Haber / Yorum / Bildiri

Lozan’ın 100. yılında Lozan’ı tartışmak gerek

Kerem ASLAN

BU yılın 24 Temmuz’u Lozan Antlaşması’nın 100. yılı. Bundan 100 yıl önce 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan antlaşması üzerine tartışmalar hâlâ sürmektedir. Genellikle Kemalist çevreler tarafından Türklerin en büyük diplomatik “zaferi”, “Türkiye’nin Tapu Senedi” olarak görülen Lozan antlaşması Erdoğan ve AKP çevreleri, Yeni Osmanlıcı ve Halifeci İslamistler tarafından en büyük “hezimet” olarak görülmekte, hatta bunlardan Fesli Kadir gibileri “Keşke Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı Mustafa Kemal değil Yunanlılar kazansaydı, Lozan’da Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet kuırulmasaydı, o zaman halifelik ve padişahlık hâlâ yaşardı” diyebilmektedir. Lozan’da dışlanan, ulusal ve kültürel haklarından yoksun bırakılan halklar ve azınlıklar da bu antlaşmaya karşı çıkmaktalar, verilmeyen ulusal ve kültürel haklarını almak için haklı olarak mücadele etmektedirler. Kemalist çevreler Erdoğan ve hükümetini Türkiye’nin bu en önemli gününde kutlama toplantı ve etkinlikleri yapmadığı, sessizce geçiştirmeye çalıştığı için şiddetle protesto etmekteler, Lozan’da dışlanan ve haksızlığa uğrayan halkların ve azınlıkların yaptıkları etkinliklere de ateş püskürmektedirler.

Lozan senedini emperyalistler yaptı, yeni senedi halklar yapmalıdır

Aradan 100 yıl geçmiş, ama Türkler hâlâ daha Lozan’ı objektif, bilimsel, tarihi gerçekler içinde değerlendirmekten ve tartışmaktan uzaktırlar. Bu yapılmadığı sürece de Türkiye içinde bulunduğu politik krizlere, sorunlara bir çözüm getirmesi de imkansızlaşmaktadır. Çünkü bundan 100 sene önce Sovyetlerin zafere ulaştığı uluslararsı koşulların zoruyla imzalanan ve bugünkü sınırları içinde doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş “senedi” olan Lozan Anlaşması artık günümüz koşullarında miyadını doldurmuştur, işlememektedir. Yeni bir senet ve bu senet üzerinde yükselen yeni demokratik bir cumhuriyet gerekmektedir.

Lozan antlaşması emperyalistler ve hedefi Türklerin kendi kaderini belirlemek olan egemen güçler tarafından yapılmıştır. Anadolu’da Sovyetlere karşı bir Türk develti kurmak o zaman emperyalist güçlerin çıkarınaydı. Bu ise Anadolu’daki gerçekleri, Türkler dışında yaşayan halkları inkâr etmek demekti. Lozan senedi Sovyetlerin varlığı sayesinde Türklüğün senedi olarak doğdu. Bu ise Anadolu gerçeğine aykırıydı. Şimdi bu aykırılığı giderecek yeni bir senet gerekmektedir. Bu senedi emperyalist ve egemen güçlerden bağımsız olarak Türkiye’de, Anadolu’da binlerce yıldan beri oturan ve yaşayan kadim halklar ve Türk halkı birlikte yapmalıdır. Böyle bir senet aynı zamanda bölünme endişesinin, emperzalizmin bölgedeki oyunlarının panzehiri olacaktır.

Halifeci İslamistlerin “Lozan hezimettir” tesbitleri tarihi gerçeklere aykırıdır

Başta Erdoğan ve AKP’liler olmak üzere, Yeni Osmanlıcıların ve Hilafetçi İslamistlerin savunduğu “Lozan hezimettir”, “Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanılmasa, Türk devleti kurulmasa Halifelik ve Osmanlı İmparatorluğu bugün hâlâ daha yaşardı” görüşü o günün tarihi gerçeklerine terstir, deşifre edilmesi gerekmektedir. 20. Yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu diğer feodal, çok uluslu ve kültürlü bir ortaçağ imparatorluğu olarak miyadını doldurmuş, imparatorluktaki ulusların başkaldırmasıyla çökmekte, parçalanmakta olan bir imparatorluktu. Birinci Dünya Savaşı’ndan Almanlarla birlikte yenik düşünce imparatorluk içindeki halkların ABD Başkanı Wilson Doktrini gereği özgürleştirilmesi uluslararası alanda da gündeme geldi. Sevr Antlaşması bu gelişmenin sonucudur. Eğer kuzeyde Rusya’da Sovyet iktidarı kurulmasaydı başta İngiltere olmak üzere emperyalist güçler Sevr’i uygulayacaklar, Türk devleti Ankara merkezli Orta Anadolu’da kurulan bir devlet olacaktı. Hilafetçi İslamistlerin “Mustafa Kemal padişaha başkaldırmasaydı, Osmanlı İmparatorluğu yaşardı” tespiti bir hayaldir. Eğer Kurtuluş Savaşını kazanan Yunanlılar olsaydı, padişah ve halife Istanbul’dan, büyük bir ihtimal Ankara’ya sürülecekti. Eğer kuzeyde Sovyetler olmasaydı, belki bugün hâlâ padişah ve halife hükümranlığı altında yaşıyor olabilirdik. Ama tarihi gelişmeler birilerinin iradesine göre değil, bu iradelerden bağımsız objektif toplumsal yasallıklara göre oluşur. O günün koşullarında oluşan yasallık Rusya’da Sovyet iktidarının oluşmasıydı. Sovyet iktidarının özelliği yalnız Türklerin değil, tüm uluslararası gelişmeleri derinden etkilemiş ve değiştirmiş olmasıydı. Bu görülmeden Türk devleti fenomeni anlaşılamaz.

