Haber / Yorum / Bildiri

Mustafa Suphilerin devrimci, Marksçı-Leninci politikasını yaşatma mücadelesi

Başyazı (2. Bölüm)

Savaş YENER

MUSTAFA Suphilerin katli Türkiye işçi sınıfı ve Türkiye halkları için büyük bir kayıptı. Mustafa Kemal Mustafa Suphileri katlettirerek büyük bir demokratik baskıdan kurtulmuştu. Ama Mustafa Suphilerin politikasını devam ettirecek, bu demokratik baskıyı sürdürecek daha güçler vardı. Mustafa Kemal bu güçleri de yok etmek için çoktan harekete geçmişti. O zaman Anadolu’daki bu güçler Yeşil Ordu ve Çerkes Ethem, Halk İştirakiyun Fırkası ve Anadolu halklarının özgürlükleri için verdikleri mücadele idi. Mustafa Kemal 1921 yılının başında Yeşil Ordu’yu kesin olarak sonlandırdı, Çerkes Ethem’in birliklerini yok etti, Halk İştirakiyun Fırkasını kapattı, yöneticilerini ağır hapis cezalarına çarptırttı. O, Londra Konferansı’na giderken emperyalistlere Ankara’nın tek hakimi olduğunu göstermek istiyordu. Kürdistan’daki Kürt isyanlarını bastırır ve Yunanlıları Ege’den atarsa Anadolu O’nun, yani Türklerin olacaktı. Bu arada da Topal Osman’a katlettirmiş olduğu Karadeniz Pontus Rumlarını da susturmuştu. Kalanların büyük bir kısmını da savaştan sonraki mübadelede Ege ve Trakya Rumlarıyla birlikte Yunanistan’a gönderdi.

Kürtlerin direnişleri

Mustafa Kemal 1921 Haziranı’nda Koçgiri isyanını Sakallı Nurettin Paşa’ya ve Pontus Rumlarının celladı Topal Osman’a barbarca bastırtarak ve Kürtlere muhtariyet vaadederek onları geçici bir süre için Ankara’ya entegre etmeyi başardı. Ama 1921’in Ağustos sonu-Eylül başı yapılan Sakarya Savaşı’nda Yunanlıları Anadolu’dan atamadı. Tekrar Sovyetlere dönmek zorunda kaldı, Ankara ile ilişkilerin iyileşmesini güney sınırının güvenliği için gerekli gören Sovyetler Mustafa Kemal’e yine yardım elini uzattı. Bu yardımlarla Mustafa Kemal bir sene sonra Eylül 1922’de Yunanlılara karşı kazandığı zaferle Anadolu’ya tamamen hakim oldu.

Yunanlılara karşı kazanılan zaferden sonra başta İngilizler olmak üzere emperyalistler Lozan’da Sovyet Rusya’ya karşı tampon bir devlet olarak Anadolu’da bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına onay verdiler. 1923’de cumhuriyeti ilan eden Mustafa Kemal Kürtlere söz verdiği muhtariyetten tamamen vaz geçti, zorla asimilasyon politikası uygulamaya başladı. Bunu 1924 Anayasası ile tescil ettirdi. Kürtler ve diğer halklar bu asimilasyonu, zorla Türkleştirme politikasını kabul etmediler. Çerkezler, Lazlar gibi sayıca küçük halkların direnişlerini çabuk kırdı. Ama Kürtlerin direnişini kıramadı. Kürtler 1925 Şeyh Said, 1926-30 Ağrı isyanları, 1937-38 Dersim isyanı ve hâlâ devam eden PKK ayaklanmasıyla bu zorbalığa, asimilasyon politikasına karşı çıktılar ve çıkmaktadırlar. Özgürlükleri için savaşmaktalar, birlikte yaşamın eşitlik temelinde, “özgür halkların özgür birliği” esasına göre demokratik cumhuriyette olabileceğini belirtmektedirler.

