Haber / Yorum / Bildiri

İşçi sınıfının mücadele yolunda Türkiye’de “Durum”

BAŞYAZI

Ülkemizde, içeriye karşı baskıcı, dışarıya karşı saldırgan otoriter faşizan bir rejim var. Bu rejim Erdoğan ve çevresindeki en gerici tekelci burjuvazinin, AKP gibi en gerici dinci, MHP, BBP gibi en ırkçı ve şovenist çevrelerinin faşizan ortak diktatörlüğüdür. Erdoğan bu diktatörlüğün başıdır. Bu diktatörlük ülkeyi politik, askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel bir uçuruma doğru sürüklemekte, Ortadoğu’da Kürtlere karşı sürekli bir savaş yürütmektedir.

Erdoğan hızla faşizme doğru gidiyor

Erdoğan, 24 Haziran 2018’de her türlü hile, devlet baskısı ve desteği sonucu tek başına kazandığını ilan ettiği seçimden sonra hızla faşizme doğru ilerliyor. O, faşist tek adam rejimini hayata geçirmek, savaş, silah ve inşaat tekellerine ve özellikle de kendine ve aile çevresine en geniş sömürü, yağma ve talan olanaklarını sağlamak için, devleti başkanlık sistemi adı altında yeni baştan düzenliyor. Zaten varlığı tartışılan burjuva demokrasisini tamamen kuşa çevirdi. TBMM’nin bir hükmü kalmadı. Devlet Erdoğan kararnameleriyle yönetiliyor. Yargı tamamiyle Erdoğan’ın kontrolünde. Kimin tutuklanacağına, kimin ne kadar hüküm giyeceğine bile Saray karar veriyor. Kuvvetler ayrılığı, yasama, yürütme, yargı fiilen kalkmış, hemen hemen hepsi bir adamın, Erdoğan’ın elinde toplanmış durumda. Muhalefetin büyük kısmı susturulmuş, susmayanlar da, özellikle HDP ve Kürt hareketi her gün yeni yeni baskılarla karşı karşıya kalıyor. 12 HDP milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması için fezlekeler hazırlanmış bekliyor. Hedef tek gerçek muhlefet olan HDP’yi, Kürt ulusal demokratik hareketini ve onlarla dayanışma içinde olan Türk demokratik hareketini boğmak, onlara yaşam hakkı tanımamaktır. Onlar da inadına direniyorlar, Erdoğan’ın oyunlarına çomak sokuyorlar. Koşullar zor da olsa halkı aydınlatmaya çalışıyorlar.

Türkiye ekonomik krizde: Krizin bir nedeni sermaye yokluğudur

Halk ise büyük bir ekonomik krizin altında ezilmektedir. Türk parasının değeri pul oldu. Dolar aldı başını gitti. Her şey ateş pahasına, el ve can yakıyor. Türkiye kendisini “beklenen” bir krizin içinde buldu. Bugün Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizin en önemli nedeni kendi sermaye birikiminin ve mali kaynaklarının kıt, israf, talan ve yağmanın yüksek olmasıdır, yatırım yapacak birikmiş sermayesinin bulunmamasıdır, yabancı sermayeye muhtaç olmasıdır. Demokrasinin, hukuğun işlemediği, güven vermediği bir ülkeye ise yabancı sermaye ne geliyor, ne de orada kalıyor. Her gün daha çok otoriterleşen, faşistleşen, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, adaletin rafa kaldırıldığı Erdoğan Türkiye’sine de, yeni yabancı sermaye gelmiyor, gelmiş olan da durmuyor, kaçıyor. Hatta yerli sermaye de kaçıyor.“Sıcak para” gelmediği anda ise Türkiye ekonomisi krizdedir. Türkiye yeterli üretimi olmayan, ürettiğinden fazlasını tüketen bir ülkedir. Krizler gelişmiş kapitalist ülkelerinde olduğu gibi üretim ve kapasite, sermaye fazlalığından değil, sermaye yokluğundan çıkmaktadır, bu nedenle yapısaldır. Krizlerin aşılmasının, ondan kurtuluşun yolu ise demokratik bir iktidar, planlı ekomik kalkınmadır.