Halifeci İslamist çevrelerin “Türk devletinin halifeliğe karşı oluşu İngiliz emperyalistlerinin bir oyunudur” tespitlerinde bir nebze gerçek payı vardır. İngilizlerin tüm müslümanların manevi lideri olacak bir halifeyi istemedikleri doğrudur. Ama halife olan Osmanlı Padişahı’nın müslümanlar üzerinde böyle bir etkisi yoktu. Birinci Dünya Savaşı’nda emperyalistlerle birlikte Halife’ye karşı en başta savaşan Müslüman Araplardı, hem de Suudilerdi. Hint Müslümanların sempatisi ise Halifeye değil, İngiliz emperyalizmine karşı başkaldıran Anadolu halkına ve Mustafa Kemal’eydi. Halifecilerin görmediği İngiliz oyunu ise Anadolu’da Mustafa Kemal önderliğinde Sevr’de ön görülen değil, bugünkü Türkiye sınırları içinde Sovyetlere karşı tampon bir Türk devleti kurmaktı. Lozan’da bu yaratıldı. Bu açıdan Kemalistlerin Lozan’ı “zafer” olarak nitelemeleri ve “Türkiye’nin tapu senedi” olarak görmeleri doğrudur. Ama bu senedi mutlaklaştırmak, “değiştirilemez” görmek, ebediyete kadar sürdürmeye kalkmak gerçeklere, tarihe gözünü kapatmaktır ve yanlıştır. Çünkü bu senet o günün koşullarında “arızalı”, “sakat” olarak doğmuştur. Kadim Anadolu halkları ve azınlıklar inkâr edilmiştir. O gün emperyalistlerin çıkarı Anadolu’da parçalı küçük devletler ve otonom bölgeler değil, Sovyetlere karşı “güçlü” tek bir devlet gerektiriyordu. Bu devlet de Türk devleti olarak kuruldu, şimdi bu devletin “arızalarını”, “sakatlıklarını” düzeltmek gerekmektedir. Bu ise yeni bir senetin yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Kemalistler Lozan’ı mutlaklaştırıp yeni bir senede yanaşmadıkları sürece Türkiye’ye ve Cumhuriyet’e en büyük zararı vermektedirler, bölücülüğü körüklemektedirler. Artık Türklerin bu ülke gerçekleri anlaması ve görmesi gerekmektedir

Lozan Antlaşması’nı yaratan koşullar

Padişah II. Mahmut’tan, 1820 yıllarından beri Osmanlı aydını, Osmanlı devletini kurtarma çabası içindedir. Batılılaşma, yani kapitalistleşme bir türlü gelişmediği için bu başarılamaz. Osmanlı egemenliği altındaki halklar özgürlük mücadelesine başlarlar. Halklar özgürleştikçe İmparatorluk küçülmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda yenilince Sevr’de son darbe indirilir, tüm halklara özgürlük verilir ve Türkler Orta Anadolu’ya “hapsedilir”. Osmanlı paşaları “Misak-ı Milli” demiştir ama aldıran yok. İngilizler kesindir. Sevr’i uygulayacaklardır.

İşte tam bu sırada Rusya’da Sovyet iktidarı zafere ulaşır, Beyaz Ordu’yu yenen Kızıl Ordu 1920 Aralığında Kafkaslar’a dayanır. Akdeniz’e kadar inmek için önünde bir güç yoktur. Moskova’da Sovyet iktidarının zaferi dünyadaki İngiliz emperyalizminin sınırsız egemenliğine son vermiştir. Artık dünyada birbirine rakip ve temelden karşıt iki iktidar vardır. Kapitalist iktidar, sosyalist iktidar. İste tam bu koşullarda İngilizler hemen İstanbul ve Ankara hükümetlerini Sevr’i görüşmek üzere 1921 Şubatı’nda Londra’da bir konferansa çağrırlar. Hedef Sovyet iktidarının, Kızıl Ordu’nun Anadolu’ya inmesini engellemektir. Bunun için İngilizler Ankara hükümetinin Sovyetlere karşı tüm Anadolu’ya egemen olmasını isterler. Bu ise Sevr’den açıkca vazgeçmekti, Batı Ermenistan’ın ve Kürdistan’ın Mustafa Kemal’e, Türklere bırakılması demekti. Ama Batı Anadolu’ya çıkmış olan Yunanlıları yenerse Batı Anadolu’da Türklere kalacaktı.

