Haber / Yorum / Bildiri

Partimizin 101. Yılı Açıklaması (3. Bölüm)

Günümüzün en acil görevi Erdoğan karşıtı tüm güçlerin ittifakıdır

TKP Türkiye işçi sınıfı ve halklarının enternasyonal partisidir

Bugün koşullar Erdoğan’ın faşizan rejimine son vermek için çok elverişli, ama…

Bugün de işçi sınıfı ve emekçi yığınların, sol demokratik devrimci güçlerin önünde 2002 senesinde iktidara gelen ve ülkede gerici, islami-faşizan bir diktatörlük kurmaya, tek adam rejimini oturtmaya çalışan Erdoğan’a karşı bir ittifak sorunu durmaktadır. Bu ittifak sorunu tarihinde görülmemiş ölçüde Türkiye’nin geleceği için hayati bir konuma yükselmekte, ama bir o kadar da oluşturulması zorluklarla dolu bir hal almaktadır. Erdoğan ülkeyi ekonomik, politik, sosyal, kültürel bir uçuruma sürüklemektedir. Halk yığınları acilen bir müdahale beklemektedir. Ülke ekonomisi çökmüş, dış ve iç yatırımlar durmuş, Hazine kurutulmuş, Türkiye yeniden “70 cente muhtaç” duruma düşürülmüş, son çare olarak da ülkenin tüm yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları talan ve yağma edilmeye başlanmıştır. Bundan 20 sene önce, iktidarının ilk yıllarında halk yığınlarına 3Y ile, “yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar”la mücadele edeceğiz, Türkiye’yi “uçuracağız” diyen AKP ve Erdoğan bugün bunların tam tersini yapmaktadır. Ülkede yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar diz boyu ve can yakmaktadır.

Halk yoksulluk altında ezilmektedir; işsizlik, pahalılık, enflasyon artmakta, suya, elektriğe, gaza zamlar ardarda gelmektedir. Ücretler ise düşük, asgari ücret açlık ve yoksulluk sınırının altında. Asgari ücret 2 bin 825 lira iken, açlık sınırı 2 bin 865 lira, yoksulluk sınırı 9 bin 332 liradır. Emekçiler geçinemiyor. Emeklilerin durumu daha vahim! Korona pandemisiyle birlikte halkın gelir durumu daha da kötüleşti. Halk pazarda fiatların el ve cep yakmasından feryat ediyor. Buna bir de Kürtlere karşı yürütülen savaşın yükü bindi. Savaş giderleri halkı daha da fakirleştirdi. Erdoğan ve sarayı, çevresi ise para, dolar içinde yüzüyor. Yolsuzlukların haddi hesabı yok. Erdoğan cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş, yaşanmamış yolsuzluklara imza atmaktadır. Kara para aklaması, sıfırlanamayan, ayakkabı kutularında saklanan dolarlar, mafya işi kokain-uyuşturucu kaçakcılığı, ihale yüzdeciliği, devlet bankalarını, Merkez Bakasını, Hazineyi soyma, bir gecede Merkez Bankasının 128 milyar dolarını buharlaştırma, sarayda israfa doymama, memurlarına devlet kurumlarından 3-5 maaş bağlatma, 5’li inşaat çetesine hazine garantili ihaleler verme Erdoğan dönemindeki yolsuzluklardan sadece birkaçı! Halk fakirleşirken açlıktan, yokluktan, işsizlikten kıvranırken, Kürtlere sürekli saldırılırken, demokrasi, özgürlükler rafa kaldırılırken, laiklik çiğnenirken, dini inanç, kültür ve yaşam tarzına müdahale, kadına ve doğaya tecavüz edilirken, Erdoğan ailesi ve çevresi sürekli zenginleşiyor, saraylarda lüks bir yaşam ve saltanat sürdürüyor. Artık millet Erdoğan’a “yakamdan düş” diyor. Halk yığınları Erdoğan’ın ve AKP’nin, ortağı MHP’nin gerçek yüzünü görmeye çoktan başlamıştır. Başta Erdoğan olmak üzere her gün onların yağma ve talanlarına, yalan ve yolsuzluklarına, takiyyelerine şahit olmaktadır.

