Haber / Yorum / Bildiri

Mustafa Suphi’nin “hür milletlerin hür ittihadı” belgisi 100 yıl öncesi gibi bugün de günceldir!

Başyazı (1. Bölüm)

Savaş YENER

BUGÜN ülkemizde halkların eşit ve özgür olarak demokratik bir cumhuriyette birlikte yaşama istem ve mücadelesi yeni değildir, en az 100 yıllık bir sorundur. Nasıl bir ülke, nasıl bir millet, nasıl bir din, nasıl bir devlet, nasıl bir cumhuriyet, soruları Osmanlı paşa ve aydınlarının karşısına en çıplak bir şekilde Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda çıktı. Ülke neresi belli değildi? Turan dediler, Misak-ı Milli dediler, Sevr’de Türklere Ankara ve çevresi ön görüldü. Türkiye neresi bilen yoktu. Türkiye o zamanlar daha çok Avrupalıların Osmanlı coğrafyasında Önasya için kullanılan bir kavramdı. Büyük Millet Meclisi bile Türkiye adını bir sene sonra aldı. Millet kimdir bilen yoktu. Osmanlı tebasındaki tüm Hristiyan ve Müslümanlar mı? Yoksa Balkanlar’da ve Kafkaslar’da müslümanlaşmış Beyaz Türkler mi veya Anadolu’da Türkmen ve Yörüklerle birlikte yaşayan diğer müslüman ahali mi? İttihat ve Terakki ile birlikte ağırlık kazanan Pan-Türkizm’e göre, millet yalnız kendisine Türküm diyenlerdi. Bu milletin dini de Sünni-İslam olmalıydı. Hıristiyanlar yok edilmeli, Aleviler, Zerdüşler ve diğerleri sünnileştirilmeliydi. Devlet nasıl olmalıydı? Merkezi mi, adem-i merkezi mi? İttihatçılar merkezi devlet deyip çıktılar. Onların hedeflerine uygun olan böylesine tekçi bir devletti. Cumhuriyeti ise daha tartışan bile yoktu. Osmanlı paşaları sultansız, halifesiz edemiyordu. Cummuriyet ise çok sonraları tartışılmaya başlandı.    

Katliamcı Osmanlı paşaları

Almanya ile birlikte girdiği Birinci Cihan Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı paşa ve aydınları için hanedanlığın sonu gözükmüştü. Savaşla birlikte Balkanlar’da, Arap yarımadasında kalan son halklar da bağımsızlıklarına kavuşmuşlar, emperyalistler değişik şekilde bu toprakları kendi aralarında paylaşmışlardı. Anadolu da orada yaşayan halklar arasında bölünmüştü. Emperyalistlerin kitabında ise içiçe geçmiş olan Anadolu halklarının birlikte yaşama seçeneği yoktu. Onlar için geçerli olan seçenek “böl-yönet”ti. Önce öyle de yaptılar.

Osmanlı paşalarının kitabında da Anadolu halklarının birlikte yaşamı yoktu. Onlar daha 19. Yüzyılın sonunda en azından Anadolu’yu Türklere ve Müslümanlara vatan yapmak için başta Ermeniler olmak üzere Hristiyan halkları imha etmeye başladılar. Bu imhayı 1915’de “Tehcir” adı altında Ermeni soykırımına, Ezidi, Süryani, Keldani, Karadeniz Pontus Rumlarının katliamına dönüştürdüler. Ama Cihan Harbi’nden yenik çıkınca bütün planları suya düştü. Emperyalizme, Antant Devletlerine teslim oldular. Ne olacağını onlar dikte ediyordu. Çaresizlerdi. Kurtuluşları için tek çare vardı. O da, Kuzeyde Rusya’da Çarı devirip doğmakta olan Lenin yönetimindeki yeni Sovyet iktidarı idi.