Mustafa Kemal’in komünistlere saldırı emperyalistlere kendini ispattı

Mustafa Kemal Sovyetlerden yardım alabilmek için komünistleri, Halk İştirakiyun Fırkası THİF’nı ve yöneticlerini serbest bırakmak zorunda kaldı. Serbest kalan komünistler Salih Hacıoğlu yönetiminde hemen örgütlenmeye başladılar ve bir kongre topladılar. Ankara hükümetinin yasaklaması üzerine Kongre 15 Ağustos 1922 senesinde Komintern’den delegelerin de katılımıyla gizlice toplandı. Bu Kongre TKP’nin II. Kongresidir ve 10 Eylül 1920’de Bakü’de yapılan I. Kongre’deki Mustafa Suphi’nin siyasal çizgisinin ve devrimci anlayışının devamıdır. Kongre sona gelmekte olan Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra işçi ve köylülerin iktidarda etken olmaları, “özgür halkların özgür birliği” esasında halkların eşit ve barış içinde birlikte yaşamaları için mücadeleyi öne koydu. Maalesef II. Kongre sonrası partinin çalışmaları uzun sürmedi. Savaş sonrası 20 Kasım 1922’de Lozan’da toplanacak konferansa giderken, emperyalistlerin tam güvenini kazanmak için Mustafa Kemal Ekim 1922’de partiyi yasakladı, örgütlerini kapattı. Bu yasak bugüne kadar sürmektedir.

Bu yasakla Mustafa Kemal komünistlere Anadolu’da yaşam hakkı tanımamakta kararlıydı. Sözde Sovyet casusluğu gerekçesiyle büyük bir tutuklama kampanyası başlattı. Kurtulabilen komünistler, henüz Ankara’nın kontrolüne geçmemiş olan İstanbul’a sığındılar. İstanbul örgütünün başında ise Şefik Hüsnü vardı. Şefik Hüsnü çağrılmasına rağmen ne Bakü’deki I. Kongre’ye ne de Ankara’daki II. Kongre’ye katıldı. O Mustafa Suphi’nin politikasıyla hem fikir değildi, daha çok Mustafa Kemal’in ulusalcı politikasının desteklenmesinden yanaydı. O’nun bu politikası Ankara ile ilişkileri iyi tutmak isteyen Sovyetlerin politikasına uygun düşer gözükse de, Sovyetlerin Türkiye komünistlerine önerdiği politika, emperyalizme karşı olduğu sürece “milli kurtuluş hareketini desteklemek”, “baskılara rağmen…yakın geleceğe karşı kör” olmadan savaşmak olmuştur.  Her seferinde “size baskı yapanlara karşı” kendinizi koruyun, kesin savaş için “daha çok uzun yolunuz var” unutmayın denmiştir.

Şefik Hüsnü ve Suphi politikasından kopma

Türkiyeli komünistler için burada o günkü uluslararası alanda giden keskin sınıf savaşları da göz önüne alındığında bir denge tutturmaları kolay olmamıştır. Şefik Hüsnü ise Sovyetlerin bu politik önerisinde yalnız Kemalistleri desteklemeyi görmüş, halklara yapılan baskıyı ve halkların, özellikle de Kürt halkının bu baskılara karşı direniş ve isyanlarının önemini görememiştir. Şefik Hüsnü döneminde 1925 Şeyh Said, 1930 Ağrı, 1938 Dersim isyanlarındaki demokratik içerik kavranamamış, Kürt halkı ezildiği sürece Türk halkının özgür olamayacağı Marksist görüşü anlaşılamamıştır. Kürtlerin isyanları, o günün uluslararası durumuna da uygun olarak emperyalistlerin müdahalesi, klerikal-feodal gericiliğin bir başkaldırısı olarak yorumlanmıştır. Hükümetin Şeyh Said isyanının bastırırken İstanbul’daki komünist faaliyetleri de yasaklaması arasındaki bağ görülememiştir. Bu tutumuyla Şefik Hüsnü Mustafa Suphilerin “hür milletlerin hür ittihadı” ve “federatif demokratik cumhuriyet” anlayışından fersah fersah uzak olduğunu ortaya koymuştur. Buna rağmen parti içinde hükümetin Türkleştirme ve asimilasyon politikalarına, bunun için kurulan dört Umum Müfettişliklere ve onların uygulamalarına şiddetle karşı çıkanlar olmuştur. Her biri birer askeri örf-i idare olarak kurulan bu dört Umum Müfettişlikten biri Marmara ve Trakya’da Çerkezleri ve Balkan göçmeni Arnavutları, Boşnakları, Bulgarları susturmak, en son dördüncü Müfettişlik de Dersimi fethetmek ve “ıslah” etmek için kurulmuştu.

