Haber / Yorum / Bildiri

Korona ile bir yıl: Dünya eskisi gibi mi kalacak? (Bölüm: 3)

Türkiye’de aydınların çağrısı: Neoliberal ezberler terk edilmeli

Mümin TOPRAK

KLASİK Keynesçi talepler genellikle Türkiye gibi orta gelişmişlikteki ülke aydınlarından gelmektedir. Türkiye üniversitelerinde sosyal ve ekonomik alanda çalışan akademisyen ve bilim adamları da korona sonrası nasıl bir toplum beklenmesi ve nelerin yapılması gerektiği tartışmalarına Keynesçiliği savunan bir çağrı yayımlayarak katıldılar. Aralarında Prof. Dr. Korkut Borotav, Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ve Prof. Dr. Taner Timur gibi sosyal bilim insanlarının bulunduğu akademisyenler yaptıkları çağrıda “Bugün tüm dünya sağlığın, eğitimin, temel ihtiyaç maddeleri üretiminin piyasa süreçlerine terk edilmesinin bedelini ödüyor. Artık neoliberal ezberlerin terk edilmesinin; kamuculuk, planlama, toplumsal dayanışma gibi kavramların tekrar benimsenmesinin zamanı geldi de geçiyor” demekte ve taleplerini sıralamaktadırlar.

Bu taleplerin özünü “stratejik sektörlerde kamulaştırma yapılması” oluşturmaktadır.  Sıralanan talepler arasında “salgından kaynaklanan ekonomik ve toplumsal krizde merkezi devlet, olağandışı bir harcama programı tasarlamalı…, Salgın boyunca doğalgaz, elektrik, su ve internet ücretsiz sağlanmalı…, doğalgaz ve elektrikte dağıtım hizmetleri kamulaştırılmalı…, 100’den fazla işçi çalıştıran şirketlerde istihdamı korumak amacıyla, bu kuruluşların kapanmasına izin verilmemeli, gerekirse kamulaştırma yoluna gidilmeli, bu amaçla KİT gibi kuruluşlar eski işletmeci işlevlerini üstlenmeli…, krizle beraber zora giren sivil havacılık, enerji, finans gibi stratejik sektörlerde kamulaştırma bir zorunluluk haline geldiğinde tereddüt edilmemeli, bu kuruluşlarda özyönetim uygulaması benimsenmeli…, devlet hastaneleri ve özel hastaneler ücretsiz sağlık hizmeti vermeli… buna uymayan özel hastaneler kamulaştırılmalı.., gerçek bir servet vergisi olmalı…, sermaye hareketleri kontrol altına alınmalıdır. Yurtdışına servet kaçırmak önlenmeli.. Kamu Özel Ortaklığı isimli projelerin kamulaştırılması hedeflenmeli…, virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, daha otoriter ve baskıcı bir devlet aygıtının kalıcılaştırılması için fırsat kabul edilmemeli…” gibi talepler bulunmaktadır.

Bilim insanlarının bu ve benzer talepleri, kendilerinin de dediği “neoliberal ezberlerin terk

edilmesini” gerektirmektedir. Yerine önerdikleri ise devletin ekonomik ve toplumsal alanlara yoğun müdahale ettiği devlet kapitalizmidir. Onlar böylece korona pandemisine karşı feryat eden insanların özlem ve istemlerini dillendirmiş ve bir aydın olarak halkına karşı görevini yerine getirmiş olmaktadırlar. Ama “neoliberal ezberlerin terk edilmesi” ve devlet kapitalizmine dönülmesi için alttan, tabandan bir halk hareketinin gerekliliği ve bu konuda kendilerine düşen görev üzerinde durmamaktadırlar. O zaman güzel öneri ve fikirler maddi güce dönüşememekte, neoliberalizm, maalesef devam etmektedir. Bunun da en güzel örneklerinden biri Türkiye’dir. Erdoğan Türkiye’sinde neoliberal ezberlerin bozulması, devletin sosyal görevlerine geri dönebilmesi için önce Erdoğan’ın gitmesi gerekmektedir. Devletin hazine ve kasasını (Merkez Bankası’nı) soymakla meşgul olan Erdoğan kaldığı sürece koronayı da “Allah’ın bir lütfu” olarak görecek otoriterleşmeyi, vurgun ve yağmayı daha da artıracaktır. O her gün daha da otoriterleşmektedir. Önde duran acil görev koronaya karşı mücadeleyi Erdoğan’a karşı mücadeleyle birleştirmektir. Türkiye’de Keynesçiliğin bile uygulanması köklü bir rejm değişikliğini gerektirir. 

