Haber / Yorum / Bildiri

Boğaziçi Üniversitesi direniyor: Aşağıya bakmayacağız, boyun eğmeyeceğiz !

Yalçın ALKAN

ERDOĞAN sivil darbe yapmaya iyice alıştı. Tayinleri, atamaları, görevden alma ve affetmeleri askeri darbeler gibi bir tatil veya cuma günü sabaha karşı üçbuçukta yapmaktadır. Son darbeyi Boğaziçi Üniversitesi’ne karşı gerçekleştirdi. 1 Ocak 2021 Cuma günü sabaha karşı saat üçbuçukda, öğrenciler ve öğretim üyeleri uyurken, yılbaşı ve hafta sonu tatilindeyken Boğaziçi Üniversitesi’ne tepeden inme bir rektör atadı. Böylece 4 Ocak’a kadar hem 3 günlük bir zaman kazanmış, hem de Boğaziçi Üniversitesi ve kamuoyunu yeni rektöre alıştırmış olacaktı. Ama yanıldı.

Boğaziçi’nin kapısına vurulan kelepçe bilime vurulan kelepçedir

4 Ocak 2021’den beri Boğaziçi Üniversitesi öğrenci, öğretim üyeleri ve çalışanları ile birlikte ayakta. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’ne Erdoğan’ın atadığı AKP militanı Kayyım Rektör Melih Bulu’yu öğrenciler, öğretim üyeleri ve çalışanlar tanımıyorlar, protesto ediyorlar. Öğrenciler Erdoğan’ın bu keyfi kararına karşı barışçıl eylemlerle direniyorlar, demokratik anayasal haklarını kullanıyorlar. Direnişlerini Melih Bulu üniversiteden defolup gidinceye kadar sürdüreceklerini bildiriyorlar. Yaratıcı yöntemlerle mücadelelerini sürdürüyorlar. Kayyım rektör değil, seçilmiş rektör istiyoruz diyorlar. Öğretim üyeleri de sırtlarını Melih Bulu’ya dönerek, Bulu’yu rektör olarak kabul etmediklerini ilan ediyorlar.

Öğrencilerin durmayan barışçıl, demokratik protestolarına Erdoğan tahammül edemedi. Buradan yeni bir Gezi olayının çıkabileceğinden korktu. Hemen İçişleri Bakanına, İçişleri Bakanı da İstanbul valisine, İstanbul valisi de emniyet müdürüne talimat vererek öğrencilerin üstüne polisi sürdüler. Üniversiteyi daha ilk günden barikatlarla, TOMA’larla, “akrep”lerle ve uzun namlulu silahlarla abluka altına aldılar. Üniversiteye giren polis üniversite kapısına kelepçe vurdu; bu kelepçe kapıya değil, bilime vurulmuştu. Bu kelepçe Erdoğan Türkiye’sinin bir yüz karasıydı. Bilime olan düşmanlığının ilanıydı. Üniversiteye giren polis öğrencilere ölçüsüz güç kullandı. Daha ilk gün 45 kişiyi gözaltına aldı. Bazı öğrencilerin sabaha karşı evleri basılıp, kapıları koçbaşı ile kırılarak karakola götürüldü. Karakolda öğrenciler çıplak aramadan şiddete, her türlü hakarete kadar bir çok insanlık dışı uygulamalara maruz kaldılar.

