Haber / Yorum / Bildiri

Kapitalizmin tabiatında rasyonel değil, irrasyonel politikalar vardır

Seçim öncesi para dağıtan, seçim sonrası zam ve vergi yağdıran Erdoğan’la Bakan Şimşek’in politikası irrasyoneldir, akıl dışıdır

Damla USLU

“Yeni” Maliye ve Hazine Bakanı Mehmet Şimşek 4 Haziran 2023’de selefi Nebati’den görevi devralırken şöyle bir açıklama yaptı: “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı bir Türkiye ekonomisi özlenen refaha ulaşmamızda önemli olacaktır. Makro finansal istikrarı önceliklendireceğiz”. Bazı muhalif Türk aydın ve gazetecisi “mal bulmuş mağribi gibi” Şimşek’in bu sözü üstüne atladı. “Bu şimdiye kadar Erdoğan’ın uyguladığı ekonomi politikaların rosyonel (akılcı) olmadığının, irrasyonel (akıl dışı) olduğunun itirafıdır” diye kendilerine pay çıkarmaya kalkıştılar. Bunun yerine Mehmet Şimşek ne kadar uğraşırsa uğraşsın, neoliberalizmde uygulayacağı politikaların rasyonel değil, irrasyonel olacağını, kapitalizmin kuralının sömürü, yağma, talan ve kâr olduğunu, emekçilere asla bir refah getiremeyeceğini, finansal istikrarı asla sağlayamayacağını belirtemediler; Şimşek’i şahit göstererk sözüm ona Erdoğan’ı deşifre ettiklerini zannettiler.

Kapitalizm işçi ve emekçilere sömürü, patronlara kâr, halka kriz, enflasyon, pahalılıktır

Marks ve Engels kapitalist sistemde rasyonelliğin değil irrasyonelliğin egemen olduğunu belirtirler. Onlara göre kapitalizmde rasyonelliğin, akılcılığın fabrikalarda, işletmelerde, üretim süreci planlanırken işlediğini, kapitalistlerin malı en ucuza üretmek için üretimin her safhasını en teferruatlı bir şekilde örgütlediğini, planladığını, ama rekabet nedeniyle, fazla üretim, atıl kapitalin yaratılması, yığınların alım gücünün düşmesi, işsizlik, yoksulluk gibi nedenlerden dolayı ulusal ve uluslararası çapta ekonomiyi asla örgütleyemeyeceğini, planlayamayacağını, toplumda süreklü bir anarşi ve krizin, kaosun egemen olduğunu ve olacağını belirtirler. Kapitalizmin toplumsal çapta işleyişi daima irrasyoneldir, yapılanlar akla sığmaz, akıl dışıdır.

Türkiye gibi kapitalizmin çarpık-çurpuk geliştiği, görece geri kalmış ülkelerde, bu irrasyonellik daha da çarpıcıdır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde üretim ve rekabetten ortaya çıkan bu anarşi ve kaosa ek olarak bir de emperyalist ülkelerin yağma ve talanı, İMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist kurum ve kuruluşların dikte ettikleri politikalar, yatırım ve ticaret için döviz ve kredi gereksinimi, tasarruf “zorluğu”, develüasyon (ülke parasının değer kaybetmesi) ve enflasyon, yolsuzluk, israf gibi sorunlar gelir. Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin birçoğu bu durumdadır. Türkiye gibi bu ülkelerin de iki yakası asla bir araya gelmez. Bunlar politik ekonomik, sosyal olarak sürekli kriz içindedirler.

Politik olarak ülke Batı’ya, ABD’ye sadık otoriter, hak, hukuk, adalet tanımayan, demokrasi ve özgürlükleri ayaklar altına alan bir kişi veya bir kliğe, oligarşiye teslim edilmiştir. Emperyalist odaklara bağımlı ekomomi döviz, kredi, cari açık kıskacında kıvranır durur. Ülke zenginlikleri emperyalistler, iktidar ve onların işbirlikçileri tarafından yağma ve talan edilir, insan emeği en yoğun şeekilde sömürülür. Asgari ücret yaygın uygulanır. Ülkede kalkınma ve istihdamın önlendiği, enflasyon, pahalılık, vergi ve zamlarla halkın belinin büküldüğü neoliberal bir düzen ve sistem hüküm sürdürülür. Sosyal olarak bir avuç iktidar çevresindeki işbirlikçiler zenginleşirken, milyarderler çoğalırken, orta katmanlar sürekli erir, geniş işçi ve emekçi halk yığınları yoksullaşır, yeni katmanlar oluşur, yaşam cehenneme dönüşür. Bir yanda emperyalist destekli devlet terörü ile halkı susturan, bastıran iktidarla, demokrasi ve özgürlük isteyen, kalkınma ve refah özlemi çeken halk arasında için için giden bir çatışma yaşanır. Günümüzde bu koşulların yoğun olarak görüldüğü ve yaşandığı ülke maalesef Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki ülkemiz Türkiye’dir.