Ufukta 21.Yüzyıl koşullarında bir “New Deal” görünüyor

Uluslararası alanda tanınmış bir sosyolog olan Prof. Sencer Ayata korona ile birlikte ortaya çıkan durumu analiz ederken kamu kurumlarındaki özelleştirmelere dikkati çekerek şu görüşlere yer verdi: “Son yıllarda neo-liberal kuralsızlaştırma anlayışı kapsamında kurumsal yapılar alabildiğine zayıflatıldı. Salgın en etkin devletlerin bile yönetişim ve eşgüdüm konusunda ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koydu. Kamu hizmetlerinde ve genel olarak devlet örgütlemesinde köklü bir reorganizasyon ihtiyacı belirdi… Devletin yalnızca sosyal politikalar değil mali ve ekonomik alanda da öne çıkacağı açıkça görülüyor. İflas ve işsizlik korkusu tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Talep, tüketim ve yatırım düşüyor. Dünya ekonomisinin bu sene en az yüzde dört küçüleceği bekleniyor… Neo-liberal politikalara ve hegemonyaya karşı tepki tüm dünyada yükseliyor…” Ayata salgın sonunda neoliberalizm giderse yerine ne konacağını sormaktadır:

“Neo-liberalizm yorgun, yıprandı, zayıfladı. Ama yerine ne konacak? Ne kadar kamu ne kadar piyasa? Kültürel kimlik politikaları? Ne kadar farklılık ne kadar ortak özellikler? Ne kadar mavi yakalı işçi sınıfı ne kadar yeni toplumsal güçler? Sorun sömürü, otoriter baskı ve ayrımcılığa birlikte karşı çıkarak yoksulları, otoriter baskı altında ezilenleri ve kimlikleri ötekileştirilenleri birleştiren bir siyaset oluşturmak. Bir büyük senteze ihtiyaç var…” 

“Ufukta 21. yüzyıl koşullarında bir “New Deal” görünüyor… Ufukta, gücünü bilimden alan uzmanın otoritesinin geleneksel otoritenin, siyasi otoritenin önüne geçeceği yeni bir Aydınlanma görünüyor.”

Ayata’ya göre 21. yüzyıl koşullarında yeni bir “New Deal” ile devletin korona pandemisi sonunda ekonomiye güçlü bir müdahalesiyle neoliberal politikalara ve hegemonyaya son vermeli, kamu ve piyasayı, yani devletçiliği ve özel müteşebbisçiliği, kapitalizmi dengeleyen karma bir ekonomi uygulanmalıdır. Bu arada kültürel kimlik ve farklılıklar ve ortak özellikler, mavi yakalılarla beyaz yakalılar da dengelenmelidir. Karma ekonomi Türkiye’de uzun zaman tartışıldı. Sonunda 12 Eylül’le neoliberalizm dayatıldı. Neoliberalizm ne yorgundur, ne yıpranmıştır, ne de zayıftır. O büyük bir manipülasyon gücüne sahiptir, devleti ve toplumu hâlâ kendi çıkarlarına tabi kılacak konumlara sahiptir. Korona ile halk onu bir sarstı, ama o yıkılmadı. Yıkabilmek için halkın tepkisini tekelci kapitalizme ve onun devletine yöneltmek gerekir. New Deal’e yöneltmek zevahiri kurtarmaktır.

