Haber / Yorum / Bildiri

Hükümet hemen istifa etmeli: Yanan yalnız ormanlar değil, tüm Türkiye’dir!

Kemal AKSU

28 Temmuz 2021 gününden beri Antalya Manavgat ve Gündoğmuş’da, Muğla Marmaris, Milas ve Bodrum’da ormanlar yanıyor. Hükümet, Erdoğan ve bakanı Pakdemirli 10 gündür cayır cayır yanan ormanlara bakıyor, yangının kendiliğinden sönmesini bekliyor. Ne yangın söndürme uçağı ve helikopteri, ne itfaiye ekibi var. Bir yangın bölgesi olan ülkede yangın söndürmek için alınmış bir tek tedbir yok, yapılmış bir tek hazırlık yok. Türk Hava Kuurumu uçakları gibi var olan tedbirler de hantallaştırılmış, işlemez hale getirilmiş. Yapılan tek hazırlık, yangın çıkarsa dışardan uçak kiralamak. Bunu da başaramadılar. 5 uçak kiralamaya kalktılar, ancak 3 uçak kiraladılar. Üç uçak! Manavgat’tan Bodrum’a kadar uzanan alandaki azgın yangınları söndürecek. Mümkün değil! Yangın 160 bin hektar ormanı küle çevirdikten ve 8 yurttaşın canını aldıktan sonra dış ülkelerden uçak ve helikopter temin edildi. Ama hâlâ yangınların önü alınamadı. Yangınlar kendiliğinden söndükten sonra hükümet de “yoğun bir mücadele ile yangınları söndürdük” demeyi, zevahiri kurtarmayı beklemektedir.

Halk hükümete tepkili ve öfkeli

Ama halkın bekleyecek vakti yok. Çıkan ateşler, yükselen alevler ormanla birlikte köylünün evini, malını, hayvanını, canını da yakmaktadır. Köylü kendi gücüyle üstüne gelmekte olan alevleri savuşturmak için kovalarla, motorlarla su taşıdı, yollar açtı, hendekler kazdı, alevlerin hızını kesmeye çalıştı. Başarılı olamadığı durumda evini, barkını bırakıp canını kurtarmak için yangından kaçmak zorunda kaldı. Hep gökyüzüne baktı. Belki bir yangın helikopteri, bir yangın uçağı yardıma gelir diye umutlandı. Nafile!

Ama bir gün, 6 Ağustos günü Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli bir helikopterle Milas Ortaköy’de bütün gece yangın söndürmekle uğraşan köylü kadınların yanına çıkageldi. Halk hükümete, bakana öfkeli. Sinirler gergin. Köylüler bakanı sorguya çekti, protesto etti, “helikopterler neredeydi, neredeydi?” diye sordu. Bir köylü kadını Pakdemirli’ye ”İnsanların malı mülkü yandı. Sabaha kadar uğraştık dağlarda. Yazıklar olsun! Hükümete yazıklar olsun. Hükümet istifa, hükümet istifa!” diye haykırdı. Diğer köylüler de komşularının talebini destekledi: “Hükümet istifa!” Tepkiler karşısında şaşıran Bakan Pakdemirli geldiği gibi gitmek zorunda kaldı.   

Hükümet istifa

Milas Ortaköy’de köylü kadınların yükselttiği “Hükümet istifa” sloganı tam da şu anda tüm Türkiye’de yükseltilmesi gereken slogandır. Orman yangınındaki tutumuyla hükümet, şahsen Erdoğan’ın halk düşmanı, keyfi, vurdumduymaz politikası ortaya çıktı, afetler, halkın sorunları karşısında hükümetin, Erdoğan’ın yetersizliği ve yeteneksizliği bir kez daha gözler önüne serildi. Onun yetenek ve becerisi, aklı devletin kasasını, hazinesini yağmalamaya, yandaşlarına peşkeş çekmeye, Merkez Bankası’ndan 128 milyar doları aşırmaya, ihalelerden, transferlerden, kara para aklamalarından yüzde almaya yetmektedir. Orman yanmış, köylünün evi, malı, mülkü yanmış, “büyük baş hayvanı, beyaz et hayvanı” telef olmuş, ormandaki hayvanlar, canlı ve bitki türleri kül olmuş, çam balı üreten arılar yok olmuş, Erdoğan’ın umurunda değil. O Saray’ında oturmuş, her şeyini kaybetmiş köylüye “kaybettiğin kızıl etin, beyaz etin karşılığını vereceğiz” diyerek küstahlaşmaktadır. Sanki kendi cebinden sadaka veriyor. Vatandaşın parayla telafi edilemez değerde yaşam alanı yok olmuş, Erdoğan’ın umurunda değil. Bu tutumda bir hükümete, bir cumhurbaşkanına söylenecek tek bir söz vardır. O da “İstifa et, çek git!”tir.