Doların bol olduğu 2000’li yıllarda döviz bulmak kolaydı. 16 yıllık iktidarında AKP 2 trilyon dolar harcadı. Bunlar ülkenin kalkınması için sanayi yatırımlarına gitmedi. Erdoğan’ın ve yandaşların “kesesi”ni doldurmak için daha çok inşaat sektörüne gitti. Erdoğan ve yandaşları bu dolarları “uçaklarla”, “gemilerle” İsviçre, Malezya, Katar, Man Adası’ndaki hesaplarına aktardılar. Bugünki krize işte böyle gelindi. Şimdi döviz bulmak çok zor. Bulduğunda da maliyeti yüksek, çok pahalı. Türkiye’de politik faizin % 24’lere ulaşması boşuna değildir. Bu faizle bir ülkede ekonominin kalkınması, krizden kurtulması ise imkansız gibidir. Avrupa’da krizi önlemek, ekonomik kalkınmanın sürdürülebilirliğini sağlamak için faizler yıllardan beri hemen hemen sıfır oranında tutulmaktadır. Bu koşullarda ülkenin karşı karşıya olduğu krizden çıkış ve kurtuluş yolu yok gibidir.Bu kriz daha genişleyecek ve derinleşecektir. Kaldıki krizin daha başındayız. Dünya ekonomisinde rekabet ve ticari savaşlar hızla kızışıyor, para güvenli yerlere kaçıyor. Bu koşullarda krizden çıkış yolu bulamayan Erdoğan krizin sorumlusunun dış mihraklar olduğu yalanını ortaya atııyor ve krizin yükünü halkın sırtına bindiriyor. Üst üste zam ve vergiler geliyor. Yeni gelecek zam ve vergilerle halk şimdi soyulduğundan daha da çok soyulacak Halktan gelecek tepkileri önlemek için Erdoğan toplumda antidemokratik faşizan baskıları artırıyor, kalan demokratik hak ve özgürlükleri iyice buduyor, Kürtlere karşı savaşı hızlandırıyor. Savaş Erdoğan’ın her koşulda iktidarda kalması için sarıldığı can simidi haline geldi.

Krizin bir diğer nedeni Kürtlere karşı savaştır

Kürtlere karşı savaş, sermaye yokluğunun yanı sıra, Türkiye’yi krize sokan ve krizi derinleştiren diğer en önemli nedendir. Türkiye hemen hemen 35 yıldır Türkiye ve Irak Kürdistan’ında Kürtlere karşı kirli bir savaş içindedir. Şimdi de cihatçıları örgütleyerek ve destekleyerek katıldığı emperyalizmin Ortadoğu batağındaki savaşta hedefine Suriye’deki Kürtleri koydu. Hemen hemen 8 yıldır süren bu emperyalist yeni paylaşım savaşında Suriye’de Kürtlere karşı haksız, barbar, insanlık dışı bir savaş yürütüyor. Carablus, El Bab, Afrin işgal edildi. Bu savaşların getirdiği ekonomik ve mali yükler, Türkiye Kürdistan’ındaki içsavaşın ve Irak Kürdistan’nındaki askeri operasyonların, Suriye’de YPG ve Suriye Demokratik Güçleri’ne karşı saldırıların, El Bab ve Afrin’in işgalinin, Idlib’de Nusra’cı, İŞİD’ci, El-Kaide’ci teröristlere verilen desteğin getirdiği yükler halkın sırtına bindirilmekte, onun belini bükmektedir. Kürt halkına karşı savaş ölüm ve acılarla birlikte fakirlik ve yoksulluk, zam ve vergi, enflasyon ve ekonomik kriz olarak halka geri dönmektedir. Bu savaşlar durdurulmazsa yükü her gün daha da ağırlaşacak, ekonomik kriz katmerleşerek devam edecektir. Bu savaşlarda Erdoğan, başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu halklarına büyük acılar veriyor, kendi emperyalist emellerini gerçekleştirmeye çalışıyor, Türkiye’yi Ortadoğu’da maceralara sürüklüyor.

