Haber / Yorum / Bildiri

„Parti Tarihi“nden: Çetin Savaş – İsmail Bilen (TKP Genel Sekreteri)


’’Bolşevizm, her kesilen budak üstünden dal veren uluslararası bir ağaçtır.’’

Mustafa Suphi

„Türkiye Komünist Partisi, çağımızın devrimci teorisi bilimsel sosyalizmi kendisine klavuz edinmiş uluslararası işçi sınıfının Marksist-Leninist bir partisidir. İşçi sınıfının öncülüğünde savaş vererek proletarya diktatörlüğüyle sosyalist bir toplumun inşasına ve nihai hedef olarak sınıfsız komünist bir topluma ulaşmayı amaçlamaktadır. Proleter devrim işçi sınıfının eseridir, ancak tüm tarihsel deneyler göstermiştir ki, Marksist-Leninist bir komünist partisi olmadan, işçi sınıfı sosyalizme, komünizme ilerleyemez.“

Çetin Savaş

İsmail Bilen (TKP Genel Sekreteri)

Türkiye Komünist Partisi, Ekim Devrimi’nin etkileri altında, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşleri içinde doğdu. 1. Dünya Savaşı’nda emperyalist güçlerden Almanya yanında yer alan padişah ve Enver’in cepheye sürdüğü ve ölümden kurtulup Rusya’ya esir düşen binlerce Anadolu evladı Ekim Devrimi’ni görmüştü. Kimileri ağasız, beysiz, efendisiz olan bu yeni dünyada savaşa da katıldı. Vrangellere, Denikinlere, Kolçaklara, Beyazorduculara, karşı devrimcilere karşı savaştı. Mustafa Suphi de bir tutsaktı, Ural madenlerinde bu esirlerle kazma salladı. Mustafa Suphi 1915 yılında Bolşevik Partisi’ne girdi ve Türkler arasında çalıştı, onların uyanmasına yardım etti, kimilerini örgütledi. Parti okulu açtılar. Gönüllü kızıl alay kurdular. Bunların çoğu Türkiye’ye döndü, Sovyetler’de, devrim sırasında gördüklerini, köylerinde, kasabalarında yer yer uygulamaya koydular.

Ethem Nejat, İstanbullu, Üsküdarlıdır. Almanya’da Spartaküstlerle bağlanmış, o yıllarda Almanya’da fabrikalarda çalışan, uzmanlık eğitimi alan Türkiyeli işçilerle devrim seline katılmış, Berlin barikatlarında Alman işçi kardeşleriyle birlikte savaşmıştır. Onlar da Türkiye’ye dönerek var güçleriyle TKP’nin kurulmasına katıldılar. Ethem Nejat, Lütfü Necdet, Hilmioğlu Hakkı, Salih Hacıoğlu, Affan Hikmet, Ahmet Usta, Fatma, Cemile yoldaşlar ve daha nice yoldaş partiyi anayurd içinde oluşturmaya çalıştı. Affan Hikmet İstanbullu ve Harp Okulunda İsmet İnönü ile sınıf arkadaşıydı. İsmet padişahın jurnalcisi iken orduyu yakından bilen Affan onun yüzünden Basra’ya sürülmüştü. Daha Mustafa Kemal Samsun’a çıkmadan 30-40 kişilik gerilla ile Maydos’ta İngiliz silah depolarını basarak aldığı silahları Anadolu’ya götürdü ve halkın eline verdi.

İstiklal Mahkemelerinde, ’’Yeşilordu’’nun kurucuları arasında gösterilen Salih Hacıoğlu’da Harp Okulu çıkışlıydı. Yeşilordu’nun tüzüğünde: ’Yeşilordu, Avrupa emperyalizmini Asya’dan kovmak üzere kurulmuş bir savaş örgütüdür. Türkiye’de emperyalizmin her tür egemenliğini, sermayelerin zorbalıklarını yıkmak, kaldırmak için savaşır.’ Yeşilordu, köklü toprak reformu, demokratik bir düzen, sosyal kurtuluş, halk egemenliği hükümeti için savaştığını 32 maddelik bir programla halka sunmuştur.

