Haber / Yorum / Bildiri

8 Mart 2020 Kadınlar Günü ve ülkemizde kadın cinayetleri

8 Mart kadınlarımıza ve dünya kadınlarına kutlu olsun!

8 Mart Dünya Kadınlar Günü kadınların sömürüye, baskıya, eşitsizliğe karşı uluslararası mücadele günü. Fabrikalarda, iş yerlerinde ücret eşitsizliğine, ailede çifte sömürüye, toplumda kadına yönelik şiddete ve tacize karşı direnme günü. Kadın haklarını savunma günü. Hem bayram hem savaş günü.

İlk kez 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak doğmuştur. 8 Mart 1908’de New York’ta 15 bin kadın işçinin ağır çalışma koşullarına, düşük ücrete karşı greve gitmeleri ile başlayan eylemler seçme ve seçilme hakkı dâhil olmak üzere toplumda eşit haklara sahip olma mücadelesiyle devam etmiştir. 1910 yılında Kopenhag’da toplanan Uluslararası Emekçi Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. Daha sonra Birleşmiş Milletler 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak ilan etmiştir.

Aradan geçen 100 yıldan fazla zaman diliminde kadınlar bir çok haklar elde etmişlerdir. Özellikle reel sosyalist ülkelerde kadının her alanda eşitliğinin sağlanması için atılan büyük adımlar kapitalist ülkelerde de kadınların hak arama ve almalarına büyük katkı sağlamıştır. Reel sosyalizmin yıkılışından beri kapitalist toplumda kadınların iş ve yaşam koşulları sürekli kötüleşmekte, onlar üzerindeki sömürü ve baskı, şiddet ve taciz artmakta, sosyal ve ekonomik eşitsizlik önlenememektedir. Erkek egemen en gelişmiş kapitalist ülkelerde bile kadının yerinin mutfak ve çocuk bakımı olduğu, kilise veya cami ile ev arasında geçmesi gerektiği anlayışı hızla yayılmaktadır. Erkeği ailede ve toplumda egemen kılan sınıflı toplumlardır. Toplumun her alanında kadın erkek eşitliği kapitalizmin tabiatına aykırıdır. Kadının özgürleşme mücadelesi işçi sınıfı mücadelesinden kopuk değildir.

Ülkemiz Türkiye’de kadının durumu çok daha zordur. Özellikle İslamcı-faşizan AKP iktidarı döneminde daha da kötüleşmiştir. Kapitalizmin çarpık gelişmekte olduğu ülkemizde, bu dönem İslam dininin kuralları katıksız uygulanarak kadın eve hapsedilmek, sosyal ve ekonomik hayattan koparılmak, erkeğin kölesi yapılmak istenmektedir. İtaat etmeyen kadının “terbiyesi” için ise şiddet ön görülmektedir. İslam böyle demektedir. Toplumda bu anlayışı körükleyen Erdoğan’ın ta kendisidir. Kadının şiddete, baskı ve sömürüye kaşı özgürleşme mücadelesi gerici faşist Erdoğan iktidarına karşı verilen demokrasi ve özgürlük mücadelesiyle iç içedir.

Bu yıl 8 Mart’ta okurumuz Gülden Akar’ın yazısıyla ülkemizde kadına yapılan şiddete değinmek istedik. Kadınların şiddete karşı mücadelesini Erdoğan’a karşı mücadeleyle birleştirebilme umuduyla kadınlarımızın ve tüm dünya kadınlarının 8 Mart’ını kutlarız.

Gülden AKAR

Kadın Cinayetleri ve PANİK ATAK

10 Şubat 2020’de bir genç kız daha öldürüldü. Şeyma Yıldız, erkek arkadaşı olduğu gerekçesiyle babası tarafından katledildi. Gazetelerden edindiğimiz bilgilere göre Şeyma’nın babası yıllardır “panik atak” hastasıymış. 28 yıllık eşi olan Emine Hanım başlarına geleni  “Benim canım, canımı aldı” diye ifade etti. “Benim canımı aldı ama kötü biri değildi. Ne yapayım kaderim buymuş Allah’tan geldi. Evladını toprağa veren anne ertesi gün, öldüren kocasına böyle bir şey demez. Ama benim kocam kötü biri değil. Bunu bilin. Kendi yapmadı, hastalığı yaptırdı.”

Gerçekten de kulağa acayip gelen cümleler… Ancak çok şey anlatıyorlar. Hasta kocaya tanınan hoşgörü, yüksek katlardan gelen emirle kadere yazılan karşısındaki itaat… Hesabı sorulamayacak hale getirilen gencecik bir kız… Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre 2019 yılında ülke çapında 474 kadın ve 21. Yüzyılın ikinci on yılı başlangıcı olan Ocak ayında 27 kadın öldürüldü, 7 tane de şüpheli kadın ölümü söz konusu. Bu cinayetlerin hepsi de erkekler tarafından işlendi.

Erkekler, büyük bir çoğunlukla, en yakınındaki kadınların “kaderlerini yazıyorlar”. Ailesindeki, mahalledeki ve hatta tanıdıkları arasındaki kadınların üzerinde güç kullanma yetkisine sahip olduklarına inanıyorlar. Haklılar! Bu model, neredeyse iki on yıldır ülkede geçerli. Giderek büyük bir değişim geçiren, “tek adam” iktidarı ile daha önceki yapısal (eksiği ve gediği ile) örgütlenmenin yerine keyfe göre “değişken” bir yapılanma ortaya çıktı. İstediğini, hesap vermeksizin yerine getiren bu iktidar modeli ancak acımasız bir kontrol ve baskıyla kendini ayakta tutuyor. Gücü yeten gücü yetemeyeninin gırtlağına çökmüş durumda.