Erdoğan Ortadoğu’daki savaşta kaybeden taraftır. Müslüman Kardeşler’in aracılığı ile sünni islamın lideri olma, büyük Osmanlı’yı yeniden canlandırma hayalleri hem emperyalist çevrelerde, hem de Ortadoğu halklarında büyük bir tepkiye yol açtı. Buna rağmen O, Türkiye’nin sonu yıkım ve parçalanmak da olsa, kendi emperyal hayallerinden, maceralarından vazgeçmiyor, bu konuda büyük emperyalist devletlere, ABD’ye, AB’ye zaman zaman kafa bile tutmaya kalkıyor. Bunun bedeli ise halkımız için çok ağır oluyor. Politik ve ekonomik krizlere yol açıyor. Biri küçük diğeri büyük iki emperyalist devlet arasındaki bu gibi çatışmalar, küçük emperyalist devletin, örneğin Türkiye’nin büyük emperyalist devlete, örneğin ABD’ye kafa tutması, küçük emperyalist gücün, Türkiye’nin antiemperyalist veya emperyalizme karşı olduğu, emperyalizme karşı savaştığı anlamına asla gelmez. Ama Türkiye’de bazıları bu “çatışmaya” aldanarak faşizan Erdoğan rejimini antiemperyalist, Türk ordusunun Ortadoğu’da Kürtlere saldırısını, “zaferlerini” antiemperyalizm olarak göstermeye kalkışmakta, kendi emperyalizmini görmemektedir. Bu “çatışmalar” büyük de, küçük de olsa emperyalist devletler arasındaki çıkar çatışmalarıdır. Türkiye devleti bir emperyalist devlettir, eski Osmanlı topraklarının büyük kısmı üzerinde emperyal emelleri vardır. Bu ise büyük emperyalist devletlerin çıkarlarına karşıdır. Erdoğan rejimi, gücünden büyük işlere katkıştığında, büyüklerin ayağına bastığında, büyükler ona boyunun ölçüsünü vermekte, bunun da sonucu ise ülke ve halkımız için çoğu kez feleket olmaktadır.

Erdoğan faşizmi dini gericiliği, vahabiliği kullanıyor

Erdoğan ülkeyi yalnız politik ve ekonomik olarak değil, sosyal ve kültürel olarak da bir felakete sürüklüyor. Eğitimden inanca, aileden devlete kadar halkın tüm yaşam alanını ve tarzını selefi-vahabi anlayışına göre düzenlemeye, biçimlendirmeye çalışıyor. Selefi-vahabi islam anlayışının ne olduğunu görmek için İŞİD’in cinayetlerine, Suudilerin Kaşıkçı cinayetine bakmak yeter. Bu Anadolu’daki hanefi-alevi islam anlayışına taban tabana zıttır. Erdoğan, vahabi-selefi anlayışını egemen kılmak için, Anadolu halkının akla ve hoşgörüye, saygı ve anlayışa, barış ve uzlaşmaya dayalı geleneklerini, kültürünü bir bir yok ediyor. Vahabi-selefi biat ve itaat, kulluk ve kölelik kültürünü, cihat ve katliam anlayışını ülkeye yerleştiriyor. Tüm bunları temsil ettiği tekelci büyük burjuvaziye ve kurmaya çalıştığı faşist rejime taban oluşturmak, onu stabilize etmek için kullanıyor, Erdoğan biçimi faşizm yalnız ırkçılığı ve şovenizmi, sosyal demagojiyi değil, islam dininin de en gerici mezhep ve tarikat anlayışlarını ideolojik olarak kullanıyor. Bununla tartışılmaz Führer (lider) kültürünü yaymaya, halkı, özellikle küçük burjuva kesimlerini kendine ve temsil ettiği büyük tekelci sermayeye bağlı ve bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Erdoğan faşizmi dini gericiliği kendi emellerine alet eden bir faşizmdir.