Birinci Dünya Savaşı’nda halk emperyalist savaşa karşı oldukları için silahlarıyla ordudan kaçıp dağlara çıkıyorlardı. Kurşuna dizilmeler, idamlar bu direnişi kıramadı. Sayıları 50 bini bulan Yeşilordu örgütü, gerillalar, çetelerden oluşmuştu. Emperyalist savaşa katılmamışlar ama gönüllü Kurtuluş Savaşı’na katılmışlardı. Böylesi politik hava içinde 1920 başlarında Kütahya’da topçu İsmail Hakkı komutanlığında Yeşilordu’nun bir kolu olarak gönüllü Halk Alayı kuruldu ve Çerkes Ethem onu ’’Bolşevik Taburu’’olarak adlandırdı. Kızılordu’da gördükleri savaş yöntemlerini, disiplini, halk ordusu ilkelerini savaş boylarında uyguladılar. Yeşilordu, Kızılordu’ya yakınlık duyduğunu gizlemiyor, onunla kardeşlik, bağlaşıklık kuracağını tüzüğüne yazıyordu.

Anadolu’da 1918 yılından itibaren parti komiteleri, hücreleri kurulmaya başlanmıştı. 1920 yılının yaz aylarında Anadolu’da Salih Hacıoğlu, Affan Hikmet, Çete Ahmet, Ziynetullah Nevşivan, Tersaneli Ahmet Usta ve Lenin’i yakından tanıyan Şerif Manatov tarafından Türkiye Komünist Partisi kuruldu. Parti, ’’Türkiye Komünist Partisi kapitalizme, emperyalizme karşı, bunların boyunduruğunu kırmak, egemenliklerini yıkmak, devrim ve sosyalizm uğrunda savaşacaktır. Halk cumhuriyeti hükümeti vücuda getirmek, sosyalizmi yerleştirmek için işçi sınıfını, emekçi yığınlarını örgütleyecektir’’ diyordu.

Ve halka somut savaş yolunu gösteriyor: ’’Anayurdumuzun bağımsızlığını ve halkımızın özgürlüğünü ancak silahla, ancak savaşla elde edebiliriz. Çeteler! Topraklarımızdan son yabancı eri, son düşmanı kovuncaya kadar savaşınız! Topraklarımızın bir karışını bile İngilizlere, Amerikalılara, onların yardakçısı Yunan kralı ordularına bırakmayınız! Çeteler! İyi bilin, bütün halk arkanızdadır. Komünist Partisi yanınızdadır! Siz, çeteler, kendiniz işçi, köylü çocuklarısınız!’’

TKP, bu savaşların en ön saflarında yer almıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ölüm kalım günlerinde burjuvazi ise kanlı bir sınıf savaşını halkımıza dayatmıştır. Yeşilordu’yu imha ederek, Mustafa Suphileri katlederek özellikle burjuvazinin gerici kesimi emperyalistlerle bir an önce anlaşmak için Londra Konferansına oturmak, pazarlık yapmak istiyorlardı ama emperyalistler Türkiye’yi aralarında paylaşmak için planlar yapıyorlardı. Daha sonra da görüleceği gibi Türkiye’yi haritadan silmek isteyen emperyalistlere bağlanarak, NATO’ya ve emperyalist örgütlere girerek ülkeyi onlara arpalık olarak sunmuşlardır. Kapitalist gelişme yolunu seçerek Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın demokratik devrim aşamasına yükselmesini, halkın, işçi sınıfının, geniş köylü yığınlarının yurdun sorunlarını çözmede söz sahibi olmasını kırmak, tek başına kendi diktatörlüğünü kurmak için böylesi kanlı yola girmiştir.   