Anadolu’daki Mustafa Kemal de öyle yaptı. Lenin’le, Moskova ile ilişkiye geçti. Artık Anadolu’nun geleceği Rusya’da halkın Çarı devirdiği gibi, Osmanlıda da padişahlığın devrilip halkın iktidarının, tüm Anadolu halklarının eşit, özgür birlikte yaşadığı bir cumhuriyetin kurulmasıydı. Mustafa Kemal çaresizlikten bunu kabul eder gözüktü. Moskova’dan Sovyet yardım ve desteği olmadan Ankara’da ayakta durmak mümkün değildi. Kendisi bir komünist partisi kurdurttu, şuralar cumhuriyetini ilan edelim diyenleri oyalama yoluna gitti. Nereye gidileceğini, nasıl bir devlet, nasıl bir cumhuriyet olacağını tam kestiremiyordu. Gönlünde yatan Sovyet (şuralar) Cumhuriyeti değil, emperyalistlerin desteğinde bir burjuva cumhuriyetiydi. Ama İngilizler kendisine yüz vermiyor, Sevr’i uyguluyorlardı. Onun için Sovyet Rusya’yı dinlemekten başka çare yoktu.

Moskova’da Mustafa Suphi

Sovyet Rusya’da ise Mustafa Suphi vardı ve Osmanlının devrilip Anadolu halklarının nasıl bir devlet ve cumhuriyette yaşayacakları konusunda somut plan ve projeleri vardı. Mustafa Suphi bir an evvel Anadolu’ya geçip bu projelerini halka, Meclise anlatmak istiyordu.

Mustafa Suphi Giresun doğumlu bir Osmanlı aydınıydı. Paris’te eğitim gördü. O zamanki fikir cereyanlarının içindeydi, Türklük görüşünden de etkileniyordu. Ama O, İttihat ve Terakki’nin despot, halklara zulmeden, özgürlüklere karşı çıkan, işçi ve emekçilerin haklarını çiğneyen politikalarına karşı çıkıyor, Türklüğün haklarını savunurken diğer Müslüman ve Hristiyan halkların haklarının da tanınması gerektiğini, Osmanlı İmparatorluğu’nun federatif bölgelere ayrılmasını, Ermeni, Kürt, Laz gibi halklara özerklik tanınmasını savunuyordu. İttihatçılar bu radikal fikirleri ve muhalefeti nedeniyle O’nu bir fırsatını bulup Sinop kalesine sürdüler. Ama Suphi 1914 senesinde Sinop kalesinden Çarlık Rusya’sına kaçmayı başardı. Çarlık Rusya’sında Bolşeviklerle tanıştı. Komünist oldu, Bolşevik partisine girdi. Bu onun yaşamını kökten değiştirdi. Bu yalnız onun değil, Osmanlı işçi sınıfının, Anadolu halklarının yaşamında da köklü bir değişiklik demekti. Çünkü onlar da Mustafa Suphi ile birlikte Marksizm-Leninizm ile tanıştılar. Artık Türkler arasında da ilk komünist birimler oluşuyordu.

Mustafa Suphi Cihan Harbi’nde Ruslara esir düşmüş olan Osmanlı askerleri ve Rusya’ya çalışmaya giden Osmanlı vatandaşları arasında çalıştı, “Yeni Dünya” dergisini çıkardı, Marksizm okulu açtı, komünistler yetiştirdi, Anadolu’ya gönderdi. Askerler arasından Kızıl Alaylar kurdu. Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’ne katıldı, Çarlık ve emperyalizm yanlısı Beyaz Ordulara, Orta Asya’da Basmacılara karşı savaştı. Genç Sovyet Cumhuriyetini onlara karşı savundu. Bu savaşlarda Çarlık Rusya’sında işçi ve köylülerin koca Çarlığı devirip sonra kendi iktidarlarını kurduklarını, sömürüsüz ve baskısız yeni bir yaşam yarattıklarını, halkların Sovyet (Şuralar) Cumhuriyetinde nasıl eşit ve özgürce birlikte yaşadıkların ve savaştıklarını gördü ve Osmanlı halkları için daha İstanbul’dayken düşündüğü federatif ve özerk yapının nasıl gerçekleşebileceğini yaşadı. 1920 senesine gelindiğinde artık O bu deneylerle Anadolu’ya dönüp, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılıp, Anadolu’da yepyeni bir yaşamın yaratılması için katkı yapmasının zamanı gelmiş olduğunu gördü.