Yerel seçimlerde Erdoğan’ı yenmek mümkündür

Ülkede faşist bir rejimi kurmakta Erdoğan epeyce yol katetti. Devlet kurumlarını, kendine bağlı olarak büyük ölçüde yapılandırdı. Şimdi de 31. Mart 2019’da yapılacak yerel seçimlerle yerel idareleri, belediye ve muhtarlıkları da tamamen kendisine bağlamak, faşist rejimini kurma yolunda önemli bir mevzi daha kazanmak istemektedir. Şimdiden bunun tüm hile ve antidemokratik yöntemlerle hazırlığını yapmaktadır. Özellikle Kürt illerindeki belediyelerde, halkın, HDP’nin adayları kazansa bile, halkın iradesini, seçimleri, demokrasiyi hiçe sayacağını, o belediyelere yeniden kayyım atayacağını ilan etmektedir. O, halkın özgür iradesinin oluşmasından şeytanın Allahtan korktuğu gibi korkmaktadır Yerel, mahalli idareler hala ülkede kendine özgü, merkezi erke karşı gelebilecek özellikleri olan bir erk karakterindedir. Yığınlarla bağlı, onlara hem yol gösteren, hem örgütleyen, kendi sorunlarına ve davasına sahip çıkaran ve savunan demokratik bir belediyecilik ve muhtarlık Erdoğan’ın korkulu rüyasıdır. Böylesi belediyeler, muhtarlıklar halkın dolaysız erkleridir, böyle bir belediyecilik ve muhtarlık Erdoğan faşizmine, merkezi idarenin otoriter tutumuna karşı tabanda güçlü bir demokratik muhalefetin oluşmasına, antifaşist bir direnişin gelişmesine olanak sağlar. Bunun için yerel seçimler büyük bir önem taşımaktadır. Tüm gücümüzle şimdi yerel seçimler için seferber olmalıyız, HDP’nin ve demokratik güçlerin yerel seçimlerde başarılı olması için var güçümüzle savaşmalıyız. Unutmayalım, Erdoğan 24 Haziran seçimlerinde uyguladığı hile ve yöntemlerin şimdi kat kat daha fazlasını uygulayacak, devletin gücünü ve olanaklarını kat kat fazlasıyla kullanacak, belediye ve muhtarlıkların büyük çoğunluğunu elde etmeye çalışacaktır. Ona bu kez bu fırsatı vermeyelim. Halkımızı aydınlatalım, demokratik adaylara oy verilmesi için çalışalım. Sandıklara daha iyi sahip çıkalım. Halkın gerçek iradesinin gerçekleşmesini sağlayalım.

Yapılacak seçim yerel seçimdir. Genel seçimden farklıdır. Burda bire-bir taban çalışması öne çıkar, adayla halk arasında daha sıkı bir ilişki vardır. Sorunlar hem genel, politiktir, ama daha çok da yereldir, güncel, yakıcı konulardır. Halkla içiçe geçmenin, kaynaşmanın en iyi anı ve yoludur. Bu nedenle belediye başkan ve meclis üye adayları, muhtar ve ihtiyar heyeti adayları büyük bir önem taşımaktadır. Bunların, halk arasında sevilen ve halkını tanıyan, hem belediyeciliği en iyi bilen ve yapabilecek yeteneği olan, hem de hedefin belediyeler aracılığı ile yığınları örgütlemek ve aydınlatmak ve halkı kendi erkine sahip çıkmasını sağlamak olduğunu bilen ilerici demokratik kişilerin olmasına büyük özen göstermek gerekmektedir. Burada “dar” parti anlayışını aşıp, o şehir ve mahalledeki, yereldeki bütün ilerici, liberal, demokrat, devrimci, sosyalist, komünist güçleri kucaklayacak bir politik anlayış geliştirilmelidir. Adaylar birlikte demokratik olarak saptanmalıdır. Bu çalışmalarda faşist gidişata karşı demokrasi cephelerinin nüveleri yaratılmalıdır. Çalışmalar tabanda olacağı için kimin HDP’li, CHP’li, AKP’li olduğuna bakmadan herkesle konuşulmalı, ilişki kurulmalı, ortak yanlar öne çıkarılmalı, yerel politika ile genel politika, yerel istemlerle demokratik istemler birbirine örülmelidir. Hem AKP’de Erdoğan’ın politikasının ülkeyi felakete götürdüğünü, hem de CHP’de Kılıçdaroglu’nun politikasının Erdoğan’a payanda olduğunu gören milyonlarca AKP’li ve CHP’li var. Bunlarla diyalog ve ortak bir hareket sağlamak yerel seçimlerde ana hedeflerden biri olmalıdır.
İstanbul AKP’ye bırakılmamalıdır