1925 yılında yapılan III. Kongre ile Şefik Hünü genel sekreter olduktan sonra onun Kemalist içerikli politikasına partide başta Nazım Hikmet ve İ. Bilen olmak üzere birçok kadro karşı çıkmış, Şefik Hüsnü ile mücadele etmiş, Mustafa Suphilerin devrimci, Marksçı-Leninci politikasını savunmuşlardır. Şefik Hüsnü’nün etkisi 1951-52 Tevkifatı sonunda sürgüne gönderildiği Manisa’da 1959 senesinde ölünceye kadar devam etmiştir. 1951-52 Tevkifatı sonrasında Parti Birinci Sekreteri Yakup Demir’in (Zeki Baştımar) yurtdışına çıkıp Leipzig’te 1962 senesinde bir konferansın toplanmasıyla partide yeni bir dönem başlamıştır.

1962 Leipzig konferansı ve Kürt sorunu

Nazım’ın, Bilen’in, Yakup Demir’in, Aram Pehlivanyan’ın da katıldığı Leipzig Konferansında tartışılan konulardan biri de Kürt sorunuydu.  Bu konferansta Lenin’in, Suphi’nin görüş ve anlayışlarına tam olarak geri dönüş başladı. Partinin ulusal sorunda Leninci prensiplere bağlı olduğu, partinin her millet gibi Kürt milletinin de, ayrı hükümet kurmak da dahil, kendi mukadderatını tayin etme hakkını tanıdığı vurgulandı, Türkiye işçi sınıfının, emekçi halkların menfaatleri memlekette milli zulmün yok edilmesini gerektirdiği, bu zulme karşı Kürtlerin milli kurtuluş ve bağımsızlık savaşının desteklenmesi gerektiği belirtildi, Kürt ve Türk işçi ve halklarının emperyalizme ve gerici egemenliğe karşı kurtuluş savaşlarını birlikte verebilecekleri gibi Türk halkı kurtulmadan da Kürt halkının kendi kurtuluşu için savaşabileceği, Türklerin bu savaşı desteklemesi gerektiği belirtildi, komünistlerin vazifesinin Kürt halkının haklı davasında Türk halkının desteğini sağlamak, bu davanın Kürt halkının gerçek menfaatlerine uygun bir şekilde gerçekleşmesine ve çözülmesine yardım etmek olduğu açıklandı.

1973 Atılım ve Kürt sorunu

Leipzig Konferası’nın kararları Bilen yönetiminde gerçekleştirilen 1973 Atılımı ile hayata geçmeye başladı. Parti hızla Türk ve Kürt işçileri, köylüleri, gençleri, kadınları, aydınları arasında örgütlenmeye başladı. Kürt halkının ulusal baskıya, asimilasyona karşı direnişinin daha iyi örgütlenmesi için Kürdistan Parti Komitesi kuruldu. O dönemde uluslararası alanda keskinleşen sistem savaşı karşısında tüm ülkelerde işçi sınıfının, emekçilerin, demokratik ve barışsever güçlerin Sovyetler ve reel sosyalizmle birlikte en gerici emperyalist-militarist güçlere karşı ortak bir cephede savaşması önde geliyordu. Türkiye işçi sınıfı ve halkları önünde duran görevi de bu cephede yerini almaktı.

Parti bu dönemde özellikle nükleer bir savaşa karşı geniş bir barış cephesi yaratmaya çalışırken bazı sorunlar üzerinde yeteri kadar durmadı. Bunlardan biri de Kürt sorunuydu. Türk devletinin Kürtlere karşı uyguladığı zorla Türkleştirme politikasına karşı aktif bir mücadele yürütmeyi öne almadı, bu büyük bir eksiklikti. Ama parti Leninci ilkelere daima bağlı kaldı. Ayrılma, ayrı devlet kurma da dahil Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını her zaman savundu, Kürtlere yapılan baskıya karşı çıktı, ama bunlar yoğun bir eylemliliğe dönüşemedi. Bir NATO ülkesi olan Türkiye’de işçi sınıfının ve emekçilerin, halkların kurtuluşu ve özgürlüğü için belirleyici olan sistem savaşıydı, bu sistem savaşında güçler dengesinin barış ve sosyalizm lehine dönmesiydi. Aktif mücadele bu yönde gidiyordu.

