Haber / Yorum / Bildiri

Korona virüsü salgını ve bir kez daha ortaya çıkan Kapitalizmin gerçek “çirkin” yüzü

Mümin Toprak

İNSANLIK korona virüsü denen çok tehlikeli bir salgın hastalıkla karşı karşıya. Önce Çin’de görülen ve sonra hızla tüm dünyaya yayılan bu salgın (pandemi) hayatın tüm alanlarını: kişisel ve toplumsal alanları, iş ve ekonomik hayatı, sosyal ve kültürel yaşamı, sağlık ve eğitim alanını, aklımıza gelebilecek tüm faaliyetlerimizi etkilemektedir. Bu şimdiye kadarki salgın hastalıklara benzemiyor. Solunum organlarına, akciğere yerleşip hızla üreyen tehlikeli, bulaşıcı, ölümcül bir hastalık. Ne aşısı ne de tedavisi var. Tek korunma olanağı insanların kendi kendini karantinaya alması, evine “hapsetmesi”dir.

Bu nasıl olur demeyin.  Çin 11 milyonluk Vuhan şehrini karantinaya aldı. Tüm İtalya karantinada. İspanya, Fransa, Almanya’da ve diğer birçok ülkelerde de karantina uygulanmakta, insanlara zorunlu olmadan sokağa çıkmama, evde kalma çağrıları yapılmaktadır. Birçok ülkede okullar tatil edildi, İnsanların toplu halde bir arada olabilecekleri tüm toplantılar, gösteriler yasaklandı. Sinemalar, tiyatrolar, müzeler, sergiler, stadyumlar, kahveler, lokantalar, birahaneler kapatıldı. Hasta ve bakımevi ziyaretleri, seyahatler, tatile çıkmalar yasaklandı.

Sert tedbirler gerekiyor

Neden bu kadar sert tedbirler alınıyor? Burada amaç esasında virüsün yayılmasını engellemek. Ama kimse engellemek diyemiyor. Çünkü engellemek çok zor. Amaç salgını yavaşlatmak, önünü almak denebiliyor. Önleyebilmek için virüs taşıyıcısının ilişkiye geçtiği ve yakın çevresinde olan tüm insanların bulunup teste tabi tutulması ve karantinaya alınması gerekmektedir. Bu ise imkânsız gibi bir şeydir. Mesela bir okulda bir öğrencide virüs tespit edilmesi demek, o okuldaki tüm öğrenci ve öğretmenlerin hepsine virüsün bulaşmış olma riskinin var olması demektir. Bu riski çözmenin yolu bütün okulu 14 gün karantinaya almak, pozitif olanları, yani virüsün bulaşmış olduğu kişileri tespit etmek ve onların da son dönemde kimlerle ilişkisi olduğunu orta çıkarıp karantinaya almak demektir ki bu kolay bir iş değildir. Bu ancak bir virüs taşıyıcısı tespit edildiği zaman acilen yukarda sayılan yasak ve kısıtlamaların getirilmesi ve gerekirse o şehrin tümünün 14 gün karantinaya alınmasını getirmektedir. Bu yapılmadığı zaman virüsün yayılmasının önüne geçilememektedir.

Bugün Avrupa’da yaşanan budur. İtalya, Fransa, Almanya gibi Avrupa ülkeleri, bu virüs Çin’den Avrupa’ya gelmez, gelse de münferit olaylar olarak ortaya çıkar deyip bir salgın olabileceğini düşünmek istemediler. Hatta önce küçümsediler, zira getirilecek kısıtlamaların hayatı ve üretimi durduracak sonuçları vardı. Hükümetler ve patronlar bunu düşünmek istemediler. Ama bulaşıcı hastalık sınır, ülke, zengin, fakir tanımıyor, büyük, küçük tanımıyor. Geldi mi, tüm dünyayı, yığınları kapsıyor.

