Haber / Yorum / Bildiri

Recep Tayip Erdoğan’ın geleceği işçi sınıfının ve Kürtlerin ortak mücadelesine bağlıdır (2. Bölüm)

Biden: İŞİD’i destekleyen Erdoğan’dır

GEÇMİŞTE de, 2009’dan 2017’ye kadar Obama’nın yardımcısı olan Biden sık sık Türkiye’ye gidip gelmiş, Erdoğan’la “tatlı-acılı’ görüşmeleri olmuştur. Biden Suriye savaşının başında Esad’ı devirmek için Erdoğan’ı öne sürenlerdendir. Erdoğan da bu desteğe güvenerek tüm dünyadan cihadistleri topladı, Esad’ın üstüne sürdü. Bu dönemde ABD yönetimi ve Erdoğan çok iyi anlaşıyorlardı. Ama Erdoğan’ın esas hedefinin islamci cihadislerle birlikte Kürt Özgürlük Hareketini boğmak ve Ortadoğu’da Yeni Osmanlı yayılmacı politikasını gerçekleştirmek olduğu ortaya çıkınca ABD yönetimi ile, Obama, Biden ve Clinton’la arası açıldı. İŞİD’in oluşup bağımsızlaşmasıyla bu süreç daha da kızıştı. Erdoğan ABD’ye İŞİD’le mücadeleyi Türkiye yürütsün, SDG’yi karıştırmayın dedi. Bu ise tam bir iki yüzlülüktü. Hem İŞİD’i yok etmek istediğini söyleyeceksin, hem de İŞİD’i destekleyecek ve onları Kürtlerin üstüne süreceksin. Obama yönetimi Erdoğan’ın bu ikiyüzlülüğünü hemen fark etti. Hatta Obama bir telefon görüşmesinde elinde bir Beyzbol sopası tutarak Erdoğan’a ayağını denk al demek istedi. Dışişleri Bakanı Bayan Clinton de Esad’a karşı muhalif güçlerin merkezini İstanbul’dan Arap ülkelerine taşıdı. Artık Erdoğan’ın cihadistlerle işbirliği yaptığı tam olarak ortaya çıkmıştı.

2014 senesinde Biden, Harvard Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada Erdoğan’ın kendisine “Haklıymışsınız, çok fazla kişiye sınırı açtık” dediğini, Türkiye ve diğer Sünni müttefiklerin Suriye lideri Beşar Esad’ı devirmeye çalışırken, muhaliflere çok fazla para ve silah aktardığını söylüyor ve “Tüm bu yardımlar nereye gitti?” diye soruyor “Şimdi herkes ne olduğunu idrak etti. IŞİD, Irak’tan atılan El Kaide’ydi. Ama Suriye’de kendine alan buldu ve yeniden güçlendi. Biz, müttefiklerimizi yardımları kesmesi konusunda ikna edemedik” dedikten sonra “Bu sefer Amerika Sünni bir örgüte saldıramaz. Bu yüzden bir Sünni koalisyonu var. Onlar bunu yapmalı” diye belirtiyordu. Biden’ın Sünni koalisyon dediği o zamanki Türkiye ve Arap ülkelerinden oluşan koalisyondu. Yine Biden’ın İŞİD’e yardım etmeyin, ona saldırın diye “ikna edemedik” dediği ülkeler Türkiye ve Arap ülkeleriydi. Türkiye İŞİD’e saldırmıyordu, çünkü onu Kürtlere karşı kullanmayı planlıyordu. Araplar ise İŞİD’e saldırmak istemedi, çünkü onlar kendi “çocukları” idi. Ayrıca Araplar Türkiye’nin İŞİD’e saldırma bahanesiyle Suriye’ye girmesine de karşı çıktıyorlardı. Zira Araplar Erdoğan’ın Yeni Osmanlı yayılmacı politikalarına karşıydılar. Osmanlılardan yeteri kadar çekmişlerdi, yeniden bir “Osmanlı boyunduruğunu” istemiyorlardı. Biden bunu o zaman Erdoğan’ın yüzüne açıkça söyledi ve İŞİD’e karşı savaşı Suriye’deki SDG ile Kürt ve onların müttefiki Suriyeli Arap ve Türkmenlerle götüreceklerini belirtti. İşte Biden’ın Harward’aki konuşması tam da böyle bir döneme rastlamaktaydı.