Bunlar gösteriyor ki, artık Erdoğan’ın tek adam rejimine son vermek için koşullar bugün her zamankinden çok daha elverişlidir. Şu an Erdoğan politik yaşamının en zayıf anını yaşamaktadır. Ama bunlar asla Erdoğan’ın kendiliğinden gideceği anlamına gelmez. Erdoğan hâlâ sarayında oturabilmektedir. Ona yolu gösterecek bir güç ve örgütlülük gerekmektedir. Sorun bu güç ve örgütlülüğü yaratmaktır. Kamuoyunda ekonomik politik, sosyal, sınıfsal, ulusal, demokrasi ve laiklik alanında farklı farklı nedenlerden Erdoğan’a karşı gelen tüm güçlerin birleşmesi için bir beklenti yükselmektedir. Her gün Erdoğan’ın iktidardan nasıl düşürüleceği, O’nun kurmaya çalıştığı İslami-faşizan tek adam rejiminin nasıl sonlandırılacağı, bir erken seçimin nasıl gerçekleşteceği ve böyle bir seçimde O’nun nasıl mağlup edileceği kamuoyunda sürekli tartışılmaktadır. Bunun için acilen Erdoğan karşıtı tüm güçlerin bir cephesinin sağlanması vurgulanmaktadır.

Erdoğan’ın seçimsiz iktidarda kalma plânlarını bozmak gerekiyor

Erdoğan’ın İslami-faşizan rejiminin sonunun yaklaştığını gösteren bir başka olguda kamu yoklamalarıdır. Bunlara göre Erdoğan ve partisi AKP’nin, ortağı MHP ve kurdukları Cumhur İttifakı’nın tabanı sürekli erimekte, seçmen kitlesi onlara sırtını çevirmektedir. Kamu yoklamalarına göre AKP’nin oy oranı %30’un, MHP’nin de % 10’un altına düşmüştür. Bu nedenle seçim barajını %10’dan %7’e çekmeyi, seçim kanununu da kendilerinin seçimi kazanacağı şekilde değiştirmeyi plânlamaktadırlar. Eskiden Kürtleri, sol ve demokratik güçleri TBMM’ye sokmamak için koydukları %10 baraj HDP tarafından yıkılınca, şimdi oy kaybeden MHP’yi Meclis’e sokmak için barajı %7 ve 5’lere indirmeye kalkışmaktadırlar. Ama nafile! Bu baraj ve yasa değiştirme oyunlarının onlara bir faydası olmayacaktır. Metropol Araştırma şirketinin Ağustos 2021 anketine göre ilk kez Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını onaylayanların oranı %40’ın altına, onaylamayanların oranı %50’nin üstüne çıkmıştır. Erdoğan’ı devirmek için objektif koşullar bu derece olgunlaşmıştır. Şimdi geliştirilmesi gereken sübjektif koşullardır

Artık Erdoğan için bir seçim yapıp iktidarda kalmayı sağlamak bir hayal olmaktadır. Seçim denince O’na kâbuslar basmaktadır. Artık Erdoğan bu koşullarda daha şimdiden yasaklara, baskı ve şiddete sarılarak seçimsiz iktidarda kalma yollarını aramaktadır. Bunun için O, yıllardan beri demokrasiyi, özgürlükleri, güçler ayrılığını rafa kaldırmakta, yargı ve bürokrasiyi, polis ve orduyu tamamen kendisine bağlamakta, basını susturmakta, kendisine rakip olacak ve eleştirecek aydınları, politikacıları hapse atmakta, gerici, İslami-faşizan bir rejim kurmak için hızla ilerlemektedir. Bunu gerçekleştirmek için de içte ve dışta savaş yürütmekte, komşulara ve sürekli Kürtlere saldırmaktadır. Yalnız Türkiye’deki değil Başur ve Rojova’daki Kürtlere de saldırarak toplumu kutuplaştırmakta, milliyetçiliği ve şovenizmi körüklemekte, böylece sol ve demokratik güçlerin bir cephede birleşmesini baltalamakta, yarattığı “ülke bölünecek” travmasıyla Kemalist sol ve demokratik güçleri kendi çevresinde toparlamayı başarmaktadır. Savaş ve Kürtlere saldırmak O’na iktidarı garantileyen biricik yoldur. O şimdiye kadar bu yolu “ustalıkla” kullandı. Şimdi onun elinden bu olanakları almak sol ve demokratik güçlerin önünde duran görevdir. Bu başarıldığı an seçimli veya seçimsiz Erdoğan’ın sonu gözükmüş olacaktır.

