Kabil düştü: Emperyalizmin gerçek emelleri ortaya çıktı
Muharrem YALÇIN
AFGANİSTAN’da yaşanan gelişmeleri önceden görmek veya kestirmek için kâhin olmaya gerek yoktu. ABD 2014 senesinden beri geri çekileceğini söylemekteydi. Son olarak 20 Şubat 2020’de Katar Doha’da Taliban’la yaptığı uzlaşmasından sonra her şey açıkça ortadaydı. Bu anlaşmayla ABD tüm dünyanın gözü önünde Afganistan’ı Taliban’a teslim ediyordu. Teslimatın nasıl olacağı da belliydi. ABD ve müttefikleri askerlerini çekecekler, Taliban’la Afgan ordusu karşı karşıya kalacak, savaşacak, Afganistan da yenene, galip gelene kalacaktı.
ABD ve Müttefikler Afganistan’ı terk ediyor
ABD yenenin Taliban olacağını çok iyi biliyordu. Çünkü kendi elleriyle yetiştirdiği ve donattığı Afgan ordusu ve güvenlik güçleri 2014 senesinden beri Taliban’a karşı karada savaşan güçtü. Bu güç havadan Amerikan desteği olmadan hiçbir başarı elde edemiyordu. Amerikalılar ise dünya kamuoyuna, 20 yılda 89 milyar dolar harcayarak eğitip donattıkları Afgan ordusunun Taliban karşısında başarılı olacağı mesajları veriyordu. Oysa kendisi de çok iyi biliyordu ki, Afgan ordusunun Taliban karşısında şansı yoktu. Afgan ordusu ve polisi işkenceci, rüşvetçi, istismarcı idi. Ülkesi için savaşmaya bir motivasyonu yoktu. Hükümette, mecliste oturanlar; hem Kabil’de hem vilayetlerde iktidarda olanlar, baştakiler rüşvetçi, istismarcı savaş ağaları, uyuşturucu baronlarıydı. Bunlar için savaşmaya değmezdi. Ulusal bilinç tam olarak gelişmemişti. Kaldı ki karşısındakiler de Afgan’dı, müslümandı.
Biden da Trump’un çekilme planına uydu. Kararlaştırılan zamandan da önce çekilmeyi tamamladı. Bazı müttefikler çekilmeye karşı çıktılar, çekilmenin çok hızlı olduğunu, sonuçların ağır olacağına dair ikaz ettiler. Ama ABD dinlemedi, çekilmekte kararlıydı. ABD çekilince tek başına ABD’siz bir şey yapılamayacağını bildikleri için müttefikler de çekildiler. Çekilmeyi kabul etmeyen, Afganistan’da kalmakta ayak direten tek ülke Erdoğan Türkiye’si oldu. Çekilmeler Temmuz sonu Ağustos başında tamamlandı. Artık Afganistan Taliban’a yem olmaya hazırdı. Taliban birlikleri kuzeyden ve batıdan harekete geçti. Kısa zamanda Mazar-ı Şerif’i, Kandahar’ı ve diğer vilayetleri tek tek almaya başladılar. Afgan ordu birlikleri tek kurşun atmadan, çatışmaya girmeden ya teslim oldular, daha doğrusu vilayeti ve birliklerini tüm teçhizatıyla Taliban’a teslim ettiler veya Afganistan’ı terk edip kuzeyde Özbekistan’a, batıda İran’a sığındılar.
Kabil düşüyor
Taliban’ın hızlı ilerleyişi, Afgan ordusunun direnmeyişi tüm dünyayı şaşırttı. Özellikle NATO ülkelerinde 20 yıllık emek boşa mı gitti diye sorular yükselmeye başladı. Özellikle kadınların toplumsal yaşamda kazandığı özgürlükler, kız çocuklarının eğitim hakları, basın ve yayın, sanat ve edebiyat, müzik ve resim alanlarında kazanılan özgürlükler ne olacaktı? Taliban bunların hepsine karşıydı. Bir anda yok mu olacaktı? Bunlar konuşulurken Taliban Kabil’e doğru ilerlemeye başladı. Batı kamuoyunda ise Kabil’in düşmeyeceği, ordunun Kabil’de direneceği, kazanımların yok olmayacağı izlenimi yaratıldı. Batı devletleri bir şey olmayacakmış gibi elçiliklerin, kendileriyle çalışan Afgan’ların tahliyesi konusunda hiçbir adım atmadılar.
