Haber / Yorum / Bildiri

Kadın sorunu mu, erkek sorunu mu?

Bugün toplumsal cinsiyet ayrımı, cinsiyet eşitliği ve toplumsal cinsiyet gibi konular hem sosyalistler, hem de küçük burjuva kadın hareketi arasında bir tartışma yaratırken, kadın sorununun yeni bir mercek altında incelenmesi gerektiğini de ortaya koyuyor.

Burjuva devrimleriyle birlikte burjuva kadın hareketi kadının kurtuluşunu kadın erkek eşitliğinin sağlanmasında gördüler. Erkek ve kadın toplumsal yarış içinde eğitim alma ve toplumsal yaşamda eşit haklara sahip olacaklardı. Erkek ve kadının eşit koşullarda aynı işleri alması temel sorun değildi, ama toplumsal alanlarda aynı olanaklara sahip olmaları başlıca dertleriydi. Kadının kurtuluşu, burjuva devriminin tamamlanmasıyla gerçekleşecek, feodal toplumda derebeyleri iktidarı kaybettiği için, erkek de ’’tüm ayrıcalıklarını’’ kaybedecekti.

Sosyal feministler olarak adlandırılan diğer bir burjuva kadın hareketinde de eşitlik ideolojisine girmeden kadın ve erkeğin farklılıklarını, psikolojilerini ve taşıdıkları değerleri olumlayarak, kadının kurtuluşunu, kadın kültürünün gelişimine bağladılar. Eşitlik değil, değer eşitliği olarak savundukları kültüre göre kadının görevi; militarist ve erk içeren erkek değerlerine karşı toplumu yumuşatmaktı.

Sosyal feministlere göre ücretli iş evli kadınlar için bir sorundu. Kadın kültürü korunmalı, geliştirilmeli ama ev işleri, ailenin bakımı kadının toplumsal yaşama katılması ve toplumu değerleriyle etkilemesine engeldi. Kadınlar için yarı zamanlı çalışma bu ikileme çözüm olabilirdi.  Böyle bir çözüm erkeklerin çalışma ve sosyal yaşamda birincil, belirleyici sorumluk alması gerektiğini, kadının ikincil bir role sahip olmasını kabul etmek demekti.
Burjuva kadın hareketinin eşitlikçi kesimi ise kadınların çalışmasını ve sosyal yaşamda tam eşitliği savundular. Onlara göre böyle bir katılım görev değil, haktı. Kadının seçim özgürlüğü savunulurken, çalışma yaşamında kadının kendisini gerçekleştirmesi, bireysel gelişim ve özgürce sorumluluk alabilmesi için bir fırsat olduğu vurgulandı. Fakat aileye yönelik eleştirilere karşı temkinli oldukları, ev işlerini ve özel bakımlarını sürdürmek istedikleri için, evli kadınların yaşamda yerlerini nasıl alacakları sorun haline geldi.

Sosyalist ve emek eksenli kadın hareketi, asla burjuva hakların kadının özgürleşmesi için yeterli olacağını öngörmemiştir. Mücadelenin eksenini kadının ücretli çalışma hakkına sahip olması, mevcut çalışma koşulları, kadın işçiler için kötü olsa da, uzun vadede kadının kurtuluşuna katkı sağladığı tartışılmıştır. Çalışma hayatında cinsiyet eşitliği bir hedefti, ancak bu eşitlik kapitalizm altında özgür bir içeriğe sahip olamayacağı için sömürüye karşı savaş baskın düşünce oldu.

Çalışma koşullarına karşı verilen savaşta çoğu marksist ve sosyalistler, kadınları, gece işlerine, tehlikeli endüstri işlerine karşı korumanın gerekli olduğunu düşünüyorlardı, çünkü işçi ailesinin korunması önemliydi. Burjuva kadın hareketi de, kadınların işlerini kaybedeceği korkusuyla karşı savunmaya geçiyordu.

Hem sosyalistler, hem burjuva kadın hareketi için ortak olan; kadının ekonomik özgürlüğünün, erkeğin kadın üzerindeki gücünü azaltacağı ve sosyal yaşamdaki üretiminin de aile içinde tutsak, yalıtılmış bir yaşamda hapis kalmasını önleyeceği idi. Marksistler burjuva kadın hareketinden bağımsız olarak, kadının çalışma yaşamına katılarak sınıf savaşına doğrudan katılmasıyla, ücretli köleliğe son verecek sosyal kurtuluşun da öznesi haline gelmesini savunmalarıdır.

Kadınların özgürleşmesinde ücretli emek kadınlara ekonomik bağımsızlık için fırsatlar sunarken, çalışma alanını da genişletmiştir. Bununla birlikte, çalışan kadınların aile içindeki sorumluluğu; geleneksel çalışma alanı sınırlı ya da yok olmadığı için, evli kadınlar için çifte çalışma, çifte sömürü anlamına gelmiştir. Bu ikili çalışma, kadınların sınıf mücadelesine katılmalarını önlediği gibi, hem kendine, hem çocuklarına bakım için aldığı ücret yetmeyeceğinden, aile içinde cinsiyetler arasındaki işbölümünde kadının yükü azalmadı, sadece erkeğin kadın üzerindeki erkinin sarsılmasına neden oldu.

