Haber / Yorum / Bildiri

Erdoğan İdlib’de savaşı tırmandırıyor, O’na “Dur!” diyelim!

Türkiye hemen Suriye’den çekilmelidir!


Savaş YENER

ARTIK İdlib’te yalnız savaş tamtamları çalmıyor. Henüz ilan edilmiş bir savaş yok, ama hızla bir savaşa doğru gidilmektedir. Daha şimdiden yer yer Türk Ordusu’yla Suriye Ordusu arasında çatışmalar çıkmakta, karşılıklı top atışları yapılmaktadır. Bu çatışmalarda askerler ölmeye başladı. Şimdiye kadar Türk tarafında 14 “şehit” var! Suriye tarafında ise, Erdoğan’ın deyişiyle, 30-35 rejim unsuru etkisiz hale getirildi, “misliyle” cevap verildi. Bu durumun önümüzdeki günlerde de devam edeceğinden, her iki tarafta ölü, “şehit” sayısının artacağından, bir savaşın patlak vereceğinden herkes endişelenmektedir.

Askerler kimin için ölüyor?

Suriye askerleri vatanları için öldüklerini söylüyorlar. Esad’ın eli kanlı bir diktatör olmasından bağımsız olarak, 9 yıldan beri harap edilen vatanları Suriye’yi kurtarmak için savaşmak ve ölmek onlar için anlaşılır bir durumdur. Ama Türk askeri için durum nedir? Neden ve kim için ölüyorlar? Vatanları için mi savaşıyorlar, ölüyorlar? Hayır, Suriye onların vatanı değil ki! Onların vatanı Türkiye! O zaman Suriye’de ne arıyorlar, ne için ölüyorlar?

Şu an Suriye’de yürüyen savaş bir vekâlet savaşıdır. Ama bu savaşı kendi savaşı gibi yürüten ise Erdoğan’dır. Çünkü Erdoğan’ın Türkiye’de iktidarda kalması, yağma ve talanını sürdürebilmesi için bu savaşa ihtiyacı vardır. Savaş, gerilim, saldırı onun politikasıdır, onun çıkarınadır. Ama O bu savaşı kendi çıkarına değil, Türkiye’nin çıkarına gibi göstermeye kalkmaktadır. Sözde Türkiye’nin güvenliği savunulmakta, terörizme karşı savaşılmaktadır. Önce bir ülkenin güvenliği savaşla sağlanmaz, barışla sağlanır. Dün de, bugün de Suriye’deki rejimden Türkiye’ye karşı gelen bir güvenlik tehdit ve tehlikesi yoktur. Hele düne kadar Esad’la içli dışlı, kardeş gibi olan Erdoğan’dı. Ama Batı’nın, başta ABD emperyalizminin ve İsrail’in çıkarları Esad’ın devrilmesini gerektiriyordu. Suriye’de, Esad’ı devirenin arka bahçesi olacak, Cuma namazlarını Emevi Camii’nde kılacaktı. “Tüm Türkiye” karşı çıkmasına rağmen Erdoğan bu işe talip çıktı. Böylece Davutoğlu’nun derin stratejik görüşleri, Erdoğan’ın Yeni Osmanlıcı, Abdülhamidçi hayalleri gerçekleşmiş olacaktı. Erdoğan kolları sıvadı, Uygurlardan Boşnaklara, Çeçenlerden Türklere kadar dünyada ne kadar İslâmi Cihatçı Terörist varsa toplayıp Esad’ın ve Kürtlerin üstüne sürdü. Suriye’de savaşı başlattı. Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye attı. Suriye sınırımız Pakistan’ın Peşaver sınırına döndü. Başta El-Kaide olmak üzere cihadistler ellerini kolların sallayarak Türkiye sınırını çiğneyip Suriye’ye geçtiler.

