Haber / Yorum / Bildiri

Komünist Parti olmasaydı, yeni Çin olmazdı.. Çin Komünist Partisi 100 yaşında.. (Bölüm: III)

Altay PAMİR

Çin’de partinin Çan kay Şek’i yenmesi, iktidarı alması, 1 Ekim 1949’da Çin halk Cumhuriyetini ilan etmesi sıradan, dışarıdan sağlanmış bir devirme değildi. Çürümüş Çan Kay Şek hükümet ve ordusunun baskısından, talan ve yağma, yolsuzluklarından bıkmış olan halkın büyük çoğunluğunun gerçekleştirdiği ve desteklediği bir devrimdi. Şimdi iktidarı alan partinin önünde başarılması gereken dev görevler duruyordu. Parti hemen toplumda köklü dönüşümleri gerçekleştirmeye koyuldu.

Parti her adımında halkın büyük çoğunluğunun, işbirlikçi komprador burjuvazi ve büyük toprak sahipleri dışında kalan halkın, yani işçi sınıfının, köylülüğün, küçük burjuvazinin ve ulusal burjuvazinin desteğini kazanmaya ve onların çıkarlarını gözetmeye büyük önem veriyordu. Çünkü iktidarı onların desteğine dayanıyordu. Bunu ifade etmek için parti daha başından “Yeni Demokrasi” görüşünü ileri sürdü. Bu burjuva demokrasilerinde olduğu gibi bir sınıfın, burjuvazinin diktatörlüğü olmayacak, halkın iktidarı, halkın demokrasisi ve halkın diktatörlüğü olacaktı. Parti bunu anayasaya yazdı ve ulusal bayrağa işledi. Çin ulusal bayrağı kızıl bir zemin üzerinde köşede büyük bir yıldız ve bu yıldızın etrafını saran dört yıldızdan oluşmaktadır. Büyük yıldız partiyi temsil eder, 4 küçük yıldızdan biri işçi sınıfını, ikincisi köylülüğü, üçüncüsü küçük burjuvaziyi, dördüncüsü de milli burjuvaziyi temsil eder. Partinin iktidarı böylesine geniş bir sınıflar ittifakına dayanmakta, parti de kendi politika ve yapısında sürekli bunu yansıtmaktadır. Bu ittifakı bir iç savaşa izin vermeden sosyalizm kuruculuğuna kazanmak ve dönüştürmek parti yönetiminin ustalığına bağlıdır. Şimdi parti yönetimlerinin bunu nasıl bir ustalıkla yürüttüğüne bakalım.

Mao dönemi (1949-1976)

Parti iktidara geldiğinde önünde duran en acil görev toprak reformunu ve ülkenin sanayileşmesini gerçekleştirmekti. 1949 ve 1952 yılları arasında parti yönetimi radikal bir toprak reformuna girişti. Halkın büyük çoğunluğu aç ve yoksuldu. Halkın %70’i topraksız köylüden, gündelikçilerden, gezici işçilerden oluşuyordu. Köylünün özlemi topraktı. Bunun üzerine büyük toprak ağalarının topraklarına el kondu ve bu topraklar yoksul ve topraksız köylülere dağıtıldı. Burada Mao köylülere çağrı yaparak, onlardan her tarafta büyük toprak sahiplerinin topraklarına zorla el koymalarını istedi. Böylece Mao köylülerin büyük toprak sahiplerine karşı birikmiş öfkesini radikal bir toprak reformu için kullandı. Ülkede bir şiddet dalgası yükseldi. Ama toprak reformu uygulandı. 120 milyon köylü toprak sahibi oldu.

Sosyal alanda kadının konumunun güçlendirilmesi gerekiyordu. Anayasadaki kadın erkek eşitlğine ek olarak 1950’de bir Evlilik Yasası çıkarıldı. Yasaya göre evlilikte karar verme kadın hakkı olarak tanındı, başlık talebi, küçük yaşta ve zorla evlilikler yasaklandı, boşanmada kadının konumu güçlendirildi, kadına seçme ve seçilme hakkı tanındı. Bu konuda kırsal alanda kadınların aydınlatılması için büyük bir kampaya yürütüldü.