Kutsal değerler ve sanatta ifade özgürlüğü

Ama öğrenciler yılmadılar. Hem derslerine çalıştılar, sınavlarına girdiler, hem de dersten çıktıktan sonrada kayyım rektörü protesto etmeye devam ettiler. Eylemlerini “şiddete” başvurmadan, inatla demokratik ve barışçıl yollardan yürüttüler. Son eylemlerinden biri Şubat ayı başında üniversitede açtıkları bir sergi oldu. Bu sergide üzerinde Kâbe görüntüsü bulunan ve kenarları LGBT, gökkuşağı renkleriyle donaltılmış bir sanat işi olan bir poster yere serilmişti. AKP yöneticileri, Saray mensupları bu posteri öğrencilere saldırmak için hemen fırsat bildiler. Başta Soylu olmak üzre hep bir ağızdan, sanki kutsal değerler ayaklar altına alınıyormuş gibi yalan ve iftiralarla, “Kutsal değerlerimizi ayaklar altına aldırtmayız’’ diye bir kampanya başlattılar. Direnen öğrencilerin üstüne yeniden polis sürüldü. Polis gençleri itip kalktı, ters kelepçeyle yüz üstü yere yatırdı, yerlerde sürükledi. Üniversitenin giriş kapısının karşısına keskin nişancılar yerleştirildi. Öğrenciler üstünde terör estirmeye, kriminalize edilmeye çalışıldı. 159 öğrenci tutuklandı. Öğretim üyeleri tutuklamaları ellerinde 159 sayısı yazılı pankartlarla sırtlarını yine rektörlüğe dönerek protesto ettiler. Öğrenciler Kadıköy meydanında polisin yasaklarını dinlemeyerek büyük bir protesto gösterisi düzenledi. Sivil toplum kuruluşları, Kadıköy halkı protesto yapan öğrencilere büyük destek verdi.

Polis yine keyfi tutuklamalar yaptı. 600 öğrenci gözaltına alındı, Gözaltına alına öğrencilerin bazıları serbest bırakıldı, 11’i tutuklandı, ayaklarına elektronik kelepçe takılan 30 öğrenciye ev hapsi cezası uygulandı. Öğrenciler yine yılmıyordu. Çünkü davalarında haklıydılar. Gözü pek, cesaretli, bilinçli, ne yaptığını bilen, kendini savunabilen ve anlatabilen onurlu bir gençlikle karşılaşmıştı devlet ve kamuoyu. Devlet ve polisi bu gençlik karşısında şaşkındı. Kamuoyu ise böyle bir gençliği görmektem gururluydu.  

Ne var ki, öğrencilerin protestolarını gerici, faşist AKP ve MHP yöneticilerinin yanısıra  bazı CHP yöneticileri de kınamaya kalkıştı. Üzerinde Kâbe resmi olan posteri bir sanat emeği olarak değil, “kutsal değerlerin” rencide edilmesi olarak değerlendirmeye kalkıştı. Böylece, sözüm ona, halkın hassasiyetlerini gözetmiş oldu. Oysa sanat, ifade ve fikir özgürlüğünün en çok somutlaştığı yerdir. Posterin neyi ifade etmek istediğine bakmadan onun “kutsal değerlere” bir saldırı olduğunu iddia edebilmek gericiliktir, AKP ve MHP yandaşlığıdır. Sanatın, bilimin, üniversitelerin toplumdaki anakronik tabuları “yıkmak”, eleştirmek gibi işlevleri savunulmazsa o toplum ilerleyemez, aydınlanamz. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri eylemleriyle hem iktidarın antidemokratik, darbeci, tepeden inme uygulamalarını protesto ediyorlar, hem de toplumu özgürlük, özerklik, hakikat, demokrasi, hak ve adalet konularında ilerletme yükümlülüklerini yerine getiriyorlar. Onların eylemleri Türkiye’yi demokratikleştirme, toplumu ilerletme mücadelesinin bir parçasıdır.