Mustafa Suphi Bakü’de: “Özgür halkların özgür birliği” politikası 

Mayıs 1920’de Mustafa Suphi Bakü’ye geldi. Türkiye ile ilişkiler kurdu. En önemli görev yurtdışı, İstanbul ve Anadolu komünist örgütlerinin ilk kongresini toplayıp işçi sınıfımızın ve emekçi halkımızın devrimci örgütü ve silahı, Marksçı-Leninci partisi Türkiye Komünist Partisi TKP’yi kurmaktı. Suphi bunu 10 Eylül 1920’de, Doğu Halkları Konferansı sonrasında Bakü’de gerçekleştirdi. Kongre Partinin tüzük ve programını tartıştı ve kabul etti, Partinin politikasını saptadı. Hedef Anadolu’dan emperyalizmi atmak, padişahlığı yıkmak, bu mücadelede Ankara Hükümetini tutarlı davranmaya zorlamak, tutarlı davrandığı sürece onu desteklemek, işçi ve emekçi halkın iktidarını kurmak, tüm halkların eşit ve özgürce yaşadıkları laik, federatif şuralar cumhuriyeti yaratmak için çalışmak ve mücadele etmekti. 

Kongre ülkenin sorunlarını, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm konularını enine boyuna tartıştı, kararlar aldı. Kongre’de en çok tartışılan konulardan biri de Anadolu halklarının nasıl bir devlet, nasıl bir cumhuriyet içinde yaşayacağı konusuydu. Mustafa Suphi Kongrede Ermeni sorununun, Kürt sorununun, ulusal sorunun çözümünün federatif şuralar cumhuriyeti olduğunu özellikle vurguladı. Emperyalizme, sömürücülere, istilacılara, gerici çevrelere karşı omuz omuza savaşmak için, Anadolu’daki tüm ulusların emekçilerini ve çabalarını birleştirmek, bu birliği örgütlemek için bu halkların, ayrılma da dahil, kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını savunmak olduğunu belirtti. Bunun için ‘plebisit’, halk oylamasının gerekliliğini ortaya koydu. Suphi Kongrede farklı ulusların devrimci işçi ve köylü sınıfları arasında eski düşmanlıkları kaldırmak için mücadele edileceğini, her ulusun dil ve kültür açısından tam özgür ve eşit olduğunu açıkladı. Herhangi bir ulusa özgü her türlü ayrıcalığa karşı çıktı. Kongre devlet örgütlenmesi konusunda, her ulusun işçi-köylü şuralar cumhuriyeti kurmasını, “hür milletlerin hür ittihadı” (özgür halkların özgür birliği) temelinde bu cumhuriyetlerden oluşacak demokratik, federatif bir devlet yapısının oluşmasını kabul etti, bunu programına yazdı.

Mustafa Suphi’nin Osmanlı devletinin yıkılmasından, emperyalizme karşı verilen savaşın kazanılmasından sonra, Anadolu’da nasıl bir devlet yapısı oluşturulması gerektiği konusunda kafası açıktı. Sovyetlerde olduğu gibi halkların eşit, özgür, özerk, barış içinde demokratik, federatif şuralar cumhuriyetinde birlikte yaşamalarını sağlamaktı. O’nun, yoldaşları ile birlikte Bakü’den Anadolu’ya gitmek üzere yola çıktığında politik hedefleri çok açıktı. Bunlar hayal değildi. Anadolu’da halkların, Mecliste vekillerin çoğu kurtuluşun Sovyetlerle birlikte olmaktan geçtiğini savunuyordu. Hem Mustafa Kemal’in hem Mustafa Suphi’nin emperyalizme karşı mücadelede dayandıkları ortak dostları Lenin ve Sovyet Rusya idi. Sovyet dostluğu, Sovyet yardım ve desteği onların birlikte mücadele zorunluğunun temelini oluşturuyordu.

