Haber / Yorum / Bildiri

LENİN 95 YAŞINDA! İŞÇİ SINIFININ VE HALKLARIN KURTULUŞ MÜCADELESİNDE YAŞIYOR!

”LENİN’İN ÖLÜMÜ”

Nâzım Hikmet

Şanuar sinemasının oraya geldik. Bir yerlerde, kocaman yüksek, tahta avlu kapıları birdenbire açıldı. Yanımızda mı, önümüzde mi, karşımızda mı, farketmedim. Kamyonlar, adamlar fırladı avlu kapısından. Ve bir feryat işittim. Her halde bağıran birçok insandı o anda, ama bana bir tek insan feryat ediyormuş gibi geldi. Işıklı, telaşlı, upuzun caddeden, geceden, soğuktan güçlü bir tek insan feryat etti:

Lenin öldü!

Sonra neler oldu? Onları parça parça gördüm, zaman sırasıyla değil, karmakarışık. İşittiklerimi de öyle işittim. Avlu kapısından caddeye fırlayanların ellerindeki gazeteler kapışıldı.

Önümde bir tramvay durdu. Bir anda boşaldı. Bütün tramvaylar durdu. Hepsi boş. Hiçbir şey işitmiyordum. İhtiyar bir adam ağlıyor, kalpağını çıkarmış, göğsüne bastırmış. Dazlak da. Ağlıyor.

Kızaklar durdu. Kızaklar bomboş. Sinemalar boşaldı, içerde yangın çıkmış gibi dışarı fırlıyor kalabalık. Lokantalar da öyle, evler de. Caddeye boşalıyorlar. Tüverskoy Caddesi, gazete satıcılarının etrafında itişen kakışan insan kümeleriyle kaplanıverdi. Bir vatman, tramvayın basamağına oturmuş ağlıyor. Demin gördüğümüz al yanaklı kız ağlıyor, Kerim ağlıyor, elinde gazete, ama ben hiçbir şey işitmiyorum, bütün gördüklerim uçsuz bucaksız bir akvaryumda geçiyor.

Biri düştü yere. Biri daha. Kucaklaşıp birbirlerinin omzunda ağlayanları görüyorum, ama ses seda yok. Biri kolumdan çekti. Dönüp baktım buruşuk bir kocakarı, boyu da çok kısa, gocuklu da, başını da şalla sarmış. Kolumdan çekiyor, dişsiz ağzıyla bir şeyler söylüyor, anlamıyorum. Eğildim. Altı yedi yaşlarında bir kız çocuğu sesi, altı yedi yaşlarında bir kız çocuğunun korkusuyla soruyor :

“Lenin mi ölmüş?’’

Başımı sallıyorum. ‘’Ölmüş demek!’’ Haç çıkaracağını sanıyorum ama çıkarmıyor. Kolumu bırakıyor. “Yazık oldu bize.’’ Tekrarlıyor :

“Yazık oldu bize! Yazık oldu bize! Yazık oldu bize!’’

Ses kalınlaşıyor, büyüyor, büyüyor, enine boyuna genişliyor, masal şişesinin içinden çıkan dev gibi, sonra ansızın kayboluyor ve ben asıl sesi işitiyorum. On kişinin, hatta daha da çok, yirmi kişinin filan bir arada hıçkırdıklarını işittim dedemi gömdüğümüz gün; ve yüz kişinin bir anda hıçkırmasını da göz önüne getirmek olur, ama bütün bir şehrin tek bir ağızdan hıçkırması bu ses, bu sesi beş on dakikadan çok işitemiyorsun. Ya da işitiyorsun da, sinirlerini, aklını, fikrini korumak, delirmemek içgüdüsüyle işitmez oluyorsun ve kulağına sağdan soldan, önden arkadan artık o ses değil, bir başlarına ağlamalar geliyor.

Lenin’i Kolloni Zal’a getirdiler.