Gerillalar, çeteler ölesiye savaşırken, düzenli ordu birlikleri çekilip gidiyordu. Bir yandan düşman saldırırken, diğer yandan padişaha, emperyalizme bağlı güçler ayaklanıyordu. Çeteler, komünistlerin etkisi altındaki akıncı, atlı birlikler, Yeşilordu’ya bağlı silahlı, vurucu güçler gericilerin ayaklanmasını bastırmada büyük rol oynadılar.

Egemenliğini kurma yolunu izleyen burjuvazi ise, eski ordunun kasnağı üzerine, eski paşalardan, komutanlardan, dağınık tümenlerden, kolordulardan bir ordu çıkarmak istiyordu. İlerici güçler, komünistler, devrimci bir halk ordusu, demokratik bir halk hükümeti kurulmasını istiyorlardı. Erzurum’da çıkan ’’Albayrak Gazetesi’’ bunu açık dile getiriyordu. Mecliste 80’in üzerinde üyesi olan ’’Halk zümresi’’ vardı ve komünistler, Yeşilorducular bunlarla bağlıydılar. Çerkes Ethem halk arasında seviliyor, halk Mustafa Kemal’i değil, onu komutan olarak alkışlıyordu. (Bu yüzden burjuvazinin iktidarının bekâsı için onun da yok edilmesi gerekiyordu.)

Burjuvazi sadece eski orduyu diriltmekle kalmamış, eski meclisi de geri getirmişti. 1. Meclisin yarısından fazlası Osmanlı Mebuslar Meclisi’nden oluşuyordu. Burjuvazinin devlet mekanizmasında, mecliste kilit yerleri tutmalarına karşın, tepeden getirilmiş zenginlerden, ağalardan, kompradorlardan, kimi eski ittihatçılardan oluşturulmuş olan Birinci Meclis‘e oldukça ilerici, demokratik bir düzenden yana saylavlar da girmişti. Yeşilordu‘nun 14 saylavı, Halk Komünist Partisi’nin de bir iki saylavı vardı. Meclis İçişleri Bakanlığı’na Nazım’ı seçince Mustafa Kemal dayatıyor ve ’’Ya o, ya ben’’ diyordu. Yeşilordu ve Komünist Partisi kapatılınca Nazım da İstiklal Mahkemesi‘nde yargılandı. Burjuvazinin kurduğu devlet eski, Osmanlı Devleti üzerine kuruldu, eski ters yüz edilemedi, o mekanizma parçalanmadı, onu egemenliğini sürdürecek şekilde düzenlendi. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın köklü, geniş bir demokratik devrim dönemine girmesinin önünü kapattı.  

Bütün baskılara rağmen Komünist Partisi gelişiyor, yeni konumlar kazanıyordu. Parti, 10 Eylül 1920’de Kongresini yaparak bütün parti örgütlerini bir çatı altında topladı. Marksçı-Leninci, tek amaca bağlı, çelik disiplinli, eylem programı ve tüzüğüyle dünya komünist hareketinde yerini aldı. TKP’nin kurulması burjuvaziyi telaşa düşürmüştü. M. Kemal o günlerde: ’’Memleketimizde sosyal devrim yapmak, komünist örgütünü yaymak içim olağanüstü eylem başlamıştır. Fikir ve devrim taraftarları da bu örgütün yayılmasını kolaylaştırıyorlar’’ diye yakınmıştır.

Burjuvazi bundan sonra kanlı planını ortaya koyar. İlki cephenin değişik kesimlerinden atlı, yaya, topçu birliklerini İsmet İnönü ve Refet Bele komutasında, arkadan, gerillaların, çetelerin üzerine sürerler ve iki ateş arasında kalan halk çeteleri kırılır. İkincisi yasal olan Halk İştirakiyun Fırkası’na baskın yapılır. 19 Ocak 1921’de başta Salih Hacıoğlu ve Affan Hikmet olmak üzere tutuklanırlar, İstiklal Mahkemeleri‘nde yargılanırlar ve Anadolu’nun değişik kalelerine kürek mahkûmu olarak sürülürler. En kanlı üçüncü bölümü ise 28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gece Mustafa Suphiler‘in barbarca öldürülerek Karadeniz’e atılmaları, Mustafa Suphi’nin eşi Maria Suphi’nin de alçakça alıkonarak katledilmesidir.