Erdoğan: Biden özür dilemelidir

Biden’ın bu sözlerine “kızan” Erdoğan, “Bakın bu konuda eğer Biden bu tür ifadeler kullandıysa benim için tarih olur. Sayın Biden eğer Harvard’ta böyle bir şey söylediyse bizden özür dilemesi lazım. Öyle ufak tefek çevresinden dolaşarak yapılacak açıklamalar bizim kabulümüz değildir” dedi ve ekledi: “Yabancı savaşçılar asla bizim ülkemizden Suriye’ye girmemiştir. Turist pasaportuyla bizim ülkemizden Suriye’ye geçer ama silahlı olarak geçtiğini kimse söyleyemez.” Ne denir? Yalan söylemeye kalkarken gerçeği itiraf ediyor. Kimse sınırdan silahlı geçen oldu demiyor, cihadistler geçti diyor. “Yabancı savaşçılar… turist pasaportuyla bizim ülkemizden Suriye’ye geçer ama silahlı olarak geçemez” demek cihatcıların Türkiye üzerinden Suriye’ye gittiklerini kabul etmek demektir. Suriye’ye giden cihatcının silah götürmesine gerek yok, İŞİD’de yeteri kadar silah var, eksik olanını da MİT TIR’larıyla Erdoğan veya Suudi Arabistan tamamlamaktadır. Biden’ın dediği de zaten bu. Erdoğan’ın ondan özür dilemesini istemesi “abesle iştigaldir.”

Ama Biden yine de özür diledi. Hatta Erdoğan’a hayran olduğunu ifade etti ve Suriye’deki belirsizliğe vurgu yapmaya çalıştığını belirtti. Esasında Biden söyleyeceğini söylemiş, Erdoğan’ın İŞİD’i desteklediğini ortaya koymuş oldu.  Erdoğan da buna karşı çıkamadı. Ama Biden için, yani ABD için Türkiye ilerde özellikle İran’a karşı yeniden ihtiyaç duyulacak olan “önemli” bir müttefiktir. Hem gönlünü alır hem sopa gösterir. Biçim farklıdır, Trump “aptal olma, akıllı ol” der, Biden “özür diler”, gönlünü alır. Onlar için önemli olan ABD’nin çıkarlarının korunmasıdır. Biden’ın Erdoğan’a karşı politikası değişmeyecektir, şeker-kamçı, özür ve sopa gösterme politikası uygulamaya devam edcektir. Olan Erdoğan’a değil Türkiye’ye olacaktır. Brunson’u vermezsen “ekonomini mahvederim” diyen Trump’ın yerine şimdi “bedel ödetirim” diyen Biden gelmektedir. Trump’ın bir sözüyle oynayan dolar şimdi büyük bir ihtimal Biden’ın bir sözüyle yerinden yukarıya fırlayacaktır. Eskiden dolar 8 TL’yi aşıyordu, şimdi artık 10 TL’yi aşar. Ülkenin bu hallere düşmesinin nedeni başta Erdoğan gibi talan ve yağmacı yöneticilerdir. Erdoğan’ın kurduğu otoriter, islami faşizan tek adam rejimidir.

Kapitalist düzende reform burjuvaziye daha çok para, işçi sınıfı için acı recete demektir

Biden 20 Ocak 2021’de Başkan. Geceleri uykuları kaçan Erdoğan Biden’lı yıllara nasıl bir geçiş yapacağının planlarını düşünmektedir. Böylesine batan bir ekonomi ile ceberutlaşan bir yargı ile rafa kaldırılmış bir demokrasi ile “Kendimizi  Avrupa’da görüyor geleceğimizi Avrupa ile birlikte tasavvur ediyoruz” demek hem bir ikiyüzlülük hem bir çaresizlik ifadesi hem de bir şeyler yapma gereği duymaktır. Onun için Erdoğan hemen “dostlar alış-verişte görsün” misali “ekonomide, yargıda, demokraside reform seferberliği” ilan etti. Adalet Bakanı Gül de Erdoğan’ı güçlendirmek için “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” diyerek hem Türkiye hem dünya kamuoyuna bir şeyler değişeceği, Türkiye’nin demokratikleşeceği, politik tutukluların tahliye edileceği izlenimini vermeye kalktı. Ama kısa zamanda görüldü ki, bunların böyle bir niyeti yok, bunlar birer aldatmacadır, içi boş söylemlerdir. Bir yandan reform denirken diğer yandan yargı Kürtleri, Cumartesi annelerini tutuklamaya, demokrasiyi, fikir özgürlüğünü savunanlara ceza yağdırmaya devam etti.