Likidasyon dönemi ve Suphi politikasından yeniden sapma

1983’de 5. Kongre’de Nabi Yağcı’nın genel sekreter olmasıyla Mustafa Suphi’nin yolundan yeniden sapıldı. Nabiler PKK yönetimindeki Kürt Özgürlük Hareketi’ne uzak durdular, desteklemediler. Onlar da yine Kürt direnişinin ulusal-demokratik karakterini göremediler. Bu büyük bir hata idi. Nabiler için bu hatanın en son vardığı yer Kemalist Dev-Yol’la birleşerek işçi sınıfının, halkların kurtuluş savaşından tamamen vazgeçmek oldu.

Dev-Yol’un Kemalist politikasıyla “özgür halkların özgür birliği” savunulamazdı. Bunların bu yolu Mustafa Suphilerin yoluna taban tabana zıttı. “Özgür halkların özgür birliği”, demokratik federatif cumhuriyet anlayışından Nabiler çok uzaktı. Onlar giriştikleri bu likidasyon ve yıkımla partiye, Kürtlerin mücadelesine büyük zararlar verdiler. Bu tutum Kürtlerin özgürlük mücadelesinin desteklenmesine, Kürtlerle birlikte demokratik bir cephenin yaratılmasına engel oldu, sol ve demokratik güçlerin atomize olmasını getirdi.

Parti Suphilerin politikasıyla yeniden ayağa kaldırılabilir

Şimdi partimizi yeniden ayağa kaldırırken Bakü Kongresi’nde Mustafa Suphilerin çizdiği politika her bakımdan, özellikle de Anadolu’da halkların nasıl birlikte yaşayabileceği konusundaki politikası bizlerin mücadelesine ışık tutmalıdır. Mustafa Suphi’nin “özgür halkların özgür birliği” esasına dayalı “federatif demokratik şuralar cumhuriyetı” bugün ülkemizin içinde bulunduğu koşullarda 1920’li yıllardaki gibi günceldir. Mustafa Kemal’in baskıcı, zulümcü, ceberut cumhuriyetine karşı Kürt halkının 100 yıllık direnişi bu cumhuriyetin sonunu getirmiştir. Başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halkları Mustafa Suphi’nin 100 yıl önce mücadelesini verdiği “özgür halkların özgür birliği” temelinde demokratik bir cumhuriyette yaşamak istediklerini beyan etmektedirler. Partimizi yeniden ayağa kaldırırken Mustafa Suphi’nin “özgür halkların özgür birliği” politikası bizim politikamızın temel taşlarından biri olacaktır.

Mustafa Suphi’nin yolunda giden biz komünistlerin ilk görevi Türk halkının Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle dayanışmayı sağlamak, ezilen Kürt halkı özgür olmadan ezen Türk halkının da özgür olamayacağının bilince çıkması için çalışmaktır. Bugün Erdoğan’ı yenip gerici, faşist tek adam rejiminden kurtulmanın, Türkiye’yi demokrasiye kavuşturmanın yolu Türk halkının Kürt halkına karşı önyargılarını, milliyetçiliğini yıkıp Kürtlerle birlikte AKP-MHP iktidarına karşı bir cephe oluşturmaktan geçmektedir. Bu başarılamadığı sürece Erdoğan’ın iktidarını sonlandırmak maalesef mümkün değildir.

Bunu mümkün kılmak, demokratik bir cumhuriyette tüm Anadolu halklarıyla eşit ve özgürce yaşamlarını sağlamak bizlerin; Mustafa Suphilere, onların mücadelesi ve anısına karşı olan borcumuzdur. Onları yaşatmak demek bu mücadeleleri daha aktif vermek demektir. Bu bizim yalnız Mustafa Suphilere karşı değil, özellikle Osmanlı döneminde işçi sınıfının kurtuluşu, halkların özgürlüğü ve onların özgür iradesiyle federatif-demokratik bir yapı içinde birlikte yaşamaları için mücadele eden ve bu mücadelelerde katledilen başta Ermeni komünistleri olmak üzere diğer Hristiyan halkların komünistlerine, onların mücadeleleri ve anılarına karşı da sorumluluğumuz ve borcumuzdur.

