Haber / Yorum / Bildiri

SÖMÜRÜ MÜLKÜN TEMELİDİR

Murat YAVUZER

TOPLUMSAL yapıyı anlayabilmek, ona derinlemesine nüfuz edebilmek için Marks’a göre onun ekonomik üretim ve dağıtım biçimine bakmaya; belli başlı çözümleyici kategorilere ihtiyaç var. Kafaların bu kadar bulanıklaştırıldığı, kavramların kavramlar içinde saklandığı bir dönemde bazı şeylerin net bir şekilde ifade edilmesi gerekli diye düşünüyorum. Örneğin; emperyalizm deniyor, yeni dünya düzeni deniyor, globalleşme deniyor bir türlü kapitalizm, sınıf savaşı, sömüren ve sömürülen denemiyor/denmiyor gibi…

Üretim ilişkileri analizinden çıkan toplumsal kategorilerin en önemlisi de sınıf ve onun bilinç düzeyi. İşçi sınıfı, kapitalist sınıf, sömürü, artı değer, ücret, örgütlülük düzeyi vb. kavramları kendi mantığı içinde açıklamaya ve birleştirmeye çalışalım.

SINIF VE İŞÇİSINIFI

Kısaca üretim araçları karşısındaki konum insanın sınıfsal yapısının temel taşını oluşturur diyebiliriz. Günümüz toplumunun iki önemli sınıfından birisi (hatta en önemlisi) olan işçi sınıfı da üretim araçlarına sahip olamaması ile tanımlanabilir. Diğer ana sınıfsal katmanda üretim araçlarına sahip olan kapitalist sınıfı anlatır. Bu tanım teoride doğru olsa da, bu temelin üzerine günümüz şartlarının da eklenmesi gerekiyor. İşçi sınıfının üretim araçlarına sahip olmamasından dolayı, devrimci/ilerici bir sınıf olduğunu (tamamı için) söylemek çok zor. Kendinde sınıf – kendiliğinden sınıf tanımlarına çok girmeden pratikten hareket etmek istiyorum. İşçi sınıfının temel örgüt yapılarından birisi olan sendikaların çoğunun dinci/faşist örgüt yuvaları haline getirildiğini görüyoruz. İşe alınmanın etken unsurlarından birisinin gerici çevreye/tarikatlara bağlı olmaktan geçtiğini yaşıyoruz. Bugünün net analizi yapılmadan; basmakalıp ve slogan ötesine geçmeyen çözümlemelerle bu yapıyı çözümlemek çok zor görünüyor. Türkiye ve çevre ülkelerin (halkların) yeniden tanımı ve analizi örgütlenme biçiminin taktik ve stratejik ipuçlarını verecektir. Devam edelim; sınıfsal yapı sadece toplumun anlaşılmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal yapının değişmesinin (ve nasıl değiştirileceğinin) ipuçlarını da verir. Bu değişimin öznesi de işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının bu konumu beraberinde sınıf mücadelesini de getirmekte. Bu mücadelenin ana hatlarından birisi de kapitalist sınıfın, işçi sınıfının emeği üzerinde fazladan kazanma biçimidir. Yani diğer şekliyle söylersek; yaratılan değerin fazlasına el koyma biçimidir. Bu el koymanın tam karşılığı olarak ismi, sömürüdür. Sömürü beraberinde karşı koyma ilkesini de getiriyor. Karşı koyma önce sınıf bilincini, buna bağlı olarak eylemi ve eylemin ana organı olarak da örgütlenmeyi içeriyor. Örgütlenmiş işçi sınıfının neler yaptığını, hangi kazanımları elde ettiğini ya da örgütlenmemiş bir sınıfın neleri yapamadığını, dağılıp bozguna uğradığını tarih bize tek tek anlatmakta. Yazının ilk cümlesi üretim araçları iken, buraya kadar ki son cümlemizde örgütlenme oldu. Bu ikisi arasında diyalektik bir bağ mevcut. Üretim araçları sahibi kapitaliste karşı en önemli savaşım yolu ÖRGÜTLENME. Kapitalist sınıf bir yandan işçinin emeğine el koyup onu sömürürken bir yandan da kendi içinde sınıf dayanışması gösteriyor. Birbirleriyle daha fazla kâr elde edebilmek için kıyasıya mücadele ederlerken, söz konusu işçi sınıfı olunca muazzam bir dayanışma sergiliyorlar. Örgütlenme mücadele etmenin diğer adı ise işçi sınıfı bu yapıya karşı mücadele etmediğinde özne rolünü kaybedip sıradan bir yığın haline dönüşmekte.