Demokratik ve devrimci güçler Erdoğan’ın böylesine geniş demokratik bir reform düşünmesinin onun mayasına, tabiatına aykırı olduğunu, bunun bir aldatmaca olduğunu daha başından açıkladılar. Onların bu tespitinin doğruluğu Bülent Arınç’ın bir televizyon programındaki açıklamasına iktidar kanadından gelen tepkilerle ortaya çıktı. Arınç’ın bir programda yaptığı “Kavala’nın hala tutuklu kalmasına hayret ediyorum, tutuklu kalmaması lazım. Selahattin Demirtaş’ın da tahliyesi olabilir” değerlendirmesine AKP-MHP’den sert tepkiler geldi. Arınç’ın ne “ahmak”lığı, ne “çarpık”lığı, ne “sabotaj”cılığı kaldı. Erdoğan da Arınç’ın Selahattin Demirtaş’ın hapiste yazdığı “Devran” adlı romanının okunmasını tavsiye etmesinden çok “rencide” olduğunu belirterek, Kavala için de “herhalde bunları ödüllendirecek halimiz yok” diyerek demokratik bir reformu asla düşünmediğini ortaya koymuş oldu.

Arınç’a kızan Erdoğan “Türkiye’de Kürt sorunu yoktur” diyerek etrafa meydan okusa da, kızgınlığı ile söylediği bu sözlerle Türkiye’de yapılacak bir reformun merkezinde Kürt sorunun olması gerektiğini bir kez daha itiraf etmiş oluyordu. Onların yargı ve demokrasi reformunu “terörist” dedikleri bu Kavala, Demirtaş gibilerinin tahliye olması için değil, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin daha da güçlendiirilmesi, yerli ve yabancı tekellere yeni yatırım yapma kolaylıklarının sağlanması, ekonomik krizin yükünün işçi ve emekçilerin, esnaf ve memurların sırtına daha kolay bindirilmesi için yapacakları daha çok açığa çıkıyordu. Yani burjuvaziye milyar yardımlar yapmanın yasal olanakları yaratılırken, emekçi halkın bunun ceremesini çekmesi, hazırlanan acı reçeteleri yutması için yasal olanaklar yaratılacaktı. Bu da reform olacaktı! Erdoğan’ın reformundan zaten başka ne beklenir. Şimdiye kadar bu ülkede emekçi halk için bir reform yapılmamıştır. Yapılması ise burjuva düzeninde eşyanın tabiatına da aykırıdır.

Burjuva düzeninde emekçi halk için demokrasi yoktur

En gelişmiş kapitalist ülkeler de olsa bu burjuva düzenindeki demokrasiler şekilseldir. Hepsi kağıt üzerindedir. Güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, demokratik insan hak ve özgürlükleri, muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının serbest çalışması, azınlık hakları, özerklik ve eşitlik, hepsi kağıt üzerindedir, yasalarda yazılıdır. Özünde bu hak ve özgürlükler burjuvazi için vardır. Bunların da her gün en iyi şekilde işlediğini halka anlatmak ve yutturmak, halkı avutmak basın ve yayın organlarının, burjuva ideologların görevidir. İşçi sınıfı ve emekçi halk yığınları düzen için bir tehlikeli oluşturmadıkları sürece bu hak ve özgürlüklerden yararlanabilirler. Burjuva düzenine karşı her hareket burjuvazinin yargısısnı, polisini, meclisini karşısında bulur. Bu da bir yasallıktır.

Gerçekten de gelişmiş kapitalist ülkelerde demokrasiler işler. Parlamento, hükümet, yargı birbirinden “bağımsız” olarak çalışır. Parlamentoda, kamuda, basında burjuvazi arasında yoğun bir tartışma vardır. Her zaman güzel bir “tiyatro oynanır.” Herkes her şeyin demokratik olarak karara bağlandığına inanır. Toplumda hegemon olan değişik adlardaki burjuva partileridir. Bu partiler bugün biri iktidarda, diğeri muhalefettedir, yarın ise tersidir, sürekli yer değiştirirler. Burda söz konusu olan partilerin iktidarı değil, burjuvazinin sınıf olarak iktidar ve egemenliğidir. Ve bu iktidar işçi sınıfı ve emekçilere karşıdır, onların her türlü demokratik çıkışlarını bastırmak için vardır. Demokrasi gereği işçi sınıfı ve devrimci güçlerin de partileri vardır. Ama düzen onların güçlenmemesi için her türlü baskı ve terör yöntemine başvurur. Ama kapitalist düzenin çelişkileri onların her an yükselebilecek bir hareket olarak bağrında taşımak zorundadır.