Mustafa Suphi ile birlikte Paramaz’ın da anısını yaşatıyoruz, 15’lerle birlikte 20’leri de anıyoruz

Osmanlı döneminde halkların özgürlüğü ve onların, eşit birlikte yaşamaları için mücadele edenlerden biri Ermeni komünisti Paramaz ve Partisi Sosyal Demokrat Hınçakyan Partisi SDHP idi. Esas adı Madteos Sarkisyan olan Paramaz 20. Yüzyıl başında günümüz komünist partisine tekabül eden Sosyal Demokrat Hınçakyan Partisi SDHP’nin Merkez Komitesi üyesi bir Ermeni devrimcisi ve komünistiydi. O, yaşamında işçi sınıfının kurtuluşu, Osmanlı İmparatorluğu içinde Ermeni halkının özgürlüğü ve diğer Osmanlı halklarıyla birlikte eşit, özgürce yaşamını savundu, bunun için mücadele etti ve birçok kez tutuklandı. En son Haziran 1914’te İttihat ve Terakki yöneticisi Talat Paşa’ya suikast düzenleyecekler diye SDHP üyesi yüzlerce yoldaşıyla birlikte tutuklandı, aylarca süren işkence altındaki sorgulamalardan sonra Tehcir kanununun çıktığı 27 Mayıs 1915’de Paramaz’a ve 19 yoldaşına idam cezası verildi. SDHP üyesi bu 20 Ermeni komünist 15 Haziran 1915’de Beyazıt Meydanı’nda idam edildiler. Onların bu idamı 24 Nisan 1915’de Ermeni aydınlarına karşı başlayan tutuklamaların bir Ermeni soykırımına doğru gittiğinin kötü habercisiydi.   

Paramaz’a yapılan suçlama Kürtlere yapılan suçlamayla aynı: Vatanı bölmek

Gerçekten de 17 Eylül 1913’de Köstence’de yapılan SDHP’nin 7. Kongresinde İttihat ve Terakki yöneticilerinin Ermenilere karşı bir katliam hazırlığı içinde oldukları, bundan İçişleri Bakanı Talat Paşa’nın sorumlu olduğu konuşulmuş, bu konuda ne yapılacağı yeni seçilen merkez komitesine bırakılmıştı. Somut hiçbir adım atılmamış ve hiçbir girişimde bulunulmamış olmasına rağmen bir ihbar üzerine yüzlerce parti üyesi tutuklanmış, sonunda 20 komünist idam edilmişti. Esas “suçları” sosyal demokrat, komünist, devrimci olmak, işçi sınıfının, emekçilerin haklarını savunmak, Osmanlı haklarının eşit, özgür ve kardeşçe birlikte yaşamalarını sağlamak ve Ermenilere yapılan saldırı ve katliamlara karşı çıkmaktı. Bu “suçu” onlar bir komünist gibi her zaman, her yerde seve seve işlediler.

Osmanlı mahkemesinin o zaman Ermeni komünistlerine yaptığı mesnetsiz suçlamalar ise Türk mahkemelerinin bugün Kürt devrimcilerine yaptığı suçlamalarla hemen hemen tıpatıp aynıdır. Paramaz ve diğer Hınçak Partisi üyelerine yapılan suçlama ”Özgür ve bağımsız bir Ermenistan kurma amacıyla silahlı eylemlerde bulunmak, yabancı devletleri Osmanlı’ya karşı kışkırtarak, devletin bölünmez bütünlüğüne yönelik tehlikeli planlar yapıp, Osmanlı halklarından bir kısmının Osmanlı hâkimiyetinden ayrılıp kendi başına devletler yaratma amaçlı değişik yerlerde alenen ve gizli toplantılar gerçekleştirmek, basın-yayın yoluyla bu amaçların propagandasını yapmak ve kışkırtıcı çalışmalar örgütlemek” idi. Bu suçlamada Osmanlı yerine TC, Ermenistan yerine Kürdistan dendiği zaman bugün Kürtlere yapılan suçlamalardan bir farkı olmadığı hemen görülür: Vatanın bölünmez bütünlüğüne karşı gelmek, ayrı devlet kurmak. Kaldı ki her Osmanlı halkının, her TC halkının ayrılmak, ayrı devlet kurmak, kendi kaderini özgürce belirlemek onların en doğal hakkıdır, suç değildir. 

Mahkeme başkanının “Türkiye’yi parçalayıp, yok etmek niyetiyle bağımsız bir Ermenistan kurma amacına hizmet ettiğiniz doğru mudur?” sorusuna Paramaz şu cevabı verir: ” Bu ülkenin refahı için yapmadığımız ne kaldı? Ermenilerin ve Türklerin kardeşliğini sağlamak için öylesine fedakarlıkları kabul ettik. Ne kadar enerji tükettik, ne kadar çok kanımızı akıttık. Bu kadar acıya katlanmamızın nedeni güven yoluyla birbirimizi yükseltmek idi. Ve bizim karşılaştığımız nedir?