Erdoğan ve Bahçeli öğrencilere “terörist” diye saldırıyor

AKP ve MHP faşist iktidarı öğrencilerin direnişinde bu demokratik karakteri gördüklerinden ve onun bir demokrasi hareketine dönüşebileceğinden korktukları için sürekli kamuoyunda onların mücadelesini itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Onların ne provokatörlüğü, ne teröristliği, ne sapkınlığı, ne din düşmanlığı kaldı. Erdoğan Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini hedef alarak bağırıyor: “Terör örgütlerinin üyesi olan bu gençleri biz ülkemizin gerçek manada milli ve manevi değerlere sahip gençleri olarak kabul etmiyoruz. Zira siz öğrenci misiniz, talebe misiniz, yoksa siz rektörün odasını basmaya kalkışan, orayı işgale kalkışan terörist misiniz?” Ortada rektör odasını basmaya veya işgale kalkan ne bir öğrenci ne de bir “terörist” var. Öğrenciler Erdoğan’a tepeden inme kayyım rektörü istemiyoruz, seçilmiş rektör istiyoruz diyorlar. Bunu dedikleri ve bu uğurda direndikleri için öğrenciler “terörist” oluyorlar. Ama Erdoğan’ın bu herkese terörist deme taktiği öğrencilerde sökmüyor. Onlar Erdoğan’ın tehditlerinden korkmuyorlar. Milli ve manevi değerlerin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Onların milli ve manevi değerleri Erdoğan’ınki gibi para ve dolar değildir, demokrasidir, özgürlüklerdir, hak ve adalettir, halkın refahı, ülkenin çağdaş uygarlık seviyesine yükselmesidir. Böylesi bir gençliğe sahip olmak halkımızın en büyük milli ve manevi değeridir.

Öğrencilerin ve öğretim üyelerinin azimli, ardıcıl direnişleri karşısında faşist Bahçeli uluyor: “Boğaziçi Üniversitesi’nde “öğrenci dedikleri vandaldır, barbardır, gözlerini kan ve nefret bürümüştür… Sırtlarını ajanlara, zalimlere ve karanlık çevrelere dayamış olanlar evlat değil başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır… Ne zamandır teröristler öğrenci olmuştur?..

Yasa dışı eylemleri diğer üniversitelere teşmil etmek için kuyruğa girenler bunun bedelini acıklı şekilde ödemelidir… Rektörümüz, …lazım gelen atamaları süratle yapmalıdır. Kabul etmeyen, yazılı talimata uymayanlar derhal üniversiteden uzaklaştırılmalıdır.” Bahçeli kendi taşıdığı özellikleri öğrencilere atfetmeye kalkışmaktadır. Ama tutmuyor, öğrenciler anayasal hak ve özgürlüklerini kullanıyorlar, vandallık, barbarlık, kan ve nefret onlara yabancı. Onlar üniversitelerinin kazanmış olduğu düzeyi korumak, iyi bir eğitim almak, halkının ve ülkesinin iyi bir “evladı” olmak için mücadele etmekteler ve bunun için bedel ödemeye hazır olduklarını göstermekteler. Onlar ne hapisten, ne sürgünden korkmadıklarını, “aşağıya bakmayacaklarını” ve “boyun eğmeyeceklerini” ilan etmektedirler. Polis onlara eylemlerinde ne öne baktırabiliyor, ne boyun eğdirebiliyor.

Yeni fakülte açmak ve mafyayı devreye sokmak

Öğrencilerin ve öğretim üyelerinin bu kararlı direnişi ve tutumları karşısında oldukça “çaresiz” kalan Erdoğan ve Bahçeli bir yandan üniversitenin yapısını değiştirmeye çalışırken, diğer yandan da mafyayı devreye sokarak öğrencilere aba altından sopa göstermeye yeltenmektedirler. Öğretim üyelerinin kayyım Rektör Bulu ile çalışmak istememesi üzerine, iktidar yine tepeden inme bir kararla Boğaziçi Üniversitesi’ne iki yeni fakülte açarak, oralara atayacağı yandaş öğretim üyeleriyle kayyım Rektör Bolu ile çalışacak yeni bir kadro oluşturmak ve böylece Boğaziçi’nin demokratik ve özgür üniversite yapısına bir darbe indirmeyi planlamaktadır. Kurulacak olan bu iki yeni fakülte, İletişim ve Hukuk Fakülteleri ile Erdoğan büyük bir ihtimal amacına ulaşamayacaktır. Çünkü bu fakültelere giren öğrenciler diğer fakültelerdeki arkadaşları gibi demokratik ve özgür, tartışan ve yaratıcı olan bir eğitim isteyeceklerdir. Erdoğan yardakçısı hocalarla tartışacaklar, onları zorlayacaklardır. Görülecektir ki, Erdoğan Boğaziçi’nin demokratik ve özgür bir üniversite olma karakterini asla değiştirmeyi başaramayacaktır.