Herkes Kabil’i güvenlikli görüyordu. Taliban’ın aldığı vilayetlerde, Taliban’ın katliam yapacağından, en azından kadınlara karşı şiddet uygulayacağından korkan halk Kabil’e sığınmıştı. Umutları Kabil’de onlara bir şey olmayacağı yönündeydi. Ama Taliban 14 Ağustos günü Kabil önünde gözükünce ve 15 Ağustos’da hiçbir direnişle karşılaşmadan Kabil’e girince başkan ve başbakanlarından bakanlarına kadar batı politikacılar sanki şaşırmış gibi yaptılar, “durumu iyi değerlendiremedik, yanlış değerlendirdik, bunu beklemiyorduk” diye özeleştiriler yapmaya başladılar. Ama Kabil düşmüştü, halk ülkeden kaçabilmek için havaalanına hücum etmişti.
Emperyalistlerde utanacak yüz yoktur
Başta ABD olmak üzere batı devletleri elçiliklerini tahliye etmek için bir askeri operasyon başlattılar. Kabil havaalanına birlikler indirdiler. Elçiliklerinin elemanlarını ve kendi vatandaşlarını uçağa aldılar, tahliyeye başladılar. Ama havaalanında bekleyen Afganlılar uçaklara hücum ettiler. Uçakların önünü kestiler, kanatlarının, gövdesinin üstüne çıktılar, tutunacak yerlere yapıştılar. Onlar da Kabil’i terketmek, Taliban’ın gelmekte olan zulmünden kurtulmak istiyorlardı. Talibanın elinde, işkence altında başı kesilerek veya ezilerek ölmektense, uçağın kanatları üstünde ölmek daha iyi diye düşünüyorlardı. Zira onlara göre uçağın kanatları üstünde belki bir kurtulma umudu vardı. Ama bu saf bir düşünceydi. Kanatların üstünde kurtuluş yok ölüm vardı. Nihayet uçak, kanatlarına tutunan insanlarla havalandı. Birkaç saniye sonra yüzlerce metre yükseklikten insanlar tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde tek tek ölüme düşmeye başladılar.
Yaşanan bu tablo insanlığın yüz karasıydı, utancıydı. Emperyalistler yıllarca umut verdikleri Afganları bir anda yüzüstü, kendi kaderleriyle, ölümle başbaşa bırakmışlardı. Binlerce insan yıllarca ABD’nin ve diğer birliklerin, yardıma gelen sivil toplum kuruluşlarının çalışanları olmuştu. Taliban’a açık muhalif olanlar, özgürlüğü tadan kadınlar değişik biçimlerde kamuoyunda tanınıyorlardı. Şimdi bunlar Taliban’ın katliam listesinde, hedefindeydiler. Bunlar batı devletleri tarafından kurtarılmak için havaalanında bekliyorlar. Gelen uçaklar ancak bir kısmını alabiliyor. Anlaşılan büyük bir kısmı Taliban’ın pençesine terkedileceklerdi. Emperyalistler böylesine vurdumduymazdırlar. İnsanın onlar için bir değeri yoktur. Kullandılar, şimdi paçavra gibi atmaktadırlar. Onlar bu davranışlarından dolayı ne utanırlar, ne de yüzleri kızarır. Çünkü onlarda işledikleri insanlık suçu karşısında utanacak yüz yoktur. Utanmak emperyalistlerin doğasına karşıdır. Onların doğası sömürmek, yağmalamak, eziyet etmektir. Ölürlerse bu da bu işin fıtratında vardır deyip çıkarlar.