Canı yanan köylü Erdoğan’a “istifa” diyor. Ama muhalefet ve kendine demokrat diyen güçler hâlâ Erdoğan’a “istifa et” diyemiyor. Bir köylü kadını kadar olamıyorlar. Çünkü köylü kadının ciğeri yanmış. Yangın evine gelirken, malını mülkünü yok ederken hükümeti yanında görememiş. Böylesi zor günlerinde vatandaşın yanında olmayan bir hükümet neye yarar? Köylü böylesi bir hükümetin bir gün bile iktidarda kalmaması gerektiğini görmektedir. Ama muhalefet ise ipe un sermekte ve Erdoğan’a sandığı getir, erken seçime gidelim demektedir. Oysa Erdoğan kaybedeceği, koşullarını kendisinin saptamadığı bir erken seçime hiç gider mi? Gitmez! Onu gönderecek olan “ormanları yaktın, kül ettin, sen artık o makamda oturamazsın, çek git” diyecek yığınsal bir kampanyadır, yığınsal bir kalkışmadır.

Afetlere karşı Erdoğan’ın hiçbir hazırlığı yoktur

Bu orman yangını bir kez daha göstermiştir ki, Erdoğan için vatan imar ve mamur edilen yer değildir, vatan O’nun talan ve yağma ettiği, yakıp yıktığı, betona çevirdiği yerdir. Akdeniz ve Ege’de her sene yangınlar çıkar. Değişen hava ve iklim koşulları nedeniyle bu sene yangın her senekinden daha büyük bir felakete neden oldu. Bu felakete karşı hazırlıklı olmak hükümetin baş görevi olması gerekir. Yangın için en etkili önlem havadan yangın uçaklarıyla müdahaledir. Yangına karşı bir uçak filosu oluşturmaktır. Bırakalım yeni bir uçak filosunu oluşturmayı, bu işler için var olan Türk Hava Kurumu, THK uçakları çürümeye terkedildi. Erdoğan ne yeni yangın söndürme uçaklarına ne de THK uçaklarına para ayırdı. Ama kendisi için milyon dolarlar verip 13 uçaktan oluşan bir filo oluşturdu. Erdoğan’ın filosundaki bir uçağın bedeliyle 45 yangın uçağı almak mümkün. 45 yangın uçağı ile çıkan yangınlar büyümeden söndürülür, ne güzelim ormanlar kül olur, ne de köylünün evi, malı, mülkü mahvolurdu. Kendi sarayını ve lüksünü, sözde göstermelik “itibarını” düşünen, ülkesini, denizini, ormanını, gölünü, nehrini, halkını düşünmeyen bir cumhurbaşkanına denecek tek söz Milas köylülerinin söylediği sözdür: ”İstifa!”

Yalnız orman yangınlarına karşı değil, hükümetin hiçbir doğa afetine karşı bir hazırlığı yoktur. Karadeniz’de, Van’da sel felaketleri oldu. Hükümetin hiçbir hazırlığı olmadığı gibi, HES’lerle, kestiği ormanlarla, daralttığı dere yataklarıyla gelmekte olan sel afetlerine davetiye çıkarttı. 20 yıldır yapılmayan arıtma tesisleriyle Marmara Denizi’ni müsilaja boğdu, Marmara’yı öldürdü. Türkiye yalnız yangın değil, aynı zamanda bir deprem bölgesi. Başta İstanbul olmak üzere ülke sürekli 4-5 büyüklüğündeki depremlerle sallanmaktadır. Bilim insanlarına göre bunlar gelmekte olan büyük bir depremin habercileridir. Özellikle İstanbul ve çevresinde 1999 senesinde yaşandığı gibi 7,5 büyüklüğünde bir depremden her an korkulmaktadır. Bilim insanları hükümeti böyle büyük bir depreme hazırlıklı olması için sürekli uyarmaktadır. Erdoğan iktidarının ilk yıllarında İstanbul’da bir deprem anında insanların toplanabileceği meydanlar ve parklar, sığınabileceği yerler öngördü. Ama zaman geçtikçe değerli rant alanı olan bu meydan ve parklar inşaata açılarak sürekli küçüldüler, sonunda kayboldular. Hükümetin yangın ve selde olduğu gibi, şu an büyük bir depreme karşı hiçbir hazırlığı yoktur. Erdoğan sarayında yatacak, halk sokaklarda ölecek. Zaten bunu biraz da olsun hükümetin korona pandemisiyle mücadelesinde yaşamaktayız. Halk söz konusu olunca hükümetin “beceriksizliği ve yeteneksizliği” tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır. Bir başka büyük doğa afetini beklemeden Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine karşı birleşmek ve ona yol vermek tüm muhalefet ve demokrasi güçlerinin “Hükümet istifa” diye haykıran Milaslı köylülere karşı “namus” borcudur. Zaman artık Erdoğan’ın halktan ne kadar koptuğunu, çevresindekilerin “oyuncağı” haline geldiğini yorumlamak değil, Erdoğan’a karşı eyleme geçme zamanıdır.  