Hem ekonomi hem toplum krize giriyor

Sonunda Avrupa’da korkulan başa geldi. Sert önlemler alındı, ama geç kalındı. Tatile gitmek, seyahate çıkmak yasaklanınca havacılık ve turizm sektörü krize girdi, uçaklar hangarlarda kaldı. Lokanta ve oteller boşaldı. Üretimin durduğu Çin’den aramalı gelmez oldu. Avrupa’da ABD’de üretim tehlikeye girdi. Yalnız Çin’den değil tüm dünyadan karşılıklı akan, üretimi ayakta tutan tedarik zinciri kırıldı, üretim hızla düşmeye başladı. Alman araba üreticisi Volkswagen büyük ölçüde üretimi durdurdu. Üretemez duruma gelen fabrikaların birçoğu iflasın eşiğine geldi. Zaten resesyonla başı dertte olan dünya ekonomisi hızla bir bunalıma doğru gitmeye başladı. Ekonomik bunalımın barometresi olan borsalar hemen tepki gösterdi, inişe geçti. Denebilir ki hemen hemen yarı yarıya değer kaybetti. Borsalar “çöküşün” eşiğine geldi. Daha büyük bir krizi önlemek için Dünya Bankası; İMF, Avrupa Merkez Bankası ve diğer ülke merkez bankaları tekelleri bu zor durumdan kurtarmak için milyarlık, hatta trilyon dolarlık yardım paketleri hazırladılar. Bunlar bizim vergilerimizdir. Bu vergilerle yine bankalar ve tekeller kurtarılmak istenmektedir.

Ama bu kez bu paketlerin büyük bir etkisinin olmayacağı görülüyor. Bu kriz, kapitalizmin devresel krizlerinden biri olan 2008/09 krizinden çok farklı. 2008/09 krizinde devlet halkın parasını milyar milyar bankalara aktararak ve banka kredi sistemini işler duruma getirerek çıkmıştı. Ama bu krizden tek başına para akıtarak çıkmak mümkün değil. Hatta para akıtmak bazen ters de tepmektedir. ABD Merkez Bankası piyasaya para sürmek için hemen faizleri düşürdü. Borsa bu taze paraya bakıp şaha kalkacağı yerde hızla düşüşe geçti. Zira borsa, Merkez Bankasının böyle acele bir adımını korona virüsü nedeniyle ekonomide beklenen tehlikenin daha büyük olduğu kanısına vardı. Borsaya göre kriz özellikle ABD’de daha yeni başlıyordu. ABD’de bir kriz ise dünyayı etkilemektedir. Borsada düşüş kaçınılmazdı.

Gerçekten de Trump başta Korono virüsünü ciddiye almadı. Önlem almakta çok geç kaldı. Bunun yükünü şimdi dünya kapitalist sistemi çekecek. ABD’deki gelişmeler krizi daha da derinleştirecek. Para, kredi var ama hastalık nedeniyle kriz önlenip üretime tam olarak geçilemiyor. Uzun bir sürede de geçilemeyecek. Büyük bir ihtimalle karantina sürekli hale gelecek. Aramalı tedarik zincirinin yürürlüğe girmesi uzun sürecek. Krizden çıkmak virüsün önlenmesine bağlı, ama virüsün ne zaman önlenebileceği belli değil. Aşının 2021’den önce çıkmayacağı kesinleşti. Kapitalizm bu kez bu krizden çıkmakta zorlanmaktadır. Bu sırf bir ekonomik kriz değil, toplumun tüm alanlarını kapsayan yeni bir kriz. Korona krizi kapitalizmin böylesi bir krizin üstesinden gelemeyeceğini göstermiştir. Böylesi krizler üretimi ve yaşamı başka olan başka bir toplumu düzenini dayatmaktadır. Bu virüsle mücadele ederken işçi ve emekçilere bunu anlatmak gerekmektedir.

Türkiye: Önlem almakta geç kalan ülke

Türkiye’de durum Avrupa’dan farklı değil. Hatta birçok alanda daha kötü. Avrupalıların parası var. Paraya dayalı önlemleri hızla almaktalar. Karantinada kalmak zorunda olan işçiye aylığının %60’ını vermekte. Türkiye’nin ise hem parası yok, hem de böyle bir anlayışı yok. Avrupalılar daha şeffaf bir politika izliyorlar. Halka, halktan gizli yapılan, saklanan bir şey olmadığı anlatılıyor. Türkiye’de ise halk yanlış. doğru bilgileri sosyal medyadan alıyor. Sağlık bakanlığı sosyal medyada yayınlanan gizli belgedeki önlemleri yalanlamaya kalktı. Oysa bu önlemler acilen alınması gereken ve Avrupa’da çoktan alınmaya başlanmış önlemler. Bu önlemler alınmadan virüsün yayılmasını yavaşlatmak mümkün değildir. Bu bilgileri halkla paylaşma yerine, bu bilgileri sosyal medyada yayanlar hakkında savcılığa emir vererek polisi harekete geçirmek, diktatör rejimlere has bir uygulamadır. Kamu araştırması yapan KONDA kurumunun yaptığı bir saha araştırmasına göre, toplumun %45’i Sağlık Bakanlığı ve devlet kurumlarının topluma doğru bilgi vermediği ve yeterli önlemler almadığına inanmaktadır.

