Haber / Yorum / Bildiri

Partimizin 101. Yılı Açıklaması (2. Bölüm)

Günümüzün en acil görevi Erdoğan karşıtı tüm güçlerin ittifakıdır

TKP Türkiye işçi sınıfı ve halklarının enternasyonal partisidir

İşçi sınıfının eylem birliği bozguncu güçlere karşı ardıcıl savaşı gerektirir

İşçi sınıfının ve devrimci gençlerin birliğini baltalayanlar TKP’nin zayıf konumundan yararlanan sekterler ve döneklerdi. Onların “icat” ettikleri “devrim stratejileri” idi. Behice Boran yönetimindeki TİP Sosyalist Devrim (SD) stratejisini, Mihri Belli ve Kıvılcımlı etkisindeki gençlik Milli Demokratik Devrim (MDD) stratejisini öne sürmeye ve savunmaya başladılar. Boran’ın sekter, Mihri ve Kıvılcımlı’nın likidatör, bozguncu, dönek Kemalist tutumu devrimci işçi ve gençlik hareketini politik, ideolojik ve örgütsel olarak böldü. Bu parçalanmışlık bir kez daha gösterdi ki, faşizme ve emperyalizme karşı demokrasi ve özgürlük için ulusal burjuva kesimlerine kadar en geniş güçlerin katılacağı bir ittifakın kurulabilmesi için işçi sınıfının, devrimci güçlerin eylem birliği içinde olmaları şarttır. Aksi takdirde gerici güçler devrimci güçleri boğar. Nitekim de öyle oldu. İşbirlikçi burjuvazinin ve CHP içindeki sağ kanadın da desteği ile 12 Mart 1971’de ordudaki gerici paşalar bir darbe yaptılar, devrimci işçi ve gençlik hareketini boğmaya giriştiler. Mihri ve Kıvılcımlı bu ihanetlerini işlerken kendilerini “Eski Tüfek” TKP’li olarak göstermeye kalktılar. Bunun üzerine parti onların bir kez daha partiden atıldıklarını, bozguncu ve likidatör, küçük burjuva Kemalist dönekler olduklarını ilân etti.  

1971 darbesinin sonuçları çok ağır oldu. Cunta Denizleri astı, Çayanları Kızıldere’de, Cemgilleri Nurhak dağlarında katletti. Bu katliamlarla Türkiye devrim hareketi Suphilerden sonra bir kez daha en yiğit, en bilinçli, en savaşkan, en örgütçü ve devrimci kadrolarını kaybetti. Ama işçi sınıfı da devrimci gençlik hareketi de 70’li yılların ortasına doğru hızla toplandı. Partimiz TKP gerçekleştirdiği 1973 atılımıyla işçi sınıfı içinde, sendikalarda, gençlik, kadın, aydınlar arasında, Kürt halkı içinde hızla örgütlenmeye başladı.

70’li yıllarda partinin yükselişi ve gerçekleştirilemeyen ittifak

70’li yıllarda TKP’nin işçi sınıfı ve emekçi halk arasında örgütlenmesi devrimci mücadeleye büyük bir hız kazandırdı. DİSK’in örgütlediği 1976 ve 1977 dev 1 Mayıs mitinglerinin yapılmasında parti etkin bir rol aldı. İşçi sınıfı tüm devrimci güçlerin çekim merkezi oldu. İsçi sınıfı da onları gerici işbirlikçi burjuvazinin, onun faşist, cihatçı militanlarının saldırılarına karşı korudu ve savundu. “Yolumuz işçi sınıfının yoludur” belgisi bu mücadeleler içinde doğdu. TKP’nin bu dönem mücadele hedefi “ileri demokrasi” idi. Bu demokraside, işçi sınıfı ve emekçi halk yığınların etkinliği artacak, demokratik hak ve özgürlükler en geniş şekilde sağlanacak, işçi sınıfı emekçi yığınlarla birlikte sosyalizm için mücadelesini geliştirecek, Kürt halkı özgürce kendi kaderini belirleyecek, ülkede ve dünyada barış korunacak, ülkenin kalkınması sağlanacaktı. İleri demokrasi DİSK’ten Ecevit CHP’sine kadar geniş bir politik yelpaze tarafından benimsendi, onun etrafında zımni bir ittifak oluştu. 70’li yıllarda Ecevit CHP’sinin seçim başarıları, “anti-Amerikancı” tavır ve tutumları bu ittifak sayesinde gerçekleşmiştir.