Yalnızca bizim olağanüstü çabalarımızı yok saymakla kalmadınız, aynı zamanda bilinçli olarak bizi imha etmeye çalıştınız. Siz ülkemizi bundan altı yüz yıl önce bizden koparmaya çalışıp, işgal ettiniz. Şimdi de tüm Osmanlı vatanını bir Türkiye’ye dönüştürme çabası içerisindesiniz. Ancak siz bunu yaparken suçlu görülmüyorsunuz da, aynı şeyi yapmaya kalkışıp, tarihsel hakkımızı yeniden elde etme amacı için çabaladığımız için biz mi suç işlemiş sayılıyoruz yani!”

Ermeni, Türk, Kürt, Alevi, Laz, Yezidi, Süryani, Arap ve Kıptilerle birlikte eşit koşullarda kardeşçe yaşamak

Paramaz, Hamidiye Alayları’nın Ermeni halkına yönelik giriştiği vahşi saldırılara karşı çıktığı için 1898 yılında arkadaşlarıyla birlikte Van’da tutuklanmış, yargılandığı mahkemedeki savunmasında mahkeme başkanına “Bizim istediğimiz eşitlik, biz katı milliyetçi değiliz, bizim talebimiz Ermeni, Türk, Kürt, Alevi, Laz, Yezidi, Süryani, Arap ve Kıptilerle birlikte eşit koşullarda kardeşçe yaşamak istiyoruz. Bir devrimci olarak bu hedefe ulaşacağımıza inanıyorum. Ama Osmanlı devletinin tutumu onu Türkçülüğe götürüyor. Yüzlerce yıl önce bu topraklara geldiğiniz noktaya, Türkçülüğe geri dönüyorsunuz” diye hitap etmiştir.

Paramaz’ın 1898’de savunduğu halkların eşit, kardeşçe birlikte yaşama görüşü ile Mustafa Suphi’nin 1920’de savunduğu halkların eşit, özgür, demokratik cumhuriyette birlikte yaşama görüşü öz olarak içeriği aynıdır. Başka türlü olamazdı da, çünkü ikisi de bu toprakların, bu halkların komünistidir.  İdeolojileri, davaları ve mücadeleleri aynıdır. İşçi sınıfının, halkların sömürüden, baskıdan kurtuluşu, halkların eşit, özgür birlikte yaşamalarıdır. Bunu istemeyenler de aynıdır. Bunlar Paramaz zamanında İttihat ve Terakki, Suphi zamanında İttihat ve Terakkinin devamı olan Kemalistlerdi. İttihatçılar Paramaz’ı ve 19 yoldaşını, Kemalistler Suphi’yi ve 14 yoldaşını katlettier, ama onlar ölümsüzdürler, Anadolu halklarının özgürlük mücadelesinde yaşamaktadırlar.

Paramaz ve Suphilerin geleneğini birlikte yaşatmak

Paramaz da Suphi de işçi sınıfının kurtuluşu, halkların özgürlüğü ve eşit birlikte yaşamı için mücadele ettiler, bu mücadelelerinden dolayı katledildiler. Suphi de Paramaz da bizlerin, Türkiye halklarının ve komünistlerinin geçmişidir. Suphi ve 15’lerin geleneğini yaşattığımız gibi Paramaz ve 20’lerin geleneğini yaşatmak da biz Türkiye komünistlerinin görevidir. Onların mücadelesini ve anısını yaşatmak aynı zamanda onları katledenlerden hesap sormaktır. Bu hesap bir gün Türk burjuvazisinden sorulacaktır.

Öz olarak Türkiye Komünist Partisi TKP’de Osmanlı halklarının, Anadolu halklarının mücadelesi, savaş gelenekleri içinde vücut bulmuştur. TKP’nin yaratılmasında ve kurulmasında İstanbul’da Ermeni, Rum, Bulgar ve Yahudi komünistleri, Anadolu’da Kürt, Laz ve Çerkes komünistleri aktif yer almışlardır. TKP’yi TKP yapan onun böylesine enternasyonal bir örgüt olması, İstanbul ve Anadolu halklarının en yiğit, devrimci ve bilinçli evlatlarının, komünistlerinin saflarında toplanmış olmasıdır. Özellikle Ermeni komünistleri TKP’yi yaşatan kadroların başında gelmiştir. 1973 senesinde partinin yeniden ayağa kalkmasını sağlayan, 1973 Atılımını gerçekleştiren politbürodaki 4 yoldaştan biri Ermeni komünisti olan Aram Pehlivanyan, (Ahmet Saydan) yoldaş idi. TKP’de geçmiş ve gelenek canlı olarak yaşamıştır, eksiklik o günün uluslararası mücadelesi nedeniyle buna vurgu yapılmamış olmasıdır. Şimdi partimizi yeniden ayağa kaldırırken onu Paramaz’ın ve Suphi’nin ve diğer devrimcilerin savaş gelenekleri üstünde yükseltmek olmalıdır.   

