Haber / Yorum / Bildiri

15’lerin Katliamının 100.Yılını Bugünden Düşünmek

Kazıdık onbeşlerin ismini,

Kanlı kızıl bir mermere!

Bir çelik aynadır gözlerimiz,

Onbeşlerin resmini

Görmek isteyenlere!

Levent FİDAN

YANGINLARA fazla bakan gözler yaşarmaz! diyordu Nazım. Türkiye gibi bir coğrafyada komünist, ezilen uluslara, mezheplere mensup olan herkes için geçerlidir bu dize. Yalnız, tarihte dönüm noktası olmuş öyle katliamlar vardır ki, hatırası bile insanın kalbine bıçak gibi saplanır, boğazını düğümler, bu dizeyi bile geçersizleştirir. İşte, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının başına gelen, bu türden bir katliamdır.

Peki, neden bugün bu meselenin üzerinde önemle durulmalı? Üzerinden 100 sene geçmiş bu alçakça katliam, bugün bize ne gibi işaretler veriyor, ne ifade ediyor? Öncelikle bu mesele üzerinde önemle ve titizlikle durmak, kafa karışıklarını gidermek berrak bir yol çizmek ve ideolojik bir netlik açısından çok elzemdir. Bilindiği gibi, Suphilerin katli üzerine çok yazılıp çizildi. TKP’yi araştırma nesnesi yapıp ondan tiksinen tarihçilerden ideoloji karmaşası yaşayan gruplara kadar bu konu üzerinde çok tartışıldı. Ülkenin kuruluşunda dönüm noktasını temsil eden bu katliam, günün sonunda bir tür başıbozuk kararı, burjuvazi içi anlaşmazlık, neredeyse ‘talihsiz bir olay’a indirgendi. Bunun böyle olmasının sebebi, diyalektik tarih analizi anlayışından yoksunluk, tarihin çarpıtılarak kafaların karıştırılması, tek tek şahıslara ve olaylara odaklanarak, spekülasyonla tarihi anlama çabasıdır. Katillerini biliyoruz deyip isimleri kullanmaktan imtina eden ‘resmi komünizm’ de üç maymunu oynayarak bu duruma hizmet etmektedir. Son yıllarda Suphilerin geleneğini sürdüren komünistlerin seslerinin daha gür çıkması, bu konunun git gide daha fazla irdelenmesi gibi dinamikler sonucu gerçeklerden kaçamayacağını anlayanlar, bu kez de ‘Suphi zaten Türkçüydü, Turancıydı’ gibi söylemlerin arkasına sığınarak akılları sıra itibar suikastine girişiyor, Türkiye’de zaten burjuva devrimi olmamıştı, Ankara dışında alternatif yoktu, gibi altı boş çarpıtmalarla saflarını belli ediyorlar. Bu tip görüşlerin temelini, neye hizmet ettiğini göstermekte, Suphilerin çizgisinin bugün ne anlama geldiğini tartışmakta fayda vardır.

Mustafa Suphi, bugün anlaşıldığı anlamda bir ‘Türkçü’ değildi. O zamanlar Türk kimliği, bugün taşıdığı anlamı taşımıyor, aynı imaları içermiyordu. Suphi’nin ‘Türk’ kavramından anladığı ile içinde yaşadığımız, bir anı krizsiz geçmeyen başarısız cumhuriyet projesinin çimentolarından biri olan Türk kavramı arasında önemli farklar vardır. Mustafa Suphi, üstünlükçü ve ırkçı, yayılmacı bir ulusal kimlik anlayışına sahip değildi. Suphi, öbür halklara karşı asimilasyoncu, imhacı politikaları savunanların aksine, Türk kimliğini Türklerin dışarıdan gelen emperyalist tehdidin yanında, içerideki kan emicilere karşı da uyanmasını savunma amaçlı kullanmıştır. Suphi, hayatının önemli bir kısmını Türk savaş esirleri arasında, onları sermayenin diktatörlüğüyle mücadele için örgütleyerek geçirmiş, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kılavuz edinmiş samimi bir devrimciydi. Bugün ise bu kavram artık bir üst kimlik haline gelmiş, asimilasyonun ve fetihçiliğin başka bir ifadesi haline gelmiştir. Bunu her alanda anlatmak, mahkûm etmek gerekir. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının izinden yürüyen bir komünist, bu üst kimliğin arkasına sığınarak değil, onun içerdiği anlamı, aracı olduğu zihniyeti ifşa ederek siyaset yürütür.