Ülkede gelişen bu devrimci yükselişe karşı ABD, NATO ve onların işbirlikçileri burjuvazi de boş durmadı. Milliyetçi Cephe’yi oluşturdular. Milliyetçi Cephe Amerikancı Demirel’in AP’si, faşist Türkeş’in MHP’si, islamist Erbakan’ın MSP’si ve diğer gerici güç ve partilerin ilerici, demokratik ve devrimci güçleri, sosyalist ve komünistleri durdurmak için çatıştırdıkları bir cepheydi. Bunlar bir kaç kez ortak hükümet kurdular, ama halk yığınlarının tepkisi karşısında erken seçime gitmek veya çekilmek zorunda kaldılar. Bunların karşısındaki Ecevit hükümeti de birkaç kez erken seçime gitmek veya hükümetten çekilmek zorunda kaldı. Ülkede ilericilerle gericiler, devrimcilerle Amerikancılar arasında bir pat durumu yaşanıyordu. Yaratılan anarşi ortamında binlerce devrimci yaşamını kaybetti, ülke ekonomisi İMF’nin kıskacında “70 Cent’e muhtaç” duruma düştü. Yokluk ve yoksulluk karşısında halkın tepkisi her gün artıyordu. Sorulan tek soru “Çıkış yolu nedir” idi. Bir devrimci dönüşüm için güçler dengesi daha oluşmamıştı. Yığınları kazanmak için daha çok çalışmak gerekiyordu. Diğer taraf da boş durmuyordu. ABD ve NATO ve onların işbirlikçilerinin Sovyetlerin dibinde devrimci bir yükselişe müsaade etmeyecekleri ortadaydı ve onlar orduyu faşizan bir darbe için hazırlıyorlardı. Bir darbenin gelmekte olduğunu herkes görüyordu. Faşizan darbeyi önlemek önde duran en acil görevdi. Olaylar ve gelişmelerin bugüne benzer çok yanları vardır.

Bu koşullarda sol ve devrimci güçler ne yapmalıydı? Yapılacak şey işçi ve emekçi yığınlar arasında daha çok çalışarak onların desteğini kazanmak, eylemliliklerini arttırmak, tüm örgütlü sol, ilerici, demokratik devrimci güçlerle daha geniş bir ittifak yaratmaktı. Önce işçi sınıfının birliğini gerçekleştirmek, küçük burjuva devrimci demokratik güçlerle bir antifaşist cepheyi oluşturmak, sonra da ulusal burjuvazinin demokratik kesimleriyle en geniş ittifakı kurmaktı. Geliyorum diyen faşizm karşısında ise sol ve demokratik güçler darmadağınık idi.  TİP, TSİP ve TKP içindeki Partizan grubunun sekter, rekabetçi tutumları nedeniyle işçi sınıfının gelmekte olan faşizan darbeye karşı devrimci birliği oluşamadı. Bu olmayınca Dev-Yol’a varıncaya kadar diğer küçük burjuva devrimci demokrat kesimlerle bir antifaşist cephe gerçekleşemedi. Burada Ecevit CHP’sinin sağ oportünist tutumu da etkili oldu ve onlar komünistlerin de içinde olduğu bir ittifaka zaten mesafeli duruyorlardı. Ama CHP içinde geniş bir cephenin kurulması gerekliliğini gören sol demokrat bir kesim de vardı. İşçi sınıfının eylem birliğinin ve antifaşist bir cephenin oluşmaması onların da geri çekilmesine neden oldu. Bu dağınık ortamdan bir şey çıkmayacağını gören Kürt devrimcileri de kendi örgütlerini kurma yoluna gittiler, PKK’yı kurdular. Türk devletinin Kürt halkına uyguladığı zulme, inkâr ve imha politikasına karşı kendi mücadele yöntemlerini, politik ve silahlı savaş biçimlerini geliştirmeye başladılar.