Son yıllarda bu geleneği yaşatan ilklerden biri Kobane savunmasına katılan birçok Türkiyeli komünisten biri olan ve 1914 senesinde şehit düşen Paramaz Kızılbaş adını alan Suphi-Nejat Ağırnaslı oldu. Geçmiş ve günümüz, onun isminde ve mücadelesinde, genç yaşında toprağa verilen bedenindebuldu. O, bu uğurda kendini feda ederek Paramaz ve Suphi’nin nasıl yaşatılacağını gösterdi. Geçmişe sahip çıkılmadan, geçmiş anlaşılmadan günümüzü ve geleceğimizi anlamak, ona sahip çıkmak mümkün değildir. Bugün Kürt özgürlük mücadelesini desteklemek ve onun yanında yer almak geçmişte Ermenilere ve diğer halklara yapılan soykırımlara da karşı çıkmak ve onunla yüzleşmek demektir. Ağırnaslı (Paramaz) bunu başaranlardandır.

Ermeni ve Kürt düşmanlğı kırılmadan, Tarihle yüzleşilmeden Türkler kurtulamaz

Türk devleti kuruluşundan beri yarattığı Ermeni düşmanlığı, Rum düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, Türk milliyetçiliği ve şövenizmiyle Türk halkını esir aldı. Bu esaretten kurtuluşun yolu Türklerin tarihiyle, tarihte ve günümüzde işlenen cinayetlerle yüzleşmesidir. Bu olmadan Türkler kendilerini kurtaramazlar. Hele hele Erdoğan’ın gerici islami, milliyetçi faşizminden hiç kurtulamazlar. Türkiye’nin kendi halkları ve komşularıyla barışması ve barış içinde bir arada yaşamayı gerçekleştirmesi tarihi ile yüzleşmeden mümkün değildir.

Paramaz’ın partisi Sosyal Demokrat Hınçakyan Partisi SDHP Marksist bir partiydi, 1910’da İstanbul’da legal kuruluşunu yaptı. O, programında işçi sınıfının ve emekçilerin taleplerini öne alan, ulusal tam hak eşitliğini savunan, “Osmanlı Devleti’nden ayrılma eğilimlerini bütünüyle reddeder” diyen enternasyonalist bir partiydi. İttihatçıların yaptıkları soykırım, halklar arasına ektikleri düşmanlık Türkiye solcu ve devrimcilerinin böyle bir geçmişle kaynaşmasına, sürekliliğine engel oldu. Bugün bu engelleri yıkmak bizlerin omuzlarındadır. Bu engeller yıkılmadan günümüzde Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorununun da çözümü zordur, Kürt halkının haklı mücadelesini Türk halkına anlatmak da zordur.

Bugün söz konusu olan Ermenilerin, Kürtlerin imhasına dayanan Türk milliyetçiliği ve ırkçılığını, İttihatçı ve Kemalist anlayışı yenmektir. Bu yenilmeden Anadolu’da halkların eşit, özgür yaşamını, “özür halkların özgür birliğini” gerçekleştirmek zordur, bu zora karşı mücadele ederken önümüzde bize yol gösteren, güç veren Suphilerin ve Paramazların mücadele deneyleri, enternasyonal tutumlarıdır. Ermeni soykırımını önleyemedik, ama Kürt soykırımına müsaade ettirmeyelim, bu kez “özgür halkların özgür birliğini” gerçekleştirelim, Türkiye’de, Anadolu’da, bölgemizde yeni bir tarih sayfası açarak halkların eşit, özgür, barış içinde ortak yaşamını sağlayalım. Mücadelemizde Paramazları ve Suphileri yaşatalım. Onlar bizim savaşımızda en güçlü silahlarımızdır.

Bir yanıt yazın