Haber / Yorum / Bildiri

SİP HANGİ BOŞLUĞU DOLDURMAYA ÇALIŞIYOR?

Levent FİDAN

Türkiye sol gündemini ve belirli pozisyonlarını senelerdir işgal eden, TKP ismini önce savcıların izinleri, sonrasında onaylı patentlerle elde ettiğini düşünen SİP’in tavrıyla ilgili birçok şey yazılıp çizildi, birçok noktaya parmak basıldı. Estetik bir operasyonla TKP olmaya çalışan SİP, partinin biçimini (ismini) taklit edebilmiş gibi gözükse de, komünistliğin etik ilkeleri, partinin ideolojik birliği ve zihinsel diriliğini taklit edemediği aşikâr. (Ki taklit etme gibi bir dertleri de yoktur). SİP’in oldukça başarılı olduğu konu, yığınları partiden uzak tutmak, kandırmak, aldatmak için parti dışından gelen, likidasyon derdi olmayan, Mustafa Kemal’in kurdurttuğu sahte TKP’nin bir devamı olan sahte SİP-TKP’nin de parti politikalarını çarpıtma, yığınları kandırma, aldatma, komünist hareketten, Marksizm-Leninizm’den uzak tutma ve gençleri Kemalizm‘in kuyruğuna katma gibi görevleriyle imha politikasının 21. YY Şubesirolü oynamaktır. SİP’in doldurmaya çalıştığı boşluklardan biri tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Dün Suphi’ye karşı Mustafa Kemal bunu yaptı, sahte bir TKP kurdu. Bugün bize karşı devlet bunu SİP’e yaptırıyor. Sovyetler varken bunu yapamıyordu, çünkü tutmazdı, tehlikeliydi. Şimdi Sovyetler yok ve TKP dağınık, devlet bu ’’boşluktan’’ yararlandı ve sahte SİP-TKP’yi kurdurttu.

1980 darbesinden sonra üzerinden buldozerle geçilmiş bir sol, sınıf siyasetine, onun devamcısı ve taşıyıcısı olan sendikalara her zamankinden fazla muhtaçtı. Bu noktada ayağa kalkma ve silkinme girişimi, Gümüldür ve benzeri girişimlerle, Türkiye soluna sirayet etmiş Popülizm ve Kariyerizm hastalığı tarafından boğuldu. Olayların ve durumların özünü analiz etmeden, özeleştiri yapmadan, Marksizm-Leninizm temelindeideolojik bir bütünlük ve berraklık içerisinde birleşmeden, sapmalardan arınmadan, kısacası nitelik olmadan niceliğin içi boş bir heyecandan başka hiçbir şey ifade etmediğini, salt bir araya gelmekle ve sayı arttırmakla vs. güçlü olunamayacağını, TKP’nin ayağa kalkmayacağını Türkiye komünist ve emek hareketi acı bir şekilde tecrübe etti.

Mustafa Kemal’in başlattığı sahte TKP, SİP ile yaşıyor!

Onun en acı tecrübesi, bütün eleştirilere ve saldırılara rağmen ateşler içerisinde yoğrulmuş, onun en nitelikli ve olgun sınıf partisi TKP’nin likide edilmesini fırsat bilen ve yığınları aldatmak için ’zamanlama yaparak’ bir gecede ismini Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu öncülüğünde, TİP’den atılan Sovyet düşmanı, geçmişte TKP’ye küfürleriyle nam yapmış SİP’in TKP’ye devşirilmesidir. Mustafa Kemal gibi SİP şürekası da TKP dışındandır. Yığınların hala kafaları karışıktır. TKP’nin ideolojisi, politik hattıyla taban tabana zıt bu hareket yığınlarla, sınıfın partisi arasına çekilmiş bir hattır, tam da Mustafa Kemal’in başlattığı harekete hizmet etmektedir.