1980 darbesi, ezilen devrimci hareket, yükselen Kürt Özgürlük Hareketi

1980’ne girerken ülkede artan ekonomik ve politik gerilim, partilerin uzlaşamayıp parlamentonun kilitlenmesi, çalışamaz duruma gelmesi, ABD’nin ve İMF’nin Türkiye’ye devletçilikten, ithal ikamesi politikadan neoliberal politikaya geçme dayatması ve NATO’nun Türkiye’yi antikomünist Yeşil Kuşak Projesine sokmaya zorlaması ve buna karşı işçi sınıfının ve devrimci demokratik güçlerin ardıcıl direnişleri ABD’de, NATO’da, ordu içinde soruları arttırmaya, “huzursuzluklar” yaratmaya başladı. Onlar ordunun bir darbe yapması için düğmeye bastılar. 3 Ocak 1980 Muhtırası ile ordu açıkça harekete geçirildi. Bu durumda işçi sınıfının ve devrimci güçlerin tüm örgütleri aralarındaki ayrılıkları “saklı tutup” gelmekte olan faşizan darbeye karşı bir antifaşist birliktelik yaratması, burjuvazinin liberal, demokrat kesimlerini de kapsayan bir cephenin oluşturulması için harekete geçmesi gerekiyordu. Bunun başarılamaması Amerikancı, NATO’cu işbirlikçi güçleri daha güçlü konumlara getirdi ve onların orduyu harekete geçirmesini kolaylaştırdı. En azından engellenmesi mümkün olabilecek olan bir darbe engellenemedi. 12 Eylül 1980’de ordu iktidara el koydu ve Türkiye’nin bugüne kadar süren karanlık bir döneme girmesine neden oldu.

12 Eylül Darbesi devrimci güçler üzerinden silindir gibi geçti. Birçoğu tutuklandı, idam veya ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Canını kurtarabilen yurt dışına kaçtı. Ülkenin üstüne bir ölü toprağı serildi. Bir süre sonra gerici güçler, İslamistler, faşistler, mafya babaları yeniden örgütlenmeye başladılar. Sol ve devrimci güçlerin toparlanması, toplumdaki eski etken konumunu alması bugüne kadar gerçekleştirilemeyen bir süreç olmuştur. Darbenin etkileri hâlâ sürmektedir. Reel sosyalizmin yıkılması, Sovyetlerin dağılması, komünist hareketin zayıflaması, işçi sınıfı örgütlerinin yeniden toparlanmasını önlemiş, dağınıklığın bugünlere kadar sürmesine neden olmuştur.

12 Eylül zulmüne karşı direnen, varlığını güçlenerek sürdüren PKK önderliğindeki Kürt Özgürlük Hareketi olmuştur. Diyarbakır hapishanesindeki tüm baskılara, faşist teröre karşı direnerek, şehitler vererek, 1984 senesinde silahlı savaşı başlatarak Türkiye’deki devrimci demokrat mücadelenin odağına oturmuştur. Diyarbakır hapishanelerinde verilen şehitlerle bir kez daha Kürt ve Türk devrimcileri en yiğit, en bilinçli, en örgütçü kadrolarının büyük bir kısmını kaybetmiştir. Ama Öcalan ve diğer önderlerle mücadeleyi devam ettirmişlerdir. Artık bugün Kürt Özgürlük Hareketini hesaba katmadan Türkiye’de “saf” bir sınıf ve demokrasi mücadelesini yürütmek zordur. Çünkü Kürt halkının isyanı Türkiye’nin için için kanayan iki temel sorununu gündeme getirmiştir. Birincisi Kürt halkı özgür olmadan Türk halkının özgür olamayacağı ve Türkiye’nin demokratikleşemeyeceği sorunudur. Türk egemen güçleri Kürt halkını baskı altında tuttuğu sürece Türk halkını da esir alacak ve onu sürekli Kürtlerin üstüne kışkırtacaktır. Bu onun egemenliğini ve ceberrut iktidarını sürdürme yoludur. Bugün Erdoğan’ın yaptığı da budur. Kürtlere saldırmakta, savaş açmakta, Türklere de baskı ve terör uygulamakta ve böylece iktidarda kalmaktadır. Demokrasi ve Kürt sorunu bu nedenle birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