Suphilerin katli bahsiyle de doğrudan bağlantılı olarak günümüzde en çok kafa karıştıran, bulandırılan meselelerden biri de burjuva devrimi ve onun siyasal niteliği meselesidir. Bu bağlamda, Ankara hük0ümeti ve Mustafa Kemal, tek alternatif olan ilerici burjuva devrimcileri olarak yansıtılıp, kurulan cumhuriyet zaten burjuva devrimiydi, böyle bir şeye ihtiyaç vardı, komünistler de zaten onu destekliyordu benzeri argümanlarla bütün mesele şematik bir kalıba sokulmaktadır. Öncelikle şunu belirtmemizde yarar var; tarih bir yerde durup başka bir yerde akmaya devam etmez. Batı Avrupa burjuvazisi, örneğin Jakobenler, tarihsel pozisyonu itibariyle devrimci ve ilericilerdi. Fakat onların böyle olması, tarihin her anında ve her noktasında burjuvazinin ilerici ve devrimci nitelikler taşıyacağı anlamına gelmez. Bu, burjuvaziye tarih üstü bir vasıf yüklemek olur ve Marksist bir yaklaşımla uzaktan yakından ilişiği yoktur. Suphi’nin de anladığı ve vurguladığı üzere, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerinin burjuvazisinden Batı Avrupa burjuvazisinin o tarihsel anda sergilediği öncülük ve liderlik beklenemez. Hali hazırda Batı Avrupa burjuvazisi emperyalistleştiği ve siyasi iktidarla bu temelde bütünleştiği ölçüde, artık öncü ve devrimci karakterini yitirmişti. Yarı-sömürge bir ülke olan Osmanlı ve onun son dönem burjuvazisi, bu emperyalist saldırı ile yüzleştiği için anti-emperyalist olmak durumundaydı. Yani, buradaki burjuvazi, ilkesel anlamda anti-emperyalist değil, tarihsel koşullar ve eşyanın tabiatı gereği itibariyle anti-emperyalistken, yarı-sömürge bir ülkenin toprak sahibi sınıfına göre, elbette, daha ‘ileri’ bir anlayışa sahipti. Fakat, günün sonunda, bu ilericiliğin ve anti-emperyalizmin amacı, saldırıdan kurtarılmış Anadolu topraklarında özel mülkiyetin ve sömürünün olmadığı bir düzen kurmak değil, kendi sömürü düzenini kurmaktı.

Bu noktada altını çizmek gerekir ki, Anadolu burjuvazisi ve onun temsilcisi Ankara hükümeti, Suphilerin katliyle birlikte antiemperyalist ve ilerici pozisyonunu kaybetmiştir. Bu katliam, bu sebepten de tarihsel bir dönüm noktasına işaret eder. Anadolu burjuvazisi, Türkiye’de yeşermekte ve büyümekte olan Bolşevik etkiyi görüp adeta paniklemiştir. Paniklemesinin sebebi, onun halk sevdasından değil, burjuva karakterinden kaynaklanır. Bu etkiyi kırmak için resmi komünist parti kurarak komünist propagandanın halk ve ordu içinde yayılmasının önüne geçmek istemiş, bu durum 1921 Anayasası’na kadar etki etmiştir. Fakat bu da bir ölçüde işe yaradığı için, tasfiye planı devreye sokulmuştur. Yeşil Ordu’nun o dönemki etkisi, Halk Zümresi’nin mecliste Mustafa Kemal ve çevresini azınlığa düşürmesi hali hazırda bir tehditti. Bu tehdit, Suphilerin ve tahminen ileri bir gelecekte Kızıl Türk Alayı’nın Ankara’ya gelerek bu gruplarla birleşmesi ile bambaşka bir boyuta ulaşacak, deyim yerindeyse parçalar tamamlanacaktı.  Mustafa Kemal ve çevresi bunu gördüler. Birtakım resmi komünistlerin anlattığı gibi, Anadolu burjuvazisi kurtuluş hareketinin tek öznesi değildir. Hatta, tam da öyle olmadığı için tasfiye planı devreye sokulmuştur. Mustafa Suphilerin katledilmesi, Ethem’in, Yeşil Ordu’nun, THİF’nın ve Halk Zümresi üyelerinin tasfiyesi ile paraleldir ve amaç Bolşevik rüzgarı kırmaktır. Eğer Anadolu’da Mustafa Kemal ve Ankara hükümeti dışında kurtuluş hareketine öncülük edecek özne yoksa, bu tasfiyeler hangi gerekçeyle yapılmıştır?