İdlib’i cihatçı yuvası olarak yaratan Erdoğan’dır

Ama Suriye’de savaş Erdoğan’ın istediği gibi gitmedi. İŞİD’in ortaya çıkmasıyla savaşın yönü de değişti. Bundan böyle Batı için tehlike Esad değil İŞİD idi. ABD İŞİD’e karşı savaşa Rusya ve İran’ı da kattı. İŞİD’e karşı savaşı Fırat’ın batısında Esad, Rusya ve İran’a bıraktı. Fırat’ın doğusunda da Kürtlerle birlikte kendisi ve Uluslararası Koalisyon güçleri üslendi. Erdoğan İŞİD’e karşı savaşa istemeyerek, katılır gibi gözüktü. Zira İŞİD’in içindeki Cihadistlerin çoğu onun topladığı ve eğittiği İslamistlerdi. O oluşan bu yeni koşullarda bunları Kürtlerin, PYD, YPG ve YPJ’nin üstüne sürmeye başladı. Bu nedenle zaman zaman ABD ve Ruslar ile arası açıldı. ABD ve Rusya her seferinde O’na hedefin İŞİD ve cihadist teröristler olduğunu hatırlatmak zorunda kaldılar. Erdoğan da İŞİD konusunda bazen ABD ve Rusya ile birlikte hareket etmek zorunda kaldı. Cihadistler dişlerini gösterip Türkiye’de bile eylem koymaktan çekinmediler.

Ama Erdoğan bunlara aldırış etmeden hep Cihadistleri korudu, kolladı, onları destekledi. O hiçbir zaman Cihadist teröristlere karşı savaşmadı, çünkü bu teröristler eninde sonunda onun adamlarıydı. İŞİD’e karşı savaş sona ererken Fırat’ın hem doğusunda hem batısında, özellikle Halep’te sıkışan, çember içine alınan bu cihadistleri imha edilmekten kurtarıp, onların İdlib’te toplanmasını sağlayan Erdoğan oldu. Böylece İdlib Suriye’de cihadistlerin toplandığı, hâlâ varlıklarını sürdürdüğü tek bölge oldu, onların kalesi durumuna geldi. Erdoğan’ın İdlib’te teröristlere karşı savaştığı, Türkiye’yi bir terörist tehlikesinden koruduğu bir safsatadır. Bunlar onun lejyonerleri durumundadır. Ama Erdoğan’ın kontrolünden çıktıkları ve O’nu dinlemedikleri anda bu cihatçı teröristlerin Türkiye’ye karşı ne yapacaklarını en iyi bilenlerden biri de Erdoğan’dır.

İç harpten önce İdlib’in nüfusu 1,5 milyondu, iç harple birlikte İdlib’te yaşayanların sayısı 4 milyonu buldu. İdlib’deki silahlı cihatçı terörist sayısı 40 ile 60 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir. Aile ve çocuklarıyla beraber bunların sayıları birkaç yüzbini bulmaktadır. El-Kaide türevi Heyet-Tahrir el-Şam, El-Kaide yanlısı Huras el-Din, İŞİD bunlar arasında en güçlüleridir. Esas sorun, İdlib’te bu durumun ne kadar süreceğidir. Bu cihadistler ne olacak? Bunlar İdlib’te ebediyen kalacak mı? Burada yeni bir cihadist “devlet” mi oluşacak? Yoksa bunlar İdlib’te yok mu edilecek? Terörist de olsa kadın ve çocuk birkaç yüzbin insanı dünya kamuoyu önünde kim imha edecek? Esad mı? Kimse bunu göze alamıyor! Yoksa bunlar kendi ülkelerine veya Türkiye’ye mi gönderilecek? Kendi ülkeleri ve Türkiye bunları almak istemiyor. Ama Batı Erdoğan’a bunları sen topladın, sen korudun, bunlar senin başına kalacak demektedir. 40-60 bin cihatçı teröristin bir an Türkiye’ye geldiğini düşünün! Türkiye’de neler olacağını insan tasavvur bile etmek istemiyor! Gerçi Erdoğan bunlardan bir kısmını Kuzeydoğu Suriye’de, Serekani’de Kürtlere karşı, Libya’da Hafter’e karşı paralı asker, lejyoner olarak kullanmaktadır. Ama bunlar kalıcı çözüm değildir. Bir gün bu bumerang dönüp Erdoğan’ı vurabilir, ama bundan tüm Türkiye zarar görecektir. Yıllardan beri sol ve demokratik güçler Ortadoğu batağından, Suriye’den çıkılsın, Kürtlerle anlaşılsın, Suriye’ye barışçı bir çözüm bulunsun diye talepler yükseltmektedir. Bu talepler bugün her günkünden daha çok acildir. Günümüzdeki olaylar bu taleplerin ne kadar doğru ve haklı olduğunu göstermektedir. 