İkincisi bu Kürt isyanıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi olan Osmanlı’dan arta kalan topraklardaki halklardan zorla, asimilasyonla, inkâr ve imha ile bir Türk milleti ve ülkesi yaratma projesi kesinkes iflas etmiştir. Şimdi Kürt ve Türk sol ve devrimci demokratik güçlerinin önünde duran görev Türkiye Cumhuriyeti’ni eşitlik, özgürlük, özerklik ve demokrasi temelinde Suphilerin “özgür halkların özgür ittihadi” anlayışıyla yeniden inşa etmektir. Bu gerçekleştirilmeden Türkiye’de, bölgede ne barış, ne de demokrasi olur. Kürt Özgürlük Hareketi hemen hemen 40 yıldır ceberrut Türk devletine karşı bu savaşı vermektedir. Bunun için binlerce şehit verdi. Artık bu savaşa Türklerin de aktif olarak katılması gerekmektedir. Bunun ilk adımları HDP ile birlikte gerici İslamist-faşizan AKP-MHP iktidarına, Erdoğan’ın tek adam rejimine karşı verilmektedir. Şimdi bu güçlerin önünde Erdoğan’ı devirip demokrasinin önünü açmak için bu mücadeleyi bir üst düzeye yükseltme görevi durmaktadır.

İşçi sınıfının eylem birliğine karşı partilerin oportünist birliğini savunan Partizan grubu

80’lı yıllarda da faşizan askeri diktatörlüğe ve onun çatıştırttığı ve yolunu açtığı neoliberal Amerikancı, NATO’cu hükümetlere karşı demokrasi ve özgürlüklerin kazanılması için mücadele verilmesi, bunun için de işçi sınıfının eylem birliği ve demokratik güçlerin cephesinin kurulması gerekiyordu. Maalesef bu yine başarılamadı. Burada partimizdeki Nabi Yağcı ve ekibinin, partizan grubunun işçi sınıfının eylem birliği politikasına karşı çıkmaları önemli rol oynadı. Onlar işçi sınıfının eylem birliği yerine TKP’nin TİP, TSİP, diğer işçi sınıfı partileri, DEV-YOL’a varıncaya kadar bir dizi küçük burjuva Kemalist sol partilerle birliğini savundular, TBKP’den ÖDP’ye giden yolda ideolojik ve örgütsel bir likidasyona girdiler, Marksizm-Leninizmi terk edip işçi hareketini Kemalizmin kuyruğuna takmaya yeltendiler, Kürt Özgürlük Hareketi’nin, PKK’nın mücadelesini ignore ettiler. Bu tutum Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik içeriğinin bir kez daha görülmemesini getirdi, demokratik bir Türkiye’nin yaratılmasında Kürt ve Türk demokratik devrimci güçlerinin birlikteliğinin zorunluluğu anlayışını baltaladı.

Bu likidasyon ortamından, ideolojik, politik, örgütsel dağınıklıktan yararlanan egemen güçler işçi sınıfını ve emekçi halk yığınlarını şaşırtmak, Kürt ve Türk devrimci demokratik güçlerin ittifakını engellemek için, TKP üzerindeki yasağın hâlâ sürmesine ve TBKP’yi kapatmaya çalışmasına rağmen kendisine SİP diyen, Troçkist, sosyalist, komünist geçinen küçük burjuva sol Kemalist güçlere “TKP” diye bir parti kurdurttu. Sahte, ama resmi, Kemalist devlet yanlısı olan bu “TKP”’yi kısa zamanda güçlendirdi, ortalığa saldı, legalizm batağında likidasyonu sürdürdü. Devrimci gençler arasında Kemalizmin yayılmasını güçlendirdi. Kürtlerle Türklerin ortak bir savaş birliği oluşturmamaları için ülkede gerginliği ve kutuplaşmayı derinleştirdi. Bugün de Nabi Yağcı ve Ahmet Kardam yayınlarıyla hâlâ bu legalizmi, Kemalist likidasyon bataklığını sürdürmekte diretenlerdendir.

Bir yanıt yazın