müslüman! Vatan uğruna değil, çünkü savaşın olduğu yer Türkiye değil, İdlib, Suriye’nin bir vilayeti. Öyleyse “bizim ne işimiz var İdlib’de? Ne için savaşıyoruz orada? Vatanı korumak için mi? Vatana, Türkiye’ye Suriye’den, hem Esad’dan, hem Rojova yönetiminden gelen bir tehlike var mı? Tam aksine! Türkiye, Erdoğan onlar için bir tehlike. Batı emperyalist güçlerinin gazına gelip Esad’ı devirmeye, Emevi Camii’nde Cuma namazı kılmaya kalkan kimdi? Erdoğan değil miydi? Esad’ın üstüne sürmek için topladığı islami cihatçıları Kobane’de Kürtlerin üstüne süren, Kobane ha düştü, ha düşecek diyen Erdoğan değil miydi? Ortadoğu’da esas tehlike Erdoğan’dır . Libya’da ne işimiz var sorularına ‘‘Mustafa Kemal’in Trablus’da ne işi vardı’’diye verdiği cevapla Osmanlı askeri olarak Libya’da savaşan Mustafa Kemal’e öykünerek Osmanlı hayallerini dile getiren Erdoğan’dı. O hem Yeni Osmanlıcı, yayılmacı hayallerini hayata geçirmek, hem de ülkede eriyen iktidar tabanına şovenizmle güç katmak, faşizan otoriter iktidarını sürdürebilmek için Türkiye’yi Ortadoğu batağında savaşa atmaktadır. O ancak savaşla iktidarda kalabilmekte, muhalefeti susturmakta, ekonomide, yargıda, eğitimde, kültürde, toplumun her alanında şiddet ve terör estirebilmektedir.

O bu amaçlarını maskelemek için, Suriye’den göçü önlemek, terörizmi yok etmek için Türkiye’nin İdlib’de olması ve savaşması gerektiğini söylemektedir. Bu ise düpedüz büyük bir yalandır. Çünkü göçün esas nedeni savaştır. İnsanlar savaştan, bombalardan kaçmakta, evini yurdunu terk etmektedir. Emperyalizm adına savaşı başlatan ve sonra da kendi adına sürdüren Erdoğan’dır. Bu savaşı yapmak için dünyada ne kadar İslamcı, El-Kaideci, İŞİD’çi terörist varsa toplayıp Suriye’ye geçmesini sağlayan Erdoğan’dır. Erdoğan Suriye’de İslamcı teröristlerle iç içedir. Bırakalım onlarla savaşmayı, onları korumakta, kollamakta ve desteklemektedir.

HTŞ ılımlı muhalefet mi?

Erdoğan İdlib’de ve genel olarak Suriye’de tutunabilmek için bu cihatçılarla işbirliği yapmak zorundadır. Bu cihatçıların en büyüğü ve İdlib’de yönetimi elinde tutan Heyet Tahrir el-Şam, HTŞ denen El-Kaideci örgüttür. Bu örgüt BM, AB, ABD, Rusya, Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul edilmektedir. Bu örgüt Soçi anlaşmasını daha baştan kabul etmedi ve bu anlaşmaya göre ılımlı örgütlerden ayrılıp, silahlı bir terör örgütü olarak izole ve bertaraf edilmesi gerekmekteydi. Bu görevi de Erdoğan üslenmişti. Ama Erdoğan bu görevi yerine getirmeye asla yanaşmamıştır. Geçtiğimiz yıllarda bu örgüt hem Esad güçlerine hem Suriye’deki Rus üslerine karşı sürekli saldırılar düzenledi. Özellikle Aralık 2019’dan sonra İdlib’e yönelen Esad ve Rus saldırılarının hedefi bu terör örgütünü bitirmek ve İdlib’i bunlardan kurtarmaktır. Erdoğan ise buna karşı çıkmaktadır. Zira Erdoğan’a göre önceden terörist diye ilan ettiği HTŞ artık bir terör örgütü değil, Esad rejimine karşı savaşan ılımlı muhalefetten biridir. Bunun için İdlib’e karadan ve havadan Esad ve Rus saldırılarının durdurulması gerekmektedir. Ruslar ve Esad ise bunu kabul etmiyorlar, HTŞ’nin bir terör örgütü olarak mutlak bertaraf edilmesi gerektiğini söylüyorlar. Anlaşmazlığın önemli bir konusu HTŞ’nin 40-60 bin silahlı teröristiyle ne olacağıdır. Erdoğan bu gibi teröristlerin bir kısmını Kuzeydoğu Suriye’de Kürtlere, Libya’da Hafter’e karşı kullanmaya devam etmek istiyor. Esad ve Ruslara, uluslararası kamuoyuna göre ise bertaraf edilmesi gerekmektedir. Bu konuda anlaşma olamayınca da savaş devam etmektedir.