Seçimi kazanmak için Erdoğan’ın uyguladığı politikalar, vaatler ülke için bir yıkımdı

Erdoğan seçimleri kazanmak ve iktidarda kalmak için yasa, kural tanımayan; hazinesi, parası, malı ve taşıtıyla devlet olanaklarını sonuna kadar kullanan; hile ve sahtecilikle dolu olan, her bakımdan ülke için akıl dışı, irrasyonel bir seçim kampanyası yürüttü. İktidar onun için para, saray, lüks yaşam, itibar, zenginlik, yağma ve talandır. Asla elden bırakılamaz. Ülke batacak olsa bile, ülke batırılır, ama iktidar elden bırakılmaz. Erdoğan da öyle yaptı. Enflasyonun artması pahasına “nas” diyerek faizi düşük tuttu, Kur Korumalı Mevduat “KKM” uygulaması, “arka kapıdan” döviz satışları ile dolar kurunun 20 Liranın altında kalmasını sağladı. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krize, dolar karşısında sürekli değer kaybeden Türk parasına, artan cari açığa, enflasyona ve pahalılığa aldırış etmeden, yoksulluk içinde ezilen halkın gözünü boyamak için kesenin ağzını açtı, bol bol para dağıttı, yerine getirilmesinin maliyetleri “yıkıcı” olacak vaadlerde bulundu. Bütçe daha seçime gitmeden yılın ilk dört ayında 382 milyar Lira açık verdi. Muhalefet de iktidardan geri kalmadı. O da daha büyük vaatlerde bulundu. Kılıçdaroğlu seçilirse Kurban Bayramı’nda emeklilere 15 bin lira ikramiye vereceğini, depremzedelere yapılan evleri bedava vereceğini açıkladı. Bunların ise her biri gerçekci olmayan akıl dışı, irrasyonel politikalardır.

Hele iktidarın vaatleri arasında bir tanesi vardı, ki tam popülizm, oy alabilmak için yapılmış bir vaatti: Ücretsiz doğalgaz uygulaması. Karadeniz doğalgazının seçim öncesi tamamlandığını ve verilmeye başlandığını bir törenle bildiren Erdoğan halka bir de “müjde” verdi: “Tüm ülkede doğalgaz bir ay boyunca mutfak ve ısınma dahil kullanımı bedava olacak!” dedi. Bu “müjde” yetmedi. Erdoğan bir de bir yıl boyunca mutfakta kullanılan doğalgazın 25 metreküpünün bedava olacağı müjdesini vedi. Müjdeyi veren Erdoğan bunları kendi cebinden vermiyordu. Bunlar Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesinden karşılanacaktı. Bütçe ise halktan alınan vergiler demekti. Yani müjdenin bedelini halk ödeyecekti. Erdoğan’ın seçimi kazanmak için müjdeleri bitmiyordu. İki buçuk milyona yakın EYT’liye emeklilik hakkı tanındı. En düşük emeklilik aylığı 7.500 TL’ye çıkarıldı, en düşük memur maaşının 22 bin lira olacağını açıkladı. Asgari ücretin 500 Dolara tekabül edecek şekilde arttırılacağı bildirildi. Erdoğan’ın müjdeleri bitmek bilmiyordu. Bunlar şüphesiz halkın hoşuna gidecek “güzel” vaadlerdi. Ama bunlar bütçede büyük açıklara neden olacaktı, o zaman bu açıkları kim ödeyecekti? Halk, yani işçi ve emekçiler mi, yoksa patronlar mı, devleti soyan zanginler mi? Erdoğan’ın hiç patronlardan, zenginlerden alıp işçi ve emekçiye, halka verdiği görülmüş müdür? Tün bu müjdelerin yükü yine işçi ve emekçilerin sırtına binecekti.