 SİP, ‘’TKP’nin kitleselleşmesi’’ adına yaptıklarını düşünmekte beis görmüyorlar. Buna kendilerini ne oranda ikna ettikleri ise oldukça tartışmalıdır. TKP’nin kitleselleşmesi gibi boş bir argümanın arkasına neredeyse 20 yıl boyunca sığınarak gençleri kültür ve kongre merkezlerine, köşe yazılarına sıkıştırıp üstüne kariyeristlikleri yüzünden ikiye üçe bölünerek bir arpa boyu yol alamamakla asli görevlerinin ne olduğunu kanıtlamış oluyorlar. Yığınları, gençleri sınıftan, onun ideolojisi Marksizm-Leninizm’den, toplumsal olaylardan uzak tutarak, Kemalizm‘in peşine takarak, Kürt düşmanlığını kendilerine logo yaparak, iktidarın yedek güçleri haline getiren SİP, yangın yerine dönmüş ülkenin ne bugününe ne yarınına cevap vermek istememeleriyle ’dokunulmazlıklarını’ koruyorlar.  Bunun nasıl bir tür ‘kitleselleşme’ olduğunu toplum apaçık görmektedir. Türkiye’de sınıf partisi ve öncü parti yoksunluğu, onun ismini alarak ve taklit ederek değil, komünist kadrolarla, berrak bir zihinle öncü kadrolar yetiştirilerek giderilir. Aksi laf-ı güzâhtır.

SİP’in kitleler üzerinde yarattığı çarpık algılar

SİP’in kitleler üzerinde, özellikle gençler üzerinde yarattığı çarpık algılardan da bahsetmekte fayda var. TKP tarihini okuyan, bilen herkes görecektir ki, TKP içerisinde 2 kol vardır. Bunlardan birincisi Mustafa Suphi ve yoldaşlarının temsil ettiği, militan devrimci ve Bolşevik gelenek, ikincisi ise Şefik Hüsnü ve Aydınlık çevresinin temsil ettiği küçük burjuva aydınlanmacı gelenektir. Bu iki kol arasındaki çekişmeyi ve mücadeleyi anlamak ve SİP ile karıştırmamak gerekir. Şefik Hüsnü küçük burjuva devrimciliği ile önderlerini katleden Kemalizm‘le arasına bir sınır çekmek bir yana partiye Kemalist aydınları doldurarak, Kemalist rejimin karakterini anlamamış, Kürt isyanları konusundaki yanılgılarıyla Komintern’i de yanıltarak, Kürt Meselesinde zig-zaglı bir politika izlenmesine neden olmuş, bu hatanın bugüne değin özeleştirisini ertelemiştir. Oysa komünistlerle Kürt Meselesi arasındaki diyalektik bağı iktidar daha kolay çözümleyip her Kürt isyanında, katliamında komünistlere de saldırılmış, katliamlardan geçirmiştir.

Önderlerinin  Suphilerin katledilmesi ve Anadolu’daki sosyalizmin boğulmasının devamında bile burjuva hükümetine karşı sergilediği ‘güveni’ iyi niyetle açıklamak saflıktır. Şefik Hüsnü, hayatı zorluklarla geçmiş olmasına rağmen bu teslimiyetçi çizgisinden sapmamıştır. Komünistlere ve işçi sınıfına saldırısıyla sınıfsal tavrını bas bas bağırarak belli eden Ankara hükümetine karşı duyulan güveni ‘ilericilik’ ve ‘gericilik’ adı altında, bir egemen seçme usulüyle aklamıştır. Öyle ki, daha da ileri gitmiş, Suphilerin katledilişinin 4. yılında yaptığı bir konuşmada onları ihtiyatsızlıkla suçlamış, onları sorumlu bulmuştur.

