Haber / Yorum / Bildiri

Korona ile bir yıl: Dünya eskisi gibi mi kalacak? (Bölüm: 2)

Daha çok otoriterleşen ve faşistleşen bir dünya

Mümin TOPRAK

NEOLİBERAL tekelci kapitalizme karşı aşağıdan halktan gelen büyük feryada rağmen, demokrasi güçleri arasında korona pandemisi sonrası burjuva demokratik rejimlerin daha otoriterleşeceği, en azından toplumda otoriter faşizan eğilimlerin daha da güçleneceği endişesi yaygınlaştı. Dünyanın Trump, Jonson gibi otoriter liderlerin elinde olmasının insanlık için bir şok olduğunu söyleyen Chomsky korona sonra için “önümüzde seçenekler olacak. Bu seçenekler, oldukça otoriter ve zalim devletlerin yerleşmesinden, toplumun özel kazanç yerine insancıl koşullara göre, insan ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak kökten bir şekilde inşasına kadar değişebilir” demektedir. Aynı şekilde Avrupa’da da birçok yazar korona ile mücadele esnasında Putin, Orban, Erdoğan gibi otoriter rejimlerin iktidarlarını sağlamlaştırmak, sağcı, faşist, neonazi akımlar daha da güçlenmek için pandemiyi kullanacaklarını belirtiyorlardı.

Gerçekten de Avrupa’da korona-pandemisi ile mücadelede alınan önlemler, demokrasinin bazı oyun kurallarının yürürlükten kaldırılmasını, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını, toplumda dijitalleşmenin yaygınlaştırılarak geniş bir kitlenin izlenmek zorunda kalınmasını getirdi. Bu gelişmeyi hem gerici güçler hem devletler değerlendirme yoluna gittiler. Avrupa’daki gericiler, Almanya’da AFD, “Aykırı düşünenler” hareketi, Fransa’da Le Penciler gibi faşist gerici güçler pandemiye karşı alınan önlemleri, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını kullanarak hareketlendiler. Sözüm ona temel hak ve özgürlüklerin savunucusu kesildiler. Diğer ülkelerde ve ABD’de de Kapitol’ün işgaline varıncaya kadar benzer gelişmeler yaşandı. Faşist akımlar güçlenme olanağı buldular. En demokratik hükümetler de aldıkları bu önlemlerin geçiciliğini vurgulasalar da, bir otoriterleşme durumunda toplumun dayanma ve kalkışma eğilimini ölçme olanağını buldular ve insanların gözlenmesini olağan bir norm haline getirmeyi denediler. Sokağa çıkmaktan, evde veya sokakta buluşmaktan, toplanmaktan seyahate çıkmaya kadar en temel hak ve özgürlüklerin salgınla mücadelede kısıtlanmaları her tarafta, en gelişmiş burjuva demokrasilerinde bile genel otoriterleşme eğilimlerini güçlendirdi. Putin, Orban, Erdoğan gibi otoriter liderler de pandemiyi kullanarak çıkardıkları yasalarla kendilerinin “bulunmaz Hind kumaşı” ilan ettiler. Her yerde demokratik ve sol güçler salgınla mücadelenin sorumluluğunda yığın çalışmalarını kısıtlarken, gerici ve faşist güçler yürüyüşler ve toplantılar yaptılar. Bunun yine en sorumsuz örneği Türkiye’de “lebaleb” dolu AKP ve MHP kongrelerinde yaşandı. Bunun sonucu da salgın hızla yayıldı. Her toplantıdan, her yürüyüşten sonra vaka sayıları tavan yaptı.