Ülke sanayi bakımından çok zayıftı. Ülkede varolan çok az sayıda büyük sanayi işletmeleri de yabancılara aitti. Hemen bu işletmeler devletleştirildi. Ama bunlar yeterli değildi. Ülkenin sanayileşmesi için plânlı bir kalkınma gerekiyordu. İç savaş sırasında parti dikkatini kırsal alanlara yoğunlaştırmıştı, şimdi şehirlerde ekonominin gelişmesine, sanayiye öncelik verilmesi gerekiyordu. Burada örnek Sovyet deneyiydi. 1950 Şubatında Çin Sovyetler Birliği ile Dostluk ve Dayanışma Anlaşması imzaladı. Anlaşmada Çin’in bağımsızlığı, kendi başına buyrukluğu vurgulandı. Stalin Çinlilerle ortak ekonomik projeler yaptı ve Çin’e Sovyet yardımını başlattı. 1953-57 yıllarını kapsayan ilk 5 yıllık kalkınma plânı yapıldı. Ekonominin gelişmesi için Sovyetler Birliği’nden yardım dışında danışmanlar da geldi. Sovyetlerle sıkı işbirliği sonucu ağır sanayi yaratılmaya başlandı.

Plânlı ve sabırlı bir kalkınma Mao’ya pek uygun gelmiyordu. O halkta büyük yığınsal kampanyalar açarak hızlı bir gelişmeden yana çıkıyordu. Sekter bir tutuma sahipti. Onun için Sovyetler örneğinde olduğu gibi plânlı bir kalkınmaya pek yanaşmıyordu. 1956’da SBKP’nin XX. Kongresi’nde Kruşçof’un Stalin’e karşı saldırısına ve Kruşçof’un genel olarak revizyonist politikasına karşı çıkarak Sovyetlerle arasına mesafe koymaya başladı. Giderek büyüyen ve sertleşen bu tavır Dünya Komünist Hareketi’nin bölünmesine kadar gitti. Mao Komünist Hareketin liderliğine soyundu, Sovyetlere karşı ABD ile ilişkileri iyileştirme yoluna gitti, yeni büyük bir güç olarak ortaya çıkmak istedi. Bu tutumuyla Dünya Komünist Hareketi’nin gelişmesine ve dünya barışının sağlanmasına zararlar verdi. Oysa Mao’nun sekter tutumu dışında Çin’de ortaya çıkan sorunlar tartışılabilseydi komünist hareket için yeni deneyler kazanılmasına yol açabilirdi. Maalesef böyle bir tartışma ne Mao ve Kruşçof’la ne de Brejnev ve Den Xiaoping ile mümkündü. Ortaya çıkan sorunlar proletarya veya halk diktatörlüğü olan geçiş döneminde yığınları sosyalizm için kazanma, sosyalizm kuruculuğunda, barışı savunmada yeni mesafeler katetme, emperyalizme karşı ideolojik savaşı güçlendirme, halkın iç gericiliğe, bürokrasiye karşı savaş ve bilinç düzeyini yükseltme gibi sorunlardı. Mao’nun sekter, Kruşçof’un maceracı, Brejnev ve Deng’in emperyalistlerle uzlaşmacı, anti-Marksist-Leninist tutumları bu tartışmayı yürütmekten çok uzaktı.