Astana ve Soçi süreçleri    

Esad, onun müttefiki Rusya ve İran cihatçı teröristlerin İdlib’e yerleşmelerinin, orada kalıcı olmalarının, özellikle M5 nolu Şam-Halep ve M4 nolu Lazkiye-Halep karayolunun teröristler tarafından kontrol edilir olmasının kabul edilemeyeceğini açıkladılar. Esad konumunu güçlendirdikçe cihadistlerin İdlib’ten çıkarılması için Rusya ve İran’la birlikte harekete geçileceğini bildirdi. Bu ise yüzbinlerce insanın İdlib’ten sürülüp Türkiye’ye gelmesi, yeni bir göç dalgası demekti. Erdoğan’ın eli ayağına dolaştı. Buna bir çözüm bulunması gerekiyordu. Uluslararası alanda da insancıl bir çözüm için sesler yükselmeye başladı. Ama kimse Esad’a, sen İdlib’ten cihatçıları çıkarmak için harekete geçemezsin diyemiyordu. Nihayetinde İdlib Suriye’nin bir vilayeti idi.

Diğer yandan cihadistler de rahat durmuyor, yeni alan kazanmaya çalışıyorlar, her fırsatta Esad’a ve Ruslara saldırıyorlardı. Ruslar havadan, Esad ve İran güçleri karadan ilerleyince ateşkes diye bağırıyorlardı. Durum her gün kötüleşiyor, ilk göçler başlıyordu. Bu koşullarda Ocak 2017’de Rusya, İran ve Türkiye arasında Astana toplantıları başladı. Buluşmalar daha sonra Soçi toplantıları olarak devam etti. Bu toplantılarda çatışmaları durdurmak, cihadistleri ağır silahlardan arındırmak, M4 ve M5 karayollarını cihatçıların kontrolünden çıkarmak ve trafiğe açmak gibi önemli kararlar alındı. Özellikle cihadistlerin ağır silahlardan arındırılması, onların M4 ve M5 karayolundan geri çekilmesini sağlama sorumluluğunu Erdoğan üslendi. Bu gelişmeleri izlemek için de askeri gözlem noktaları kurulması kararlaştırıldı. Erdoğan, İdlib’in her tarafını kapsayacak şekilde 12 gözlem noktası kurdu. Zamanla bu gözlem noktalarını birer askeri üs haline dönüştürdü.