SİP ise Mustafa Kemal’in yolunu izlemektedir. 10 Eylül1920’de Ekim Devrimi’nin içinde doğan TKP Bakû’da Mustafa Suphi öncülüğünde Komintern’in desteğiyle kurulmuştur. İktidarına ortak istemeyen, Kurtuluş Savaşı’nda komünistlerin maddi, manevi etkin gücünden korkan ve ülkenin kaderini elinde tutan İngilizlere yaltaklanarak önce sahte bir TKP kurdurtarak, Anadolu’da komünistlere ve Doğu’da doğan güneşe umut besleyen halkı yanıltmak, sonra da İngilizlerin gözüne girmek istemiştir. Suphi ve 14 yoldaşımızı katletmesi Kemal’in iktidarının bugününün habercisi olmuştur.

Nasıl Mustafa Kemal ve arkadaşları yığınları ve Sovyetleri kandırmak, aldatmak için utanmadan kızıllara bürünüp Moskova’nın yolunu tuttuysalar da planları tutmamıştır. SİP’liler de, ‘’Sosyalizm Cumhuriyet’e çok yakışacak’’ isimli bir buluşma düzenleyerek Mustafa Kemal ve Mustafa Suphi’nin fotoğraflarını yan yana asmışlar ve bundan hiçbir utanç duymamışlardır. SİP, ‘milli bayramları’ kaçırmamak konusunda büyük bir özen gösterirken, Ermeniler, Kürtler ve ezilenler konusunda, Cumhuriyet tarihindeki katliamlar ve asimilasyon politikası konusunda sesini çıkarmamakta, usulca sessizliğe bürünmektedir. Bu strateji elbette tesadüf değildir. Bu tarz bir stratejiyle batıda yaşayan, milli müfredat ve değerlerle büyütülmüş, kısacası ‘batılı’ kitleye göz kırpılmakta, bu kitleyle bir çevre oluşturularak boş bir kalabalık oluşturulmaktadır. Bu kalabalığın sonucu ise kendilerini siyasette bir söz sahibiymiş gibi göstermektedirler. Bu kitleleri çevrede tutmanın birinci yolu ‘bizim Mustafa Kemal ile bir derdimiz yok’ mesajı vermek, ikinci yolu ise, elbette, Kürt hareketi düşmanlığıdır. Kemalizm’deki ilericiliği müthiş bir keskinlikle saptayan SİP, ne tesadüfse, Kürt hareketinin tabanındaki dinamiği bir türlü saptayamamaktadır. SİP, ‘beyaz’ bir komünist parti yaratma rehberi gibi hareket etmekte, batıda yaşayan halka ‘biz kriminal değiliz’ mesajı vererek, güvenli bir alanda komünistlik vadetmektedir. Devletin bu tip komünizmle (Mustafa Kemal’i anan, Türk bayrağı taşıyan) hiçbir zaman derdi olmamıştır.

SİP, bu tavrını basitçe ‘Cumhuriyetçiliğe’ ve ilericiliğe atıf yaparak kamufle ediyor, kısacası şark kurnazlığı yapıyor. Kemal Okuyan, 10 Kasım arifesinde yazdığı bir yazıda şu ifadeleri kullanıyor: ‘’ 1919’da Anadolu’da kişilerin, liderlerin önemini azaltacak yaygınlıkta bir halk hareketi yoktu. Birinci Dünya Savaşı yoksul köylü yığınlarını fazlasıyla yormuş, hırpalamıştı. Galip devletlere karşı kıt kaynaklarla sürdürülecek bir silahlı mücadeleye halkın ikna edilmesi için kararlılık gösteren birileri gerekiyordu.’’  Bu düpedüz bir çarpıtmadır. Herhalde Mustafa Kemal’in kendisi bile 1919 yılında böyle bir ifade kullanamazdı. Okuyan’ın Yeşil Ordu’dan, çetelerden haberi yok mu? Okuyan halkın kendi iradesini yerelden kurma gücüne değil (hali hazırda da mücadele sürüyordu) ‘güçlü liderliğe’ karşı büyük bir güven besliyor. Devam ediyor: ‘’ İster sağdan bakın ister soldan, ister tepeden, ister aşağıdan, gerçek ortadadır. Mustafa Kemal olmasaydı, Anadolu’daki mücadele bu kararlılıktan mahrum kalır, başarısız olurdu. ‘’