Erkek ev alanına çekilmeliydi!

Marksistler, kadın üzerindeki ikili sömürüyü yok etmek için genellikle barınma, çocuk bakımı ve ortak yaşam alanlarının kollektifleştirilmesini çözüm olarak öne sürmüş, erkeğin ev yaşamına sokulmasının, rol üstlenmesinin üzerinde durmamışlardır. Ev yaşamı, çocukların bakımı yine kadının sorumluluğunda kalırken, burjuva kadın hareketi de erkeğin ev işlerine çekilmesinde aktif rol almamıştır.

Bugün, kapitalist toplumda kadının tam özgürlüğünden söz etmek olanaksızdır. Hem işte, hem evde ikili sömürü altında inleyen kadının hareket alanlarını genişletmek için erkek ev işlerine, çocuk bakımına çekilmek zorundadır. Bu sadece kadının yıpranmasını engellemek için değil, aynı zamanda cinsler arasında, erkekle çocuklar arasındaki ilişkinin başka bir boyuta taşınması, geliştirilmesi için de gereklidir. Böylece, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele, öncekinden daha geniş bir boyutta, bilinçte ortaya çıkacak, erkek te bu kavgaya etkin bir biçimde karışacaktır.

Cinsler arasında yabancılaşma, korku ve şiddet

Cinsiyetçi işbölümü; ücretli ve ücretsiz işler arasındaki bir işbölümü ya da özel ve toplumsal örgütlü işler arasındaki işbölümü anlamına geldiği gibi, kadınlarla erkeklerin temelde farklı işlere sahip oldukları ve farklı sosyal ilişkilerin birer parçaları oldukları anlamına da gelir. Bugün kadınların ana görevinin işgücünün yeniden üretilmesi, erkeklerin de temel sorumluklarının üretim alanı olması, toplumsal cinsiyet farklılıklarını derinleştirmektedir. Cinsiyetçi işbölümü kadın ve erkeğin farklı çalışma alanlarına sahip olmalarını getirirken, işler cinsiyetlere göre tanımlandı. İşbölümü kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği artırdığı gibi, ücretler arasında da eşitsizlikler doğurdu ve kadının da erkek gibi kendi kendine yetmesini, bakımını engelledi. Kadının ikili çalışması, erkeğin sadece toplumsal üretime katılması farklı dünyalarda, farklı psikoloji ve davranış motiflerine yol açtı. Birbirlerinin dünyalarına yabancı, cinsler arasında korku ve şiddete varan yabancılaşma derinleşti . Bugün Akp iktidarıyla bu yabancilaşma daha da derinleşti, kadına ve çocuğa şiddet arttı, cinayetler olağan hale geldi.

Sosyalist hareket, geleneksel olarak kadının toplumsal cinsiyetçi işbölümünü, kadının iş yaşamına girme hakkını savunarak özgürleşmesini gündeme alarak savaştı. Ancak toplumsal baskıların, cinsiyet farklılıklarından doğan sorunların önemini kavrayamadı. Özellikle erkeğin toplumsal cinsiyet baskısını, erkeklerin kadınlar üzerindeki güçlerini ve kadınlara yönelik tacizleri görmede zorlandı. Cinsiyetler arasındaki ilişki, işçi sınıfının bölünmemesi gereken birliği olarak görüldü, erkekler ile kadınlar arasındaki çıkar karşıtlığı reddedildi. Erkeklerin kadınlara uyguladığı şiddet, feodal toplumun mirası ve şiddet üreten kapitalist toplumda, değersiz görülen işçinin tepkisi olarak erkin kadın üzerinde denenmesi olarak değerlendirildi, bir anlamda meşrulaştırıldı. Doğal olarak bu yorumlar kadının özgürleşme mücadelesini sınıf mücadelesine gömdü. İKD geçmişte kadınların toplumsal ilerlemeye ve sınıf mücadelesine katılmasında büyük emekleri olmasına rağmen, komünist erkeklerin ezici çoğunluğu ev yaşamındaki işbölümüne katılmamış, feodal kalmaya devam etmişlerdir. Bu daha sonra çoğu kadının sınıf mücadelesine sırtını dönmesine neden olmuştur. Feodal kalan bu erkekler de sınıf mücadelesinden ayrı düşmüşler, kendi babaları gibi yasamaya devam etmişlerdir.Toplumsal cinsiyet baskısı yalnızca kapitalizme karşı mücadeleyle değil, kadınları erkeklerle çatışma içine sokan sosyal ve ideolojik kalıplarla da mücadele olmalıydı.