Türkiye’ye gelen Afgan göçmenler
Eğer bunlar gerçekten kendileriyle çalışanları ve muhalifleri kurtarmak isteselerdi daha birliklerini çekerken bunun plânını yaparlardı. Hiçbiri bunu yapmadı. Amaçları bu insanların komşu ülkelere kaçıp orada barınmalarıydı. Bu onlar için daha ucuzdu. ABD Taliban’ın Kabil’i alacağını bildiği için Erdoğan’la anlaşarak kendisiyle çalışan Afganların Türkiye’ye gelmelerini ve oradan zamanla ABD’ye alınacaklarını vaat etti. Son zamanlarda Türkiye’ye gelen Afgan göçmenlerinin altında böyle bir politika yatmaktadır. ABD de Erdoğan da çok iyi biliyorlar ki, bu göçmenlerin büyük çoğunluğu Türkiye’de kalacaktır. İşletme sahibi olan Türkler, çoğu genç erkek olan bu Afganları ucuz işgücü görüp sevinirken, aydın kesim ise bu kadar genç erkeklerin toplumsal demografik yapıyı deeğiştirebileceğini belirtmekte, doğabilecek tehlikelere hükümetin dikkatini çekmekte ve uyum projelerinin yapılmasını talep etmektedir. Artık Türkiye kamuoyunun göçmen gerçeğini görüp, göçmenlere saldırmayı bırakıp, göçmenleri bir kazanım görüp onlarla birlikte yaşama yolları araması gerekmektedir. Son zamanlardaki saldırılar, özellikle Ankara Altındağ ilçesinde yapılan saldırı, basında Afgan ve Suriyeli göçmenlere karşı sergilenen ırkçı yayınlar affedilmez yüzkarası tutumlardır. Artık ilerici ve demokratik güçlerin göçmenlerle ilgili politikalar ve projeler geliştirmelerinin, kamuoyuna çıkıp bu yönde kampanyalar yapmalarının zamanı gelmiştir.
El Kaide ve Taliban Afganistan’da iktidarı ele geçiriyor
Afgan halkı 40 yıldır bir huzur bulamadı. 70’li yılların sonunda iktidarı alan demokratik subaylara ve güçlere karşı CİA’in örgütlediği cihatçılar saldırıya geçtiler. Demokratik güçler Sovyetler’i yardıma çağırdı. Sovyet ordusuyla ABD destekli cihatçılar arasında savaş 10 yıl sürdü. Gorbaçov orduyu geri çekti. ABD destekli cihadistler iktidarı aldılar. Afgan halkının 10 yıllık kazanımlarını, kadın haklarını, kız çocukların eğitim haklarını, demokrasi ve özgürlük, kültür ve sanat, teknik ve ekonomik alanlardaki kazanımlarını yok ettiler. ABD yıllarca Sovyetlere karşı beslediği ve kullandığı bu cihadistleri yüzüstü bıraktı, Bunlar arasında da Kabil’deki iktidarı almak için birbirine düşenler oldu. Sonunda El-Kaide ve Taliban 1996’da Kabil’de iktidarı aldılar. Ama bunlarda da için için ABD’ye karşı bir husumet yükseliyordu. Komünizme karşı ABD ile birlikte hareket ederken, şimdi ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarına karşı çıkıyorlardı. Bunlar cihatçıydılar ve dünyada İslam egemenliğini savunuyorlardı. Bunun için savaşmaya, emperyalizmin yumuşak karınlarına saldırı düzenlemeye hazırdılar.
11 Eylül 2001’de El-Kaide şefi Osama bin Laden saldırıyı emperyalizmin kalbine, New York’daki World Trade Center’in ikiz kulelerime karşı gerçekleştirdi. ABD ve tüm dünya şok altındaydı. ABD yıllarca bağrında besleyip yetiştirdiği “yılanın” şimdi kendini sokmasını yaşıyordu. Cihatçılara gereken dersin verilmesi gerekiyordu. ABD Başkanı G.W. Bush 7 Ekim’de arkasına NATO ve diğer batı ülkelerini de alarak Afganistan’daki Taliban-El Kaide hükümetine saldırdı. Onları devirip kendine bağlı kukla hükümetler getirdi. Afganistan’da ABD ve Batılı güçlerle Taliban arasında bugüne kadar süren kıyasıya bir savaş başladı.
Emperyalistler Afganistan’a demokrasi ve özgürlük için gitmediler
ABD bu savaşı Afganistan’a demokrasi ve özgürlük getirmek, kadın haklarını korumak için yaptığını yayıyordu. Oysa onun böyle bir amacı yoktu. O bu savaşı batıya yönelen selefist İslam terörünün ocağı olan Afganistan’da bu terörün başını ezmek, böylece batı ülkelerinin güvenliğini sağlamak ve onları islami terörden korumak için yapıyordu. Afganistan’da savaşan askerlere “sizler burada ülkenizin ve halkınızın güvenliğini sağlıyorsunuz” deniyor ve “hür dünyanın güvenliği Hindukuş’dan geçmektedir” diye propaganda yapıyorlardı. Avrupa’da artan selefist-islamist terör de buna gerekçe oluyordu. Ama Afganistan’da terörün başı bir türlü ezilemiyordu. Taliban, El Kaide Pakistan’dan, bazı Arap ülkelerinden destek alıyordu. Her gün daha da güçleniyordu. Osama bin Laden ve diğer yöneticiler yaşıyor ve örgütü yönetiyorlardı. ABD’nin Kabil’de kurmak istediği meclisiyle, ordusu, polisi, yargısı ve hükümetiyle modern güçlere dayanan istikrarlı bir iktidarı oluşturma hedefi tutmadı. Ancak kadın hak ve özgürlükleri, kadının eğitimi ve topluma katılımı, basın, sanat ve kültür özgürlüğü konularında önemli bazı başarılar elde edildi. Ama bunların dayandığı temel zayıftı. Zira Afaganistan’da üretici güçler, modern kapitalist burjuva ilişkiler gelişmiş değildir, hâlâ klerikal, feodal, aşiret ilişkileri egemendir. Bunun üst kurumlarını da selefist İslam anlayışları oluşturmaktadır.