Türkiye’de antifaşist bir cephe kurmanın zorlukları

Türkiye’deki rejime faşist demekten çok faşizan demek daha doğrudur. Faşizm “finans kapitalin en gerici, en şovenist, en çok emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğüdür.” Sınıfsal olarak gelişmiş kapitalist, emperyalist ülkelerde ortaya çıkan bu durum Türkiye gibi kapitalizmin tekelleşmekte ve emperyalistleşmekte olan orta gelişmişlikteki bir ülkede tekelleşmenin önünü açan Bonapartist bir diktatörlük şeklinde ortaya çıkmaktadır. 12 Eylül darbesi neoliberal politikaların uygulanmasının önünü açarak işbirlikçi tekelleri güçlendirdi. Erdoğan ve AKP iktidarı devlet hazinesinin talanıyla hem kendi aile şirketlerini hem de 5’li inşaat çetesini güçlendirdi ve “tekelleştirdi.” Bunu yaparken Erdoğan iktidarı faşizmin en önemli karakteristiklerinden biri olan “açık terörist diktatörlüğe” sarıldı. Bu “açık terörist diktatörlük” sayesinde onların bir kısmını zenginleştirdi, bir kısmını da tekelleşmeye ve finans kapitale yükseltmeye çalışıyor. Ayrıca bu diktatörlüklerin yığın tabanı gelişmiş kapitalist ülkelerdeki faşist diktatörlüklerin yığın tabanından da farklıdır. Bu taban gelişmiş kapitalist ülkelerde tekelci sömürü sonunda yoksullaşan işçi ve burjuvazinin orta katmanlarıyken, Türkiye’de yoksullaşan kırsal kesimler ve oradan şehirlere göç edenler, klerikal çevrelerdir. Bunlardan dolayı faşizan bir rejim demek daha doğru olur. Kaldı ki Erdoğan “açık terörist diktatörlüğünü” tam olarak kurabilmiş de değildir. Kurmakta büyük mesafe katetmiştir, ama yerleştirememiştir. Hâlâ muhalefet, sol ve demokratik güçler küçümsenmeyecek hareket alanlarına sahiptirler. Bu nedenle O’nun faşizan bir rejim kurmasını önlemek, hatta O’nun iktidarına son vermek mümkündür. Bu da Erdoğan karşıtı muhalefetin ve tüm sol ve demokratik güçlerin ortak hareket ve ittifakını gerektirmektedir. Bu ise söylendiği kadar kolay gözükmüyor.