Toplumsal cinsiyet baskısı sadece kapitalizme karşı mücadele ile değil, aynı zamanda ortaya çıktığı zaman doğrudan saldırıya da uğratılmalıydı. Kadınları erkeklerle anlaşmazlık içinde tutan sosyal ve ideolojik kalıplara karşı bağımsız bir mücadele yapılmalıdır. Toplumsal yaşamda kadının konumunu sadece üretim sürecinde aldığı yere göre ikincil bir rolle açıklamak eksik olur. Erkeğin egemenliğini ilanıyla; kadınlar ve erkekler için farklı dünyalar yaratan toplumsal cinsiyet ayrımıyla kadınlara duyulan saygısızlık, küçümsenme, hor görülme; kadın düşmanlığıyla, tümüyle kadınsı bir kültüre neden olan kadına ve çocuğa zulme yöneldi.

Yüzyılın başında kadınların hareketi, büyük ölçüde kadınların özgürlüğünü ücret, medeni ve siyasal haklar konusuna ayırdı. Kadınların daha özgür bir cinsel yaşama hakkını tartışan, aile kurumunu eleştiren, kadının sosyal ve cinsel baskı gördüğünü, bu baskı biçimleriyle mücadeleyi öne alan siyasetle kadınların yaşamının bütününün değişmesi gerektiğinin üzerinde durulmalıdır. Ancak kapitalist toplumda kadının pasif ve edilgen konumunu sarsmak, erkeği tümden değiştirmek için sosyal ve cinsel yaşamda dahil toplumun radikal değişimi sağlamak için egemen erk ve çıkarların analizinin doğru yapılmasıyla sağlam bir örgütlenme gerekmektedir. Bu örgütlenme ile kadınlar sadece kilo almak değil, zayıf ve edilgen kadın rolünü yıkmak, kendi yargısına güvenmek, sosyal kurtuluşun öznesi olarak hareket etmek ve erkeklere otorite olarak bakmaktan vazgeçmeyi öğrenmekle, anti otoriter bir toplum inşa etmenin, sosyal kurtuluşun ön koşullarını hazırlamakla yükümlüdür.

’’Bulunduğun yerde birşey yap!’’

Feministler de kadının özgürleşmesi için gevşek örgütlenmelerle, ilgi çekici eylemlerle küçük gruplarda kadınları bilinçlendirme, günlük hayatla ilgili alternatif düşünme biçimleri geliştirmeye, özgür katılımcılıkla sorumluluk alma, işyerlerinde cinsiyet ayrımcılığını engellemek için çalışmalar yapmaktadırlar. Ancak bu tip örgütlenmeler, kısa zamanda farkındalık yaratsa da uzun yıllar kalıcı politik çalışmaların devam ettiği kuruluşlara dönüşmeye yol açmıyor. Farkındalık yaratılıyor, kadınlar güçlerini artırıyor, ancak bu deneyimlerin geri dönüşü olmuyor, örgütten yok oluyor. ’’Bulunduğun yerde birşeyler yap!’’ merkezi sloganı değişimin anahtarı olarak bulundukları her yerde; işte, evde, sokakta, siyasi örgütlerde her yerde bir hareket başlatma iradesiyle çalışmalar yapılıyor, ancak bu çalışmaların geri dönüşü pek başarılı olmuyor ve yeni motivasyonlar bulunmadığı zaman çoğu kez hareket sönümlenmeye yüz tutuyor ya da küçülerek yeni isimlere dönüşmek zorunda kalıyor. Kürtaj yasağına karşı öfke kadınları sokağa döküp, büyük başarılara imza atarken, seçme seçilme hakkını elde etmek için seferberlik ilan ederken yeni bir politik talep, yeni bir motivasyon yokluğu örgütsel çalışmaların sürdürülebilinirliğini,perspektifsizliği gündeme getiriyor.

Bugün kadının özgürleşme sorunu kadın politikalarının ve örgütsel biçiminin gözden geçirilmesinin gündemde olduğu bir durumdur. Deneyimler, kadınların özgürlüğü sorununun örgütlü kadın mücadeleleri, politikaları olmaksızın sürdürülebilirliğini, olanaksızlığını ortaya koyuyor. Kadın sorunu, aynı zamanda erkeğin değişim sorunudur. Her iki cinste ama özellikle erkeğin feodal alışkanlıklardan sıyrılmaları gerekmektedir. Kadını ikincil role iten; evde, işte, okulda, toplum ve siyasi yaşamın her alanında aşağılayan, horlayan, küçük gören bütün önyargı ve saldırılarla mücadele etmek, kadının her alanda eşitliğini sağlamak komünistlerin, solcuların, devrimcilerin ve demokratların görevidir. Çünkü bu şiddet üreten feodal ve kapitalist değerlerle savaşmak sınıf mücadelesinin bir parçasıdır. Bu mücadeleyi kadın erkek omuz omuza verilerek değişir ve kazanılır.

Serap Aktepe

Bir yanıt yazın