TKP’nin Savaş Yolu çetin, zigzaglı, yükselip alçalmalı, engelli bir yoldur. Komünistler 1919-1922 yıllarında ateş boylarında dövüştüler, kahramanca öldüler. (Bu gerçeği burjuva tarihçileri bile saklayamıyor.) Daha kurulduğunda sınıf düşmanının katliamlarına maruz kalmış, bu yolda binlerce komünist can vermiştir. Fakat, burjuvazi tarihin çarkını geri döndüremedi ve TKP’nin 2. Kongresi Ankara’da yapıldı. İzinli olmasına rağmen polisin Millet Bahçesi’nin tiyatro salonunu yakmasıyla kongre Küçükesat bağlarında yapıldı. Şefik Hüsnü, ne 1. Kongreye ne de 2. Kongreye bir engeli olmamasına rağmen katılmadı.

TKP kurulduğundan beri hem burjuvaziye, hem emperyalizme karşı, hem işçi sınıfı içinde, kendi içinde boy veren küçük burjuva akımlara, her boydan soydan likidatörlere, polis ajanlarına, burjuva ideolojilerine karşı savaşmıştır. Türkiye’nin yanı başında kurulan yeni bir dünya ile sosyalizm ülküsü ve ilkeleri hızla yayılmaya başladı. Türkiye küçük burjuva denizi. Böylesi ortamdan gelen değişik akımlar, sürekli işçi sınıfı partisine sızmak için kanallar bulmuştur. Bu katmanlardan gelenler, burjuva ideolojisini, kendilerinin sapık yanlış görüşlerini de taşımışlardır. Bunlar, burjuva, küçük burjuva düşünceleri kapının önünde bırakıp girmemişlerdir. Daha Temmuz 1920 yılında Mustafa Suphi yoldaş, ’’Komünist Partisi içine sızan küçük burjuva akımlara karşı kesin davranmak, partimizi temiz tutmak, onu gözbebeğimiz gibi korumak her komünistin boynunun borcudur’’ diyordu. Bu akımlara karşı savaş süreklidir, Marksizmi-Leninizmi temiz tutmak tarihsel bir zorunluluktur. Suphi yoldaş, bununla birlikte, işçi sınıfının, Komünist Partisi’nin, bütün ilerici güçlerin bölünmezliğini, işçi-köylü bağlaşıklığını, bu uğurdaki savaşta TKP’nin kesin rolünü her zaman belirtmiştir.

Birinci Kongre‘de bütün delegeler TKP’nin birliğini savunmuşlar, Ulusal Kurtuluş Savaşı‘na komünistlerin geniş katılımını şart koşmuştur. Parti önüne bugün de geçerli olan tarihsel ödev ve görevler koydu: ’’Emekçilerin en yakın ve canlı sorunlarını, halkın demokratik istemlerini çözmek, bunlar için savaşmak, emperyalistlerin memleket içinde destekleri olan sömürücü sınıfların, burjuvaların, ağaların, asalakların sömürüsünden, ezgisinden bu geniş yığınları kurtarmak için savaş başta gelen ödevdir.’’

Parti hem Ulusal Kurtuluş Savaşı’na, hem de sosyal kurtuluş savaşına; yepyeni bir dünya, sosyalizm savaşına atıldı. En başta işçi sınıfının birliğini sağlamak, köylüyle bağlaşıklık kurmak, geniş yığınları bu savaşlara çekmek ve savaşta işçi sınıfının hegemonyasını kurmak için direnegelmiştir. Partinin kurulduğu yıllar kapitalizmden sosyalizme geçiş, ulusal kurtuluş devrimleri çağıydı. Sonrası sosyalist ülkeler sistemi kurulmuş, başında Sovyetler Birliği’nin olduğu, ulusal kurtuluş savaşlarından yana, barışı savunan bir güç haline gelmişti.