Seçimde ağzı açılan kesenin yükü zam ve vergilerle halkın sırtına bindiriliyor

Seçim sırasında sol ve demokratik güçler sürekli halkı, işçi ve emekçileri, emeklileri uyardı: “Size “müjde” diye sunulan bu seçim “ikramları” yine sizden çıkarılacak. Her şeyden evvel şimdi baskı altında olan dolar serbet bırakılacak, başını alıp gidecek. Bu enflasyonu körükleyecek. Buna ek olarak bir de “iğneden ipliğe” yeni zamlar ve vergiler gelecek, hem de katmerli gelecek, Erdoğan’ın müjdelerindeki bedava doğalgaz, ücret ve aylıklara zam anında eriyecek. Siz yine yoksullaşacak ve fakirleşeceksiniz!” dedi. Ama dinlemediler, çünkü yokluk ve yoksulluk içinde kıvrılan halk yığınları için ağzına çalınan bir parmak bal tatlı geliyordu. Onlar da biliyordu: Emekçi halkın fakirleşmemesi için Erdoğan’ın zenginden alıp fakire vermesi, zenginlere getireceği özel vergilerle bütçe açığını kapatması imkansızdı. Erdoğan ise bunu asla yapmazdı. Zenginden alıp fakire vermek onun doğasına aykırıydı. Onun doğasında olan halkın boğazını sıkmak, sırtına binmekti. Nitekim Erdoğan ve “rasyonel” politika uygulayıcısı Maliye ve Hazine Bakanı Şimşek de böyle yaptı. Kur farkını, vergi ve zamları halkın sırtına bindirdi. Zira onları aklı, rasyonelliğe böyle işliyor! Bize göre ise rasyonel olan bu vergi ve zamları zenginlerin sırtına bindirmektir.

Seçim biter bitmez Erdoğan ve yeni ekibi Maliye ve Hazine Bakanı Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan önce doları serbest bıraktılar, arkasından da vergi ve zamlar yağdırdılar. Bu koşullarda dolar aldı başını gitti. Seçim günü 28.05.2023’de dolar daha 19,97 TL iken 15.06.’da 23,60 TL’ye, 30.06.’da 26 TL’ye fırladı ve son haftada 27 TL’yi gördü. Yaz sonunda doların 30 TL’yi, yıl sonuna doğru da 35 TL’yi görebileceği tahmin edilmektedir. Bu ise işçi ve emekçilere, emeklilere verilen ücret ve maaş artışlarının eriyip yok olması demekti. 11.500 TL’ye yükseltilen asgari ücret 28 Mayıs’ta 575 dolara tekabül ederken bugün 425 dolara tekabül etmektedir. Kayıp 150 dolar. Yıl sonuna kadar asgari ücretin alım gücü daha da düşecek. Ev kirasını bile karşılayamaz hale gelecektir. Bu sırf yükselen kur nedeniyle ortaya çıkan gerçek. Bir de buna vergi ve zamlar eklenecek. Alım gücü daha da düşecek. Enflasyon azacak, yaşam işçi ve emekçilere, memurlara, esnafa, emekliye zehir olacaktır.

Körfez ülkeleri gezilerinden sıcak para, dolar çıkmadı

Enflasyonu durdurmak, doların yükselişini engellemek için dışardan dolar, sıcak para bulmak gerekiyor. Bakan Şimşek ile çiçeği burnunda yeni Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan Hanım Körfez ülkelerinde dolar aramaya veya “dilenmeye” çıktı. Onlar eli boş döndü. Şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan gitti. Körfez ülke kıral ve veliahtlarına veya emirlerine birer “Türk otomobili” TOGG hediye etti. Sonuçta çoğu niyet açıklaması olan 50 milyarlık bir anlaşma yapıldı. Hatay’da kurulacak 10 milyar dolarlık petro-kimya tesislerine Suudilerin ortak olmak istedikleri açıklandı. Ama bunların dolara dönüp dönmeyeceğini zaman gösterecek. Reise, Bakanına ve Başkanına göre dolar bulma gezisine çıkmak, “dilenmek” rasyonel politikadır. Reis zaten Şimşek ve Erkan’ı dolar bulmaları için bu görevlere getirdi. Erdoğan’ın amacı onların uluslararsı alandaki ilişkilerini kullanıp, tedarik edilen dolarlarla durumu Mart 2024’deki yerel seçimlere kadar idare etmektir. Ondan sonrası Erdoğan için tam bir diktatörlük demektir. Her şeyi yönetecek olan kendisi olacaktır. O zamana kadar ise döviz bulmak şarttır. Şimşek ve Erkan’ın da ondan sonra işi büyük bir ihtimalle bitecektir.