Erdoğan ve Bahçeli için bunu başarmanın yolu ise öğrencileri ve öğretim üyelerini terörize etmektir. Bunun için üniversiteye dışardan yoğun bir saldırı düzenleyeceklerdir. “Gözlerini kan ve nefret bürümüş” ajan ve provokatörleri devreye sokacaklar, 70’li, 90’lı yıllarda olduğu gibi öğrencileri birbirine düşüreceklerdir. Bunun ilk sinyalini mafya babası Çakıcı verdi. Organize suç örgütü lideri Çakıcı sosyal medya hesabından yayınladığı bir mektupta, Melih Bulu’ya hem arka çıkmakta, hem protesto gösterilerinin terörist öğrenciler tarafından düzenlendiği ve onun istifasını hedeflediği belirtilmekte, hem de ona nasıl davranacağı konusunda akıl vermektedir: “Muhalefet, HDP, PKK’lı, DHKP-C’li sempatizanları Boğaziçi Üniversitesi’nde, İstanbul’un değişik yerlerinde ve Türkiye genelinde sokak faaliyetleri yürütmektedirler. Devletimizin teminatı olan, devletimizin kurumları ve Cumhur İttifakına zarar vermek için Rektörü istifaya davet etmektedirler. Sayın Rektör sana hatırlatmak isterim. Lütfen, sakın istifa etmeyin, istifa ederseniz bu terörist öğrencilerin önünü açarsınız. Bu kutlu ittifakta gedik açmaya hakkınız yok. Arkanızda Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve aziz milletimizin olduğunu unutmayınız.”

Çakıcı Rektör Bulu’ya üstlendiği sorumluluğu hatırlatıyor, “kutlu ittifak” dediği Erdoğan, Bahçeli ve mafya, yani kendisinden, Soylu’dan, Ağar’dan oluşan ittifak. Rektörün arkasında olduğunu söylediği devlet ve millet ise kendisi, mafya çetesi. Rektöre destek ise öğrencilere şiddet demektir. Unutulmamalı, Bahçeli, böylesine zor günlerde Çakıcı’nın harekete geçmesi için Erdoğan’a af çıkartarak onu hapihhaneden çıkartmıştır. Öğrencilerin direnişini kırmak için bir müddet sonra kanlı olaylar başlarsa şaşmamak gerekir. Daha şimdiden Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın gençlik vakfı TÜGVA (Türkiye Gençlik Vakfı) harekete geçmiş durumda. Bu vakfın üyesi olan ve Bihavadis isimli intertnet portalı sahibi Emre Kayırlı elinde silahlarla poz vererek yazdığı köşe yazısında Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini hedef aldı ve tehdit ederek şöyle dedi: “Haydi gidiyoruz, polislerle omuz omuza duracağız, dil uzatanın dilini, el kaldıranın elini koparacağız’ desem kaç kişi benimle gelir?” Kayırlı yazısında sonra da öğrencilerin eğitim hayatına son verilmesini, devlet memuru gibi işlerden men edilmesini, banka hesaplarına ve mal varlıklarına el konulmasını, aynı gün içinde de tutuklanmasını talep etti. Bunlar sağ kesimin AKP ve MHP’nin taraftarlarını öğrencilerin üstüne saldırtmak için hazırlık yaptıklarının birer ifadesidir.

Mafyanın kutlu ittifakının TÜGVA’lı saldırganların elini kolunu bağlayacak olan halkın öğrencilere ve öğretim üyelerine sahip çıkması ve öğrencilerin işçi sınıfından ve halktan aldığı destekle yığınsal barışçıl ve demokratik eylemlerini sürdürmesidir. Halkın desteği mafyanın da TÜGVA’nında saldırıların kursaklarında bırakacak olan güçtür.  