Sahadaki bu gözlem istasyonlarına rağmen Erdoğan cihadistleri M4 ve M5 karayolundan geri çekilmeye, ağır silahları bırakmaya, giderek silahsızlanmaya ikna edemedi. Tam tersine cihadistler daha da saldırganlaştılar. Esad askerlerine, Rus üssüne saldırdılar, ağır kayıplar verdirttiler. Esad, Ruslar ve İranlılar karşı saldırıya geçince de Erdoğan her seferinde apar topar ya Putin’e telefon etti, ya da Moskova’ya koştu ve Putin’den ateşkes sağlanmasını rica etti. Putin ateşkesi sağladı, ama Astana ve Soçi’de varılan mutabakatlara uyulmasını, karayollarının açılmasını, cihadistlerin ağır silahlarıyla geri çekilmesinin sağlanmasını istedi. Erdoğan her seferinde söz verdi, ama sözünü yerine getiremedi veya getirmek istemedi. Çünkü Erdoğan cihatçılarla birlikte İdlib’te kalmak istiyor, bu onun işine geliyordu. Yeni Osmanlıcı yayılma anlayışına uygundu. Astana ve Soçi mutabakatları onun için zaman kazanmak, Suriye’de sorunun çözümünü uzatmaktı. Sorunun çözümü Kürtlerle ve Esad’la masaya oturmayı gerektiriyordu. Erdoğan ise buna yanaşmıyordu. O Suriye’de girdiği yerlere çıkmamak üzere yerleşmek istiyordu. Cihatçılar bunun için iyi bir olanaktı.

Esad, Rusya ve İran İdlib’i kurtarmak için harekete geçiyor

Bu arada cihatçılar da boş durmuyorlar, bildiklerini okumaya, saldırmaya devam ediyorlardı. Erdoğan da sahada güçlü olabilmek için başta ÖSO olmak üzere kendisine bağlı ve yakın cihadistleri güçlendirmeye, gözlem noktalarını yeni silahlarla ve askerlerle tahkim etmeye çalışıyordu. 2018’den beri bu durum böyle devam edip geldi. Ama Esad ve Ruslar için bu böyle devam edemezdi. Erdoğan’ın oyalama, yerleşme taktiğine bir son vermek gerekiyordu. 2019 senesinin sonuna doğru Esad ve Rusya İdlib’i ve karayollarını cihatçılardan kurtarmak için kesin harekete geçtiler. Harekete İdlib’in güneyinden ve batısından başladılar. Havadan Rus uçaklarının ve karadan Esad topçularının saldırılarıyla önce İdlib’in M4 karayolu üstündeki köyler bir bir kurtarılmaya başlandı. Ocak 2020 sonunda stratejik konumda olan Maarat el-Numan şehrinin kurtarılması ve saldırıların M4/M5 karayolunun kesiştiği noktadaki Serakib kasabasına yönelmesiyle cihatçılar kesin bir yenilgi almış ve sahada üstünlüğü kaybetmiş oldular. Bu Erdoğan için de büyük bir yenilgi anlamına geliyordu. Esad tarafından alınan köylerden ve kasabalardan kaçan halk Türkiye sınırına doğru göç etmeye başladı. Sınırın Suriye tarafında yüzbinlerce insanın zor koşullarda yaşamak zorunda kaldığı büyük çadır kentler oluştu. Yeni bir insanlık dramı yaşanmaya başlandı.

Bu koşullarda yapılması gereken hemen Soçi Mutabakatının hayata geçirilmesi ve barışçıl bir çözüm için Esad’la, Ruslarla, İran’la ve Kürtlerle görüşmeye başlamak olurdu. Ama cihatçılar ve Erdoğan için önemli olan barış değil, çatışmaktı. 1 Şubat 2020 günü Halep’in batısında Erdoğan’a bağlı ÖSO cihatçıları Esad’ın ordusuna saldırarak 4 Rus subayını ve onlarca Suriye askerini öldürdüler. Bunun üzerine 3 Şubat 2020’de de Esad askerleri bir gözlem noktasına saldırarak 7 asker ve bir sivili öldürdüler. Bu “beklenmedik” saldırı Erdoğan’ı kızdırdı ve hemen misliyle cevap verdi. Zaten artmakta olan gerilim birden tırmandı. Karşılıklı tehditler yoğunlaştı. Erdoğan ise “Rejim”in, yani Suriye ordusunun, Şubat ayı sonuna kadar gözlem noktalarının gerisine çekilmesini, şayet “Rejim bu sürede geri çekilmezse Türkiye bu işi bizzat yapmak mecburiyetinde kalacaktır” diyerek Türkiye’nin Suriye’ye karşı savaş ilan edeceğini açıkladı. Gerçi burada Suriyelilere kendi ülkesinde “benim gözlem noktamdan geri çekil” diyen Erdoğan’a birileri, sen kimi kimin toprağından kovuyorsun, sen burada ne arıyorsun, nereyi zaptediyorsun diye sorar.