Ama döviz bulmak için en azından faizleri arttırıp kur yükselişini ve enflasyonu durdurmak gerekiyordu. Hem Şimşek, hem Erkan faizleri ilk etapta yüzde 15’e, ikinci etapta şimdi de yüzde 17,5 yükseltebildiler. Bu ise kurun yükselişini engelleme ve enflesyonla mücadelenin ciddiye alınmadığının, ekonomiyi hâlâ Erdoğan’ın belirlediğinin göstergesiydi. Rasyonel politikalar diye Şimşek’in uyguladığı bu politikalar ülke gerçekliğinden uzak irrasyonel politikalardı. Anlaşılan Şimşek de Erdoğan’ın irrasyonel olan düşük faiz, düşük asgari ücret politikasını uygulamaktan başka bir yol görmüyor. Şimşek şu an zevahiri kurtarmak, durumu idare etmek için çalışıyor. Bunlar ise bize göre irrasyonel bir politikadır. Çünkü kimse senin kara kaşına ve kara gözüne para vermez. Fazlasıyla karşılığını ister. Karşılığını verirsen sıcak para bulursun, veremezsen kıvranır durursun. Ama bu politikayla ülke kalkınmaz, refah sağlanmaz. Sırf patronlar, Reis ve çevresi daha zengin olur. Bize göre ise rasyonel olan kendi ülke kaynaklarını planlı bir şekilde değerlendirip kendi dolarını yaratmaktır. Bu da onlara göre irrasyoneldir, talan ve yağma edilen bu ülkede artık döviz yaratılmaz demektedirler.

Dolaylı vergiler ve dolaysız zamlar

Bütçe açığını kapatmak için en rasyonel ve “adil” yol vergi gelirini, dolaysız vergi denen kazanç ve servet vergisini proporsoyonel, orantılı olarak alıp sağlamaktır. Yani az kazanandan az, çok kazanandan, serveti çok olandan çok vergi alacaksın. Genellikle Türkiye’de ve birçok kapitalist ülkede bu yola gidilmez. Vergi geliri KDV, ÖTV, MTV gibi günlük ihtiyaç olan mal ve hizmetlerden alınan vergilerden, yani dolaylı vergilerden sağlanır. Bu da Bütçe açığını halkın, geniş yığınların omuzlarına yüklemek demektir. Erdoğan ve Şimşek de böyle yapıyor.

Erdoğan 7 Temmuz’da çıkarttığı bir kararla Türkiye’de satılan ve tüm ürünlerden alınan Katma Değer Vergisi (KDV) oranını artırdı. Şimdiye kadar temel gıda maddelerinden yüzde 8 ve temel gıda maddeleri dışında kalan tüm mal ve hizmetlerden yüzde 18 KDV alınıyordu. Erdoğan bu kararıyla bunları 2 puan arttırdı. Yüzde 8 olan KDV yüzde 10’na ve yüzde 18 olan da yüzde 20’ye yükseltildi. Mart ayında deterjan, sabun, tuvalet kâğıdı, bebek bezi gibi temel ihtiyaç ürünleri ve yeme-içme sektöründe KDV yüzde 18’den yüzde 8’e inmişti. Bugün yayımlanan kararla bu ürünlerin KDV’si bundan böyle yüzde 10 olacak. Bu halk arasında büyük tepkiye yol açtı, ama Erdoğan hiç tınmadı. Zira örgütlü bir direniş yoktu. Mobilya ve beyaz eşyadan, sigara ve alkollü ürünlere kadar pek çok malın KDV’si yüzde 18’den yüzde 20’ye yükseltildi. Sürekli enflasyon nedeniyle temel gıda maddelerinin yüzde 1’e indirilen KDV’sine şimdilik dokunulmadı. Ama Noter, pasaport, vize harçlarına yüzde 50 zam yapıldı. Tüm bu vergi ve zamlar malların fiyatını arrtıracağı için enflasyonu da körükleyecektir. Enflasyonla mücadele boş laflardan iberettir.