Halkın desteği Boğaziçi öğrencilerine, öğrencilerin eylemi de halka güç veriyor

Boğaziçi öğrencileri direnişlerinin başından beri halktan, kamuoyundan büyük destek gördüler. Çünkü Melih Bulu gibi uluslararası alanda hiç tanınmayan, makalesi olmayan, doktora tezinin bile plagiat (çalıntı) olduğu tartışılan, profösörlüğü şaibeli olan, yıllarca AKP saflarında militanlık yapan niteliksiz, yeteneksiz ve çapsız birinin Türkiye’nin uluslararası alanda tanınan ender üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmasını kamuoyunun vicdanı kabul edemedi. Kamuoyunun görüşüne göre Boğaziçi Üniversitesi hâlâ işleyen özgür ve demokratik yapısı ile diken gibi Erdoğan’ın gözüne batmaktaydı. Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ne böyle bir kayyım atamaktaki hedefi, yalnız onun uluslararası alanda takdir edilen başarılı ve verimli, tartışan, üreten ve yaratan bir bilim yuvası olması değil, aynı zamanda onun bu özgür ve demokratik yapısını yıkmaktır, onu kontrol altına almak, “milli ve yerli, maneviyatlı” bir üniversiteye dönüştürmek, kendine benzetmektir. Öğrenciler Erdoğan’ın bu hedeflerinin karşısına dikildiler. Görülen, şimdilik onun oyununun bozulduğudur.

Bu nedenledir ki, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin bu kararlı çıkışları, protestoları kamuoyunda büyük bir haklılık kazandı. Onlara Türkiye’nin dört bir yanından destek yağmaya başladı ve hâlâ bu destekler devam ediyor. Sivil toplum kuruluşları, sendikalar, muhalafet parti ve milletvekilleri, sanatçılar, aydınlar, gençlik ve öğrenci örgütleri hem açıklamalarda bulundular, hem üniversiteye gelip ögrencileri ziyaret ettiler, onlara desteklerini bildirdiler. Biliyorlardı ki, öğrencilerin bu mücadelesi aynı zamanda yıllardan beri kamuoyunda Erdoğan’ın antidemokratik uygulamalarına karşı biriken öfkenin de bir patlamasıydı. Sokaklarda, meydanlarda, üniversite ve fabrikalarda eylemler yükselmeden Erdoğan’ın otoriter, gerici, faşizan tek adam rejimini sonlandırmak, halkı yokluktan kurtarmak, ülkeyi demokratikleştirmek mümkün değildlr.  

Boğaziçi Ünüversitesi’nde eylemler başlar başlamaz DİSK, KESK, TMMOB ve TTB yaptıkları ortak açıklamada Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin yanında olduklarını bildirdiler. Yaptıkları açıklamada, “İşçiler sendikasını, öğrenciler üniversitenin asli unsurları rektörünü, halk yerel yöneticilerini ve vekillerini özgürce seçmek istiyor. Atanmışlarla, kayyımlarla ve dayatmalarla bu halkın kaderini belirlemeye çalışmak artık kabul görmüyor…  Bu toprakların tarihinde her zaman demokratik üniversite mücadelesi, demokratik Türkiye mücadelesinin güçlü bir parçası olmuştur. Bu nedenle üniversitelerine sahip çıkan, demokrasi mücadelesini yükselten Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin, öğrencilerinin ve mezunlarının haklı mücadelesinin yanındayız” denildi.

Başta Ankara, Bursa, Adana ve İzmir üniversiteleri olmak üzere diğer üniversitelerde de öğrenciler polisin yasaklarına rağmen sokaklara çıktılar, dayanışma eylemlerinde bulundular. Halk tencere tava çalarak öğrencilere destek verdi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri yalnız olmadıklarını gördü, bu onların direnişlerine güç kattı. Öğrenciler halktan, halk da öğrencilerden güç alıyordu. Onlar tüm baskılara ve devlet terörüne rağmen Erdoğan’a karşı direnilebileceğini görüyordu. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri direnişleriyle üstüne çizik attırmayan Erdoğan’ın üstüne bir çizik ve karşı çıkanı ezer denen beskı rejiminde bir delik açtı. Erdoğan’ın yaralanabilir olduğunu, sokakların yalnız Erdoğan’a ait olmadığını, Erdoğan’ı durdurmanın ve yenmenin ancak sokaklara çıkılarak mümkün olabileceğini bir kez daha gösterdiler.