Yangını kim çıkardı, yangından kim sorumludur

Yangınla baş edemeyeceğini gören Erdoğan ve hükümeti yangından Kürtleri ve PKK’yı sorumlu tutmaya kalktı. O’na göre yangını çıkartan PKK’lılardı, “teröristler” idi. Erdoğan bir kez daha Kürt düşmanlığını körüklemekten, nefret suçu işlemekten çekinmedi. KCK yaptığı açıklamada şiddetle bu suçlamayı reddetti ve bunu bir “povokasyon” olarak niteledi. Ama Erdoğan’ın bu provokasyonu durumdan vazife çıkaran bazı MHP ve AKP’nin vurucu güçlerini, özellikle yangın bölgelerinde Kürtlere karşı harekete geçirdi. Eli silahlı çeteler yol kesip, Kürt illeri plakalı ve içinde Kürde benzeyen insanların olduğu arabaları durdurup kontrol ve yoklama yapmaya başladılar. Sanki bu çeteler Kürt avına çıkmışlardı. KCK açıklamasında “ortak vatan”dan bahsederken bu çeteler vatan bölücülüğü yapıyorlardı. Erdoğan’ın bu çıkışıyla toplumda Kürtlere karşı kin ve nefret kabartıldı, ortak yaşam dinamitlendi. Kürlere saldırılar katliama dönüştü. Konya’nın Meram ilçesinde Karslı Dedeoğlu ailesine saldıran saldırgan, aileden yedi kişiyi katletti, Hükümet bu katliamı iki komşu arasındaki bir “husumete” indirerek katliamın ırkçı yüzünü örtmeye çalışsa da, olayın günlerden beri Kürtlere karşı estirilen ırkçılığın, kin ve nefretin bir sonucu olduğu ortadaydı. Bu katliamın sorumlusu Erdoğan’dır ve mutlak Ondan hesap sorulmalıdır. 

Akdeniz ve Ege’de ormanları yakan Kürtler değildi, ama Kürdistan’da ormanları yakan Erdoğan idi. Bu kez de batıda da ormanları yakanın Erdoğan veya “adamları” neden olmasındı? Geçmişte de Akdeniz ve Ege’de ormanlar sık sık yandı ve yanan yerler hemen inşaata açıldı, oralara villalar ve turistik tesisler dikildi. Bunlar her seferinde haklı olarak ormanların kundaklandığı şaibesini gündeme getirdi. Bu sefer de sosyal medyada yeteri kadar bu yönde iddialar ileri sürüldü.

Her ne kadar yangının çıkmasında iklim değişikliğinin neden olduğu hava koşulları, 45 dereceyi geçen hava sıcaklığı, aşırı kuraklık, rüzgâr gibi unsurların yaratabileceği bir kıvılcım rol oynamış olabileceği kabul edilde de, yangının çıktığı Antalya Manavgat ve Muğla hem turistik bölge hem de yeraltı kaynaklarının zengin olan bölgelerdir. Özellikle Muğla yeraltı maden zenginlikleriyle bilinmektedir. Hükümet Muğla dağlarında madenlerin çıkartılması için işletmecilere ruhsat vermiştir. Ama bölge halkı çevreyi kirletecek ve ağaçları kesecek, dağları tıraşlayacak diye maden işletmeciliğine karşı çıkmaktadır. Ama şimdi yanmış, ağaçlardan arındırılmıs dağlara maden işletmecilerinin dalması kolaylaşmaktadır. Deniz kıyısına kadar uzanan, inen yangınla açılan kıyılar ise turistik tesisler için en ideal sahalardır. Tüm bunlar yangınların belli çevrelerce kundaklanabileceğini akla getirmektedir. Hükümetin de başından itibaran yangınla mücadeledeye yeterli ilgiyi göstermemesi bu zannı güçlendirmektedir. Zira Erdoğan hükümeti için önemli olan inşaattır, ihaledir, işletilecek maden ve taş ocaklarıdır. Yanan ormanlar teferruattır. Onun için zenginlik orman, tarım, çevre, hava, bilim ve araştırma, teknoloji gibi uzun vade isteyen yatırımlar değil, kısa zamanda paraya ve kâra dönüşen yatırımlardır. Türkiye’nin kalkınmasında ise bu anlayış büyük bir handikaptır. Ülkede kalkınmak, uzun erimli yatırım yapma, istihdam sağlamak, refaha kavuşmak Erdoğan’ın istifasını sağlamak ve yeni bir Türkiye yaratmakla mümkündür.