HDP bu seçimde de kilit parti konumundadır. O şimdiden bütün demokrasi güçlerini kapsayan, hem halkın sorunlarına çözüm öneren, hem de onları örgütleyen bir kampanya yürütmekte, Erdoğan’a meydan okumakta ve kayyımları süpürüp atacağını ilan etmektedir. Kürt illerinde Kürt halkı, HDP ve diğer demokratik Kürt örgütleri öncülüğünde bunu gerçekleştirecektir. Ama Batıda işler daha zordur. Erdoğan’ı Batıda geriletmek, en azından İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde yenmek demokrasi mücadelesi için büyük bir önem taşımaktadır, bu büyük bir kazanım olacaktır. Bu illerde bir “pat” durumu mevcuttur, hangi partinin tek başına bu belediyeleri açık bir farkla alabileceği belli değildir, seçim henüz ortadadır. CHP’nin veya diğer demokratik güçlerin göstereceği adayın başarılı olabilmesi için HDP’nin desteğine ihtiyaçları vardır. Ama CHP yöneticileri, Erdoğan’ın, “bak Kürtlerle işbirliği yapıyorlar” deme korkusundan HDP’ye yanaşmaktan kaçmaktadırlar. Şimdi CHP içinde ve dışındaki demokratların önünde duran görev, CHP yönetimine ve adaylarına baskı yapıp HDP ile, Kürtlerle ve diğer demokratik güçlerle de görüşülmesini dayatmak, önyargıların yıkılmasını sağlamak, Kürtlerle birlik olmadan bu üç ilin belediyesini almanın mümkün olmayacağını, hatta Türkiye’de demokrasinin kazanılamayacağını anlatmaktır. Özellikle İstanbul’un AKP’nin elinden alınması, Erdoğan ve kuracağı fasist rejim için büyük bir yenilgi, demokrasinin büyük bir zaferi, hatta Erdoğan’ın sonunun başlangıcı olacağı niteliktedir. Yerel seçimlerde Erdoğan’ı yenmek, onu geriletmek, demokrasinin önünü açmak ilerici-demokratik güçlerin elindedir. Şimdiden kolları sıvayıp, tüm gücümüzle yerel seçimler için mücadeleye geçmeliyiz.