Erdoğan’a açık mektup – Yüreksizsin, istifa edemezsin

Kamuoyunda büyük destek gören öğrencilerin direnişi, onların Erdoğan’a yazdıkları açık mektupla yeni bir boyut kazandı. Öğrenciler mektuplarında yalnız kendi sorunlarını değil, tüm Türkiye’nin, halklarımızın sorunlarını ve özlemlerini dile getiriyorlar. Öğrenciler, önce hem üniversitelerinin hem Türkiye’nin sorunlarından sorumlu olan kişinin Erdoğan olduğunu belirtmekteler, açık konuşmaktan yana olduklarını vurgulamaktalar, eylemlerinin nedenlerini ve taleplerini sıralamaktalar. Yasal, ama meşru olmayan rektör atamasının toplumda, “içinde zerre kadar adalet kırıntısı taşıyanı isyan ettirecek bir atama” olduğu, bu atamayla “Üniversitemizi kendi siyasi militanlarınızla doldurma çabanız, içine düştüğünüz siyasi krizin göstergesidir” denmektedir. “Biz kendi anayasal haklarımızı toplumun tüm kesimlerinin maruz bırakıldığımız haksızlığın farkına varılması için kullanıyoruz” diyen öğrenciler taleplerinin tutuklanan bütün arkadaşlarının serbest bırakılması, LGBTİ+ arkadaşlarını itibarsızlaştırılmasına son verilmesi, Melih Bulu’nun ve tüm kayyımların istifa etmesi, üniversitelerde demokratik rektörlük seçimlerinin yapılması olduğunu belirtmektedirler.

Öğrenciler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olayları… kabul etmek mümkün değil. Yürekleri yetse Cumhurbaşkanı da istifa etsin diyecekler” sözüne atıfta bulunarak, Cumhurbaşkanını istifaya çağırmak anayasal bir haktır, “anayasal bir hakkı kullanmak ne zamandan beri bir cesaret sorunu oldu?” diye sormaktalar ve “Bizi size koşulsuz itaat edenlerle karıştırmayın” demekteler, “yürek diyorsunuz, ama “dokunulmazlık zırhının altında esip gürlüyorsunuz” diyorlar. Öğrenciler Erdoğanla farklı tutumlarını şöyle dillendiriyorlar: LGBTİ+’lara “sapkın” diyorsunuz, biz LGBTİ+ hakları insan haklarıdır diyoruz, parti üyeriniz Soma’da madencileri tekmeliyor, biz işçilerin yanında saf tutuyoruz, Siz HDP Genel Başkanını, gazetecileri, sendikacıları hukuksuz bir şekilde hapishanede tutuyorsunuz, Berkin Elvan’ın annesini mitinglerde yuhalatıyorsunuz, Ayşe Buğra hocamızı Osman Kavala’nın karısı diye sataşıp, onu hedef gösteriyorsunuz, ama biz onların yanında yer alıyoruz, bu gerçekleri korkmadan haykıranlarla beraber oluyoruz.

Öğrenciler sonra Erdoğan’a Melih Bulu’yu Üniversitede zorla, manevralarla rektör tutmaya çalışmanın “pek yüreklice bir tutum” olmadığını, bu nedenle de kendisini istifaya çağırmayacaklarını belirtmekteler ve şöyle demekteler: “Siz istifa edecek olsanız, Hrant Dink katledildiğinde istifa ederdiniz! Soma’da 301 madenci katledildiğinde istifa ederdiniz! Roboski’de 34 Kürt öldürüldüğünde istifa ederdiniz! Çorlu’daki tren kazasından sonra istifa ederdiniz! Başta KHK’lılar olmak üzere, işsiz bıraktığınız ya da iş bulamayan binlerce yurttaşın geçim derdini görüp istifa ederdiniz!”

Öğrenciler mektuplarını “Biz Melih Bulu o koltukta oturduğu sürece protestomuzu boyutlandırarak sürdüreceğiz. Bu konuda gerekeni yapıp yapmamak ise sizin bileceğiniz iştir. Biz demokratik hak ve özgürlükleri gasp edilenlerin yanındayız! Bu topraklarda ezilenleri meydanlardan, kürsülerden bağırıp tehdit ederek hedef göstererek susturamayacağınızı anlamanız dileğiyle” diye sonlandırmaktalar.