İster sağdan bakalım ister soldan, bu ifadelerin tarih bilen bir ‘komünist’ için bilinçli kullanımı, manipülasyondan başka bir şey olamaz. Anadolu mücadelesi yetim değildi. Eğer Okuyan’ın ‘kararlılıktan’ kastı, mücadeleye destek veren komünistlerin katledilmesi ve düzenli orduyla mücadelenin ideolojik dürtüyle ‘terbiye edilmesi’ ise, bunu daha açık belirtmesinde fayda var. Yazı biterken de şöyle bir ifade kullanıyor: ‘’ 1920’de partimiz Türkiye Komünist Fırkası bu etkiye ve olanaklara sahip değildi. Yerel direniş odaklarının, Çerkes kardeşlerin, Ankara’da Meclis’in solcularının omuzları da bu tarihsel sorumluluğu kaldıramazdı.’’ Okuyan burada „Partimiz Türkiye Komünist Fırkası’ diyerek kendisinin Mustafa Kemal’in değil Mustafa Suphi’nin kurduğu Komünist Fırkası’nın devamı gibi göstermeye kalkarak tam bir sahtekârlık yapmakta, Mustafa Kemal’in boğduğu Anadolu’daki halk direnişine „bu tarihsel sorumluluğu kaldıramaz“ diye hakaret etmeye yeltenmektedir. Yunanlıların Ankara’ya yürüyüşünü ilk durduranların komünist alaylar ve Çerkes Ethem birlikleri olduğunu Okuyan çok iyi bilir. Tarihi çarpıtanlar birgün çarpılacaklardır.   

Sadece ilericilik ve gericilikten bahsetmek sınıf siyaseti değildir!

Okuyan, Osmanlı subaylarından önce başlayan, savaşta çok kritik bir rol alan bir direniş hareketinde (Çerkes kardeşlerinde) bu iradeyi görmüyor. Okuyan, önderi bizzat Bolşevik devriminde rol almış militan ‘’ fırkasında’’ bu sorumluluğu alacak yetiyi görmüyor ama aynı Okuyan, bütün bunlarda görmediği iradeyi Mustafa Kemal’de görüyor. Yaptığı bir konuşmada devam ediyor: ‘’ Onlar Abdülhamid’i, Vahdettin’i alsınlar göğüslerinde taşısınlar, biz Mustafa Kemal’i alalım. Onlar Said-i Nursi’yi taşısınlar göğüslerinde, biz Mustafa Suphi’yi taşıyalım… ‘’ Mustafa Suphi’yi katleden Mustafa Kemal’in resimleri taşımaları ve her ikisini barıştırmaları ise sahtekarlıklarının göstergesidir. Bir Marksist-Leninist asla iki düşman sınıfı barıştırmaz. Türkiye siyasi tarihini, güncel siyaseti ilericilik ve gericilik üzerinden okuduğunu iddia ederek bu tarz kalıpların arkasına saklanan SİP, kafa karışıklığı yaratma konusunda oldukça başarılı. Bu kitleselleşme ve ‘ilerici Kemalistleri’ çekme adına başvurulan şark kurnazlığı gün geçtikçe boyutlarını arttırıyor. Birikim dergisi gibi ezbere cumhuriyet düşmanlığı yapanların da bunlara yardım simidi oldu, bir kör dövüşünü tetikledi. Türkiye siyasi tarihindeki figürleri bir çocuk oyunundan önce yapılan ‘aldım-verdim’ gibi sığca yorumlara indirgemek sınıf siyaseti değildir. Sadece ilericilik ve gericilikten bahsetmek sınıf siyaseti değildir. Bu şahıslar, Mustafa Kemal’in birinci mecliste, gericilerin gözü önünde Suphi ve yoldaşlarına ‘serseri’ dediğini bilmiyorlar mı? Suphilerin katliamında kilit rol oynayan Kazım Karabekir aydınlanmacı değerleri temsil eden bir şahıs mıdır? İşte SİP, söyledikleri söylemedikleriyle bu boşluğu doldurmaktadır. Sınıf siyaseti adı altında Kürt siyasi hareketi başta olmak üzere kendi dışındaki herkese ‘düzen siyaseti yürütüyorsunuz’ adı altında parmak sallayan SİP, Suphi’nin fotoğrafının yanına Mustafa Kemal’in fotoğrafını Türk bayrağı ile birlikte servis ederek düzen komünistliğine giriş dersi verdiğini unutuyor olsa gerek. Lenin’in ve parti tarihinin arkasına sığınanlar, Leninizm’in temel ilkeleri olan Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı ve öncülük iddiasıyla köşe yazılarından Leninizm öğretme konusunda da geri kalmamakta, bundan, yani düzen siyasetinin aparatı olmaktan herhangi bir rahatsızlık duymamaktalar.