Mao’nun sekter serüvenci girişimleri

Yüz çiçek açsın hareketi

Mao ülkenin entellektüellerini sosyalizm kuruculuğuna kazanmak için Mayıs 1957’de “Yüz Çiçek Açsın Hareketi” kampanyasını açtı ve aydınları yaratıcı eleştiriler yapmaya çağırdı. Ama bu eleştiriler partiye, bazı parti yöneticilerinin eleştirisine dönüşünce, parti bunlara bir “Sağ Sapmalara Karşı Kampanya” ile yanıt verdi ve yüzlerce aydın asıldı, binlercesi çalışma kamplarına gönderildi. Aydınları kazanma kampanyası başarısızlıkla sonuçlandı.

İleriye doğru büyük sıçrayış

Mao ülkenin sanayileşmesini hızlandırmak için 1958 yılında ”İleriye Doğru Büyük Sıçrayış” kampanyası başlattı. Bu Sovyetlerin plânlı kalkınmasına karşı bir yanıt olacaktı. “Büyük Sıçrayış” kampanyası yardımıyla köy ve şehir, kol ve kafa emeği, tarımla sanayi arasındaki farklılıklar kaldırılacak, ekonomide desentralizasyon uygulanacak, batı sanayi ülkeleri geçilecek ve komünizme geçiş süresi kısaltılacaktı. Kampanya çerçevesinde Mao köylerdeki, kırsal alandaki tüm halkı 26 bin “Halk Komünleri”nde topladı, askeri bir disiplinle onlardan tarım ve ağır sanayiye verilecek bir “Üretim Muharebesi” ile aynı zamanda ilerletmelerini istedi. Bunlar tüketim sanayisine ve çelik üretimine ağırlık verecekler, halkın okuma yazma öğrenimine, çocukların eğitimine, sulandırma ve altyapı tesislerine önem vereceklerdi. Köylüler tarım alanlarından çok kurulan küçük ve büyük işletmelerde çalışmaya başladılar. Her komünde bir yüksek fırın kuruldu, çelik üretilmeye başlandı. Köylülerin işletmelere kaymasıyla tarımda üretim düştü. Yapılan hatalar, plân eksikliği, ortaya çıkan kaos ve doğa afetleri sonucu büyük bir açlık sorunu ortaya çıktı, 1960’dan 1962’ye kadar üç sene içinde 30 milyon insan yaşamını kaybetti. Büyük sıçrayışda başarısızlıkla sonuçlandı. Sovyetler Birliği Mao’nun ekonomideki iradeci yönetimine ve başarısızlıklarına ortak olmamak için danışmanlarını Çin’den geri çekti. Bu gelişmeler üzerine partide Deng Xioaping öne çıktı ve Liu Shaoqi 1963-64 yıılarında ekomomiyi konsolide etme görevini üslendi. Ama Lui aldığı önlemler nedeniyle “revizyonist” olarak eleştiriye uğradı. 

Kültür devrimi

Hatalara rağmen partide Mao hâlâ güçlüydü. Ordunun başkomutanı ve gençlerin tartışılmaz önderiydi. Partiyi, toplumu konsolide ve stabilize etme politikası onun aklına pek yatmıyordu. O’na göre burjuva kültürü, değer ve anlayışları restore ediliyordu. Buna karşı bir şeyler yapmak gerekiyordu. O partide büyük bir temizlik plânı yapmaya başladı. Bunun için eksik ve hatalı gelişmeleri, bürokrasiyi bertaraf etme adına 1966’da “Büyük Proleter Kültür Devrimi” çağrısı yaptı. Önce Çin kültürüne karşı bir eleştiri ile başlayan Mao giderek eleştirilerini devlet, toplum ve parti aparatındaki sözde tutucu, gerici, karşı devrimci unsurlara karşı yöneltti. Gençliği kendi şahsında yarattığı kişiye tapma anlayışıyla harekete geçirdi. Onlardan Kızıl Birlikler oluşturdu ve onları devletin temsilcileri, aydınları üstüne saldı.  Bireysel ne varsa yıkıldı ve hareket sürekli devrime dönüştürüldü. 1968’de “Haydi Köye Hareketi” başladı. 15 milyon genç şehirli köylere, tarımda çalışmaya gönderildi. Kızıl birlikler Mao’nun koruması altında dokunulmazdı. Mao karşıtı, O’na ihanet eden, O’nun düşmanı olarak damgalanan “karşı devrimci unsurlar” bilim adamları, aydınlar, profösörler baskı ve şiddete maruz kaldılar, milyonlarca kişi Kültür Devrimi’nin kurbanı oldu. Devlet başkanı Liu Shaoqi ve bir çok parti yöneticisi “revizyonist” olarak damgalanıp görevlerinden alındılar. 1976 senesinde Çu Enlay’ın ölümüyle ilgili olarak Deng Xiaoping gözden düşürüldü. Ülke bir anarşi ve kaosa gömüldü. Kültürel çalışmalar durdu, okullar, üniversiteler kapandı, işletmeler, çiftlikler, sanayi işlemez hale geldi. Sonunda Kızıl birlikler de birbirine düştüler.