Türk aydınına göre istenmese de pandemi döneminde toplumlar otoriterleşecek

Türkiye’de de demokratik çevreler korona pandemisinin toplumda bir değişime yol açacağını, ama bu değişimin daha çok otoriter faşizan yöne doğru olacağından duydukları endişeyi dillendirdiler. Bunlardan biri Murat Belge’dir. Belge çevresinde birçok kişinin salgının “geri dönülmez bir değişime yol açacak” olduğuna inandığını, ama kendisinin bu kanıda olmadığını belirtmekte ve “neden değilim?” diye sormakta ve soruyu şöyle cevaplamaktadır: “’Değişim’ dendiğinde sanırım ‘iyiye doğru’ değişim anlıyorum. Böyle bir şey olacağından da emin değilim. Dünyanın genel gidişi olumlu beklentileri zafiyete uğratıyor. Bu çapta bir olay elbet birtakım değişimlere yol açacak ya da açılmasına yardımcı olacaktır. Ama bunlar beklenenin tersine, olumsuz değişimler olabilir… Belirli bir durum, bir toplumsal konjonktür, A ülkesinde sosyalizme, B ülkesinde faşizme kapı aralayabilir… salgının da her yerde aynı anda aynı tepkileri ve sonuçları üretmesini bekleyemeyiz.” Belge ayrıca daha paylaşımcı, daha dayanışmacı bir dünyadan yana olduğunu da vurgulamaktadır.

“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, çok daha kötü olacak”, “her şey eskisinden beter olacak” diyen bir diğer yazar da Oya Baydar’dır. Baydar’a göre “kısa dönemde -kısa dönemin altını çiziyorum-, hem dünyada hem de ülkemizde çatışmacı, savaşçı, otoritarizmi aşan, faşizme teyet, ne hukuğun ne adaletin geçerliğinin kaldığı, evrensel insan hakları ve değerlerinin esamisinin okunmadığı bir karanlık dönem yaşanacak”tır. Ama “’er geç bir başka dünya kurulacak. Daha iyi mi daha kötü mü’ olacak bilinmez. Ama ‘daha paylaşımcı, daha adil, barışçı bir dünyaya da kapı’ açılabilir.. Ancak düzenin efendileri ‘iktidarlarını zor kullanarak korumakta direnecekler. Kısa dönemde kötü günler göreceğimizi söylemek aşırı kötümserlik olmaz.’”

Hem Oya Baydar’da hem Murat Belge’de “kapılar” açık. Mücadele sosyalizme de akar, faşizme de. Veya daha paylaşımcı, daha adil, barışçı bir dünyaya mı, yoksa daha ceberut bir iktidara mı akar belli olmaz demektedirler. Halk yığınlarının neoliberal politikalara kaşı feryat ettiği bir dönemde, kendisine sol, marksist veya demokrat diyen birilerinin görevi “nesnel” mücadelenin nereye akacağına fal açmak değil, onu etkilemektir  “Geri dönüşü olmaz” bir şekilde hareketin ardıcıl bir şekilde demokrasiye, sosyalizme doğru akışını sağlamaktır. Her iki aydın da bunu yapmamanın taihsel sorumluluğunu bilen kişilerdir. Bu sorumluluk alınmadan da maalesef Erdoğan gönderilemiyor, kapılara da faşizm dikiliyor. Pandemiden sonra toplumda otoriterleşme, faşistleşme artarsa bunun bir sorumlusu da ardıcıl bir tavır takınmayan sol ve demokratik güçler olacaktır.

Komünizme doğru yol alan dayanışmacı bir dünya

Nasıl bir toplum sorusuna cevap verirken insanlar ütopik davranmaktan çok dispotik görüşler sergiliyorlar. Dispotik toplumsal bir gelişme düşünülüyor, yani gelecekte toplumların otoriter, diktatör rejimlere doğru evrileceği istenmeyerek kabul ediliyor. Ama diğer yandan geleceğin sosyalizme, komünizme ait olacağını söleyenler de çok. Çünkü tarihsel materyalizme göre kapitalizmin alternatifi komünizmdir, neoliberal tekelci kapitalizmden sonrası sosyalizmdir. Sosyalizm insanlığın sömürü ve baskıdan, yokluk ve yoksulluktan, savaş ve şiddetten, doğanın yağma ve talanından kurtuluşunun, afet ve salgınlardan korunmasının adresidir.