Mustafa Kemal emperyalistlerin safına geçiyor

Bu durum Sovyet Rusya’da Kızıl Ordu’nun zaferine kadar sürdü. 1920 yılı sonlarında Kızıl Ordu’nun kesin zaferiyle değişen dünya koşullarında emperyalistler Sovyetlerin güneyinde Ankara merkezli güçlü bir Tür devletinin yaratılmasını kendi çıkarlarına daha uygun gördüler. Hemen Mustafa Kemal’le ilişkiye geçtiler. Anadolu’yu tamamıyla Türklere bırakmaya karar verdiler. Bunu önce Londra’da sonra da Lozan’da yaptıkları konferanslarla gerçekleştirdiler. Lozan’da bugünkü sınırlar içinde “modern” Türk ulus devletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağladılar. Artık emperyalistler Anadolu halklarını Türk egemenliğini terk ediyorlardı. Türklerin ise onlara “sunduğu” tek seçenek zulüm, baskı, inkâr, imha ve zorla asimilasyondu. İttihat ve Terakki liderlerinin hayal ettikleri Osmanlı’dan arta kalan topraklardan arta kalan halklardan zorla yapay bir Türk ulus ve devleti gerçekleştirmek Mustafa Kemal’e nasip oldu.

Mustafa Suphiler 28 Aralık 1920’de Kars’a geldiklerinde Mustafa Kemal çoktan saf değiştirmişti. İngiliz emperyalistlerinden aldığı davetlerle artık “zorunlu” Sovyet dostluğuna ihtiyacı yoktu. Tüm Osmanlı paşaları gibi O’nun da hedefi emperyalistlerle anlaşıp Misak-ı Milli üzerinde ceberut merkezi bir ulus devlet oluşturmaktı. Bu fırsat doğmuştu. İktidarı Suphilerle paylamanın gereği kalmamıştı. Suphiler geldikleri gibi geri gönderilmeliydi. Bu işi de Kazım Karabekir’e havale etti. O da Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde Suphileri 28 Kânunusani 1921 gecesi Kayıkçılar Kahyası Yahya’ya Karadeniz’de katlettirdi.

Mustafa Suphilerin katliamıyla birlikte Mustafa Kemal Anadolu halklarının eşit, özgür, özerk, barış içinde birlikte yaşayabilecekleri demokratik, federatif cumhuriyet projesini de Karadeniz’in karanlık sularına gömdürdüğünü sandı. Ama aldanıyordu. Komünistlerin, halkların özgürlük ve kurtuluş mücadelesi geçici olarak durdurulabilir, ama asla söndürülemezdi. Mustafa Kemal emperyalistlerden aldığı güçle 1923’de ceberut bir cumhuriyet, üniter bir Türk ulus devleti kurdu. Türkleştirmek üzere Anadolu halklarının üstüne yürüdü. Başta Kürt halkı olmak üzere Çerkezler ve diğer Anadolu halkları bu Türkleştirme, zorla asimilasyon uygulamalarına karşı çıktılar, isyan ettiler. Bu isyanı bugün Kürtler büyük bir kararlılıkla sürdürüyorlar. Bugün artık Mustafa Kemal’in kurduğu baskıcı, asimilasyoncu, ceberut cumhuriyetin temelleri sarsılıyor. Halklar başka bir cumhuriyet, demokratik bir cumhuriyet istiyor. Başta Kürt halkı olmak üzere Anadolu halkları zorla bir arada değil, özgür iradeleriyle isterlerse ayrılmak, isterlerse birlikte yaşamaya karar vermek istiyorlar. Birlikte yaşamanın ise ancak halkların eşitliği, özgürlüğü, özerkliği temelinde demokratik bir cumhuriyette mümkün olacağını belirtiyorlar. Mustafa Suphilerin bundan 100 yıl önce “özgür halkların özgür birliği” temelinde federatif demokratik şuralar cumhuriyeti fikri ve belgisi bugün o günkü gibi günceldir ve Mustafa Suphilerin bu politikası bugün Kürt halkının özgürlük mücadelesinde yaşamakta ve hayata geçmektedir.

Bir yanıt yazın