Mao amacına ulaşmıştı. Ortalığı yakıp yıkan bir “mob”la, ayaktakımıyla parti aparatını darmadağın etti, kendine karşı olan parti kadrolarını susturdu, muhalif olanları temizledi. Hayatının son yıllarında sağlık durumu elvermediğinden parti yönetimi kendi karısının da içinde bulunduğu dörtlü çetenin eline geçti. Büyük ölçüde Kızıl Birlikler’in işi bitince de onların üstüne orduyu sürdü. Ama Kültür Devrimi ve dörtlü çetenin yönetimi 1976 senesinde Mao ölünceye kadar sürdü. 

 Mao sonrası ve Deng Xiaoping dönemi

Mao öldükten sonra “dörtlü çete” de düşürüldü, tutuklandı ve 1980 senesinde ölüm cezasına çarptırıldı. 1983 senesinde de bu ceza hayat boyu hapis cezasına dönüştürüldü. Mao’nun yerine pek tanınmayan Hua Guofeng geldi. Hua ve destekçileri Mao’nun politikasının devamından yanaydılar. Ama Deng Xiaoping 1978’de başlayan sabırlı bir çalışmayla 1980’de Hua ve çevresini devirmeyi başardı. Deng daha 1978’de MK toplantısında “Dört Modernleşme” reform politikasını savunmaya başladı ve 1980’de parti yönetimini tam ele geçirince bu “Dörtlü Modernleşme” reformlarını uygulamaya başladı.

Bu “Dörtlü Modernleşme” reformu Çu Enlay’ın 1963’deki tarımı, sanayiyi, savunmayı, bilim ve tekniği modernleştirme politikasına dayanır. Ama Deng bunu günün koşullarına uyguladı ve kendi ismiyle sıkı sıkıya bağlı olan tarımda, sanayide, dış ticarette ve kültür alanınde köklü dönüşümlere girişti. 1982 senesinde köyde, tarımda Halk Komünleri’ni kaldırdı. Komüne ait olan toprakları özel parselleyip “Hane Sorumluluk Sistemi” adı altında devlete verilecek kesin pirinç kodu belirlenerek kâr ve zararı halka ait olmak üzere 5, 10,15 seneliğine halka kiralandı. Böylece köylüler kendi sorumluluğunda, kendi başına kâr amaçlı çalışmış oluyordu. Bu sistem köyde üretimin artmasına, hayat standardının artmasına yol açtı. Bu sistem yalnız pirinç değil, diğer tarım, orman ve su mahsullerinde de uygulandı. Çin yeniden bir küçük köylü ülkesi haline geldi.