Koronadan sonra neoliberalizmin yerine komünizmin geleceğini söyleyenlerden biri günümüz düşünürlerinden Zizek diğeri de komünistlerdir. Zizek bu dönemde yeni dayanışma biçimlerinin ortaya çıkacağndan, hatta küresel dayanışmaya doğru yol alınacağından hareketle pandemi süreci sonrasında “yeniden keşfedilen bir komünizme” doğru yol alınabileceğini belirtmektedir. Çin Komünist Partisi öncülüğünde 100 ülkeden 130 partinin yaptığı açıklamada, “bu pandemiden sonra dünya topluluğu insanlık için ortak bir gelecek hedefiyle bu krizden daha güçlenerek çıkacak ve insanlık aydınlık bir yarını selamlayacaktır“ denmektedir. Gerçekten de Çin pandemiyle mücadelede aldığı kararlı ve kesin önlemlerle büyük bir başarı sağladı. 80 milyonluk Wuhan eyaletini iki hafta karatinaya aldı, halkın tüm itiyaçlarını karşıladı ve virüs salgınını büyük ölçüde yendi. Bunda sosyalizmin kazanımları, toplumsal çıkarların bireysel çıkarlardan önde geldiği anlayışı etkili oldu. Çin krizden daha güçlenerek çıktı, en azından kendi ülkesi için “aydınlık bir yarına” doğru ilerlemektedir. Bunun “insanlık için ortak bir gelecek hedefi” olması için daha çok çalışmak gerekecektir. İnsanlığı barbarlıktan önleyecek sosyalizme doğru götürecek güç proleteryanın öncüsü komünistlerdir.

Oya Baydar: Sosyalist nostaljilere yer yok

Koronadan sonra dünyanın sosyalizme doğru ilerlemesine şiddetle karşı çıkan sol kesimden çok aydın var. Bunlardan biri de geçmişte Marksizmi-Leninizmi, sosyalist sistemi savunan, ama bugün bunları duymak istemeyen Oya Baydar’dır. Oya Baydar korona sonrası yeni bir dünya için şöyle diyor: “Şu sırada dünyanın pek çok ülkesinde neo-liberal akım dışında kalan, sermaye ve savaş sanayii çarklarına kapılmamış iktisatçılar, bilim insanları gelecek için yeni modeller üzerine çalışıyorlar. Küresel felakete küresel çözüm önerileri yakında ete kemiğe bürünecek. Ancak bu iş; ‘Marksizm geri dönüyor, eski sosyalist modellere geçilsin, yeniden kamuculuk’, ezberleriyle ve 100-200 yıl öncesinin nostaljik formülleriyle olmayacak. Yeni bir çağ başlıyor, insanlık geçmişin bütün paylaşımcı deneyimlerinden yararlanarak yeni modeller, yeni yollar bulacak kuşkusuz. Mesele, önümüzdeki dönemi insanlık onurumuzu ve değerlerimizi koruyarak atlatabilmekte.”