Erdoğan’a 5 kat ÖTV yetkisi: Bütçe açığı için benzine üç kat, doğalgaza %224 ÖTV zammı

KDV’nin 2 puan artması bütçe açığını kapatmaya yetmiyordu. Bu yılın başında yapılan ve 3 trilyon 674 milyar vergi gelirli bütçede ön görülen 659,4 milyar liralık açık yılın ilk 6 ayında 483 milyar 227 milyona ulaşmış oldu. Yalnız Haziran ayındaki bütçe açığı 219 milyar liradır. Bu gidişle bu yılın bütçe açığı yıl sonuna kadar bir trilyonu aşacağı görülüyor. Bu nedenle Erdoğan Meclis tatile girmeden 1 trilyon 150 milyarlık bir ek bütçe çıkarttı. Böylece 2023 Bütçesi 4 trilyon 824 milyar TL’ye yükseldi. Erdoğan yine Torba Yasısı ile kendisine, yani Cumhurbaşkanlığına nerede ve ne için harcanacağı belli olmayan 794 milyarlık bir ek ödenek çıkarttı. Bu bütçede gözükmüyor, ama vergilerden karşılanacak, yani bütçeden. Böylece 2023 bütçesi 5 trilyon 618 milyarı bulmaktadır. Yine buna Erdoğan’a verilen 2,2 trilyonluk borçlanma yetkisi dahil değildir. Görülen o ki 2023 bütçesi, Erdoğan’ın özel bütçesidir. Özellikle yerel seçime giderken Erdoğan istediği gibi harcama yapacaktır. Kimse bundan hesap soramayacaktır. Bir diğer değişle bu bütçenin trilyonlarca açık vereceği apaçık ortadadır. Bu bütçe açığını kapatmak için yalnız KDV değil, Özel Tüketim Vergisi ÖTV’nin ve diğer tüm vergilerin de arttırılması şart oldu. Bunun için Erdoğan Meclis’in son gününde sunduğu Torba Yasası’na bir ekle ÖTV yasasında gösterilen vergileri 5 katına kadar arttırma yetkisi aldı ve aynı gün akaryakıt ve doğalgazdaki ÖTV’ya zamlar yağdırdı.

Seçim öncesi oy almak için halka doğalgazı tümden bir ay, mutfaktakini de bir yıl bedava yapan Erdoğan şimdi bunun acısını halktan çıkartmakta, bedava demenin ne olduğunu, getirdiği astronomik zamla göstermektedir. Torba Yasasından aldığı yetkiye dayanarak acilen doğalgazın mekreküpünden aalınan 2,3 kuruşluk ÖTV oranı 7,47 kuruşa yükseltildi. Bu ise tam yüzde 224’lük bir artışa tekabül etmektedir (7,47-2,3=5,17:2,3×100=224). Bakanlık (EPDK) utanmadan bu yüzde 224’lük zammı yalanladı ve yapılanın KDV dahil hepsi 6 kuruşluk zam olduğunu söyledi. Yapılan zammı küçümsetmek istedi ve yüzde 224 zammın kötü niyetlilerin işi olduğu intibaını uyandırmaya kalktı. Oysa bu 6 kuruşluk KDV’li zam yüzde olarak brüt yüzde 221’lik bir zamma tekabül eder. Yüzde 224 ise net zamdır. Bu sayılar kimin kötü niyetli olduğunu açıkca ortaya koymaktadır. Seçim öncesi verilen “müjdeler”in halktan katlanarak geri alındığını örtmeye yönelik ucuz manevralardır.

Bunlar evde ve sanayide kullanılan doğal gaza getirilen zamdır. Bir de petrol ürünleri akaryakıta zam getirildi. Benzinin litresinde 2,52 TL olan ÖTV 7,52 TL’ye, motorinde ise 2,05 TL’den 7,05 TL’ye yükseltidi. LPG’de ise ÖTV 1,77’den 5,77’e çıkarıldı. Bunlar 3 kattan fazla bir artışa tekabül etmektedir. Yıl sonuna kadar bunlar 5 kata kadar çıkarılacağı kaçınılmazdır. Böylece güncel olarak benzin ve motorinin litresine 6 TL zam yapılmış oldu. 28 Mayıs seçiminden bu yana benzin ve motorine yapılan zam yüzde 33’ü bulmaktadır. Bu yetmiyormuş gibi motorine hemen 2 lira daha zam yapıldı. Dünyada petrol fiyatları artmazken Türkiye’de petrol ürünleri fiyatı sürekli artmaktadır. Bunun neresi rasyoneldir. Petrol ve doğalgaza yapılan zamlar daha şimdiden tüm malların fiyatında etkisini göstermeye, ulaşımdan ekmeğe, ilaca kadar her şeye zam gelmeye başladı. Bunlar ise yeni bir enflasyon dalgasının habercisidir. Görüldüğü gibi Şimşek’in rasyonel politikası halka refah vaadeden değil halkın belini daha da çok büken bir politikadır.