Evet, şu açıktı; düşman ortaktı ve ortak mücadele gerekiyordu. Fakat Suphi ve yoldaşları, yine maddeci analizden yoksun iddiaların aksine, yola çıkarken de Ankara hükümetinin burjuva karakterinin farkındaydılar. Onlar, Anadolu’daki vaziyetten haberdar idiler. İyimser oldukları, hayal gördükleri için değil, kurtuluş mücadelesine aktif katılım sağlayarak, halk ve ordu içinde örgütlenerek ve bağımsız bir blok oluşturarak söz sahibi olacaklarını, yeni cumhuriyetin kuruluşunda rüzgarı arkalarına alabileceklerini bilerek hareket ettiler. Dolayısıyla, çeşitli anlatılarda sahnelendiği üzere, Suphi ve yoldaşları kandırılmış ve oyuna getirilmiş değildiler. Bu anlatıların ıskaladığı veya bilerek görmezden geldiği husus şudur; Mustafa Suphi, basitçe komünist bir ‘aydın’ değildi. Askeri, siyasi eğitim konusunda uzmandı ve savaş tecrübesi vardı.  Bolşevik Parti içinde, Kafkaslarda, en zor esirler arasında örgütlenmiş, iç savaşta kritik görevler icra etmiş, tanınan, deneyimli ve prestijli bir devrimciydi. Dolayısıyla, Ankara’daki hükümetin karakterinin, yapabileceklerinin farkında olacak deneyime sahipti. TKP, Ankara yolculuğuna, Anadolu burjuvazisine ‘tabi’ olmak için değil, kendi programını uygulamak için çıkmıştır. Partinin ilk programı ve Türkiye çalışma planı bunun ispatıdır. Fakat biliyoruz ki, bütün bunlar gören gözler için açıkça ortadadır, kasti olarak görmezden gelinmektedir.

Yukarıda işaret ettiğimiz üzere, Suphilerin katliamı ve Anadolu’daki bütün muhalif ögelerin tasfiyesi ile birlikte, Ankara hükümeti antiemperyalist niteliğini kaybetmişti. Bunun sebebi, onun sınıf karakterini belli etmiş olmasıdır. Bugünkü siyasi pozisyonları anlamak için şunun da altını kalınca çizmek gerekir; Ankara hükümeti ile Mustafa Suphilerin cumhuriyet anlayışı bir ve aynı değildi. Ankara hükümetinin kurduğu ‘burjuva cumhuriyeti’ tarihte yaşanması muhtemel yek alternatif, kaderde olan, çekilmesi gerek ‘sancılı bir geçiş’ olarak lanse etmek, tarihsel maddeci anlayışa tabandan zıttır. Kurulan cumhuriyet, kurtuluşu sağlayan işçileri ve halkı karar mekanizmalarının dışında bırakmış, Ermenileri, Kürtleri, Pontusları, Rumları tasfiye etmiş, çeşitli dil ve mezhepleri tek pota altında eritmiş, üniter ve baskıcı bir cumhuriyettir.  Öte yandan, Mustafa Suphiler’in savunduğu yapı federatif, inanç ve ifade özgürlüğüne dayalı, Anadolu’da yaşayan halkların ve işçi sınıfının direkt karar mekanizmasında olduğu, doğrudan demokratik, şura tipi bir cumhuriyetti. Bu ‘sosyalizm’ demek değildir fakat bu da bir tür ‘geçiş aşaması’dır.  Dolayısıyla, sosyalizme ‘geçiş’, yalnızca burjuva devrimi ile sağlanan bir geçiş değildir. Kaldı ki, sözüm ona burjuva devrimi, toprak reformunu dahi tamamlayamamış, feodaliteyi tasfiye etmekte dahi başarısız olmuştur.