Öğrencilerin bu açık mektubu kamuoyunda büyük bir yankı buldu. Onların açık sözlülüğü, bu cesur çıkışları herkese güç verdi. Birçok insan mektuba katıldığını ve desteklediğini ilan etti. Mektubu ilk destekleyen ve tweetler atan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Sinema ve Televizyon bölümü öğrencisi Beyza Buldağ idi. Ama Buldağ’ın sabaha karşı evi basıldı. Genç kadın gözaltına alındı, İzmir’den İstanbul’a getirildi. İfadesi alındı, tutuklandı, hapse kondu. İki gün sonra serbest bırakılmak zorunda kalındı. Her tutuklanan, hapse konan öğrenci gibi Buldağ da yılmayacağını belirtti. Zira zalimlere karşı direnmek onurlu yaşamaktır.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine destek çığ gibi büğüyor. Onlar bu eylemleriyle Erdoğan’ın yüreğine korku saldı. Erdoğan belki Gezi Direnişinden sonra ilk kez sonunun gelmeye başladığını gördü. Hep birlikte Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine sahip çıkalım, direnişi sokaklara meydanlara taşıyalım. Erdoğan’ı sandıkta yenebilmek için önce O’nu sokaklarda yenmek gerekmektedir. 

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin

12. Cumhurbaşkanına açık mektup

Daha önce Melih Bulu’ya “Bir Provokatör Üstünde Şiir Denemeleri” şiiriyle yanıt vermiştik. Konunun asıl sorumlusunun siz olduğunuzu anlayıp yanıt vermeniz sevindirici. Bugüne kadar bizimle TÜRGEV aracılığıyla el altından görüşmeler talep ettiniz. Şimdi de bizimle basın aracılığıyla tartışmaya çalışıyorsunuz. Biz aracıları sevmiyoruz, doğrudan ve herkese açık bir şekilde konuşmayı tercih ediyoruz. Umarız siz de böyle devam edersiniz.

Önce size eylemlerimizin nedenini ve taleplerimizi hatırlatalım:

Üniversitemize öğrencileri ve öğretim üyelerini hiçe sayarak bir kayyum atadınız. Yaptığınız yasal mı? Evet her fırsatta tekrar ettiğiniz gibi yasal ama meşru değil. Bu atama, toplumda içinde zerre kadar adalet kırıntısı taşıyanı isyan ettirecek bir atama!

Üstüne üstlük, bir Cuma günü bir geceyarısı kararıyla daha; hocası, öğrencisi, emekçisi tüm kurumu sindirmek adına fakülteler açıyor, dekanlar atıyorsunuz. Üniversitemizi kendi siyasi militanlarınızla doldurma çabanız, içine düştüğünüz siyasi krizin göstergesidir. Krizinizin mağdur ettikleri günden güne büyüyor!

Biz kendi anayasal haklarımızı toplumun tüm kesimlerinin maruz bırakıldığınız haksızlığın farkına varması için kullanıyoruz.

Taleplerimiz şunlardır:

* Bu süreçte gözaltına alınan, tutuklanan bütün arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın!

* LGBTİ+ arkadaşlarımıza ve diğer hedef gösterilen bütün gruplara yönelik itibarsızlaştırma kampanyalan sona ersin!

* Başta bu gözaltılara, tutuklamalara ve hedef göstermelere sebebiyet veren Melih Bulu olmak üzere bütün kayyumlar istifa etsin!

* Üniversitelerde, üniversitenin bütün bileşenlerinin katıldığı demokratik rektörlük seçimleri yapılsın!

‘Yürekleri yetiyorsa’ diye başlayan bir cümle kurmuşsunuz.

Cumhurbaşkanını istifaya çağırmak bir anayasal hak mıdır? Evet!

O halde bir anayasal hakkı kullanmak ne zamandan beri bir cesaret sorunu oldu?