Türkiye savaşa hazırlanıyor

Herkes Şubat sonunda bir savaş çıkabileceğinden endişelenirken, olaylar gösterdi ki, savaş Şubat sonuna bile kalmadan çıkabilecekti. 10 Şubat’ta Esad askerleri tekrar bir gözlem noktasına saldırarak 5 askeri daha öldürdüler ve Erdoğan’a “Suriye toprağında senin ne işin var?” dediler. Erdoğan yine misliyle cevap verdiğini açıkladı ve bu kez Suriye’ye tam savaş ilan etti: Meclis Grubu toplantısında Erdoğan, “Bu süreçte gözlem noktalarındaki veya diğer yerlerdeki askerlerimize en küçük bir zarar gelmesi halinde bugünden itibaren İdlib ile Soçi muhtırası sınırları ile bağlı kalmadan rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum… Şubat ayı sonuna kadar rejimi Soçi Muhtırası sınırları dışına, yani gözlem noktalarımızın gerisine çıkartmakta kararlıyız. Bunun için karada ve havada her ne gerekiyorsa çekinmeden, tereddüt etmeden, hiçbir oyalamaya meydan vermeden bunu yapacağız” dedi. Yani Erdoğan Şubat sonunun beklemeden Suriye ile savaşı başlatacak. 12 gözlem noktasından 5’i şu an Esad ordusunun kurtardığı alanda bulunmakta ve onlar tarafından kuşatılmış durumdadır. Suriye Ordusu da, Türkiye’nin Suriye’nin egemenliğini ihlâl etmekle suçlamakta ve Türkiye’nin İdlib’teki her türlü hamlesine saldırıyla karşılık vereceklerini bildirmektedir. 

Erdoğan İdlib’te savaşa hazırlanıyor. 2 Şubat 2020 gününden bu yana 1450 kamyon ve askeri aracı, tanklar, radar tesisleri ve diğer mühimmatları İdlib ve Halep bölgesine göndermiştir. En az 6000 Türk askeri bu bölgede bulunmaktadır. Gözlem noktaları yeni güçlerle tahkim edilmektedir. Ama bu savaş yalnız Suriye’ye ilan edilmiyor, Rusya’yı ve İran’ı da hedef alıyor. Esad’a saldıran bir Erdoğan karşısında yalnız Esad’ı değil, Rusya ve İran’ı, Putin ve Rohani’yi bulacaktır. Erdoğan Havadan ve karadan vuracağız diyor, ama Suriye hava sahası Erdoğan’a kapalı. O zaman Erdoğan Suriye’de Rus Hava Güçlerine karşı mı savaşacak?  “Allah korusun”, bu bir delilik olur. Ama Erdoğan bu deliliğe kapılabilir. Zira bu savaşta insanlar ölecekmiş, askerler ölecekmiş, ekonomi bunalıma girecekmiş, dolar artacakmış, pahalılık, enflasyon yükselecekmiş, yeni zamlar gelecekmiş, Türkiye batacakmış, O’nun umurunda değil. O’na göre bunlar savaşın fıtratında vardır, kaderdir, çekilecek. Önemli olan Erdoğan’ın iktidarda kalmasıdır, ülkede şovenizmin ve milliyetçiliğin kabarmasıdır. Böylece O bu savaşta halkı arkasına alacağını hesaplamaktadır.