Emine hanım, eşinin hastalığını suçlu ilân etti. Panik Atak! Bu hastalık toplumumuzda epey yaygındır. “Benim panik atağım var” cümlesini sık sık işitirsiniz. Neden olmasın? Ülkenin koşulları bu hastalığın yaygınlaşmasına her gün katkıda bulunuyor. Adeta “Turkishcoronavirus”! Herkes birbirine hızla bulaştırıyor. Bu hastalığın en önemli belirtileri, sürekli korku içinde yaşamak ve güven kaybıdır.

Toplumda hızla yaygınlaştırılan, hayatta olan biteni tevekkülle karşılama, yukarıdan gelene itaat etme yargıları, özellikle gelir ve eğitim düzeyleri düşük geniş kesimlerde tartışmasız kabul görüyor. Bunun doğal uzantısı olarak kadınlardan, istek ne olursa olsun, itaat bekleniyor. Bu itaati bulamayan erkek, kadını ya hastanelik edene kadar dövüyor ya da öldürüyor. İçinde bulunduğu ortamdan edindiği yargılarla kendine itaat etmeyenin cezasını kesiyor. Bu işleyişte korku da var güvensizlik de var.  Ancak ne korku ne de güvensizlik imha etmenin nedeni değildir, olamaz.

Kadına bu şiddetleri  reva gören tek adam yönetimi bilmeli ki, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında ilân edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”, tüm insanlık için geçerlidir. O Bildirge’de tarif edilen haklar toplumların bizatihi değer yargılarıdır. Bu değer yargılarının yerine sahte yargılar yaratmak toplumu uçuruma sürükler. Bizim ülkemiz de dâhil olmak üzere dünya çapında böylesi tehlikeli bir durum geçerlidir.

Önünüze dünya haritasını serip baktığınızda, boyutu ne olursa olsun, topraklarında savaş olmayan çok az ülke kalmıştır. Bu savaşların devamı için toplumların yoksulluğu pahasına muazzam kaynaklar harcanmaktadır. Yıllardır savaşlarda çok sayıda insan öldürülmüştür ve bunların büyük kısmını çocuklar ve kadınlar oluşturmaktadır. Savaşlarda çocuklar doğmakta ve büyümektedir. Bu kuşakları savaşsız bir dünyanın olabileceğine ikna etmek çok zordur. Savaşlarda, yerel çatışmalarda ve hatta komşu kavgalarında bile erkeklerin ilk yaptığı eylem “düşman tarafın” kadınlarına, çocuklarına tecavüz etmektir. Bu değer yargısı değil, insan dışılık yargısıdır. Tarihi eskidir ve gerisinde insanlık dışı alçak bir fikri taşır.

Yüzyıl başladığından beri insanlık adına umut veren bir gelişme yaşayamadık. Göklere çıkartılan teknolojik gelişmenin de bir hayrını göremedik. Ama özellikle ülkemizin de yer aldığı bölgede geniş bölgede savaşlar “olmazsa olmaz” hale geldi. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Adam komutanlığı Katar’a kuruyor, Irak’ta savaş yönetiyor. Küreselleşme süreci içinde bir krizden öbürüne savrulurken dünyanın egemeni kim olacak tepişmesi son hızıyla devam ediyor. Bu tepişme büyük bir insani yozlaşmayı da ortaya çıkardı.

Pek çok ülkede kadın cinayetleri artarken kimi ülkelerde de başka biçimlerde kadınlar boyun eğmeye özendiriliyorlar. İngiltere’de yeni kurulmuş olan “TheDarling Academy” geleneksel ev kadını (TraditionalHousewife)  fikrini değer yargısı haline getirmeyi hedef edinmiş. “TradWife” kavramı giderek kendine yer ediniyor. II.Dünya Savaşı sonrası kadınları fabrikalardan alıp evlerine hapsetmek için uygulananlar 21.yüzyıla uygun olarak tekrar pişiriliyor. Sloganlarından biri de “Kocan her zaman en başta gelmelidir”! İnternetteki sayfalarından anladığımız kadarıyla, şimdilik üst gelir gruplarına hitap ediyorlar.

Öyle ya da böyle kadınları uysal yapma istemi her yerde kendini gösteriyor. Ancak uysal kadınlarla nereye ulaşmak istiyorlar? Uysal olmayanları öldürerek ya da sakat bırakarak hangi sorunu çözmüş olacaklar? Toplumların ruh sağlığını berhava eden hırçın politikaların devamından beklenti nedir ki, devam ettirilmektedir? Toplumu değişik başlıklar atında kümeleştirmek ve birbirlerine kin duymaları için çaba göstermenin yararı var mıdır? Yoksa bu bir intihar eylemi midir?

Panik Atak’ın yaygın olduğu ülkemizde arkada kalan yakın akrabaların bir daha “Kendi yapmadı, hastalığı yaptırdı” cümlesini kurmaması için;

’İnsan haklarını göz ardı etmenin ve hor görmenin, insanlığın vicdanında infial uyandıran barbarca eylemlere yol açtığını ve insanların korku ve yoksunluktan kurtulması, konuşma ve inanma özgürlüğüne sahip olacağı bir dünyanın ortaya çıkmasının sıradan insanların en yüksek özlemi olarak ilan edilmiş bulunduğunu, insanın zorbalık ve baskıya karşı son çare olarak başkaldırmak zorunda kalmaması için, insan haklarının hukukun egemenliğiyle korunmasının önemli olduğunu,”(1) bir kez daha hatırlayalım. Geniş çevrelerce de hatırlanması için çaba harcayalım. Çünkü bugün dünyaya hükmeden tekelci küresel güçler insanlığın kazanımları olan bu belgelerin kamuoyuna mal olmasını istemiyorlar. (1) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

Bir yanıt yazın