Bu sistem yalnız köyde değil 1984 senesinde şehirlerde sanayi işletmelerine de uygulanmaya başlandı. Plân ekonomisine göre çalışan devlet işletmeleri hem sosyalist toplumun parçası, hem de halkın ihtiyaçlarını karşılayan temel kuruluşlardı. Bunların pazarı garantili idi, ücretler sabit, işyerleri sağlamdı. Şimdi bunlar üretimden sorumlu kendi yükümlülüğünde menejerlere verildi. Bu menejerler kendi başlarına kâr amaçlı çalışacaklar ve devlete plânda tespit edilmiş miktarda ürün verecekler. Devamla 1984 senesinde en fazla 7 işçi çalıştıran özel işletmelere izin verildi. 1988 senesinde de tüm kısıtlamalar kaldırıldı. Her tarafta sayısız küçük işletmeler kuruldu. Buna paralel olarak fiyatlar serbest bırakıldı, gelir vergisi sistemi getirildi. Kısa bir zamanda Çin serbest pazar ekonomisine kavuşmuş oldu. 

Reform politikasının üçüncüsü dışa açılma oldu. ABD ile diplomatik ilişkiler kuruldu ve ABD ile dış ticaret patladı. Yabancı yatırımcıların ülkeye yatırım yapmasının önü açıldı. Bunun için özellikle kıyı şehirlerinde “Özel Ekonomik Sahalar” kuruldu. 14 şehirde “serbest ticaret alanları ve teknoloji parkları” oluşturuldu. Kapitalist Honkong’un anavatana katılması kararlaştırıldı. Tüm bunlar “bir ülke iki sistem” ilkesinin hayata geçmesiydi. Artık Çin emperyalist ülkeler için bir Pazar, kendisi de emperyalist pazarlarda bir aktör konumuna gelmekteydi.  

Dördüncü reform politikası kültür alanındaydı. Dışa açılımla, ekonomik liberalizmle birlikte sanki yeni bir kültür devrimi başlıyordu. Birçok kültür eserleri üzerindeki yasaklar kalktı, yeni kitaplar, romanlar, filmler yaratılmaya başlandı. Burada yeni olan esasında sosyalist realizmin aşılması, terk edilmesiydi. Televizyonda da değişimler yaşandı. Yeni gelişmeye uygun filmler programa alındı. Deng Xiaoping ile birlikte artık Çin değişiyordu.

Deng’le birlikte Kültür Devriminin ve diğer kampanyaların yarattığı mağdur ve kurbanlar rehabilite edildi, ekonomik serbestlik genişletilerek Sovyetlerden alınmış olan merkezi plân ekonomisi yerini serbest pazar ekonomisi yerleşmeye, yabancı yatırımcılar adım adım ülkeyi “zaptetmeye” başladı. Deng eski savaş hasmı olan Japonya ile Barış ve Dostluk Anlaşması imzaladı. ABD’yi ziyaret etti. “Kâğıttan kaplan” olan ABD emperyalizmi Çin’in dış politikasında önemli bir partneri oldu. Denebilir ki Çin Sovyetlerden ve Dünya Komünist Hareketi’nden tamamen koptu ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bir yol izlemeye başladı.

80’lerin ortasında Sovyetler Birliğinde Gorbaçov’la başlayan açıklık ve yenilenme politikası Çin’de de aydınlar arasında etkisini gösterdi, burjuva demokrasisi ve özgürlükleri talebini yükseltenler oldu. Bunların batılılarca da desteklenen Tiananmen meydanındaki gösterileri bastırıldı ve Sovyetlerde gerçekleşen karşı devrim Çin’de burjuvazinin boğazında kaldı. Parti içinde ve dışında tüm tartışmalara rağmen Den dönemi Çin’de başarılı olmuştur. Ekonomi hızla büyümüş, yoksulluk sınırı 250 milyon 45 milyona inmiş, halkın refahı göreceli olarak artmıştır.