Ayata neoliberalizmin yerine sömürülen yoksulların, baskı altındaki ezilenlerin, kimlikleri ötekileştirilenlerin 21.Yüzyıl koşullarında bir “New Deal”i için bir siyaset ve sentezde birleşmelerini öneriyor. 21. Yüzyıl koşullarında da olsa ki 21 Yüzyıl koşulları neoliberal tekelci kapitalizmdir, “New Deal” kapitalizme, tekelci kapitalizme karşı değildir. “New Deal” sonunda neoliberal kapitalizmin ta kendisidir. Devlet müdahalesi ile tekelci kapitalizmi kurtarma mücadelesidir. “New Deal” veya Keynesçilik politikası kapitalizmin bir krizi sonrası, krizin yaralarını hızla sarmak için başvurduğu bir politikadır. Devlet alt yapı için hem kendi yatırımlar yapar hem tekellere büyük ihaleler verir, böylece işsizliği azaltır, halkın gelir seviyesini yükseltir, tüketim arttırılır. Kapital bu politikayı sık sık sosyal demokratlara, demokratlara uygulatır. Bir müddet sonra sosyal demokratlar bu politikanın altında kalırlar ve burjuvazi yeniden moneter, sıkı para politikalarına geçer ve devlet tekrar tekellerin yağma ve talanına açılır. Esasında daha pandemi bitmeden devlet şimdiden üretimi veya ticareti durduran tekellere ve işletmelere milyarlar akıtmaya başladı. Bugün ABD’de Biden’ın ve Avrupa’da AB’ni yaptığı budur. Biden hacmi 4 trilyon doları bulan bir altyapı, istihdam ve yardım paketi, AB’de 1 trilyon doları aşan bir yardım paketi hazırladı. Bunlar 21. Yüzyıl koşulunda New Deal’dir. Ama neoliberal politikalar hâlâ yürürlüktedir. Sömürülenleri ve yoksulları, ezilenleri ve ötekileştirilenleri New Deal için değil, tekelci kapitalizmi tümden kaldırmayı hedefleyen bir siyaset ve sentezde birleştirmek gerekir. Aksi takdirde neoliberalizm sürer gider.

Şu an tekeller devletin yardımları sayesinde pandemi krizini bir ekonomik krizden daha rahat atlatmaktadırlar. Böylece zaten bir ekonomik krizin eşiğinde olan işletmeler rahatça bir yıkımdan kurtulmaktadırlar. Ayata’nın önerdiği “21. yüzyıl koşullarında bir New Deal” kapitalizmde uygulanan geçici bir politikadır. Kapitalizm krizi atlatır atlatmaz tam gaz neoliberal politikalara devam eder. Hayata geçmeyecek taleplerle insanları umutlandırmanın anlamı yoktur. Önde duran görev insanlara tüm çıplaklığı ile zorlukları göstermek ve köklü dönüşümler için bu “siyaset” ve “sentezi” oluşturmaktır, yığınları kendi sorunlarına sahip çıkmaya ve uğrunda mücadele etmeye zorlamaktır. Keynes’çiliği uygulayamayan, ama vurgun ve soygunun büyük olduğu Türkiye gibi ülkelerde “siyaset” ve “sentez”in kimlere yöneleceği çok önemlidir.

Dünyada hiçbir şey değişmeyecek, neoliberalizm öldü, yaşasın neoliberalizm!

Bundan bir sene önce neoliberalizme karşı halkın feryat ettiği günlerde tüm dünyada basın neoliberalizm aleyhinde manşetler atarken bir Alman gazetesi, “Freitag”da şu manşeti attı: “Neoliberalizm öldü, yaşasın neoliberalizm!” Kapitalizmin güçlü ve yerleşik olduğu, Keynesçilik, “New Deal” konusunda geniş deneyleri olan Almanya’da hiçbir şeyin değişmeyeceğini hemen hemen herkes biliyor ve ortaya çıkan feryadın en geç maskeler çoğaldıktan ve aşı bulunduktan sonra yatışacağını ve korona döneminde yaşananların güzel hikâyeler olarak anlatılacağını söylüyorlardı ve bunu Horx gibi gelecek araştırıcıları hızla yayıyorlardı.

İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler faşizmini yaşayan Almanlar savaş sonrasında bugün ustaca neoliberal politikaları uygulayan CDU partisine varıncaya kadar birçok güç kurulacak yenidünyanın sosyalizm olması gerektiğini bile söylüyordu. Temerküz kamplarından çıkıp gelen antifaşistler “Bir daha asla savaş, bir daha asla faşizm” söylemleri toplumda çok etkindi. Ama kısa bir zaman sonra ABD’nin de yardımıyla sosyal pazar ekonomisini, yani “New Deal”i uygulayan Almanya bugün neoliberal kapitalizmin kalelerinden biridir. Ve çok daha güçlü olarak ayakta durmaktadır.