İnsanların yeni bir toplum arayışı içıne girdikleri bir dönemde eski sosyalist modeller tekrar edilsin demek antimarksist bir tutumdur. Reel sosyalizm modelinin tekrarını savunmak hem komiktir, hem diyalektik ve tarihsel materyalizme terstir. Reel sosyalizm tarihin belli bir aşamasında, belli somut koşullarda insanlığın sömürü ve baskıdan kurtuluşu için attığı çok önemli bir adımdı. Bundan sonra yeni bir dünya arayış ve kuruluşu mücadelesinde zengin bir deney hazinesidir. Reelsosyalizm modeline her türlü “lanet” okunabilir, ama bundan sonra gelecek en paylaşımcı toplumun, uluslararası dayanışmanın ve enternasyonalizmin nasıl olacağının, “küresel felakete küresel çözüm önerileri”nin nasıl bulunacağının örneklerini vermiştir. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere tüm reelsosyalist ülkelerin yaşamı, tam da bu korona krizi döneminde ihtiyacını duyduğumuz enternasyonalist dayanışmalarla doludur. Başlayan yeniçağda bulunacak yeni toplumsal modeller geçmişin paylaşımcı deneyimlerinden, en başta reelsosyalizm deneyimlerinden yararlanarak yaratılacaktır. Ama Baydar eski sosyalist modellere, kamuculuğa, Marksizmin geri dönülmesine karşı çıkıyor. Marksist ezberlere tövbe diyor. Oysa bunlara karşı çıkmak en hafifinden kapitalizme, hem de neoliberal kapitalizme utangaç taraf olmak demektir.

Baydar kamuculuğa karşı çıkıyor. Kamuculuğun karşıtı özel mülkiyetçiliktir. “Yeniden kamuculık” olmaz diye kamuculuğa karşı çıkmak özel mülkiyeti savunmaktır. Özel mülkiyet istenmeyen neoliberalizmin temelidir. O zaman kamuculuğa karşı olan neoliberalizme nasıl karşı çıkabilir? Şu sırada gelecek için yeni modeller üzerine çalışan, “dünyanın pek çok ülkesinde neo-liberal akım dışında kalan, sermaye ve savaş sanayii çarklarına kapılmamış iktisatçılar, bilim insanları”nın büyük bir bölümü maalesef özel mülkiyet ve serbest piyasa temelinde “özgürlükçü” çözümler aramaktadırlar. Örnek mi? Frankfurt Okulu’nun ve Amerikan sosyoloji okullarının yeni talebeleri: Fukuyamalar, Chomskyler, Wallersteınler, Negriler ve benzerleridir… Bunlardan en genç biri Alman “Die Linke” (Sol Parti) nin ideologlarından Sahra Wagenknecht’dir. Bu “yoldaş” tekellerin kamulaştırıldığı, ama küçük ve orta büyüklükteki şirketlerden oluşan, sosyal devletin güçlü olduğu özgürlükçü bir toplum düşünmektedir. Yani özel mülkiyetin kaldırılmadığı, sosyal devletin, özgürlüklerin güçlü olduğu bir burjuva düzeni istemektedir. Oysa kapitalizm kökten yok edilmeden, kamuculuk gerçekleştirilmeden oluşturulan her düzen eninde sonunda yine tekelci kapitalizmi yaratır. Bu da Marksizm’in bir ezberidir.

Kaldı ki, Marsizmden öğrendiğimiz ezberler, bırakalım yanlış olmasını, bugün hâlâ geçerlidir. İşçi devriminin ilk adımlarından biri “özel mülkiyetin kaldırılması”, “demokrasinin kazanılması”, “tüm üretim araçlarının devletin elinde, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde toplanması”dır, “her bireyin özgür gelişmesinin herkesin özgür gelişmesl için koşul olduğu bir toplum”u yaratmaktır (Manifesto). “Sınıf savaşının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürdüğünü, bu diktatörlüğün yalnız ve yalnız sınıfların kaldırılması ve sınıfsız toplum için geçiş dönemi oluşturduğu” (Marks’ın Weydemeyer’e mektubu) bugün de geçerli olan ezberlerdir. Ayrıca, günümüzde yeni bir dünya arayışında olan, sayıları pek de az olmayan, gerçek bilim adamları Marksizm ezberlerine dönülmeden bunun mümkün olmayacağını söylemektedirler. 2008 ekonomik krizinden sonra Marx’ın “Das Kapital” eserine artan ilginin nedenini burada aramak gerekir. “Küresel felakete küresel çözüm önerileri” Marksizmin ezberlerindedir. Bunlar 100-200 yıl öncesi nostaljik formüller değil, bilimsel saptamalardır. Marksist bilime karşı çıkılarak sömürüsüz, baskısız, özgürlükçü, barışçıl yeni bir toplum yaratılamaz. Marksizme geri dönülmeden, eski sosyalist modeller incelenmeden, yeniden kamuculuk gündemin merkezine konmadan, şu sırada dünyanın pek çok ülkesinde neo-liberal akım dışında kalan, sermaye ve savaş sanayii çarklarına kapılmamış iktisatçılar, bilim insanları” tarafından gelecek için üretilecek olan yeni modeller dönüp dolaşıp kaçınılmaz olarak neo-liberal akıma, sermaye ve savaş sanayii çarklarına kapılacaktır. Oya Baydar’ın yapmaya kalktığı Maksizmin revizyonundan da öte inkârıdır. Marksizme dönülmesin diyerek “onurumuzu ve değerlerimizi korumak” mümkün değildir.