TKP’ne burjuvazi yasak koymuştur. Onu illegaliteye itmiş, gizli çalışmaya zorlamıştır. TC kurulduğundan bu yana işçi sınıfına karşı sürekli sert bir baskı, onun partisi TKP’ye karşı, ilerici güçlere karşı, aralıksız tutuklamalar, yargılamalar, sürgünler, hapis sürüp gidiyor. Her ne kadar bu baskılar, sahtelerini piyasaya sürerek aldatmacalar TKP’yi ortadan kaldıramıyor. Bu burjuvazinin elinde değildir. Tutuklamalar, baskılar, likidasyon aynı zamanda parti kadrolarının sınavdan geçmesi gibi bir nitelik de taşıyor. Yarı yoldan dönenler, korkaklar, dönekler, likidatörler dökülüyor, (Bugün de Nabi Yağcı, Zülfü Dicleli gibi) kimileri burjuvazinin ayaklarına kapanıyor, kimileri ajan oluyor, kimileri de ’sosyalist’, ’komünist’ rozetini zaman zaman çıkarıp gösteriyor. Likidatörler, bozguncular, provokatörler hiç eksik değildir. Perinçekçisi, Emin Sekün’ü, Mehmet Oktay’ı, Kıvılcımcısı, her soydan, her boydan provokatörü TKP’nin savaş geleneklerine, birikimlerine pis tırnaklarını uzatıyor. Kendilerine sosyalist diyenlerden kimileri, sahte partiler kuranlar TKP’sini yok sayıyorlar.(Bugün de SİP’ten devşirme Okuyanlar, Aydemirler, Erkan Başlar, Metin Çulhaoğlular aynı işlevi görüyorlar.) Bunlardan kimileri Perinçekçiler, Türkiye Sosyalist Partisi’ni oluşturanlar, ölüleri diriltiyor. Katmerli, ölmüş gitmiş Kıvılcımlı’yı, Şefik Hüsnü Değmer’i kendilerine bayrak yapıyor. Komünist Partisi’nin karşısına bu dönekleri, mevtaları çıkarıyor.

Şefik Hüsnü, varlıklı bir aileden gelip Fransa’da okumuş, Fransız sosyalistlerinin etkisi altında kalmış hiçbir zaman Marksist-Leninist olmamıştır. Bölücü, oportunist, kariyerist, eline geçtikçe partide zorbalık yapmış, partiye Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’ndan gelmiştir. (Bugün de onun ardılları aynı karaktere sahiptir: bölücü, kariyerist, zorba ve Şefik Hüsnü gibi ulusalcıdırlar.) Partiye Hakkı Behiç, Nizamettin Ali, Nafi Atuf Kansu gibi küçük burjuva aydınları da girmiş ama daha sonra bunlar CHP’ye gitmişlerdir. Bunun yanı sıra Celal Antel, Ethem Nejat, (Nazım Hikmet, Sebahattin Ali, Ahmed Arif) gibi komünistler de partide yer almışlar ve Şefik Hüsnü ile aralarında sürekli bir savaş geçmiştir. (Nazım’ın otobiyografisinde dillendirdiği ’’Partimden atmaya yeltendiler, sökmedi’’ tam da bu dönemin anlatımıdır.)

Sadrettin Antel ve Ethem Nejat sosyalist örgütlerin cephe birliğini, işçi sendika hareketinin birliğini savunuyorlardı. Bu alanda yapılan girişimleri engelleyen Şefik Hüsnü’nün bozgunculuğu, bölücülüğü 1945’de daha açık ortaya çıkmış ve partinin gizli örgütlerini açığa çıkararak, sosyalist iki legal partinin birleşmesini engellemiş, bölmüştür. TKP’sini, sosyalist hareketi Recep Peker hükümetinin yumrukları altına atmıştır.