Son zamanlarda HTŞ’yi ılımlı bir muhalif örgüt olarak görmeye başlayanlardan biri de ABD’dir.  HTŞ’nin şu an faaliyetlerini uluslararası alandan çok Esad ve Rus üs ve birliklerine yöneltmesi ABD’nin işine gelmekte ve HTŞ’yi ılımlı muhalefet olarak görmesine neden olmaktadır. ABD’nin Suriye’den sorumlu özel temsilcisi Jeffrey HTŞ konusunda şöyle demektedir: Bunlar “El Kaide türevi” olmakla birlikte ağırlıklı olarak Esad rejimine karşı savaşıyorlar ve “kendilerinin terörist değil yurtsever muhalif savaşçılar olduklarını ileri sürüyorlar. Bu iddialarını henüz kabul etmiş değiliz… Bir süredir uluslararası bir tehdit yarattıklarını da görmedik… Gördüğümüz kadarıyla daha çok İdlib’deki pozisyonlarını korumaya odaklanmış durumdalar… HTŞ 2018 sonrasında Soçi ateşkes anlaşmasına taraf olmamakla birlikte, onların cephesinde Ruslara karşı yalnızca düzensiz ve pek kuvvetli, önemli olmayan nitelikte askeri eylemler gözledik. Ruslar bunu bir bahane olarak kullanıyorlar.  Onlar esasen (HTŞ) savunmadalar, orada duruyorlar ve Ruslar da sivillere karşı bu saldırıları büyük çaplı saldırıları başlatabilmek için kendilerinin ya da Suriyelilerin saldırıya uğradıklarını öne sürüyorlar “

İdlib’in 60’a 40 bölüşümü

Jeffrey Şubat başında yaptığı bu açıklamasında THŞ’nin Esad ve Rus üslerine yaptığı saldırıları küçümsüyor, bu önemsiz saldırıları bahane eden Rusların da sivillere saldırdığını ileri sürerek suçluyor. Bu ise HTŞ’ye verilen açık bir destek ve savaş kışkırtıcılığıdır, Erdoğan’ın savaş politikasına arka çıkmaktır. Oysa Soçi  anlaşmasında Türkiye bu saldırıları önlemekten, M4 ve M5 karayolunun güvenliğini sağlamaktan, muhalifleri silahsızlandırmaktan sorumluydu. İdlib’e dalabilmek için Erdoğan bu sorumluluğu üslendi. Idlib’e girip “Gözlem Noktaları” adı altında üsler kurunca Soçi anlaşmasını fiilen rafa kaldırdı. Şark kurnazlığı yaptığını sandı. Erdoğan bu anlaşmadaki mutabakatların hiçbirini yerine getirmeyince ve HTŞ ve ÖSO saldırıları da durmayınca Rus ve Iran destekli Esad birlikleri harekete geçti, hızla ilerledi. İdlib’in büyük bir bölümünü ele geçirdi. Türk Gözlem Noktalarının çoğu Esad askerlerinin kurtardığı bölgelerde, dört bir tarafı sarılmış, kuşatılmış olarak kaldı. Erdoğan bu noktalardan geri çekilmediği gibi, Esad rejimine Gözlem Noktalarından uzaklaşmasını ve kurtardığı bölgeleri terk etmesi, Soçi anlaşması sınırlarına geri çekilmesi ültimatomunu verdi. Çekilmeleri için de Şubat sonuna kadar zaman tanıdı. Çekilmezse gerekenin yapılacağını, bu yönde kamuoyuna kararlılık ve hazırlığın en üst düzeyde olduğu mesajları verilmeye başlandı.