 Yeniden “New Deal” ve Keynesçi politikaların uygulandığı bir dünya

Korona sonrası neoliberal kapitalizmin yerine sosyal politikalara ağırlık veren, sosyal konularda devletin öne çıktığı karma bir kapitalist yapının geçmesini istiyenler genel olarak çoğunlukta idi. Bunların düşündükleri sosyal demokratların iktidarda olduğu, Keynesçi veya “New Deal” politikaların uygulandığı kapitalist sistemdi. Bu da bir nevi sosyal pazar ekonomisidir. “New Deal” 1929’da dünyada yaşanan büyük ekonomik krizden çıkmak için 1933-45 yılları arasında ABD Cumhurbaşkanı olan Roosevelt tarafından uygulanan ekonomik, sosyal ve siyasal önlemleri içeren politıkanın, programın adıdır. Ekonomide bu politika Keynesçilik olarak da bilinir. Bu politikanın hedefi kamu yatırımları ve harcamalarıyla istihdam sağlamak ve ekonomiyi canlandırmaktır.  Bu politika o zaman ABD’de başarıyla uygulandı. Sonunda tekelci kapitalizm daha da güçlendi.

Pandemi patlayınca başta Fransa Cumhurbaşkanı Macron olmak üzere birçok politikacı kamuya hizmet veren sağlık, su, gaz, elektrik gibi alanlardaki tekellerin hemen devletleştirmesini ve devletlerin bu alanlara büyük para ayırmasını talep etmeye başladılar. Şimdiye kadar devletleştirme olmadı, ama pandemi ile mücadelede devlet kesenin ağzını açtılar. AB bir trilyon dolar, ABD 4 trilyon dolar yardım ve kalkınma paketleri hazırladı. Bu paketlerle istihdamın artması, ekonominin canlandırılması hedeflenmektedir. Yine de bu paketlerde aslan payı tekellere ayrılırken, emekçilerin ağzına bir parmak bal çalındı. Ama Avrupa ve Amerika’da devlet vatandaşına işsiz de kalsa yaşayabileceği sosyal yardımları sağladı. Pandemiden en çok mağdur olan işçi ve emekçiler, esnaf ve köylüler ise Türkiye gibi geri kalmış Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde oldu.

Bu yardımlarda bir nevi Keynesçiliktir. Ama devlet hâlâ kamu hizmetlerine yatırım yapmıyor. Bu hizmetler hâlâ tekeller tarafından kâr amaçlı gerçekleştirilmektedir. Hatta birçok klima aktivisti korona sonrası için şimdiden “Yeşil New Real” talebinde bulundular. Bunlara göre devlet iklimin ve çevrenin korunması, doğayı kirletmeyen enerji üretimi ve dijitalleşme için yatırım ve sübvansiyon meblağlarını yükseltmeli, ileri teknoloji üreten tekelleri desteklemelidir. Sonunda “Yeşil New Deal”le yine neoliberal kapitalizm yeniden üretilmiş olacaktır.

Bir yanıt yazın