Bugün ülkede biri iktidardaki AKP ve MHP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı, diğeri de muhalefetteki CHP ie İYİ Parti’nin başını çektiği Millet İttifakı olmak üzere iki ittifak vardır. Bunun dışında HDP ve sol, devrimci, demokratik güçlerden fiilen oluşan adı konmamış üçüncü bir blok bulunmaktadır. Anketlere göre şu an Cumhur ve Millet İttifakı %40 bandının civarında eşit konumdadırlar. Bunlar tek başlarına ne cumhurbaşkanı çıkarabilmekteler ne de parlamentoda çoğunluğu sağlayabilmektedirler. Bunların özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP’nin 3. Blokun desteğine ihtiyaçları vardır. HDP kilit parti konumundadır. Kim ki Türkiye’de iktidar olmak veya iktidarda kalmak ister HDP’nin desteğini kazanmak zorundadır. Burada Cumhur ve Millet İttifakı HDP’nin desteğini ve oylarını alabilmek için HDP’ye karşı farklı politikalar ve tutumlar sergilemektedirler. Cumhur İttifakı HDP’yi kapatarak, seçime sokmayarak onun Kürt oylarının üstüne oturmayı plânlamaktadır. HDP ve demokratik güçler Erdoğan’ın başının altından çıkan bu planı dumura uğratacaklar ve HDP’den, Kürtlerden Cumhur İttifakı’na, Erdoğan’a tek oyun gitmemesi için çalışacaklardır. Burada Kürtlere savaş açan, başta Demirtaş ve Kavala olmak üzere HDP’lileri ve demokratik güçleri hapse atan, demokrasi ve özgürlük düşmanı Erdoğan’a oy yok! kampanyası yükseltilmelidir.

HDP ile ittifaktan korkan Millet İttifakı Erdoğan’ı iktidarda tutar

Millet İttifakı ise 31 Mart ve 23 Haziran 2019 Yerel Seçimlerinde olduğu gibi “sessiz sedasız” HDP’nin Millet İttifakının cumhurbaşkanı adayını desteklemesini düşünmektedir. Bu düşünce ise yanlıştır. Çünkü yerel seçimlerle genel seçimlerin politik hedefleri farklıdır. Yerel seçimlerde politik hedef Erdoğan’a bir ders vermek ve O’na kaybedebileceğini ve yara alabileceğini göstermekti. Büyükşehir belediye başkanlıkları kazanılarak O’na gereken ders verildi. Ama şimdi söz konusu olan Erdoğan’ın ta kendisi ve iktidarıdır.  Şimdi politik hedef genel bir seçimle, seçime gitmezse seçimsiz O’nu iktidardan düşürmek, kurmak istediği gerici, İslami-faşist tek adam rejimini önlemek ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açmaktır. Bu hedefler Millet İttifakının HDP ve diğer sol ve demokratik güçlerle daha üst düzeyde bir birlikteliğini gerektirir. Ama CHP’si ve İYİ Partisi ile Millet İttifakı HDP ile herhangi bir birlikteliğe yanaşmamaktadır. Zira onlar HDP ile girilecek bir diyaloğu Erdoğan’ın kamuoyunda PKK ve teröristlerle, bölücülerle işbirliği olarak gösterip bir karşı kampanya açmasından, tabandaki ulusal oyların kaybedilmesinden korkmaktadırlar. Korkunun ecele faydası yoktur. Bunun panzehiri, onların Erdoğan’ın söylediklerine aldırmadan, daha bugünden tabanlarına Türkiye’nin bir Kürt sorunu olduğunu, bu sorunun altında devletin Kürtlere karşı uyguladığı inkâr ve imha politikası bulunduğunu, Kürtlerin bu nedenle isyan ettiğini, gençlerin dağa çıktığını anlatmalarıdır. Kürt sorunu çözülmeden, kirli savaş durdurtulmadan Erdoğan’ın iktidardan düşürülemeyeceğini, Türkiye’nin demokratikleşemeyeceğini, sınıf savaşının gelişemeyeceğini geniş yığınlara göstermektir. Bu yapılırsa kaybedenin Cumhur, kazananın Millet İttifakı olduğu ortaya çıkacaktır.