Peki, günümüzde bütün bunlar ne ifade etmektedir? Öncelikle, tarihin bu biçimiyle bilinişi, algılanışı ve anlatılışı, yerleşik yanılgı ve yargıları derinden sarsar. Suphilerin katliamının diyalektik analizini yapmak, ezberci yaklaşımlardan uzaklaşmamızı sağlamakla birlikte, Kemalizmin etkisinin de kırılması anlamına gelir. Zira bu gerçekleri bu biçimiyle tahlil eden hiçbir onur sahibi zihin, bunlara ezber kalıpları tekrar ederek gözünü kapatamaz. Kapatanın ve anlayış gösterenin sınıf pozisyonu ise açığa çıkar; bu biçimiyle de bir turnusol görevi görür. Yine, bu tarihsel bilinç şunu açığa çıkaracaktır; 1915’ten 28 Kanunisani’ye katliam pratikleri benzerlik göstermiş, bu tetikçi ve pogromcu anlayış cumhuriyet tarihi boyunca sürmüştür. Bu yüzden de bu halkların kaderi, komünistlerin kaderi ile göbekten bağlıdır.

İkinci olarak, Mustafa Suphilerin mücadelesinin bilincinde olmak, Anadolu hareketinin yegâne alternatifini paşalar ve burjuvalar olarak algılamamak demektir. Komünistleri hayalperest olarak algılamamak, maddi gücün burjuvazi tarafından saldırıya uğradığını idrak etmek demektir. Yani, bu topraklarda alternatif bir cumhuriyetin kurulabilme ihtimalinin farkında olmak demektir. Bu bilinç, gelecekte benzer hataların yapılmaması açısından çok önemlidir.

Kemalistlerin zorlama teamüllerle kurulmuş baskıcı cumhuriyetinin çatlamadığı bir gün yoktu, fakat artık bu cumhuriyetten dahi eser kalmadı. Bugün Türkiye’de sosyal demokrat parti dahi yoktur. Sol merkez yapılar, sözüm ona aydınlanmacı bir nostalji içinde salınıp dururken muhalefet ‘yumuşak geçiş’ için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Mevcut iktidar, faşist ortağı olmadan adım atamıyor, ama onunla olduğu her saniye de eriyip gidiyor. Faşist partilerin mitoz bölündüğü, merkezin git gide sağa kaydığı bir vaziyet kendini dayatıyor. Muhalefetin kurabildiği yegâne siyasi strateji ise, bu yeni sermaye rejimine geçişi olabildiğince yumuşatmaktan öte gitmiyor. İktidarın paltosundan çıkanlar, demokratikleşme, reform mitleri ile halkın rızasını alıp sermayeye garantör olma peşindeler. Fakat, bir de madalyonun öbür yüzü var. Bugün, devlet kurumundan hizmet sektörüne, fabrikalardan madenlere her yerde grevler patlıyor, işçi sınıfı ayaktadır. Kayda değer bütün yardımlar sermaye lehine yapılmış, yasalar bu istikamete göre düzenlenmiştir. Kürt halkına ve HDP’ye olan baskılar yoğunlaşmış, ülke akıl almaz boyutlarda bir çürüme içine saplanmış, torpil ve yolsuzluk kılcal damarlara kadar sızmıştır. Patriyarkal düzen bir gün bile vites düşürmemiş, ülke kocaman bir kadın mezarlığına dönüşmüştür. Hayvanlara eziyet ve tecavüz haberleri almış başını yürümüş, atamalar yeni normal haline gelmiştir. Emekçiler işsiz kalmış, küçük burjuvazi batışın eşiğine gelmiştir. Gençler derin bir psikolojik ve toplumsal bunalım, borçluluk ve güvencesizlik döngüsü içinde sıkışıp kalmışlardır. Uzaktan eğitim, hali hazırda niteliği tartışmalı olan eğitimi en dip seviyeye çekmiş, teknolojik cihazlara erişim imkânı olmayanları eğitimden uzaklaştırmıştır. Bunlara en ufak ses çıkaran herkesin karşısına kolluk dikilmektedir.

Reel sosyalizm yenildi, fakat dünya sistemi olarak kapitalizmin görece refahı 30 yıl bile sürmedi. Kapitalizm bugün hala bütün ideolojik araçlarıyla Sovyetlere saldırmaya devam ediyor. Sovyet kelimesi, sol için bile yasaklı bir kelime haline gelmiş durumda. Marksizm, bir düşünsel jimnastik faaliyetine indirgenerek pratikle bağının kopması tehlikesi ile karşı karşıya. Bugünkü global, geç kapitalizm, bir virüs tarafından adeta felce uğradı. Bu esnada sermayedarlar kârlarını arttırdılar, üretilen aşılar milyarlarca dolar maliyete satıldı. Özel sağlık sigortalılar sıraların önüne geçerken, faturayı emekçi aileler ödediler.