Bu nedenle Afganistan’ın demokratikleşmesi zordur. Ayrıca ABD’nin de Afganistan’ı demokratikleştirmek diye bir derdi yoktur ve şimdiye kadar da geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin hiçbirinde olmamıştır. Irak, Suriye ve diğer Arap ve Afrika ülkeleri buna örnektir. ABD’nin tek sorunu vardır, o da bu ülkeleri kendi nüfuz alanında tutmaktır, oralardan kendisine bir zarar gelmemesidir. Oralarda hükmedenlerin diktatörler, despotlar olması ABD için hiç önemli değildir. Hatta o ülkelerde bir kaos hüküm sürmesi de önemli değildir. Önemli olan ABD’nin ve batının çıkarlarının korunmasıdır. Batının onları “huzur” içinde sömürmesidir.
ABD’nin ve batının da Afganistan’dan istediği kendilerine oradan bir tehlike gelmemesidir. Bunun için önce Taliban’ın cezalandırılması, sonrada ehlilileştirilmesi, ilk yıllarda olduğu gibi kendine itaat eden bir konuma getirilmesi gerekmektedir. ABD başta Osama bin Laden olmak üzere önde gelen El -Kaide ve Taliban yöneticilerini öldürerek, tepelerine bombalar yağdırarak onlara gerken cezayı verdi. Onlar da ABD başlarına bomba yağdırdığı sürece bir şeyler yapamayacaklarını anladılar. Önlerinde ABD ile anlaşmaktan başka bir yol yoktu. ABD için de 2011 senesinde Osama bin Laden’ı öldürdükten ve denize gömdükten sonra Taliban ile görüşmenin önündeki en büyük engel de kalkmıştı. Kabil’de her kesimin kabul ettiği işleyen bir kukla rejim oluşturamayacağını gören ABD, Taliban içinde zemin yoklamaya, onlarla dolaylı ve dolaysız yollardan görüşmeye başladı. Anlaşılan bu görüşmeler sonunda Taliban’ı ehlileştirdiği, onun kendisine itaat edeceği kanısına vardı. Ve Kabil’i Taliban’a teslim etti. Nihayetinde bunlar eskiden beri yetiştirdiği kendi çocuklarıydı. İkinci bir “haylazlığa”kadar zevahiri kurtarabilirdi. Afganistan’ın demokratikleşmesi, kadınların, demokratik güçlerin kazandıkları haklar artık unutuldu, özgürlükler bir başka zamana bırakıldı.
Selefi İslamda takiye ve Talban’ın “ılımlı” sözler
Taliban görüşmeler sırasında ABD’yi değiştiğine inandırdığı gibi Kabil’i aldıktan sonra da verdiği “ılımlı” mesajlarla dünya kamuoyunu da değiştiğine inandırmaya çalıştı. Şimdiye kadar kendine muhalif olanları, yabancılarla çalışmış olanların affedildiğini, kadınlara şiddet uygulanmayacağını, İslami kurallar altında çalışabileceklerini ilan ettiler. Bu açıklamaları yalnız Erdoğan değil batıda da birçok başkan ve başbakan olumlu karşıladıklarını söylediler. Taliban’la konuşulabileceğini ve konuşulması gerektiğini açıkladılar. Ama bunların söylediklerine ne kadar güvenilir belli olmaz. Daha bu açıklamanın ikinci gününde burka giymeyi reddeden bir kadının öldürüldüğü haberi geldi. Kaldı ki tüm bu konularda son kararı verecek olanın da Ulemalar Kurulu olduğu anlaşıldı. Bu kurul karar vermeden yapılan açıklamaların bir kıymeti harbiyesi yoktur.