Korona virüsünün hızla yayıldığı İran ve Irak sınırlarını hemen kapatarak virüsün bu ülkelerden Türkiye’ye girişini engelledi diye yandaş medyanın heykelini dikmeye kalkıştığı Sağlık Bakanı Koca Mekke’den Umreden dönen binlerce “hacı” hakkında tek önlem almadı. Bunlar hiç bir kontrole tabii tutulmadan, karantinaya alınmadan ellerini kollarını sallayarak evlerine gittiler. Sosyal medyadaki tepkiden sonra 5 bin 300 kişilik son umre kafilesi ancak karantinaya alınabildi. İran ve Suudi Arabistan bile Cuma namazlarını ertelerken, düne kadar Diyanet İşleri Başkanı camilerde toplu namaz kılınmasına karşı çıkmadı, bakan da ağzını açmadı. Zira onlar için korona virüsünden korunmanın çaresi bilimin ön gördüğü sosyal mesafelendirme önlemleri değil, İslam dini vecibeleri ve Kuran ayetleridir. Cüppeli Ahmet denen “saygın” hoca koronadan korunmak için okunacak duaları yaymakta ve “satmakta”dır. Buna karşı alınan önlem ise bir HİÇ’tir. Bilime ve akla uymayan bir bakanın, bir hükümetin önlem aldık demesine ne kadar inanılır?

Günlerce Avrupa’dan gelen yolculara karşı da hiçbir önlem almadan halkın arasına salıverdiler. Oysa Avrupa korona virüsüne karşı çoktan mücadeleye başlamıştı. Herkes sanki gözünü kapatmış, korona virüsü bize uğramadı diye kendini aldatıp duruyordu. Ne zaman ki, 11 Mart’ta ilk vakanın olduğu açıklandı, herkes şok oldu. Virüs Avrupa’dan gelen birinde çıkmıştı. Ama kimse şu soruyu sormaktan kendini alıkoyamıyordu: Ya şimdiye kadar Avrupa’dan ve umreden gelenlerde virüs varsa ve onlar halkın arasında dolaşıyorsa, ne olacak? Bunu bakan ve hükümet de kendine sormuş olmalı ki, 11 Mart’ın gecesinden itibaren sert, şok tedbirler almaya başladı. Bunlar mutlak alınması gereken önlemlerdir. Ama günlerden beri aydınlatma ve hazırlama yerine, “bize gelmez” rehaveti içine sokulan halk, şok tedbirleri görünce, günlerce gelebilecek karantina için önlemi marketlere koşup, rafları boşaltmakta, evlere yiyecek-içecek depolamakta buldu. Kolonya ve dezenfektan gibi hijyen maddeler hemen karaborsaya düştü. “Kıtlık” baş gösterdi. Oysa önlem sosyal mesafelendirme tedbirlerini almak ve bunları bilinçli uygulamak, sosyal ilişkileri minimuma indirmektir. Umreden dönen ve evinde karantinada olan bir vatandaş hâlâ evinde mevlit okutabiliyorsa, o karantinanın, alınan önlemlerin hiçbir etkisi yoktur. Veya tehlikeli olan 65 yaş üstündekilerdir, biz gençlere bir şey olmaz anlayışı da virüsü yayan anlayıştır. Bu virüsün yarattığı tehlike büyüktür, tüm yaşamımızı etkileyecek cinstendir.