Demokratikleşme Kürtlerle birlikten geçer

Türkiye’nin en önemli sorunu demokratikleşme sorunudur. Demokrasi sorununun özünde de başta Kürtler olmak üzere Türkiye halklarının kendi kaderlerini özgürce belirleme, ayrılma hakkı yatar. Aynı zamanda bu halkların eşitlik, özgürlük, özerklik temelinde demokratik bir Türkiye’de barış içinde, ayrılmaya gerek duymayacakları, birlikte yaşama olanaklarını yaratmak gelir. Türkiye çok uluslu, çok dinli, çok mezhepli, çok kültürlü bir ülkedir. Türkiye’nin demokratikleşmesi demek bu gerçeğin kabul edilmesi ve buna göre devletin yeniden yapılandırılması demektir. Günümüzde demokrasi mücadelesinin nabzı, devletin Kürt halkına karşı uyguladığı inkarcı, imhacı ve baskıcı politikalarına karşı çıkmakta, Kürt halkının ulusal ve demokratik hakları için mücadelesini desteklemekte atmaktadır. Bu da Türk işçi ve köylülerinin, aydınlarının, devrimci demokratlarının Kürt işçi ve köylüleri, aydınları, devrimci demokratlarıyla birlikte olmasını gerektirmektedir. Burada Türk işçi ve emekçilerine, demokratlarına büyük görevler düşmektedir. Ülkedeki faşist gidişatı, savaşı durdurmak, başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarına yapılan baskılara karşı çıkmak, demokrasinin önünü açmak, işçi sınıfının ve örgütlerinin politik sahneye çıkmasını, tüm devrimci ve demokratik güçleri kucaklamasını, demokrasi mücadelesinde aktif rol oynamasını gerektirmektedir. Kürtlerin özgürlük mücadelesini desteklemek, baskı, zulüm, inkar ve imhaya karşı çıkmak, Kürtlerle birlik olmak, Türklerin de özgürleşmesinin ve ülkenin demokatikleşmesinin ön koşuludur. Marks’ın, “Başka halkları ezen halk asla özgür olamaz!” öğretisi bugün hala geçerlidir. Enternasyonalist ruh ve temelde Türk-Kürt demokratik birlikteliğini örmek günümüzde demokrasinin en acil görevidir. Erdoğan oluşacak bir Türk-Kürt birlikteliğinin kendi sonu olacağını bildiğinden, sürekli Türk işçi ve emekçi halkı arasında şovenizmi ve milliyetçiliği körüklemekte, Kürt ve PKK düşmanlığı yaymaktadır. Türkler ve Kürtler arasındaki her bir yakınlaşmayı daha nüve halindeyken boğmaya çalışmaktadır. Erdoğan’ın bu oyunlarını bozmak güncel görevdir.

Türkiye’nin durum analizi “Durum”da olacak

Türkiye’nin durum analizi “Durum”da olacak

 

Türkiye’de durum budur. Günümüzün sorunu Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine karşı verilen mücadeleyi yükseltmek için, Türkiye’nin durumunu sürekli analiz edecek, işçi sınıfının ve Türkiye halklarının barış, demokrasi, özgürlük mücadelesinde onların sesi olacak, özellikle Kürt halkının ulusal ve demokratik mücadelesini Türk halkına anlatacak ve onların birlikteliğini sağlayacak yayınları çoğaltmaktır. “Durum” bu amaçla yayına başlamaktadır.

Basın-yayın alanında kıyasıya bir mücadele gitmektedir. Erdoğan faşist rejimini kurabilmek için basına tümüyle hükmetmek, Hitler gibi tek tip bir basın yaratmak istemektedir. Boyalı basında, internet aleminde yandaş basın egemen kılınmaya çalışılmaktadır. Sözde liberal olan basın, medya kuruluşları bile bir bir satın alınıp susturulmaktadır. Tüm yazılı basında boy veren, tüm kanallarda konuşan Erdoğan’dır. Yandaş basın dışında demokrasi güçlerinin, işçi ve emekçilerin, aydınların, gençlerin ve kadınların sesi olabilecek yayın sayısı bir elin beş parmağı kadar azdır. Bunlara da sürekli baskı vardır. Çıkaranlar ve yazanlar sürekli kovuşturuluyor, soruşturuluyor, tutuklanıyor, işkence görüyor, saldırıya uğruyor, sürülüyor, öldürülüyor.

Şartlar zor ve çetin de olsa demokrasi ve sınıf mücadelesi sürmektedir, sürecektir. Erdoğan faşizmini geriletmek, O’nun Türkiye’de ve Ortadoğuda özellikle Kürt halkına karşı saldırılarını durdurmak, kirli savaşı sonlandırmak, demokrasiyi kazanmak, halkların, kültürlerin, dinlerin eşitliği, özgürlüğü, özerkliği temelinde demokratik bir Türkiye’yi yaratmak önümüzde duran en önemli görevdir.

“Durum” bu mücadeleye katkıda bulunmak için çıkmaktadır. Bu mücadelede güç kaynağı, Türkiye ve uluslararası işçi sınıfı, köylü ve emekçi yığınlar, gençler ve kadınlar, devrimci demokrat aydınlar, ulusal ve demokratik hakları için savaşan Kürt halkı olacaktır.

Zafer hep birlikte savaşarak kazanılacaktır.

Bir yanıt yazın