Ama hem CHP hem İYİ parti böyle bir yaklaşım ve anlayıştan uzaktır. Çünkü onlar kendilerini devlet partisi, hele CHP kendisini devletin kurucu partisi olarak görmekte, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü” sonuna kadar savunacaklarını ilân etmektedirler. Bu Türk milliyetçiliğinin ideolojisi olan Kemalizm’in içeriğidir. Osmanlıdan arta kalan topraklardaki halklardan zorla asimilasyonla bir Türk milleti ve ülkesi yaratma politikasıdır. CHP’liler ve milliyetçiler asimilasyondan vazgeçerek Kürtlere tanınacak bir politik statüyle ülkenin ve milletin bölüneceğine inanırlar. Onun için onlar açıkça “bayrak ve vatanla sorunu olan” biriyle birlikte olamayacaklarını söylemektedirler. Onlar bu tutumlarıyla bilerek Erdoğan’ın iktidarda kalmasını sessizce desteklediklerinin farkındadırlar. Onlar için söz konusu devlet olunca gerisi “teferruattır.” Bunu bilen Erdoğan onları sürekli HDP’ye, Kürt Özgürlük Hareketine karşı cephe almaya zorlamakta, Kürtlere karşı savaş tezkerelerini onaylatmaktadır. Yarın Millet İttifakı şu veya bu şekilde iktidara gelse bile Kürtlere karşı aynı baskı politikasını başka şekilde yürütecekler, ama Kürt realitesini de bir başka düzeyde tartışmak zorunda kalacaklardır. Fakat iktidara gelebilmek için Erdoğan’ı devirmeleri gerekmektedir. Kürtlerin, HDP’nin desteği olmadan da Erdoğan’ı devirmek mümkün değildir. Erdoğan’ı devirmeden de Kürt sorununun çözümü, savaşın sonlandırılıp barışın sağlanması, Türkiye’nin demokratikleşmesi, halkın refahı, ülkenin kalkınması yönünde bir adım atması olanaksızdır. O zaman bu dilemmadan nasıl çıkılacaktır. Nasıl bir çözüm bulmak gerekecektir.

Erdoğan’a faşist deniyorsa faşizme karşı koşulsuz birliktelik şarttır

Bu sorunun çözümü Erdoğan’ın faşist veya faşizan olarak nitelendirilmesinde yatmaktadır. Eğer Erdoğan faşist olarak nitelendiriliyorsa, O’nun İslami-faşizan bir rejim kurmak için çalıştığı tespiti yapılıyorsa, o zaman gelmekte olan bu faşist rejime ve bu rejimi kurmakta olan Erdoğan’a karşı birleşmek tüm çalışmaların, hedeflerin, programların önüne geçer. Bu onların kendi hedef ve programlarından asla vazgeçmeleri anlamına gelmez. Tam tersine en demokratik olan kendi hedef ve programlarını daha güçlü olarak savunmalarını gerektirir. Onlar bir yandan Kürt sorununun barışçıl çözümünü, Türkiye halklarının barış içinde birlikte yaşayacakları “hür halkların hür ittihadına” dayalı demokratik bir cumhuriyetin zorunluluğunu yığınlar içinde yaymaya devam edecekler, diğer yandan da yığınları sürekli Erdoğan’a İslamist-faşizan rejimine karşı eylemlere kazanmaya ve harekete geçirmeye çalışacaklardır. Harekete geçen yığınlar kimseye sormadan Erdoğan sonrası düzen için taleplerini yükseltmeye başlar. Bu nedenle tüm Erdoğan karşıtı güçlerin açık veya zımnen antifaşist bir cephede veya sırf Erdoğan karşıtı bir cephede birleşmeleri günün antifaşist politik aklının emridir. Bu akıl bir genel seçim öncesinde Erdoğan karşıtı bir cumhurbaşkanı adayının “şartsız ve koşulsuz” desteklenmesini de içerir. Kürt ve Türk sol ve demokratik güçler böyle bir deklarasyonu vakit geçirmeden yapmalılar ve yığınlar arasında Erdoğan’ı devirmek için hemen çalışmalara başlamalıdırlar. Böyle bir tutum Erdoğan’ın düşürülmesi için ülkede esecek olan güçlü bir havanın yaratılmasını sağlayacaktır.