İstanbul, TKP’nin ana yuvalarından, Haliç fabrikaları ilk kalelerinden biri olmuştur. 1919 yılında 2000 tersane işçisinin grevini Haliç parti komitesi yönetmiştir. Bu komiteyi Mustafa Suphi’nin yetiştirdiği, İstanbul’a gönderdiği komünistler kurmuştur. Şefik Hüsnü’nün bu komiteyle hiçbir ilişkisi yoktur. Şefik Hüsnü hiçbir zaman Mustafa Suphi’yi partimizin kurucusu olarak tanımamış, sevmemiştir. Suphi’nin 1. Kongre çağrısına kulak asmamıştır. (Onun ardılları da partiyi Şefik Hüsnü’nün kurduğuna inanmaktadır.) Şefik Hüsnü parti kurucularından Affan Hikmet’e, Vanlı Makinist Kazım’a ve partinin işçi sınıfından gelen erlerine kötü davranmıştır. Parti kadrolarını kırmakla polise, burjuvaziye yardım etmiştir. Salih Hacıoğlu’nu ve diğer komünistleri partiden atmak için entrikalara başvurmuş, ’’TKP’ye gerek yok’’ diyen, provokatörlüğü ayyuka çıkan, partiden kovulan Şevket Süreyya, Vedat Nedim Tör’le işbirliği yapmıştır. Komintern’in Kontrol Komisyonu, Salih Hacıoğlu’nu temize çıkarmış, Şefik Hüsnü’yü ’’küçük burjuva entrikacısı’’olarak değerlendirmiştir.

TKP’ne Vedat Nedim Tör’leri, Mihri Belli’leri, Hasan Ali Ediz’leri, Hikmet Kıvılcımlı’yı getiren odur. Hepsi provokatördür, dönektir. 1926 yılında Viyana’da toplanan konferansında Nazım Hikmet, Baytar Mehmet, Hamdi Şamil, Şefik Hüsnü ve Vedat Nedim Tör katılmış, oldukça çatışmalı geçmiştir. Nazımlar Leninci partiyi savunur, parti örgütlerinin üretim alanında, fabrikalarda, iş yerlerinde kurulma prensibine Şefik Hüsnü takımı karşı çıkarken; partinin yüzeyde, yığınlardan kopuk olmasını savundu. Her şeye ’’evet, olur, tamam’’ diyerek bildiği yolu tuttu ve partiyi burjuvazinin kuyruğuna taktı. Vedat Nedim Tör’ü sekreter yaptı, o da 1927 tutuklamalarında bildiği her şeyi, örgütleri polise teslim etti, provokatörlük görevini yerine getirdi.

(Zeki Baştımar tutukluluğunda açık parti savunması yaparken) Şefik Hüsnü hiçbir zaman çıkıp parti savunması yapmamış, partinin politikasını savunmamıştır, ’’Amele işleriyle uğraşırım’’ sözünü gevelemiş, yasa maddelerinden dem vurmuş, polisin eline iki çuval dolusu parti belgelerini vermiştir. Birçok komünist bu belgeler yüzünden, korkunç işkencelere uğramış, uzun yıllar hapis cezası giymiştir. 1937’de, MK’nin ve Komintern’in özel kararıyla, Şefik Hüsnü Politbüro‘dan çıkarılmış, yöneticilik görevi yapamayacağı kendisine bildirilmiştir. Şefik Hüsnü, partinin bu kararını da çiğnemiş, kariyerizm onu mezara kadar götürmüştür. (Bugün de ’’Likidasyonu kaldıracağım, partiyi ayağa kaldıracağım’’ diyenlerin hepsi birer Şefik Hüsnü’dür.)