Olayın ciddiyetini gören HDP bir kriz merkezi oluşturdu ve Türk Tabipler Birliği ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası ile koordinasyonlu çalışarak halkı bilgilendirmeye, korunma tedbirlerini açıklamaya başladı ve hükümetten acilen alınması gereken tedbirleri içeren talepte bulundu. Eş genel Başkan Mithat Sancar bu önlemleri şöyle sıraladı: “İhtiyaç sahiplerine ücretsiz gıda ve hijyen malzemeleri yardımı yapılmalıdır. Her türlü tedavi sürecinin ücretsiz yapılması sağlanmalıdır. Özel hastanelerin de kamu hastanesi statüsünde hizmet sunması sağlanmalıdır. Kamuda ve özelde çalışanlara ücretli izin hakkının tanınması lazım. Su, elektrik internet gibi hizmetlerin bu kriz süresince ücretsiz temin edilmesi gerekiyor. Hasta, yaşlı tutuklu ve hükümlüler, bebekli anneler ve hamile kadınlar tahliye edilmelidir.” Bu hükümet bu tedbirleri almayacak, ama bu tedbirlerin alınması için mücadeleyi yükseltip hükümetin patron yanlısı, özel teşebbüsçü politikası deşifre edilmelidir.

Virüs ve kapitalizmin gerçek yüzü

Korona virüsünün getirdiği ve toplumun bütün alanlarını kapsayan ve sarsan bu kriz bir kez daha gösterdi ki, kapitalist sistem bu gibi tabiat olaylarının yol açtığı krizleri çözecek bir sistem değildir. Bu gibi tabiat afetlerinin getirdiği krizler artık kapitalizmim karşıtı olan toplumsal düzeni zorunlu kılmaktadır. Çünkü bu krizler insanı, insan sağlığını ve yaşamını merkeze koyan çözümler dayatmaktadır. Bu ise hedefi her şeyden evvel maksimal kâr elde etmek olan kapitalizmin tabiatına aykırıdır. Onun için önemli olan insan değil kârdır. Marks’ın Kapital’de belirttiği gibi, kapitalist %300 kârı görünce, sonunda kendi öleceğini bilse bile işlemeyeceği hiç bir cinayet yoktur. Günümüz kapitalizmi tam da bunu uygulamaktadır. Bu da insanın insan olma tabiatına aykırıdır. Bunun için miadını dolduran kapitalist düzenin sonlandırılması gerekmektedir.

Ne var ki, o hala insanlığa zarar vermeye devam etmektedir.

Tüm kapitalist batı âlemi korona salgınından ölen ve ölecek olan insanlardan çok, virüsün yol açtığı krizden mahvolan ekonomiyi, düşen borsayı, iflas eşiğinde olan şirketlerin nasıl kurtarılabileceğini, zararlarının nasıl telafi edilebileceğini konuşuyor. Özellikle hava yolları şirketlerinin milyarlık zararları hazineden karşılansın derken, vatandaşa sunulan kamu hizmetlerinin iyileştirilmesini, ABD’de sağlık sigortasız 20 milyon insanın sigortalanmasını kimse düşünmüyor. Onlar binlerce insanın öleceğini kabullenerek, bir an evvel üretime geçmenin hesaplarını yapıyorlar. Virüsün başında önlem almakta gecikmelerinin nedeni de üretimin aksamamasıydı. Ama virüs kimseyi dilemedi.

Bilim insanlığın hizmetinde olmalı

 İşverenler salgın başlayınca da bundan nasıl azami kâr elde edilir diye düşünmeye başladı. Bunlardan bir ABD Başkanı Trump’dır. Günümüzde tüm dünyada bilim adamları büyük bir çabayla bu virüse karşı bir aşı bulmaya çalışıyor. Bu çalışmaları yapanlardan ve aşıyı geliştirme aşamasında olan Tübingen’deki CureVac Alman firmasına Trump el atıyor ve firmayı bilim adamlarıyla beraber satın alıp bulunacak aşıyı ABD’ye mal etmek istiyor. Böylece patenti ABD’ye geçen aşıdan hem milyar kâr etmeyi hesaplıyor, hem de “Amerika first” anlayışını egemen kılmak istiyor. Trump’ın derdi insan sağlığı değil, kârdır. Ama Alman firmasında çalışan bilim insanları ve yöneticiler, biz aşıyı bir millet için değil insanlık için üretiyoruz diyerek Trump’ın müdahalesini engellediler. Çağımızda gerekli olan insanlığın hizmetindeki bilimdir. Bu da kapitalizmde hemen hemen mümkün değildir. 

