Haber / Yorum / Bildiri

Lenin’i 97. Ölüm Yıldönümünde Saygıyla Anıyoruz! (2. Bölüm)

Bilimsel Teknolojik Devrim Sorunu

Deniz ALTINER

SINIF mücadelesini çarpıtmak için, ’’bilimsel teknolojik devrimin’’belirleyici olması gerekiyordu. Sınıfsız teknokrasi adına, endüstriyel kalkınmanın kendisi, var olan tüm toplum biçimlerini – kapitalist ve sosyalist – daha yüksek, “post-endüstriyel” bir topluma ’’dönüştürüyordu’’. Kapitalistler post endüstriyel, ’’yüksek insanlık’’ için bir toplum yaratmak değil; üretimde işçiden tasarruf etmek, gece gündüz üretim yapmak, zamandan tasarruf etmek için bilimsel teknik devrime başvuruyorlar. Onlar üretimi geliştirdikçe doğal olarak üretici güçler de değişiyor, gelişiyor. Ve yine burada sorun ”bilimsel teknolojik devrimin” hangi sınıf tarafından ne için kullanıldığı sorunudur.

İlk sanayi devrimi, 18. Yüzyılın ilk yarısında seri üretimin de başlamasıyla madencilik ve buharlı motor gibi teknolojik gelişmelerin toplumu temelden değiştirmesiyle başladı.

İkinci sanayi devrimi, 19. Yüzyılda özellikle çelik ve elektrikle montaj sanayinin, kimya sanayinin icadlarıylabaşladı.

Üçüncü sanayi devrimi 1970’lerde mekanik ve analog teknolojisiyle bugün bildiğimiz bilişim teknolojisi, elektronik ve otomasyonla dijitale geçişe işaret etti.

Dördüncü sanayi devrimi ise üçüncünün omuzlarında yükselen; yani 3D baskı, yapay zeka, veri ve genetik olarak sayılabilecek, robotların büyük rol oynadığı teknolojiler günlük hayatımızda önemli değişikliklere yol açacaktır. Biz insanların görme, tat alma, duyma, koku alma ve dokunma gibi duyularla dünyayı anlamaya, kavramaya yarayan duyu organları vardır ama robotların ve makinelerin yoktur. Bu nedenle her zaman onları yönlendirmek için insanların yardımına ihtiyaçları vardır. Robotlar, bir işi otomatik olarak gerçekleştiren, bilgisayar tarafından programlanan ve kontrol edilen makinelerdir. Şirketler, robotları daha verimli üretim elde etmek için kullanırlar. Verimli üretim, pazarda rekabet edebilmek için ürünleri – işgücü dahil- olabildiğince ucuza mal etmektir.

Verimli üretimde;

1- Amaç makineleri ve üretici güçleri mümkün olduğu kadar çok kullanmaktır, daha kısa zamanda daha çok üretim elde etmektir.  Yeni makinalar satın almak pahalı olduğu kadar, daha fazla alan da gerektirmektedir. Bu nedenle makinelerin olabildiğince daha fazla kapasiteye sahip olacak şekilde organize edilmesi gerekmektedir. Her işlem arasındaki duraksamaları en aza indirmek, görevin niteleğine bağlı olarak robotları kolayca devreye sokmak mümkündür.

2- Hammaddeler pahalı olduğu için diğer bir hedef de olabildiğince az israf ve hatayla üretim yapabilmektir. Hammadde israfını azaltabileceğinden, doğadan daha az hammadde tüketimi, çevreye ve finansmana da fayda sağlayabilir.

3- Verimli üretim, üretimi insanlara daha az bağımlı hale getirmektir. Özellikle işçi ücretlerin yüksek olduğu gelişmiş kapitalist ülkelerde otomasyon derecesini artırmak gerekir. Kapitalistler için gelişmiş Avrupa ülkelerindeki hem ücretlerin düşmesi demek, hem daha az işçi çalıştırmak demektir. Robotlarla ücretlerden tasarruf edildiğinde üretimin Çin’de ya da Türkiye’de yapılmasının anlamı kalacak mıdır? Unutulmamalı kapital her zaman artıdeğeri yüksek ucuz işgücünün olduğu yere gider.

Robotlar, daha çok benzer seri üretimin yapıldığı üretimde kullanılır ve birçok şirket robotlar tarafından üstlenilebilecek görevler bulmak için çalışmalar yapıyorlar.  Fabrika içindeki ulaşımda, üretimde ve depolarda kullanılır. Mesela Amazon depolarında çok sayıda robot vardır. Çöpleri ayırmada, ölçme ve kalite kontrolde, ilaç kutularının test edilmesinde, malların paletlere yüklenmesinde, margarin veya mobilya gibi malların paketlenmesinde, montajda, kaynak yapmada ve boya işlerinde kullanılır.