Erdoğan mesajla kalmadı, İdlib’e sürekli asker, tank, uçaksavar ve diğer askeri mühimmat yığınağı yapmaya başladı ve gerginliği sürekli tırmandırdı. İdlib’de “Hava bizim lehimize döndü” diye beyanatlar vermeye başladı. Bu işten anlayan uzmanlar ise hava sahası kapalı, yani Rusların elinde olduğu sürece kara hareketi başarılı olamaz, durum “lehimize dönmez”, SİHA ve İHA’larla başarı sağlanmaz diye Erdoğan’ı sürekli uyardı, Erdoğan ise bunları duymak istemedi. O, ölümüne de olsa İdlib’in tümünü istiyorum diye dayatıyordu. Asker ölmüş, insanlar evinden, yurdundan olmuş onun umurunda değildi. Ruslar ise büyük bir çatışmayı önlemek için İdlib’in yüzde 60’nı kendilerinin, yüzde 40’nın da Türkiye’nin kontrol etmesini önerdiler. Erdoğan bu teklifi reddetti. Görüşmeleri yürüten heyete ya hepsi ya savaş talimatı verdi, gerginliği sürekli arttırdı.

Böyle bir felaketin olacağı belliydi

Artan gerginlik Şubat sonunun beklemedi. TSK, İdlib’de Esad ve Rus birliklerine saldıran HTŞ ve ÖSO’ya topçu atışlarıyla açık destek vermeye başladı. Bu grupların elinde 5000 metreye kadar uçak vurabilen uçaksavarlar bulunmaktadır. 27 Şubat’ta bunlar bir Rus jetini yaraladılar. Jetin zorlukla üssüne geri döndüğü tahmin edilmekte. Böyle bir olayın cezasız kalmayacağını en iyi bilenlerden birinin Erdoğan olması gerekirdi. O akşam Esad jetleri Türk birliklerin vurmaya başladı. Sonuç ağır, yürekler acısı: 33 asker olay yerinde hayatını kaybetti, bir o kadarı da yaralandı. Ne için, Erdoğan’ın iktidar ve yayılmacı hırsları için.

Erdoğan suçlu olduğunu çok iyi biliyor. Onun için iki gün halkın karşısına çıkamadı, Çıktığı zaman da AKP’nin sözde başarılarını anlatmaya, halkı uyutmaya kalktı. Hamaset edebiyatı yaparak, İdlib’in milli mesele olduğunu, İdlib’de savaşılmazsa Antep’de, Hatay’da savaşılacağını, şehit kanıyla yoğrulmayan toprağın vatan değil arazi olacağı gibi zırvalıkları anlatmaya çalıştı. Erdoğan önce şunu bilsin ki, vatan şehit kanıyla yoğrulan toprak değil, üzerinde oturduğumuz, işlediğimiz, ektiğimiz, ekmeğimizi ürettiğimiz arazidir, fethedilen, yağma edilen yer değil, mamur edilen yerdir. Eğer terörist cihatçılar bir gün İdlib’i terk edip Antep ve Hatay’a gelir ve oraları savaş alanına çevirilerse bunu sorumlusu Erdoğan’dır. Böyle bir ihtimal vardır.