Sağlık sistemi ticari meta yapılamaz

Korona salgınıyla kapitalizmde kâra dayalı büyük ölçüde özelleştirilmiş olan sağlık sisteminin böylesine bir krizin üstesinden gelinmesinde ne kadar yetersiz olduğu ortaya çıktı. Özelleştirme sonucu hastaneler insan sağlığını merkeze alan kurumlar değil, kârı amaçlayan kurumlar haline geldi. Kâr adına özellikle yoğun bakımda yataklar azaltıldı, doktor ve personel sayısı düşürüldü. Şimdi salgın hastalık ortaya çıkınca sağlık sisteminin bütün eksiklikleri de su yüzüne çıktı. Kapitalist sistemin sağlık anlayışının insan sağlığı ile ne kadar bağdaşmadığı görüldü. Hastalık sigortasının olduğu Avrupa’da durum böyleyken özel hastanelerin yoğunlukta olduğu Türkiye’deki durumu insan düşünmek bile istemiyor. Acilen yapılması gereken, HDP’nin talepleri arasında olan “Özel hastanelerin de kamu hastanesi statüsünde hizmet sunması sağlanmalıdır”.  Zaman gelecek bir hastanedeki bir yatak bir insanın hayatını kurtarabilecektir. Yapılması gereken sağlık sisteminim yeniden devletleştirilmesi ve sağlığın ticari malzeme yapılmasına karşı mücadele edilmesidir.

Korona salgını dünya ölçüsünde üretimin düşmesine yol açınca, dünyada petrole olan talep de azaldı. Arz ise aynı kaldı. Arz- talep gereği petrol fiyatları hızla düşmeye başladı. Bu düşüşü önlemek için başta Suudi Arabistan olmak üzere OPEC ülkeleri petrol üretimini, arzı azaltıp fiyatları eski seviyede tutmak istedi. Bu ABD’nin de işine geliyordu, ama Rusya bu uygulamaya karşı çıktı. Petrol üretimini kısıtlamak istemedi. Bunun üzerine Suudi Arabistan petrol üretimini büyük ölçüde arttırarak petrol fiyatlarını daha da düşürdü, Rusya’ya savaş açtı. Bu savaşı Trump’da destekledi. Bu savaş gösterdi ki, kapitalistlerin bir kriz anında kendi aralarında bile bir sorunu çözmekten uzaktırlar. Onların kendi bencil tavırları ve kâr hırsları insanları her zaman bir savaşın eşiğine getirebilmektedir.

Karaborsacılar, fırsatçılar, sahtekârlar

Büyük tekeller büyük kârlar peşinde koşarken, küçük kapitalistlerde kendilerine göre bu korona salgınının yarattığı krizi fırsat bilerek büyük kârlar elde etme peşine düştüler. Bu salgın hastalık nedeniyle zorunlu olan hem hijyen önlemleri hem de karantina olayını bazı karaborsacıları, istifçileri, fırsatçıları, dolandırıcı ve ahlaksızları harekete geçirdi. Hijyen maddeleri olan kolonya, dezenfektan ve solunum maskelerinin fiyatları tavan yaptı. 15 TL olan kolonya şişesi 170 TL’ye, 25 TL’lik dezenfektan 80 TL’ye, 15-20 TL olan maskeler 150-200 TL’ye fırladı. Birçok mal karaborsaya çıktı, fiyatı 3-4 misli arttı. 4 TL’lik makarna 25 TL’ye kadar yükseldi. Toptancılar ve üretici firmalar istifçilik yapıyor, bilinçli olarak fiyatları arttırıyor. Halkın zor durumunu suiistimal ediyor. Ama kapitalizm budur. Kapitalist fırsatçıdır, ahlaksızdır, karaborsacıdır. O yüksek, ekstra kâr peşindedir. Bunun için her şey mübahtır.

Hükümet karaborsacılık suçtur diyor, ama dinleyen yok. Bazıları bu ahlaksızlıktır, sahtekârlıktır, Müslümanlığa sığmaz diyor. Bu kez dinci kesim ayağa kalkıyor. Ne ilgisi var bunun Müslümanlıkla diyor. Böyle bir tartışma Show moderatörü Ece Üner ile Ahmet Hakan arasında yaşandı. Ece Üner programında karaborsacıları eleştiriyor ve şöyle diyor: “Namuslu esnafa hiçbir lafımız sözümüz yok. Ama Virüs mü, fırsatçılar mı daha hızlı yayılıyor? Bilemedik. Korona virüs geliyor, maske fiyatı 5 katına çıkıyor. Dezenfektan fiyatları katlanıyor. Makarna, 3 katına çıkıyor. Deprem oluyor, ev sahipleri kirayı 3 kat artırıyor. Sorsan hepimiz Müslüman’ız. Ama gel gör ki, namaz 5 vakit, ahlâk 24 saat farz. İhbar edin. Bu bizim vatandaşlık sorumluluğumuz”. Ece Üner haklı, ama kapitalizmin dini-imanı yoktur. Varsada paradır, kârdır, vurgundur. Moral değerleri onu ilgilendirmez. Din, İslam onun kârına yaradığı sürece, insanları uyuttuğu sürece iyidir, kendileri de temiz Müslüman dır. Ama “cürümü” işlerken din ve ahlak ikincildir. Din kapitalizmde “ahlaksızlığın” örtüsüdür.