Bizi size koşulsuz itaat edenlerle karıştırmayın. Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz. Ama madem yürek demişsiniz kısaca ona da cevap verelim. Bizim hiçbir dokunulmazlığımız yok! Sizse 19 senedir bir dokunulmazlık zırhının altında esip gürlüyorsunuz. İçişleri Bakanı dini hassasiyetleri kaşıyan yalanlar söylüyor. Biz kendimize otosansür uygulamayacağımızı söylüyoruz. LGBTİ+ arkadaşlarımıza sapkın diyorsunuz, biz LGBTİ+ hakları insan haklarıdır diyoruz. Parti üyeleriniz Soma’da madencileri tekmeliyor. Biz işçilerin yanında eylemli bir şekilde saf tuttuk, tutacağız.

HDP Genel Başkanını hukuksuz bir şekilde hapishanede tutuyorsunuz. Gazetecileri de sendikacıları da… Bizse gerçekleri korkmadan haykıranlarla biriz, beraberiz, tüm kayyumların karşısındayız diyoruz. Siz Berkin Elvan’ın annesini mitinglerde yuhalatıyorsunuz. Biz Berkin Elvan’ın yanındayız diyoruz. Siz “Osman Kavala’nın karısı da bu provokatörlerin arasında yer alıyor” diyerek adını bile anmadan Ayşe Buğra‘ya sataşıp, hedef gösteriyorsunuz. Bir kadının bahse değer tek özelliğinin onun eşi olduğuna dair cinsiyetçi boş inancı çiğ bir üslupla dile getiriyorsunuz. Biz ise “Ayşe Buğra kıymetli bir hocamız ve bir bilim insanıdır” diyoruz. “Ona yapılmış bir saldırıyı kendinize sayarız” diyoruz. (Siz şimdi de bu mektup için suçluyu övmekten, cumhurbaşkanına hakaretten düzinelerce dava açarsınız, biliyoruz ama doğruyu söylemekten asla vazgeçmeyeceğiz, onu da biliyoruz!)

Kendi atadığınız rektörü okulda tutacak gücünüz olmadığı için, yeni kurulacak fakültelerle, şişirme kadrolarla ayakta tutmaya çalışmak da pek yüreklice bir tutum olmasa gerek. Bu nedenle yürek konusunda söylediklerinizi ciddiye almıyoruz.

Biz farkındayız ki ne Boğaziçi üniversitesi Türkiye’nin en önemli kurumu ne de Melih Bulu’nun kayyum olarak başımıza gelmesi Türkiye’nin en önemli sorunudur. İstifanız talebine gelince, biz sizi bu mesele nedeniyle istifaya çağırmayız. Niye mi? Siz istifa edecek olsanız,

Hrant Dink katledildiğinde istifa ederdiniz! Soma’da 301 madenci katledildiğinde istifa ederdiniz! Roboski’de 34 Kürt öldürüldüğünde istifa ederdiniz! Çorlu’daki tren kazasından sonra istifa ederdiniz! Başta KHK’lılar olmak üzere, işsiz bıraktığınız ya da iş bulamayan binlerce yurttaşın geçim derdini görüp istifa ederdiniz!O zaman halkı yoksulluğa mahkûm eden ekonomi politikalarınız içinden çıkılmaz hale gelince damadınızı kurban etmek yerine sorumluluğu üstlenirdiniz. Örnekler çoğaltılabilir fakat siz hiç istifa etmediniz. Sizin tabirinizle yürekli olmak yerine safça kandırılan olarak görünmeyi tercih ettiniz. Şimdi sizi niye istifaya çağıralım? Biz Melih Bulu o koltukta oturduğu sürece protestomuzu boyutlandırarak sürdüreceğiz. Bu konuda gerekeni yapıp yapmamak ise sizin bileceğiniz iştir. Biz demokratik hak ve özgürlükleri gasp edilenlerin yanındayız! Bu topraklarda ezilenleri meydanlardan, kürsülerden bağırıp tehdit ederek hedef göstererek susturamayacağınızı anlamanız dileğiyle.

Bir yanıt yazın