Selefi ve Vahabi islamda takiye diye bir anlayış vardır. Bu anlayışa göre amaça varmak için yalan söylemek günah değildir. Taliban da şimdi iktidarı tam ele alıncaya kadar çok takiye yapacaktır. İktidara oturduktan sonra gerçek yüzünü ortaya koyacak ve dişlerini gösterecektir. İslamda takiyenin nasıl işlediğini görmek için Türkiye’ye Erdoğan iktidarına bakmak yeterli. Erdoğan hiç yüzü kızarmadan her türlü takiyeye başvurmaktadır. Dün söylediğinin tam tersini bugün yapmakta, insan hangi söylediğine inanacağına şaşmaktadır. Gün gelir laikliği savunur, şeriata karşı çıkar, ama tüm bunları vahabi islama, şeriata varmak için yapar. Talibanların da yarın bugün söylediklerinin tam tersini yapacaklarına süphe olmasın.
Erdoğan Taliban’ın Kabil’i almasından çok memnun
ABD ve tüm müttefikler Afganistan’ı terkederken, Erdoğan Biden’a Afganistan’da kalmayı ve Kabil havalimanının güvenliğini üslenmeyi önerdi. Erdoğan’ın Taliban ile gizlice neler konuştuğu bilinmiyor. Ama Taliban’ın bunu kabul etmeyeceğini, Türk askerinin başına belalar gelebileceğini söyleyen muhalefete Erdoğan “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Daha iyi anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum” diye cevap vermesi üzerine Türkiye’de toplum ayağa kalktı ve “Türkiye’nin inancı Taliban’ın inancına taban tabana terstir” diye haykırdı. “Taliban baş kesen, kadına recm uygulayan, burka giydirten, şeriatı savunan bir devlet kurmak istemektedir. Laik Türkiye böyle bir örgüte de devlete de terstir” dendi. Erdoğan ise susarak gelişmeleri bekledi.
Kabil düşer düşmez menuniyetini açıklayan ilk hükümet Erdoğan hükümeti oldu. “Milli menfaatlerimiz “ gereği Taliban hükümetiyle ilişkiler kurulabilirdi. Özellikle AKP ve dinci çevreler Afganistan’daki gelişmelerden çok memnun. Memnun olanlardan biri de Doğu Perinçek idi. Perinçek’e göre Taliban Mustafa Kemal Paşa gibi emperyalizme karşı bir savaş vermişti. Bir kere ne Mustafa Kemal ne de Taliban emperyalizme karşı bir savaş verdiler. Mustafa Kemal bir dönem Sovyetlerle kurduğu ilişkiler nedeniyle yarım yamalak emperyalistlere karşı bir tavır sergilemiştir, ama en kısa zamanda yine emperyalistlerin yanında yer almıştır. Türk-Yunan savaşı antiemperyalist bir savaş değildir. Taliban da İkiz Kuleler’e saldırdıktan sonra ABD ile kıran kırana savaşmamıştır. Aksine ABD’nin hava saldırıları karşısında “pes” etmiştir, görüşme masasına oturmuştur.
Görünüşte ABD yenilmiştir, itibar kaybetmiştir, müttefiklerin ve kendisiyle işbirliği yapanları madur bırakmış, onları düşmana teslim etmiş ve onların güvenini kaybetmiştir. Artık ABD bunların nezdinde güvenilir bir güç değildir, demokrasi ve özgürlük savunucusu değildir. Ama özde bu savaşta kârlı çıkan ABD’dir. Eğer gerçekten Taliban batı ülkelerinde terör eylemlerini durdurur ve ABD ile işbirliğine girerse ABD amacına ulaşmış olur. Zaten ABD için ister Afganistan’da ister dünyanın başka bir yerinde önemli olan iktidarın karakteri değil, kendisiyle işbirliği yapmasıdır, gerisi teferruattır.
Yine de Mustafa Kemal’le Taliban arasında bir fark vardır. Mustafa Kemal’ın yüzü ileriye yönelikti, Modernistti, burjuva idi, laik idi, şeriata karşıydı. Taliban ise Mustafa Kemal’in tam tersi. Selefist, Vahabist, şeriatçı, gerici klerikal bir güçtür. Fark bu kadar. Ama bunu da abartmamak gerek, çünkü Mustafa Kemal tam tutarlı bir laik değildi. Türkiye tam laik bir devlet değildir. Mustafa Kemal kendi devletinin İslam’ını yaratmıştır. Diğer İslam anlayışlarının bastırmasıyla laik olunmaz.