Ahmet Hakan’a bir çift söz

Ece Üner’in bu etik söylemlerine alınan Ahmet Hakan’da şöyle cevap veriyor:   

“Yahu Ece Üner!

Bir sahtekârlık, bir fırsatçılık, bir ahlâksızlık gördüğünde…

Aklına niye Müslümanlık geliyor ki senin?

Dün de söylemiştim, bugün de söylüyorum: Fırsatçının, ahlâksızın, sahtekârın dinle diyanetle ilişkili olduğunu nereden biliyorsun?”

Ah Ahmet Hakan ah, bu ilişkiyi en iyi bilenlerden biri sizsiniz. Korona virüsünün Kuran’ı duayı, umreyi dinlemediğini en iyi bilenlerden biri sizsiniz. Sizin çok saygın bulduğunuz Cüppeli Ahmet Hoca korona virüsüne karşı dua basıp yayarsa ve hatta “satarsa” bunun bir ahlaksızlık, sahtekârlık olduğunu bilmez misiniz? Bu bir sahtekârın dinle diyanetle ilişkisi değil midir? Koca Diyanet İşleri Başkanı Cuma namazlarının salgını hızlandırdığını bilmez mi? Buna rağmen Cuma namazlarını ertelemezse bunun dinle ilişkili olduğu bilinmez mi? Sağlık Bakanı umreden gelenlerin karantinaya alınması gerektiğini bilmez mi? Bunu yapmamasının dinle bir ilişkisi yok mu?

Doğrudur, namaz kıldığı halde ahlaksızlık, sahtekârlık, karaborsacılık yapanlar var, ama yapmayanlar da var diyorsunuz. “Ahlâksızlık yapanların, sahtekârlık yapanların, fırsatçılık yapanların alayının namazında niyazında insanlar olduğu yönünde”ki anlayış sekülerlerin bir “önyargısı”dır diyorsunuz. Burada söz konusu olan namazında ve niyazında olan veya olmayan tek tek insanların ahlaklı veya ahlaksız olmaları değildir. Söz konusu olan kapitalistlerin ve onların çıkarlarını savunan politikacıların dini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarıdır. Bu kapitalist burjuva düzeninde yalnız sahtekârlıkların, dolandırıcılıkların, karaborsacılığın ve istifçiliğin değil, sömürü ve baskının, yağma ve talanın üstünün dinle, halkın inançlarıyla, namazla ve niyazla örtülmesidir. Bunu en iyi yapanlardan biri, son zamanlarda sizin de uçağına bindiğiniz Erdoğan’dır. Balık baştan kokar. Bir cumhurbaşkanın İslam dinini, namazı, niyazı bu derece kendi politik ve ekonomik çıkarları için kullandığı bir yerde, vatandaş da namazında niyazında gördüğü esnaf ve tüccarın fırsatçılık ve sahtekârlığının Müslümanlıkla ilişkisini kurar. Fırsatçının, ahlaksızın, sahtekârın dinle diyanetle ilişkili olduğunu nereden biliyorsun? diye soruyorsunuz. Vatandaş Erdoğan’a bakıp, Cüppeli’ye bakıp, Diyanet İşleri Başkanı’na bakıp bu ilişkiyi kuruyor. Bir krizi bahane edip, fırsat bilip fiyatları artıran marketçinin koşa koşa cuma namazına gitmesi ise işin tuzu-biberidir.

Evet, bu korona salgını kapitalizmin gerçek “çirkin” yüzünü ortaya koydu. Şimdi bu çirkinlikleri göstererek, hükümetin beceriksizliklerini ortaya koyarak Erdoğan diktatörlüğüne karşı halkın bilinçli tutumunu güçlenmesini sağlayalım.

Bir yanıt yazın