Sınıfın kurtuluşu, ona dışarıdan akıl vermeye kalkanlarla değil, sınıf içinden yetişecek öz militan kadroların mücadelesiyle gerçekleşecektir.

Türkiye’nin sol siyasete olan ihtiyacı, bugün belki her zamankinden fazladır. Bugün demokratik cephelerle ittifaklar yapılması, ilericiliğin öne çıkarılması kadar normal bir durum yoktur. Aşikâr olan bir durum daha varsa, o da bu sol siyasetin sınıf siyaseti odaklı olmasıdır. Türkiye sınıf partisini mumla arıyor. Güncelliği yorumlamaktan yoksun, cumhuriyetçilik adına Kemalizm’in batağına saplanmış olanlar, ‘onlar mı bunlar mı’ ikiliğinden başka bir siyaset yürütemeyenler Türkiye işçi sınıfına önderlik edemezler. Ayrışmalarda birbirlerine delirmişçesine saldıranlar, olgunluktan yoksun olanlar, yıllarca taklitlere sığınarak sınıf siyasetini güçlendiremeyenler Türkiye işçi sınıfıyla birlikte yürüyemezler. Sınıfla birlikte siyaset yürütemeyenler, sınıfın şairi, Bilen’in yoldaşı Nazım’ın ismini kullanamazlar. Marksizm, aydınlanmanın basit bir ifadesi değildir. Cumhuriyet bahsinde öncelikli sorusu ‘kimin cumhuriyeti’ olacaktır. Türkiye işçi sınıfının kurtuluşu, ne Kemalizm‘in sınıfın sendikal ve siyasi örgütlenmesini tutuklamalarla ve katliamlarla dumura uğratmış cumhuriyetinde, ne de neo-liberal İslamcıların cumhuriyetindedir. Türkiye öncelikle ileri bir demokratik cumhuriyete ihtiyaç duymaktadır. Bu cumhuriyet, Kürtlerin ve azınlıkların iradesini görmezden gelerek, Kürt hareketini öteleyerek, mevcut olanın mirası üzerine kurulamaz. Sınıfın kurtuluşu, ona dışarıdan akıl vermeye, ‘öncülük’ etmeye çalışanların gayretiyle değil, bizzat sınıf içerisinden yetişecek öz militan kadroların mücadelesiyle gerçekleşecektir. Türkiye işçi sınıfının bağımsız politikası ancak ve ancak böyle mümkün olabilir. Bunun yegâne yolu, Kemalizm‘e eklemlenmiş, bozuk plak gibi aynı melodiyi veren sahte sınıf partilerini iyi anlayıp bu tecrübelerden ders çıkarmak, ideolojik ve tarihi manipülasyonları ifşa etmek, bunlardan arınmak ve gerçek sınıf partisini ayağa kaldırmakla mümkündür. Bu sadece bir temenni değil, komünistlerin ve sınıfın önündeki en acil ihtiyaçtır.

One thought on “SİP HANGİ BOŞLUĞU DOLDURMAYA ÇALIŞIYOR?

Bir yanıt yazın