Sorumluluğu belediyelere yıkma hüneri, yasaklar, tutuklamalar

Yangınların çıktığı iller Antalya, Mersin, Muğla gibi Büyükşehir Belediyelerinin muhalefete, CHP’ye ait olan illerdir. Özellikle korona pandemisiyle mücadelede muhalif belediyeleri işlevsiz hale getiren, sorumluluk almasını engelleyen Erdoğan birden yangın söndürmekte sorumluluğun CHP’li belediyelerde olduğunu ileri sürdü ve yangını sorumluluğundan tereyağdan kıl çeker gibi kurtulmak istedi. Ama bu manevrası tutmadı. Zira Anayasa ve yasalara göre ormanları korumak açık olarak hükümetin göreviydi. Hükümet bu görevi yapamadı ve ilerde de bu gibi doğa afetlerinde görevini yerine getirecek durumda değildir. O zaman ne yapmalıdır? Orman yangını bu konularda da ne yapılması gerektiğini gözler önüne serdi. Öğretici derslerle dolu tecrübeler kazandırdı.

Orman yangınıyla mücadeleden çıkarılacak ilk ders yerel yönetimlerin, özellikle muhalefetin egemen olduğu yerel yönetimlerin bir doğa afetinde sorumluluğu göğüsleyebilecek şekilde örgütlenmesi ve güçlenmesidir. Yasalardaki özerk yapısının sınırlarını zorlamalı, belli tabii afetlere karşı hazırlıklı olmalıdır. Merkezi devletin, valilerin yanı sıra yerelde de paralel yapılar oluşturulmalıdır. Halkın bu yapılara entegre edilmesi ve bunlara sahip çıkması sağlanmalıdır. Valilerin gücü kırılmaya başlanmalıdır.

Yangınla mücadeleden çıkarılacak ikinci ders yerinde mücadele ve örgütlenmedir. Yangınla mücadelede çevreyi tanıyan ve bilen köylülerin önemi ortaya çıkmıştır. Yangınlara ilk müdahale yerinde köylülerden gelmiştir. Köylülerin ve mahalle sakinlerinin örgütlenmesine ayrı bir önem verilmelidir. Belediyelerin burda da yönlendirici ve örgütleyici yönü büyüktür.

Erdoğan sorumluluğu belediyelere yıkarken dizginleri de elinde tutmak istemektedir. Bunu da elindeki baskı araçlarıyla yapmaya kalkmaktadır. Sosyal medyada haber ve paylaşım yapanları hemen takibata aldı. Hükümetin yetersizliğini ve vurdumduymazlığını ifşa edenlere yalan haber teröristleri diye saldırmaya başladı. Televizyon ve gazetelerin yanmış dağları, kül olmuş ormanları göstermesimi ve fotoğraflamasını, yalan haber diye RTÜK’e yasaklattı. Yine de habercilik görevini yerine getiren gazetecilere saldırılar arttı. Çetelerini olay yerinden program yapan Halk TV’ye saldırttı. Bunlar doğru haberciliği yalan habercilik diye kamuoyuna yaymaya, kendi konumlarını güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Milas’da Pakdemirli’ye “Hükümet istifa” diye haykıran köylü kadını bile tutukladılar. Gerçeklerin bilinmesini istemiyorlar.

Tüm bunlara rağmen yangın Erdoğan hükümetinin çürümüşlüğünü, halkın sorunları karşısında beceriksizliğini ve yetersizliğini ortaya koymuştur. Halkta Erdoğan’a karşı öfke ve tepki büyümüştür. Ama O’nun devrilmesi için bu yeterli değildir. Bu öfkeyi Milaslı köylü kadın gibi “Hükümet istifa” eylemine dönüştürmek gerekmektedir. Bir “Erdoğan istifa” kampanyası O’nun yumuşak karnıdır. Bu kampanya hayata geçirilebildiği an Erdoğan devrilmek üzere sallanmaya başlayacaktır.

Bir yanıt yazın