Hikmet Kıvılcımlı, TKP’de bölücülük, bozgunculuktan başka birşey yapmamıştır. 1929’daki büyük tutuklama onun yüzünden olmuştur. MK’de gizli gruplar kurmuş, lümpenlerden, dejenere olmuşlardan, provokatörlerden ’’örgütler’’ kurmuş, pek çok komünistin canını yakmıştır. İzmir’de açık yapılan duruşmada, TKP’yi savunmak bir yana, Marksizmden uzak, boşboğaz, kalpazan, zıpır, komünist moralden uzaktı. Çocuk yaşta Kurtuluş Savaşı’na katıldığı da bir yalandır. Bu yüzden TKP’den kovulmuştu. 1934’den sonra Kıvılcımlı dümeni başka tarafa çevirmişti. Nazım’la içeri düşmesi yine onun provokasyonuyla olmuş, donanmada ayaklanma çıkarma kışkırtması ondan gelmiştir. Planı gizli polis hazırlamıştır. General eskisi Madanoğlu 12 Mart olayından sonra Kıvılcımlı’nın, Mihri’nin MİT ajanı olduklarını söylemiştir.

12 Mart öncesi, Genelkurmay Başkanı Tural Paşa zamanı ordu içinde anti-komünist propogandalara ağırlık verilmişti. İşte bu zamanlar, Kıvılcımlı Deniz Harp Lisesine gidiyor, konuşmalar yapıyor ve sesi teybe alınıyor ve ordu birliklerinde dinletiliyordu. Anti-komünist kampanyaya aktif katılıyor, Çekoslovakya olayları sırasında Sovyet düşmanlığını ’’Türk Solu’’ dergisinde bütün iğrençliği ile kusuyordu. Bu nedenle, generaller eşliğinde kışlalarda anti-komünizm curcunasına katılması şaşılacak bir şey değildir. DP zamanı ’’Vatan Partisi’’ kurarak Menderes’i, Bayar’ı demokrasi şampiyonu olarak gösterdi. Amerikan demokrasisini göklere çıkardı. Amerikan emperyalizminin saldırganlığını, DP’nin, Bayar’ların, işbirlikçi burjuvazinin Türkiye’yi Nato’ya bağladıklarını, Amerika’nın Türkiye üzerindeki hegemonyasını, baskısını hepsini görmezden geldi, yok saydı. İşte TSİP yöneticileri bunu kendilerine bayrak edinmişlerdi.

İşbirlikçi burjuvazi, ilerici güçlere, en başta işçi sınıfına, sendikal harekete, gençlik öğrenci direnişlerine karşı açık baskı, terör yürütüyor. Faşist komandolar, her gün üniversitelere, fakültelere, ilerici öğrencilere silahlı baskınlarını artırıyor. Faşizm kanla kurşunla geliyor. Sıkıyönetim komutanlıkları bütün grevleri, sendikal hareketleri yasakladı. Sancarlar, kukla Irmak Hükümeti, faşizme yolu açıyor. Öte yandan, bu faşist zorbalıklara karşı yığınlar arasından gelen bir direniş vardır. İşçi sınıfı, grevleriyle, ilerici, yurtsever öğrencilerin direnişlerine arka çıkmakla ön sıralarda savaşıyor. Komünist Partisi var gücüyle bu ulusal boyutta, memleket çapında yığınların karşı koyuşlarını destekliyor. Komünist Partisi’nin, komünistlerin yeri bu savaşın içindedir. TKP, bütün anti-faşist güçlerin, örgütlerin, işçilerin, köylülerin, köyde, kentte bütün halk yığınlarının savaş birliğini oluşturmaya çalışıyor.

Mustafa Suphi yoldaş, 1920 yılının başında, memlekette 400 komünistin tutuklandığı haberini alıyor. ’’Yeni Dünya’’ gazetesi haberi yayıyor. M. Suphi: ’’Bolşevizm, her kesilen budak üstünden dal veren uluslararası bir ağaçtır’’ sloganını gazeteye yazıyor. TKP böyle bir savaş geleneğini güncel atılımlarıyla sürdürüyor.

Bir yanıt yazın