Bir de doğrudan insanlarla işbirliği içinde, onların yanında ve onlarla çalışmak üzere yapılmış ‘’meslektaş robotlar’’ vardır ki onlara Cobot adı verilir. Daha fazla sensöre sahip olmaları, yavaş çalışmaya ayarlandıkları için fren yapacak zamanları olan ve bir kazaya neden vermemeleri için düşük basınçlarla çalıştıkları için işçilerin can güvenliği sağlanır. Ağır kaldırma, boya, tutkal, toz ve diğer tehlikeli kimyasal ve yorucu işleri üstlenerek iş güvenliğini sağlarlar. İş yerinde hastalık günlerini ve kazaları azaltır, bu da kapitalistin işine gelen bir durumdur. Robotlar ayrıca gece de çalışabileceği için enerjiden tasarruf edilebilir. Ve işçiler daha fazla bakteri taşıdığı için, robotla üretimde insan müdahelesi daha az olduğunda üretilen mala bakterilerin sızması engellenebilir. Robotları üretimde kullanabilmek için üretim sürecinin ve teknik anlayışın bir kombinasyonunun yani robotu programlamak gerektiği anlamına gelir. Ancak süreci analiz edip parçalara ayrıştırdıktan sonra, robotun görevi devralması için tasarlamaya ve ardından programlamaya başlanır.

Bugün kapitalist ülkelerde fabrikaların büyük çoğunluğu otomasyonun farklı aşamaları ile ilgili olarak, daha önce elle yapılan ve çok uzun bir süre alan işin yerine, hammaddeleri işleyen makinelere sahiptir. CNC olarak adlandırılan makineler, bilgisayar yardımıyla metal ve diğer malzemelerde birçok tek tip karmaşık parça üretebilen makinelerdir. Daha zonra malzemeleri, makineye ‘’teslim etme’’ ve işleme makinesinden alma sürecini otomatikleştirmeye başlayan insan sayısı giderek artmaktadır. Birçok şirket için bir sonraki adım, makineler arasındaki malzemelerin taşınmasını otomatik hale getirmektedir. Örneğin, bir robotun otomatik olarak A makinesinden ürünü paletlerle alıp B makinesine taşıyarak onu çalıştırmasıdır. Diğer bir adımda ürünün standartlara uygun olup olmadığını, yani kalite kontrolünü otomatikleştirmektir.

Yüksek hacimli ve büyük miktarda emekle üretim gerektiren bir şirkette, otomasyon sistemleri ile bu insanların yetenekleri artırılabilir, iş gücünü azaltabilir, üretimini çok yüksek seviyelere taşıyabilir, böylece para ve zaman kazancını maksimuma çıkarabilir. Endüstriyel sanayi robotları, daha yüksek üretim oranları ve gelişmiş kaliteyle üretim endüstrisini yeniden yapılandırırken, iş, destek ve işin akış süreçlerini yönetmede devrim yapıyor. İnsanları sıkıcı, tek tip görevlerden uzaklaştırarak işin niteliğini yükseltiyor, işin kalite ve devir süresinde çok daha yüksek gelişmeler sağlayabiliyor. Artan verimlilik işin büyümesinde ve gelişmesinde de etkili bir rol oynuyor. Ama tüm bu gelişmeler kapitalizmde bir yanda belli ellerde zenginlik birikirken, diğer yada işsizliğin, yokluk ve sefaletin artmasına neden olur.

100 yıldır Türkiye’de kapitalist devletin işçi sınıfının, emekçilerin, köylülerin ürettiği değerlerle burjuva yetiştirmeye çalıştığını göz önüne alırsak, endüstriyel robot ve otomasyon, robot teknolojisinde ülke dünyanın epey gerisinde bulunuyor.  Yatırım yapacak kişi veya kuruluş, bu yatırımı etkin bir şekilde kullanabilecek nitelikteki elemana ulaşmakta zorluk yaşıyor. Bir sanayicinin İtalya’da gözlemlediği 90 yıllık tekstil fabrikasında robot ve otomasyon sistemiyle üretim yapan bir fabrikayı gezmesi ve üretici güçlerin gelişimi karşısında, o teknolojiyi devletin yardımıyla Türkiye’de de gerçekleştirmek istediğini belirtmesi ve Türkiye’nin İtalya’nın en az 60-70 yıl geride olduğunu belirtmesiyle, ülkede hala devletin sırtında palazlanmaya çalışan zayıf bir burjuvazi ile karşılaşırız. Türkiye’de 90 yaşında kaç tane fabrika vardır?