Yerel seçimlere giderken halkı aydınlatmaya hız verilmelidir

Bakan Şimşek bu vergi ve zamları depremin yol açtığı masraflara bağlamak istedi. Şüphesiz deprem felaketinin bütçeye getirdiği bir yük vardır. Ama esas yük irrasyonel politikaların getirdiği yüktür. Hesapsız alınan kredilerin faiz yüküdür, cari açık yüküdür, Merkez Bankasına yüklense de KKM’nin yüküdür, köprülere verilen garantilerin yüküdür, Sarayın doymaz yüküdür, Kürtlere karşı savaşın yükü ve daha niceleridir. Bunların yükü daha da artacaktır. Yertel seçimlere giderken Erdoğan kesenin ağzını bir kez daha açacaktır. Bütçe açığı kapatılmaz boyutlara ulaşacaktır. O zaman herkesin önüne “ülke nereye gidiyor, ne yapılacak?” sorunu çıkmaktadır.

Erdoğan’ın ne yapacağı bellidir. O daha Türkiye’nin hâlâ varolan THY gibi Varlık Fonu’ndaki kârlı kurum ve şirketlerini satacaktır. Körfez gezisinde bu şirketleri dolar karşılığında Araplara devredeceği sözü konuşulmaktadır. Satışlar yolunda gitmezse o zaman Erdoğan 2,2 trilyon liralık borçlanma yetkisini kullanacak, o da yetmezse Merkez Bankası’na karşılıksız para bastırtacaktır. Bunlar da yetmezse IMF’ye gidecektir. Daha şimdiden Bakan Şimşek’in bu zamları İMF için yaptığı söylenmektedir. Hatta Bakan Şimşek’in bakanlıklara, devlet, kamu ve yerel kurumlara gönderdiğ tasarruf edileceklerin genelgesinin, sırf İMF’ye “bak biz tasarruf için genelge çıkarttık” demek için yapılan bir göstermelik operasyon olduğunu herkes itiraf etmektedir. Zira başta Saray olmak üzere kimse “itibardan” tasarruf etmeyecek, israf ve yağma devam edecektir. Şimşek kendi kendini aldatmaya başlamıştır. Onun rasyonelliği de budur. İMF’yi de aldatır mı? Bu ise imkansızdır, ABD araya girmezse!. Ülkemizi zor günler bekliyor. Bu koşullarda solcu, ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci güçlerin de ne yapacaklarının belli olması gerekir. Mayıs’ta yapılan seçimler yığınlara gitmek, onları kazanmaya çalışmaktan başka çare olmadığını gösterdi. Şimdi halkımıza gidip Erdoğan ve Şimşek’in bu irrasyonel politikalarını bir bir onlara anlatmak gerekmektedir. Erdoğan yerel seçimlere giderken vereceği “müjdelerle” onları yine kandırmaya çalışacaktır. Onların kanmasını öleyemezsek de en azından onları düşündürmeye sevketmek ve onlara Erdoğan’ın gerçek yüzünü göstermek gerekmektedir. Bu sol ve demokratik güçlerin günümüzde en acil görevi olmalıdır. Bu yapılmazsa Osmanlı’nın son dönemi gibi Erdoğan iktidarını sürdürür. Ülke batar, halk bitkin düşer. Bu nasıl o zaman padişahın umurunda değilse, bugün de Erdoğan’ın umurunda değildir. Onun için önemli olan, hasta da olsa iktıdarda kalmaktır. Çevresi de onu iktidarda tutmak istemektedir. Bilinmeli ki, onlar kendiliğinden gitmez. Onları gönderecek olan her çeşit burjuva muhalet ve ittifakları değildir, onları gönderecek olan sol ve devrimci güçlerin öncülüğünde kazanılan ve bilinçlenen yığınlar olacaktır.

Bir yanıt yazın