Mustafa Kemal üzerinden laiklik tartışması yapılmamalıdır
Türkiye’de aydınların büyük bir kısmı Afganistan’da milletin başına gelenlere bakıp Mustafa Kemal’in kurduğu laik Türküye Cumhuriyetı’ne sarılalım diyorlar. Onlar bu tutumlarıyla belki farkında olmadan Mustafa Kemal’i ve Türkiye’de uygulanan laikliği kutsamaktadırlar. Bu kadar güçlü bir laikliğe Erdoğan’ın kolayca nasıl saldırabildiğini, onun kolayca nasıl yaralanabilir olduğunu tartışmamaktadırlar. Tartışma olmadığından bir başörtüsü sorunu hemen ötekileştirilmektedir. Demokrasi ile laiklik arasında yanlış bağlar kurulabilmektedir.
Her şeyden önce demokrasinin de laikliğin de bir ülkede tutunabilmesi için o ülkede gelişmiş kapitalist bir burjuva düzeninin olması gerekmektedir. Türkiye’de eğer bir nebze demokrasi ve laiklik varsa bu gelişmiş olmasa da az çok varolan kapitalist üretici güçlerden gelmektedir. Eksik olan burjuva Türk aydınının bu alt yapıya tekabül eden bir üst yapı tartışması yürütememesidir. Tarihte yaşanan İslamdaki laiklik ve aydınlanma ve gerici hareketleri günümüz koşullarında ele almamasıdır. Eğer Türk aydını Türkiye’de laikliğin ve antiemperyalizmin derinleşmesini ve Erdoğan’ın köşeye sıkışmasını istiyorsa Hanefilik ve Vahabilik tartışmalarını yürütmesi gerekmektedir. Kısaca Hanefilik aklın yoludur, Vahabilik naklin yoludur. Anadolu’da yaygın olan Hanefiliktir. Erdoğan ise Hanefiliği Vahabiliğe boğdurmak istemektedir. O bu tutumuyla Amerikalılarla aynı yoldadır. Zira Amerikalılar Ortadoğu’da nüfuz alanlarını artırmanın yolunu Vahabiliğin yaygınlaştırılmasında görmektedirler. Erdoğan’ı sallamanın bir yolu da halka Erdoğan’ın Vahabi, kendisinin de Hanefi olduğunu anlatmaktan geçmektedir.
Taliban’ın eline geçen Afganistan’ın dünya politikalarına etkileri
Afganistan Rusya’nın, Çin’in, Pakistan’ın, Hindistan’ın ve İran’ın arasında stratejik yere sahip bir ülkedir. Böyle bir ülkenin cihadist, Selefist, Vahabist İslami bir örgüt tarafından ele geçirilmesinin onu çevreleyen ülkeler için büyük bir öneme haizdir. Taliban yönetiminde bir Afganistan bölge için büyük bir destabilizasyon faktörü olabilir. Daha şimdiden Rusya, Çin, İran ve diğer ülkeler Afganistan’daki gelişmeleri dikkatle izlemektedirler. Hatta ABD’nin niyeti anlaşılınca Rusya ve Çin Taliban’la çok önceleri görüşmelere başlamışlardır.
Hem Rusya’da ve eski Sovyet cumhuriyeti olan Türkmenistan ve Özbekistan’da, hem Çin’de Uygur bölgesinde, Hindistan’da, İran’ın doğusunda Taliban gibi düşünen çok İslami gruplar bulunmaktadır. Afganistan’da devlet kuran Taliban bu gruplar için hem bir motivasyon ve güç kaynağı hem de bir geri çekilme alanı, hinterland olabilir. O zaman Taliban yönetiminde bir Afganistan bu ülkeler için büyük bir tehlike ve huzursuzluk kaynağı, bölge için gerilim ocağıdır. Hatta önümüzdeki yıllarda Çin’i ve Rusya’ı küresel çıkarlar açısından sıkıştırmayı planlayan ABD için bu ülkelerde kargaşalık yaratmakta Afganistan ve Taliban önemli bir sıçrama tahtası, üssü olabilir. Küresel açıdan bakıldığı zamanla Afganistan’da savaşı kimin kazandığı sorusu daha berrak görülecektir. Umalım ki Talibanlı Afganistan bölgede ABD’nin bir çıbanbaşı olmasın, dünya barışını tehdit eden, dünya savaşını kışkırtan bir konuma gelmesin.