Erdoğan karşıtı cumhurbaşkanı adayına böyle bir destek deklerasyonu Erdoğan kampını demoralize edecek ve sol demokratik güçlerin yığınlar içindeki konumunu güçlendirecek ve çalışma koşullarını kolaylaştıracaktır. Burada önemli olan Erdoğan’ın devrilmesidir. Nasıl Anti-Hitler Koalisyonu Hitler faşizmini devirdiyse, “Anti-Erdoğan-Koalisyonu” da Erdoğan’ı devirecektir. Nasıl Hitler devrildiğinde dünyada 2-3 sene demokratik bir rüzgâr estiyse, Erdoğan’ın yenilmesiyle de Türkiye’de ve bölgede en az bir sene demokratik bir hava esecektir. Eğer sol ve demokratik güçler Erdoğan’ı devirme eylem ve kampanyaları içinde yığınları aydınlatır, onların güvenini kazanır, onlarla bütünleşir ve onların öncüsü konumuna yükselirse ülkeye gelen demokrasi havası daha kalıcı olabilir, milliyetçi Kemalist güçleri paralize edilebilir, Kürt sorununun barışçıl çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve ekonomik kalkınması için yeni yollar açılabilir. Erdoğan’ın devrilmesiyle doğabilecek demokratik ortamı küçümsememek ve bugünden ona hazırlanmak gerekmektedir. Bunun için mutlaka toplumda Erdoğan karşıtı bir hava estirilmeli, Erdoğan’a karşı açık veya zımnen bir güç birliğinin oluştuğu yığınlara gösterilmelidir.

TKP tarihi eylem birliği ve ittifak dersleriyle doludur

Partimizin yüz yıllık tarihi açık ve zımnen kurulan ve kurulmaya çalışılan işçi sınıfının eylem birliği ve demokratik ittifak çalışmalarıyla doludur. İşçi sınıfının eylem birliği ve demokratik güçlerin ittifakı oluşturulmadan sınıf savaşında, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde başarı elde edilemez. Partimiz TKP tüm illegal koşul ve zorluklara rağmen elde ettiği küçük ve büyük birçok başarılar açık ve zımnen yaratılan eylen birliği ve ittifaklar sayesinde sağlanmıştır. Ama bugün ilk kez partimiz dâhil işçi sınıfı örgütlerinin ve Türk demokratik güçlerinin Kürt ulusal demokratik güçleriyle oluşturdukları birliktelik burjuvazinin ulusalcı kesimlerine kadar uzanan bir ittifakla Erdoğan çevresindeki en gerici islami faşizan güçlerin iktidarını sonlandırıp ülkede demokrasinin yolunu açabilirler. Ülkede böyle bir güç mevcuttur. Şimdi partimizin 101. yılını kutlayan komünistler bu olanağın gerçek olması için canla başla yığınlar içinde hummalı bir çalışmaya girmelidirler. Hedef Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine son vermek, demokrasinin önünü açmak, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni yıkmak, güçler ayrılığına dayalı en geniş demokratik hak ve özgürlükleri garantileyen “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”i yeniden ikame etmek, savaşa karşı barışı, zulme karşı halkların eşitliğini ve özgürlüğünü, asimilasyona karşı “özgür halkların özgür ittihadını” savunmak, yağma, talan, israf, zam ve enflasyona karşı tasarruf, yatırım, üretim, istihdam, kalkınma anlayışını anlatmak, müreffeh Türkiye’nin ellerimizde olduğunu göstermektir.

Haydi, partimizin 101. yılında yığınlara, meydanlara!

Erdoğan’ın faşizan rejimini devirelim, demokrasiyi getirelim, sosyalizm yolunda ilerleyelim!

Partimiz TKP’nin 101. yılı Türkiye ve dünya işçi sınıfına ve emekçilerine, Türk, Kürt ve diğer Türkiye halklarına kutlu olsun!

Kavga sesleri geliyor, köylerden ve şehirlerden…

10 Eylül 2021

TKP 1920             www.tkp-online.com

Bir yanıt yazın