Deng Xiaoping sonrası

Deng sorasında gelen parti yönetimleri Deng’in açmış olduğu reform yolundan ayrılmadılar. Hepsi Çin’in kalkınmasına, güçlenmesine, halkın refah düzeyinin yükselmesine, zenginleşen bir kesimle yoksul kesimler arasında bir denge kurmaya, serbest pazar ekonomisiyle sosyalizm yolunda gelişmeye büyük bir önem verdiler. Parti yapısını ve politikasını sürekli üst ve alt yapıdaki toplumsal gelişmelere uyum sağlayacak şekilde değiştirdiler. Deng’den sonra gelen Jiang Zemin’e göre politik iktidar partinin elinde kaldığı sürece serbest Pazar ekonomisi ve unsurlarına müsaade edilebilir. Bu günümüze kadar partide geçerli görüştür. Zira parti iktidarı altında kapitalist pazar ekonomisiyle üretici güçler daha hızlı geliştirirlebilmekte, halkın yaşam standartları daha çabuk yükselmektedir. Bu geçiş dönemine özgü bir çeşit devlet kapitalizmi niteliğindedir. Zemin’e göre artık “vulgar (kaba) Marksizm” de vazgeçilmeli, Marksizm ideolojisi Çin koşullarına uygulanmalıdır. Zemin “üçlü temsil” teorisini getirdi. Buna göre parti saflarını Çin’de bir güç haline gelen orta katmanlara, özel girişimcilere de açmalıdır. ÇKP halkın partisidir, hem işçi ve köylülere hem de özel müteşebbiscilere, yani kapitalist sınıfa da açıktır. Bu üzerinde özellikle durulması gereken bir konudur. Parti saflarında güç kazanan kapitalistler sınıfı, üretimdeki güçlerine de dayanarak partide ve toplumda iktidarı ele geçirebilirler. Şu anda daha böyle bir tehlike yok. Parti sıkı bir şekilde politik ve ekonomik iktidarı elinde tutmaktadır. Büyüyen ve iktidar hırsı gösteren kapitalistlerin elinden hem ekonomik hem politik güçleri hemen alınmaktadır. Alibaba şirketinin milyarder sahibi Ma örneği bunu gösterdi. Parti şu anda her şeye hâkim ve egemen konumunda.

Jiang Zemin’den sonra gelen parti yöneticileri Hu Jintao ve Xi Jinping aynı yolda ilerlemekteler, üretici güçlerin gelişmesi ve halkın refahının artması, ülkedeki sosyal farklılıkların azaltılması ve giderilmesi için çalışmaktadırlar. Özellikle şimdiki Genel Sekreter ve Devlet başkanı Xi Jinping’le birlikte Çin ekonomide, teknik ve teknolojide büyük bir atılıma geçti. Artık Çin eskiden olduğu gibi kalitesiz plastik mallar üreten bir ülke değil, yüksek teknoloji ile marka mal üreten, uzaya, aya roketler, astronotlar gönderen, her alanda ABD ve AB’yi zorlayan büyük bir dünya gücü haline gelmiştir. Bu gelişmeyle sosyalizme varacağını belirtmektedir. Şu an tüm batı emperyalist güçleri bir olup Çin’in gelişmesini son haddede zorla, bir 3. Dünya Savaşı ile de olsa durdurmaya çalışmaktadırlar. Çin ise bu saldırılara aldırış etmeden yoluna devam etmektedir. Kim kimi savaşı daha yeni başlamaktadır.    

Tüm modernleşmeye, kapitalist serbest pazar ekonomisine rağmen parti yönetimleri şu 3 temel ilkede taviz vermemektedir.

  1. Sosyalizm yolunda ilerleme,
  2. Proletarya diktatörlüğü,
  3. Partinin yönetim ve iktidarı, öncü rolü.

Parti şimdiye kadar bu temel politik ilkelerde tutarlı bir tavır sergiledi. Ama toplumsal temeldeki ekonomik değişiklikler, kapitalist ilişkiler ne kadar bağımsızlaşır ve etkin hale gelir, şu anda bilinmemektedir. Komünistlerin hem iç hem dış düşmanlara karşı sürekli uyanık olması gerekmektedir.

Bir yanıt yazın