Bunlara rağmen burjuva demokrasisi burjuvazi için işlerken belli form biçimlerini yerine getirir. Azınlık haklarını korur, keyfi, kaba tutuklamalara karşı gelir, belli bir tartışma kültürü, ortamı yaratır, herkese fikrini söyleme özgürlüğü sağlar. Dünyayı sömüren batı ülkeleri “yarattıkları” ve gaspettikleri zengiliklerle kendi toplumuna bu “lüksü” verebilmektedir. Bu onlara işçi ve emekçi yığınlar arasında oportünizmin ve reformizmin yayılmasını sağlamakta, böylece egemenlğini sağlamlaştırmaktadır. 

ABD ve AB’nin şamar oğlanı olmayan bir Türkiye

Ama gelişmiş kapitalist ülkelerdeki bu düzen Türkiye’de yok. Çünkü Türkiye’nin ekonomisi zayıf, üretimi yetersiz, dolara bağımlılığı “sınırsız”dır. Toplumsal sorunları büyüktür. Erdoğan yok dese de çözüm bekleyen bir Kürt sorunu var, üstü örtülen bir mezhep ve inaç sorunu var. O, bu sorunları tartışmaya yanaşmıyor. Bunları baskı ve zulüm altında tutarak yok hükmünde sayıyor. Oysa toplumsal olaylar yok saymakla yok olmaz, sen yok dedikçe o sorunları “kaşıyanlar” çok olur. Bu “kaşıyanlardan” biri her zaman ABD ve AB olacaktır. Gelecek ABD Başkanı Biden haklı olarak Erdoğan’ın Kürt inkâr ve imha politikasına karşı çıkacak, biçimsel de olsa Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını, özerkliğini destekleyecektir. En azından bu konuda Erdoğan’ın politikalarına “ boyun eğmeyeceğini” ifade edecektir. Yine Erdoğan İŞİD’e yardım ve Türkiye’de laikliğin ayaklar altına alınmaması konusunda “ikna” olmamakta direnirse Obama’dan kalan beyzbol sapasını gösterecektir, ekonominin mahvedileceğini belirtecektir. Anında ise dolar 10 TL’yi geçecektir. Erdoğan bu durumlarda yine “dış mihraklara”, “faiz lobilerine” saldıracak ama olan yine ülke ve halka olacaktır.

ABD veya AB gibi emperyalist güçlerin ülkemize saldırmasını önlemenin tek yolu vardır: Kendi ülkemizin gerçeklerini görüp ona göre hareket etmektir. Gerçeklerden biri Türkiye’nin bir Kürt sorunu, bir Ermeni sorunu, bir Rum sorunu, genel olarak bir azınlıklar sorunu olduğudur ve bu sorunlarla yüzleşmektir. En başta Kürt sorununun eşitlik, özgürlük ve özerklik temelinde barışçıl ve demokratik çözümünü savunmaktır. Diğer bir gerçek Türkiye’nin ancak kendi öz kaynaklarını temel alan üretime dayalı planlı bir ekonomiyle kalkınabileceğidir. Dolar bağımlılığından kurtulmanın yolu israfa son vermek, bilimsel teknolojik yatırımları artırmaktır. Gerçeklerden bir diğeri de Türkiye’nin demokratikleştirilmesidir. Tüm bunlar için de Erdoğan’ın bir an evvel gitmesi gerekmektedir. Erdoğan gitsin demekle gitmez. Erdoğan’ı gönderecek olan işçi sınıfını ve Kürtleri kapsayan tüm muhalif güçlerin katıldığı geniş bir demokrasi cephesidir. Kürtler, HDP, PKK, komünistler bahane edilerek böyle bir cephe oluşturulmazsa Erdoğan 1923’den sonra da baştadır, dün Trump’ın şamar oğlanı haline getirilen Türkiye yarın da Biden’nin şamar oğlanı haline getirilecektir. Bunun sorunlusu Kürtlerle, komünistlerle ortak cephe kurulmasına karşı çıkanlardır. Ama ülkemizin ve halkımızın bu yazgısını değiştirecek olan ilk adım Kürtlerin ve işçi sınıfının ortak mücadelesidir. Bu mücadele birlikteliğini örmek de biz komünistlerin görevidir.

Bir yanıt yazın