SÖMÜRÜNÜN TEMEL TAŞLARI 

AÜRETİM ARACI

Kapitalizm insanlığın normal hali değildir. Bu nedenle de insana ve doğaya dair ne varsa satıp yok etmekle meşguldür. Yok etmek için kullandığı en önemli araçlardan birisi de üretim aracıdır. Üretim aracı insanın üretim sürecinde maddi mal ve üretici hizmetleri yaratmak için kullandığı iş araçlarının ve iş malzemelerinin tümü demek; yani üretilen mal ve hizmetin, başka mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılması demek. İşçi, hem işgücünü, hem de üretim araçlarını harekete geçirir: Kapitalist sistemde işçi yasal olarak hür ve bağımsızdır, ama uygulamada, yaşamak için sermayedarın hesabına çalışmak zorundadır. Yani işgücünü ücret karşılığında pazarda satmak durumundadır. Eğer üretim araçları işçinin elinde olsaydı, işgücünü kendi başına üretip satabilirdi. Sahip olmadığı için de, işgücünü satmak zorunda kalıyor. İşçinin üretimden gelen gücü, üretim araçlarına sahip olma gücü değildir. Üretim araçlarını harekete geçirme gücüdür. İşçinin üretim araçlarını harekete geçirerek sağladığı üretim, kapitalist sistemde ihtiyaca hitap eder. İhtiyaç, kapitalistler için lüks tüketimin ihtiyacı olurken, işçi sınıfı için yaşamanın (barınma, giyim, yemek vs.)ihtiyacı olmakta. O nedenle kapitalist sistemde ihtiyaçlar farklıdır. Lüks tüketim ve harcama daha yüksek kâr getirdiği için, temel ihtiyaçlar kısmı ikinci plandadır.

Kapitalist sistemde sınıfların belirlenmesinde önemli rol oynayan   üretim aracı ‘’değer’’ üretir. Değeri de canlı emek, yani işçi üretir. Tek başına makine değer üretmez. Daha hızlı üretimi sağlar, işçi tarafından üretilen birikmiş değeri yani üretime aktarmaya yarar. Makinanın gelişimi teknolojik gelişmeyi getirir. Sermayedar teknolojiyi iki nedenle kullanır:

  1. Üretkenliği artırarak diğer kapitalistlerle rekabet edip Pazar gücüne daha çok hâkim olmak için.
  2. İşçi sınıfına bağımlılığı azaltmak için. İşçi sınıfına olan bağımlılığını azaltırken, işçileri (tüm emekçileri) üretim devrelerinin dışına atar. İşsizler ordusunun yaratılma nedeni de budur. Hem üretici hem de tüketici olarak bu devrelerin dışında kalmış bireylerin çözümü ırkçı faşist/dinci gerici örgütlerde aradığını da eklemek gerekiyor. Üretim devrelerinin içinde kalan bireyde sistem tarafından proleterleştiriliyor. Proleter hiçbir şeyi olmayan birey demek. Emek gücünü satmadan yaşamasına izin verilmeyen proleterin zincirlerinden başka kaybedecek neleri olabilir diye düşünmek gerekir.

B) ARTI DEĞER

Kapitalizmin derin çekirdeği burada gizli. Bu çekirdek, maruz kalınan sömürünün de kaynağı. Aynı zamanda kapitalistin elde ettiği kârında kaynağı. Kârın elde edilmesinde, işçi sınıfı üzerinde iki basınç uygulamada:

1-Çalışma süresi

2-Reel ücretler.

Kapitalist kârı artırmak için artı değeri ya mutlak iş gününü (saatini) uzatarak ya da üretkenliği yükselterek (teknolojiyi geliştirerek) zorunlu iş gününü (rölatif olarak) azaltmaya çalışır; yani artı değerden elde ettiği kârı artırmak için ya ücretleri yükseltmediği halde, çalışma süresini uzatır, ya da çalışma süresini ve üretimi azaltmadığı halde ücretleri azaltır, ya da işçiyi aynı ücret karşılığı saat başına daha çok çalışmaya zorlar; saat başı üretimi artırır. Kapitalist sistem, verdiğinden daha fazlasını alma sistemidir. İşçiye ücretini tam çalışmasının karşılığıymış gibi öder. Ama iş almaya gelince ne işçi dinler, ne doğayı dinler her yeri talan eder.

Ücretlerden elde edilen nispi artış ve iyileşme kapitalist sistemin izin verdiği ölçüde olur. Çünkü ücretteki artış kapitalist sistemin izin verdiği ölçütte olur. Çünkü ücretteki artış kapitalistin kâr oranını azaltır, fakat yok etmez. Kârının garantisi de devlettir. Günlerce süren asgari ücret toplantılarında devlet hakem rolü üstlendiğini söyler. Devlet tarafsızmış gibi davranır. Unutmamak gerekir ki, devlet demek sermaye demektir.

Bugün söylenen ‘’eşit iş gücüne eşit ücret ‘’ sloganı yerine, ücretlilik sisteminin yok edilebilme koşul ve kavramlarının tartışılması gerektiğini düşünüyorum. İşçiler yalnızca meta üretmiyor. Onun kadar önemli başka bir şeyi daha üretiyor: sömürü koşullarını. Kapitalistin varlık nedeni işçi sınıfının var olmasına bağlı. Çalışma koşullarını, ücretlerde iyileştirmeyi sağlamak için sonsuza dek mücadele etse de, işçi; işçi sınıfı olarak var oldukça diyalektik karşıtı olan sömürüde var olacaktır diyor Marx. Bizim gibi az gelişmiş ya da geliştirilmemiş ülkelerdeki (bu coğrafyada diyebiliriz) işçi sınıfının özne rolünü yeniden tanımlamak gerekli diye düşünüyorum. İşçi sınıfının toplumsal mücadelede tek başına belirleyici rol üstlenmesi ayrı, ana rolü üstlenmesi ayrıdır. Bugünkü koşullarda sınıf hareketi merkezli, Kürt sorununu, çevre sorununu, gençlik hareketini, cinsiyetçi baskıyı vb. içine alan harmanlanmış bir hareketten bahsediyorum. Unutmamak gerekir ki, yaşadığınız coğrafi koşullar ve merkezden gelen baskılar ne şekilde ise, devrim mücadelesi de ondan bağımsız olamaz.

Bir yanıt yazın