Erdoğan’ın en zayıf anı, istifası için büyük bir barış hareketi yaratılmalı

Rusların cihatçı teröristlere karşı ve Soçi anlaşmasının katıksız uygulanması konusunda gösterdikleri kararlılık karşısında Idlib’de sıkışan Erdoğan bu kez yüzünü Batıya dönerek NATO’dan, BM’den, ABD’den, AB’den yardım istemeye başladı. Kimse somut bir yardım vermedi. Hele Erdoğan’ın istediği İdlib’in uçuşa yasak bölge olmasına ise kimse yanaşmadı. Herkes silahların susmasını, ateşkes ilan edilmesini istedi. Ama ne Erdoğan ne de Esad ve Ruslar ateşkese yanaşmadılar. Erdoğan Şubattan sonra harekete geçeceğiz tehdidini 1 Mart’ta gerçekleştirdi. Şimdiye kadar süren saldırıların devamı olarak, “Bahar Kalkanı Harekâtı” diye İdlib’de yeni bir harekât başlattı. Çatışmalar tüm hızıyla sürüyor. Medya iki Suriye uçağını düşürdük diye zafer çığlıkları atıyor. Mutlak iki taraftan da ölenler vardır. Savaş her zaman kirlidir ve hemen durdurulması gerekmektedir. Savaşın durdurulması için ise kilit ülke Rusya ve lideri Putin’dir. Hem Rusya hem Türkiye İdlib’de karşı karşıya gelmekten kaçınmaktadırlar. Bunun bir ateşkes ilan edilinceye kadar sürmesi umut edilmektedir.

Batıdan umduğunu bulamayan Erdoğan sonunda yine Ruslara dönmek ve onlarla anlaşmak zorunda kaldı. Nasıl bir ateşkes olacağı konusunu heyetler görüşüyor. “Son noktayı” 5 veya 6 Mart’ta Putin ve Erdoğan’ın koyacağı söyleniyor. Noktanın nasıl olacağı, İdlib’in nasıl kontrol edileceği o gün görülecek. Ama şimdiden ortaya çıkan bir gerçek var ki, Rusya artık bundan böyle bizim yalnız kuzey komşumuz değil aynı zamanda güney komşumuzdur da. “Barış Pınarı Harekâtı” ile Suriye’nin kuzeydoğusuna yerleşen Rusya, şimdi de “Bahar Kalkan Harekâtı” ile Suriye’nin kuzeybatısına yerleşmektedir. Sanki bir “Rus koridoru” yaratılmaktadır. Tüm bu gelişmelerin sorumlusu Erdoğan’dır, Türkiye’dir. Eğer Kürtlerle hem Türkiye’de, hem Irak ve Suriye’de demokrasi için anlaşıp, Suriye ve Irak’la birlikte yeni bir komşuluk ve işbirliği ilişkisi yaratılabilseydi ne Rusya ne de ABD Suriye ve Irak’a girer, bu ülkeleri paramparça edebilirdi. Bunun sorumlusu Erdoğan’ın saldırgan Kürt politikasıdır. Ama zaman daha geçmiş değildir. Kürtlerle anlaşmak hala mümkündür. Kürtlerle bu anlaşma gerçekleştirilebilirse Rusya’yı da, ABD’yi de ve diğer emperyalist ülkeleri de Ortadoğu’dan atmak mümkündür. Ama yeni bir politika Erdoğan’la mümkün değildir. Halklarımızın başına bu kadar felaket getiren Erdoğan’ın gitmesi gerekmektedir. Bu herkesin bildiğinden başka bir şeyin konuşulmayacağı sözde kapalı Meclis toplantılarıyla olmaz. Bu sokaklara çıkmakla olur. Bunun için Erdoğan’ı hedefe koyan savaşa karşı büyük bir barış hareketi yaratılmalıdır. Bugünden itibaren meclis içinde ve dışında sürekli Erdoğan’ın istifası istenmelidir. Bugünler Erdoğan’ın en zayıf olduğu anlardır. Parlamento içi ve dışında tüm muhalefet birleşirse ve birlikte ayağa kalkarsa O’na ancak gideceği günleri saymak kalır. Bu fırsat kaçırılmamalıdır.

Bir yanıt yazın