Gerçekte ise bilimsel-teknolojik devrimi, mülkiyet ilişkilerinden ve sınıf mücadelesinden kopuk üretici güçler olarak değil, sınıfsal yapılar üzerindeki etkilerine bakılarak toplumsal gelişim için yarattığı yeni durumlarla göz önüne alınır. Teknolojik gelişme; sermayenin yoğunlaşması, tekelci devlet kapitalizmi, işgücü için gerekli eğitim düzeyi, teknolojinin işçi sınıfının yaşam koşullarına uyumlulaştırılması, toplumda üretime uygun düşmeyen eğitim krizi anlamında önemlidir. Ancak tüm bunlar kapitalizmin temellerini; üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti değiştirmez, dolayısıyla işçi sınıfını için hiçbir şey değiştirmediği, onun ekonomik ve sosyal konumunun daha da kötüleştiği gerçeğini değiştirmez.

Teoride bu ve buna benzer revizyonizm biçimleri, aynı zamanda bilimsel yönteme Marksizm ve Leninizme aykırıdır. Bu çarpıtmalar genellikle ‘yenilenme’ adına yapılır, çünkü ‘hiçbir şey verilmiş sayılamaz, her şey şüpheye tabi olmalıdır’. Biraz daha felsefi olarak şöyle ifade edilir: “Mutlak gerçek yoktur. Her şey görecelidir. ‘’

Lenin, böylesi göreceliliğin sürdürülemezliğini hem felsefede hem de politik ve diğer uygulamalarında gösterdi. Belirli bir zamandaki bilgimizin eksik, göreceli olduğu gerçeğinden, onun aynı zamanda sabit, mutlak bir gerçek içermediği sonucuna varılamaz. Sorunların derinliklerine inmek için gerekli bir yöntem olan halihazırda edinilmiş olan bilgiden şüpheyle, daha önce kazanılan tüm kavrayışların basitçe reddedildiği noktaya getirilmemelidir. Aslında, bu tüm bilimsel bilgi ve yöntemin reddedilmesine ve keyfi yete müsamaha gösterilmesine yol açar. Bilgiyi inançla veya başka önyargı biçimleriyle değiştirmek anlamına gelir. Biraz daha katı felsefi bir dille bu, Marksist-Leninist yöntemin eleştirel olduğu, ancak şüpheci olmadığı biçiminde ifade edilebilir. Göreceli ve mutlak bilgi arasında diyalektik bir ilişki vardır. Diyalektik yöntemde, her zaman gerekli olan doğrulama ve eleştiri sadece bir inkar değil, aynı zamanda diyalektik bir olumsuzlamayı da oluşturur. Lenin, “Felsefi Kitapçıkları” nda şöyle söyler: “Sadece olumsuzlama, işe yaramaz olumsuzlama değil, tereddüt, şüphe diyalektiğin karakteristik özüdür – ki bu en önemli unsuru da olsa şüphesiz bir olumsuzlama unsuru içerir – hayır, daha ziyade bir tutarlılık momenti olarak, bir gelişme momenti olarak, olumlu olanı koruyarak olumsuzlama. Tereddüt etmeden, eklektizm olmadan ‘’.

Her türden görecelik ve oportünizmle, sınıfsal bakış açısının terk edilmesi tesadüf değildir. Toplumdaki yeni sorunların üstesinden gelmenin ve yeni yollar bulmanın doğru yolu, sınıf mücadelesinin itici güç olarak anlaşılmasından, sınıf bakış açısını korurken, eskiyen şeyi eleştirip reddetmek ve şunu görmektir: Üzerine inşa edilebilecek ve inşa edilmesi gereken güçlerin altını çizip geliştirmektir. Bu bir yenilenmedir, teori ve pratiğin diyalektik olarak yenilenmesidir – üzerine ‘yenilenme’ feryatları giydirilerek gizlenen, gerçekte kafa karışıklığı ve gericililk değil. Diyalektik yenilenme, Lenin’in yöntemiydi. Onu siyasi çalışmasının karakteristik bir özelliği haline getiren, herbir durum için ileriye doğru giden yolun neyi içerdiğini bulmak, sağlam temellere dayanarak gösterme becerisiydi.  Ve kendisini, sosyalizmin gerçekleşmesinin zor ve umutsuzluk olduğu bir dönemde buldu. Lenin, Rusya’daki kafası karışık küçük devrimci gruplarda çalışmaya başladı. İlk Rus devriminin yenilgisini takip eden karamsarlık ve yıkımı yaşadı. İzlendiği için 1917 yılının ortasında, Razliv Gölü kıyısında sazdan yapılmış sefil bir kulübede kaldı. İç Savaş sırasında, Sovyet hükümetinin gücünün yalnızca Moskova-Leningrad hattının etrafındaki mütevazı bir alanda olduğu bir dönemden geçmek zorunda kaldı. Ama asla şüpheyle felç olmadı. O sınıf mücadelesi yasalarının, işçi sınıfının tarihsel misyonunun farkındalığı ve ondan çıkan sınıfın iktidarına olan güveni, ona yolların nerede bulunacağını, zafere giden yolları gösterdi.

Bir yanıt yazın