Bütün bu tehditlerde Erdoğan’ın bir diğer hesabı da, bir Osmanlıcı olarak Suriye’den toprak koparmaktır. Suriye’ye bu kadar askeri yığınak yapmasının bir başka nedeni de Ruslarla masaya güçlü oturmaktır. Ona göre Ruslar M4 ve M5 karayolunu cihatçılardan temizledikten sonra Soçi Mutabakatı’nı hayata geçirmiş oluyorlar. Bundan sonra askeri hareketlilik durabilir, bir ateşkes sağlanabilir. Böylece de M4/M5 karayolunun kuzey tarafı cihatçılara ve Erdoğan’a kalabilir. Ama Erdoğan burada yanılmaktadır, zira bu hesap tutmayacak, bir müddet sonra Esad, Rusya ve İran yeniden cihadistleri Suriye’den atmak için harekete geçeceklerdir. Esasında Erdoğan’ın yalnız İdlib’de değil, Afrin, El-Bab ve Carablus’da da günleri sayılıdır. Suriye’de savaş daha yeni başlamaktadır. Erdoğan Türkiye’yi Ortadoğu’da yeni savaşlara sürükleyecektir.

Savaşa karşı bir barış hareketi yaratmalıyız

Erdoğan’ın bu gidişine izin vermeyelim. Ortadoğu’da savaş bataklıktır. Ülkemizin ve halkımızın bu bataklığa sokulmasına müsaade etmeyelim. Daha şimdiden başta ABD olmak üzere emperyalist devletler Erdoğan’ın arkasını sıvazlamaya başladılar. Trump Jeffrey’i Ankara’ya yolladı, Erdoğan’ın Suriye macerasını desteklediğini bildirdi. Türkiye’nin Suriye’de Rusya ve İran’la kapışması ABD’nin işine gelmektedir. O böylece Türkiye’yi hen Rusya’ya hem de İran’a karşı konuşlandırmak, tekrar yüzde yüz NATO saflarında yer almasını sağlamak istemektedir. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’de hemen NATO’nun Türkiye’nin yanında olduğunu açıkladı. Bunlar tehlikelidir. Bunların hepsi savaş kışkırtıcılarıdır. Erdoğan da kendince bir Rusya’ya Putin’e, bir ABD’ye Trump’a yaslanarak, onların emperyal devler olarak kavgalarına alet olduğunu politika yapmak sanıyor. Şüphesiz ne Rusya ne de ABD Türkiye’yi kaybetmek ister. Sürekli biraz tavizler vererek Türkiye’yi avutmak isterler. Tarihte hep böyle olmuştur. Ama bu kavgalarda da hep kaybeden Türkiye olmuştur. Daha şimdiden Erdoğan Kürtler ve Araplarla Türkler arasına yüzyıllar sürecek düşmanlık tohumları ekmektedir. Suriye çıkmazında Türkiye’yi büyük tehlikeler beklemektedir. Şimdi hep birlikte Erdoğan’ın savaş planlarına karşı çıkalım. En geniş güçlerin katılımıyla bir barış hareketi oluşturalım. Suriye’de barışçıl yolu savunalım. Yalnız Suriye’de değil, tüm Ortadoğu’da barışın sağlanması Kürtlerin bu sürece çekilmesi ve aktif katılımıyla mümkün olabileceğini halkımıza anlatalım. Unutmayalım, savaş çok acılar verecektir, ama Erdoğan’ın da sonu bu savaş olacaktır. Ama savaşa gidilmeden barış için birlik olalım, Erdoğan’ın sonunu savaşsız getirelim. Bu bizim ellerimizdedir. Halkımız son bir sene içinde bunu yapabileceğini ispatlamıştır. Suriye bizim ne arka bahçemiz, ne de içişlerimizdir. Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması, Türkiye dahil tüm yabancı güçlerin Suriye’den çıkması Türkiye’nin güvenliği, Ortadoğu’da barışın yararınadır.

Bir yanıt yazın