Yunanlılarla iki yıl süren savaş Türklerin zaferiyle sonuçlandı. Artık tüm Anadıolu’da bir Türk devleti kurulabilirdi. Bu kuruluş Lozan’da yapılan antlaşmayla sonuçlandı. Anadolu’daki kadim halkların Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin, Lazların ve diğerlerinin inkâr ve imhası üstünde bir Türk devleti yükseltildi. “Senedi” eline alan bu devlet tüm halkların zorla, baskı ve inkârla asimilasyonuna başladı. Başta Kürtler olmak üzere halklar bu baskıya, asimilasyona karşı çıktılar. İsyan ettiler. Halkların bu direnişi bugüne kadar süre gelmiştir ve çözüm beklemektedir. Çözüm ise halkların kendi özgür iradesiyle yeni bir senet yapmalarıdır. Türk halkının önünde duran görev budur, bunu halka anlatmakta devrimci güçlerin görevidir.

Londra Konferansı, Lozan Antlaşması ve komünistler

Kafkaslara dayanan Kızıl Ordu’dan gelecek tehlikeyi gören İngilizler hemen Mustafa Kemal’le ilişkiye geçtiler. O zamana kadar İngilizlerden yüz bulamayan Mustafa Kemal ve diğer Osmanlı paşaları Sovyetlere yanaşmışlar, Lenin’le iyi ilişkiler kurmuşlar ve kurtuluşu Sovyet dostluğunda görmüşlerdi. Sovyetler de Mustafa Kemal ve diğer paşalara gereken yardımı yapıyordu. Ama Mustafa Kemal değişen İngiliz politikasına sarılarak Sovyetlere ve komünistlere sırt çevirdi. Kendisinin komünizme karşı olduğunu İngilizlere ispatlamak, Londra Konferansı’na çağrılmayı garantilemek için Anadolu’da komünistlerin ve taraftarlarının üstüne yürüdü. Halk İştirakiyun Fırkası’nı yasakladı, yöneticilerini hapsettirdi, Çerkez Ethem’in üstüne yürüdü, birliklerini dağıttı, Karadenizde Suphileri katlettirdi. Artık Mustafa Kemal İngilizlerin güvenini kazanmış bir liderdi ve bu andan itibaren Ulusal Kurtuluş Savaşı antiemperyalist bir savaş değildi. Yunanlılara karşı Batı Anadolu’nun kazanılması savaşıydı.

Ama bu savaşı kazanması için İngilizler Mustafa Kemal’ı Yunanlılarla başbaşa bıraktı. Savaş için Mustafa Kemal’in silah ve mali yardıma ihtiyacı vardı. Yine çaresiz Sovyetlere başvurdu. Sovyetler güney sınırında “dost” bir devlet olması adına Mustafa Kemal’e gereken yardımları yaptı. Bu “dostluk” ve iyi komşuluk ilişkileri sonuna kadar Sovyetlerin politikası oldu. O zaman Mustafa Kemal bu yardımların bir “karşılığı” olarak da komünistleri serbest bıraktı. Komünistler hemen bir kongre toplayıp partiyi yeniden kurdular, çalışmaya başladılar. 30 Ağustos Zaferi’nden sonra 1922 Eylülünde İzmir’e giren Mustafa Kemal artık tüm Anadolu’nun hükümranıydı ve bunun tescil edileceği yer Lozan idi. Zaferden sonra Mustafa Kemal’in İngilizlere Komünistlerle ve Sovyetlerle olan ilişkinin buraya kadar olduğunu göstermesi gerekiyordu. Artık Sovyetlerden de acil bir yardıma ihtiyacı yoktu. İngilizlere bu tutumunu göstermek için ilk yaptığı iş yine komünstlere saldırmak oldu. Türk heyeti Lozan’a giderken Mustafa Kemal Komünistlerin partisini (Halk İştirakiyun Fırkası’nı) yasaklattı ve kapattı. Bugün TKP’nin üzerindeki yasak o gün Mustafa Kemal’in İngilizlere yaranmak için koyduğu yasaktır. Lozan’ın bir “arızası” da komünist karşıtlığıdır. Komünistler o günden beri Kemalistlerin tüm baskısına rağmen Lozanda kurulan burjuva cumhuriyetine karşı demokratik bir cumhuriyet için savaşmaktadırlar. İşçi sınıfının ve halkların ortak mücadelesiyle Lozan senedi yenilenirken ve demokratik bir cumhuriyet yaratılırken ezilen tüm halklarla birlikte yasaklanan Komünist Partisi de özgür olacaktır. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında görev demokratik cumhuriyet için mücadeleyi yükselmektir.

Bir yanıt yazın