Bir yıl önce neoliberalizmin iflas ettiği, halkın gözünden düştüğü, hatta öldüğü ve korona pademisinden sonra gelecek yenidünyanın neoliberalizm olmayacağı hayallerinin bugün suya düştüğünü görüyoruz. Maalesef bir yıl sonra hiçbir şeyin değimediğini, neoliberalizmin ölmediğini, hâlâ yaşadığını saptamak zorunda kalıyoruz. Devletler hazırladıkları milyar dolu paketlerle tekelleri güçlendirirken, zenginleştirirken, neoliberalizmi ayakta tutarken, dünyanın her tarafında emekçiler daha fakirleşti ve yoksullaştı. Salgın daha bitmedi ve süreceği görülmektedir. Bu süreçte tekeller, neoliberalizm daha güçlenerek çıkacaktır. Başta ABD olmak üzere trilyon dolarlık devlet yatırımları “New Deal”i hatırlatsa da, sonuçta bunlar tekellere yaramaktadır. Devlet hâlâ halkın sağlığına yatırım yapmıyor, kamunun görevi olan sağlık, gaz, su, elektrik, internet, mesken gibi alanlarda kamulaştırılmaya gidilmedi, tersine bu alanlarda özel sektör güçlendirilmektedir.   

Ne yapmalı?

Korona deneyi gösterdi ki, gelen virüs kapitalizmin “çirkin” yüzünü tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi, geniş halk yığınlarını sarstı ve gözünü açtı. İnsanlar neoliberal kapitalizmi değil, bir başka dünya istediklerini açıkça ifade ettiler. Ama bu dünyanın yalnız dijitalleşmeyle, internetlerle değişen bir dünya değil, sosyal ve ekonomik olarak kökten değişen bir dünya olması gerektiğini maalesef dillendiremedi. Bunda Marksizme sırtını dönen eski marksist aydınların “aman sosyalist modellere itibar edilmesin” çıkışları, demokratik aydınların ve akademisyenlerin “yeni bir New Deal için birleşilsin” söylemleri yığınların bu tutumunda etkili oldu ve onları tamamen şaşırttı. Sonunda onların neoliberalizme karşı tepkilerinin sönmesine neden oldular. Halkı “iğdiş” ettiler. Bunlar bu çıkışlarında Marksist hareketin ve komünistlerin zayıf olmasından yararlanmaktalar. Ama bu dönem de geçicidir.

Avrupa ve Amerika aşı ve yeni “New Deal”lerle yakında pandemiyi gemleyecek, “normal” yaşama geri dönecek. Kaybeden başta Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler olacak. Bu ülkelerde halklar gerici, faşizan, otoriter hükümetlerin “beceriksiz”, işçi ve emekçileri yalnız sömürü aracı gören ve ölmelerinden rahatsız olmayan politikalarının kurbanı olmaktadır. Bunun en tipik örnekleri Hindistan, Brezilya ve Türkiye’dir. Ama bu ülkelerde halklar uyanmakta, otokratlara karşı direnmektedirler. Ülkemizde de “tam kapanma” diye kendisini evlere kapatan Erdoğan’a karşı halkımız açız diye feryat etmektedir. Tek başına feryat yetmiyor. Eylem gerekiyor. Eylemin de nasıl yapılacağını polis ve jandarmanın karşısına ilah gibi dikilen İkizdereli kadınlar gösterdi. Erdoğan’ın memleketi Rize’de yandaş Cengiz Holding’in orman ve suları, dereleri ve doğayı tahrip etmesine karşı ayaklandılar. Şimdi yapılacak iş tüm Türkiye’nin İkizdereli kadınların yanında yer alması ve halkımıza açlığı, özel hayata müdahaleyi dayatan Erdoğan’ın politikalarına karşı İkizdereliler gibi her yerde direnişe geçilmesi gerekmektedir. Direnişe geçmeyen feryat duyulmaz. Pandemiden çıkarılacak en önemli ders budur, direnmektir.

Bir yanıt yazın