Bütün bu olağanüstü koşullar, bir komünist için şunu ifade ediyor olsa gerek; bugün dünya, deyim yerindeyse aklı başında bir komünist ve enternasyonalist harekete, Türkiye ise, Suphilerin kurduğu, onun izinde yürüyen komünist partisine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Bugün, Suphilerin yolunda yürümek demek, onların düşlediği doğrudan demokratik, emekçilerin ve bütün halkların direkt katılımıyla yönetilen cumhuriyetin propagandasını yapmak, bu doğrultuda çalışmak demektir. Sınıf mücadelesini yükseltmek, işçi ve emekçilerin, gençlerin sömürüye, AKP-Kemalizm paradigmasına mahkûm olmadıklarını anlatmak demektir. Bugün en büyük avantajlardan biri HDP’dir, Kürt halkının hali hazırda bu bilince sahip olması, doğrudan demokrasi gibi pratikleri birinci elden tecrübe etmiş dinamik karakteridir. Bugün Suphilerin hayal ettiği, bütün halkların söz sahibi olduğu demokratik cumhuriyeti kurma yolunda atılacak ilk adım, batıda gençlik ve sınıf mücadelesi içinde yerleşik yargıları yıkarak buralardaki mücadeleyi yükseltmek, bunu Kürt halkıyla dayanışarak yapmak, bu düzeyde bir demokratik cephe hattını oluşturmaktır.

Farklı bir düzlemde ise bugün onların mücadelesini sürdürmek demek, dünya halkları ile dayanışma içinde olmak, enternasyonalist olmaktır, fakat bunlar yeterli değildir. İlkesel anlamda Suphi ve yoldaşlarının mücadelesini güncellemek için, bugünü kuvvetli biçimde analiz etmek gerekir. Onların mücadelesini çarpıtanlarla mücadele verirken, kapitalizmin bu aşamasının yarattığı siyasi/toplumsal durumları çok iyi çalışmak, sınıfın bugünkü yapısını, karakterini, çeşitliliğini iyi anlamak ve buna göre taktikler, pratikler belirlemek gerekir.  Bu mücadelenin hem ideolojik hem pratik düzlemde yürüdüğünü unutmamak, pratik düzlemde onların çizgisini güncelleyerek, onların mücadelesini anlatarak ve temel alarak yürümek, ideolojik düzlemde de ezbere kaçmadan, kudretli bir anlayışla Marksizm’i savunmak gerekir. Günümüz kapitalizminin özel karakteristiklerinden biri, her koşulda direkt saldırı düsturunu benimsemeyebilmesidir. Bunun yerine, bireyselleşme, atıllaşma, içe kapanma ve nihilizm gibi durumlar görülmekte, çaresizlik ve yetersizlik hissi oluşmaktadır. Bugün Suphilerin yolunda yürüyen bir komünistin öncül görevlerinden biri, bu ablukayı kırmak, bunun toplumsal ve siyasal yönünü bıkmaksızın anlatmaktır. Panzehir, kolektif karakteri kaybetmemek, bulunulan her alanda dayanışma ağları oluşturmak, yeni yaşamın nüvelerini en yakın çevrelerde örgütlemek, farklı bir yaşamın mümkün olduğunu birinci elden ispat etmektir. Çünkü, ne olursa olsun, tarih, bugün bize tekrar gösterdi ki, işçi sınıfı ve emekçi sınıflar halen devrimin tarihsel öznesi, kapitalizmin mezar kazıcılarıdırlar.

Türkiye üzerinde yaşayan halklar zulüm görmeye, ezilmeye devam ediyorlar. Bugün, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilişinin 100. Yılında, bütün baskılara rağmen Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden direniş sesleri yankılanıyor. Kan emicileri şunu akıllarına kazısınlar: ne fiziksel ne de ideolojik saldırılarla bu sesleri asla durduramaz, komünistlerin kökünü kurutamazsınız. Yarınlar bizimdir.

15’lerin hepsi bir komünist gibi öldü

Bizler de bir komünist gibi yaşayarak onların bayrağını yükselteceğiz.

Onların hayallerindeki ülkeyi bugün onların yolundan giden yoldaşları, emekçiler ve ezilen halklar kuracak ve

Tek bir komünist bile hayatta olduğu sürece Mustafa Suphilerin mirası yaşayacak!

Bir yanıt yazın