Trenler memleketin dört bir yanından adamlar taşıyor Moskova’ya, Lenin’i son bir kere görmek isteyenleri. Kolloni Zal’ın bir kapısından girip, Lenin’i görüp, öbür kapısından çıkan insan saflarının bir ucu şehrin dışında. Sokaklarda, alanlarda kocaman ateşler yanıyor gece gündüz. Gece gündüz saflar yürüyor Kolloni Zal’a. Cankurtaran otomobilleri donanları, hastalananları hastanelere taşıyor.

Kolloni Zal denen yapı yapı, Çarlık zamanında subayların kulübüymüş, şimdi sendikaların kulübü sanırsam. Yukarı çıktım arka merdivenlerden. Matem marşı çalınıyor bir yerlerde. Bir odaya girdim. Mermer, yaldız, kırmızı kadife. Kalabalık. İşçiler. Kızıl ordu subayları, sakallı, sakalsız köylüler her yaştan, her çevreden kadınlar, erkekler, matem marşı çalınıyor. Belli ki bitişikte hem bir bando değil, birçok bando. Odada kimse konuşmuyor. Ne kadar bekledim?

Biri geldi. Fısıldadı. Haydi. Bir kapıyı açtı, matem marşı ulu bir deniz gibi çarptı yüzüme. Aklın alamıyacağı kadar aydınlık. Kristal avizelerin böyle kocamanlarını bir de Kremlin sarayında gördümdü. Bu aydınlığın içinde bir insan selidir akıyor ağır ağır. Kolumdan tutan adamla ilerliyoruz. İlk gördüğüm Krupskaya oldu. Çiçek yığınlarının önünde, ortadan ayrılmış dümdüz kır saçları, dümdüz entarisiyle duruyor. Kolları yanına sarkık. Patlakça gözlerini alabildiğine açmış, bir yere bakıyor.

Baktığı yerde Lenin’i gördüm. Alnını, sarı ve inanılmayacak kadar geniş alnını. Yeryüzü yuvarlağı. Lenin sırt üstü yatıyor, ellerini göğsüne kavuşturmuş. Kızıl bayrak nişanını gördüm. Yüksekçe bir yerde yatıyor Lenin, açık bir tabutun içinde, kırmızıların ve çiçeklerin arasında. Başucunda, iki yanda iki nöbetçi, ayak ucunda da öyle.

Ben bir Orta Asyalıdan aldım nöbeti. Bana birşeyler söyledi nöbeti teslim ederken. Karşılık vermedim. Elimde tüfek, duruyorum kımıldamadan Leninin baş ucunda. İnsan seli dört koldan, iki kol bir yandan, ikisi öbür yandan, ardsız arasız akıyor. Çoğu ağlamıyor artık. Lenin’in hizasına gelenler, yanından geçenler, gözleri bağlı yürüyorlarmış da birdenbire bir yere çarpmışlarmış gibi, irkilip duruyor bir, sonra arkadakilerin temassız baskısıyla ilerliyor ve salondan çıkana kadar ve artık görmeleri mümkün olmadığı halde başlarını çevirip arkaya bakıyor.

Ön manganın çavuşu Lenin’in hizasına gelince duraladı:

“Ah anacığım”

diye haykırdı bir ve yuvarlandı yere. Ortalık karışmadı. Denizciler çavuşlarını kaldırıp, dolu dolu mavi gözleriyle geçtiler. Bana öyle geldi ki, denizden bir daha dönmemecesine ayrılıyorlar. Saflarının arasında bayılanların sessizce kaldırılıp götürüldüğünü ancak bundan sonra farkettim.

Lenin’in başını görüyorum arkadan, daha doğrusu, kocaman alnını. Matem marşını duyuyorum. Dört koldan, artsız akan insanlarla ilgim kalmadı. Lenin’e bakıyorum ve ağlamak istiyorum ama ağlayamıyorum.

Nazım Hikmet, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, 1962

Bir yanıt yazın