Haber / Yorum / Bildiri

GÖÇ

Erden GÜVEN

Göç olgusu insanoğlunun yeryüzüne ayak basışı ile başlayan bir tarihsel gerçekliktir.
Sürekli değişen tabiat, sosyal ve ekonomik koşullar insanları göç etmeye, yeni yaşam alanları bulmaya zorlamıştır.

Savaşlar, toplu kırımlar, afetler (sel – depremler), yoksulluk ve sefalet, ekonomik ve politik çıkmazlar hem iç göçü hem de dış göçü tetikleyen etmenler olmuştur. O nedenle insanlığın tarihi bir göçler tarihidir.

Ama bu göç nedenleri tarih boyunca gelişen sosyo-ekonomik, politik koşullarla birlikte değişime uğramıştır. Özellikle dünyaya kapitalizmin egemen olmasıyla ücretlerin düşük olduğu bölge ve ülkelerden ücretlerin yüksek olduğu bölge ve ülkelere olan sürekli göçün yanı sıra, insanlık zorunlu yaşam koşullarının getirdiği göçlerden, emperyalist güçlerin sömürüsü sonucu doğan göçler dönemine geçilmiştir. Artık günümüzde göçler, emperyalist politikalar, emperyalist sömürü, yağma, talan ve savaşlar yıkım ve tabii afetler sonucu bilerek, kasten yaratılan, hesaba katılan göçlerdir.. 

Göç gerçeğinin sayısız nedenlerinden en belirleyici olanı yukarda sayılan sebeplerden dolayı yaşam alanlarını yitiren insanların kendilerine yeni yaşam alanları bulmak, mevcut durumdan daha iyi koşullarda yaşama  ve gelecek kuşaklara daha iyi bir bir miras bırakma arzusunun tezahürü olarak yer değiştirmeleridir. Asıl sorun bu olunca, göç eyleminin önünde hiçbir duvarın, hiçbir barikatın durması mümkün değildir. Dünümüz, bugünümüz ne yazık ki yarınımız yukarıda anlatmaya çalıştıklarıma tanıklık etmektedir. Özellikle emperyalizm döneminde yaşam alanlarını kaybetmek ve daha iyi şartlar içinde yaşama olanakları aramak insanı her türlü bedeli ödemeye zorluyor. Hiç kimse isteyerek, zorda kalmadan kendi yurdunu terk etmez.  Onun içindir ki göç; bir lokma ekmek uğruna ulus benliğinden milli kimliğinden ödün vermenin adıdır. Politik, ekonomik ve inanç üzerinden yürütülen siyasal kutuplaşmanın yaşamı söz konusu kimlikler nezdinde zehirlemesinin adıdır GÖÇ.

Kendi bedenlerini ülkelerinin ve halklarının kurtuluşuna ve bağımsızlığına adayan yurtsever, ilerici aydınların, sosyalistlerin, komünistlerin yaşadıkları topraklardan zorla koparılmasının bir başka adıdır göç.

Ezilenlerin, sömürülenlerin, zorbaca yöntemlerle ötekileştirilenlerin, susturulanların dillerine, düşüncelerine prangalar vurulanların yazgısıdır göç.( Bu yazgıyı ülkemizin gerçek yurtseverleri – sosyalistleri – komünistleri tersine çevirecektir)

Daha iyi bir yarını daha iyi bir geleceği, aydınlık, güneşli günleri düşleyenlerin tarihinin adıdır göç

Tümden toplumların  ve o toplumları ileriye doğru dönüştürmek isteyenlerin tarihidir göç.
Toplumların tarihi göçler tarihidir, göçlerin yönü ağırlıklı olarak Doğu’dan Batı’ya ya da Güney’den Kuzey’e doğru olmuştur. Günümüzde de buna canlı olarak tanıklık etmekteyiz. Peki bu bir kader mi? Niçin tersi yani Batı’dan Doğu’ya bir göç yaşanmıyor? Bunun yanıtı herkesi ilgilendiriyor. Emperyalizm Ortadoğu’da petrole hükmetmek, Afrika’nın yenginliklerini elde etmek için savaşlarla, sebep olduğu ekolojik felaketlerle bu ülkelerden halkları kendi topraklarını terk etmeye zorlamaktır. İşte göç bu soruları sorgulayanların da adıdır.

Göç Akdeniz’de Ege Denizi’nde ölümü, azgın sularda boğulmayı göze alanların, Afrikalıların, Suriyelilerin, Afganlıların adıdır.

Alp dağlarının karlı buzlu soğuğunda ölümü kanıksayanların adıdır GÖÇ.
Tüm insanlığın gözleri önünde Ege’de Akdeniz’de kıyıya vuran canların ,civanların ve küçük Alan’ların adıdır GÖÇ.

Farklı siyasi düşüncelere ve inançlara sahip insanların resmî ideoloji ve erk sahipleri tarafından dışlanmasının ve yaşadıkları yerlerden, yurtlardan uzaklaştırılmasının da adıdır göç.

Ekonomik yetmezlikler, ekolojik altüst oluşlar, demografik yapısal bozukluklar ve kimlikler üzerinden yapılan politik açmazlar göç olgusunu kamçılayan başlıca faktörlerdir. Tüm göç dalgalarına, göç hareketlerine damga vuran nesnel gerçeklik; acıdır, sızıdır, özlemdir, hasrettir, annesine, sevgilisine, vavuklusuna, dahası GÜNEŞLİ bir yarına kavuşmak için yürekleri yananların adıdır GÖÇ.

İnsanın sıkı sıkıya bağlı olduğu öz değerlerinden kopması, kendine yabancılaşması, egemen kültürün ve dilin baskısına maruz kalması ve asimilasyona tabi tutulmasının adıdır GÖÇ.

Kendi öznelimizde GÖÇ, yukarıda betimlemeye çalıştığım gibi vahim ve trajik sonuçlar doğurmamış olabilir… Ne ki, biz de payımızı aldık. Geri bıraktıkları ülkemizden egemen güçler önce milyonlarca işçiyi Almanya’ya, Avrupa’ya mal gibi sattılar. Sonra yurdumuzun kalkınması, demokratikleşmesi, Kürt sorununun barışçıl yollardan çözümü için savaşan binlerce işçi ve öğrenci gençler, aydın ve akademisyenler 12 Mart, 12 Eylül ve son olarak 15 Temmuz kontrollü askeri darbeleriyle yurt dışına sürgüne gitmek zorunda kaldılar. Bu işçi ve aydın göçünün bir parçası olan bizler, el kapılarında dilendik. Soframıza bir lokma ekmek götürebilmek birilerine yaranmaya çalıştık.
Kendi işgücümüzün farkında değildik. Sınıf bilincimiz yoktu. Emekçi ve işçiler olarak; sermayenin gücüne övgüler dizdik. Sınıf düşmanlarımızı dost bildik. Sağa sola savrulduk.
Nerede konumlanmamız gerektiğinin ayırdında değildik. Çalıştığımız ülkelerin işçileri, emekçileri, sınıf bilinçli işçileri bizleri bağırlarına bastılar. İşgücünden gelen haklarımızı hukukumuzu savundular. Bir ortak geleceğimizin olduğunu bilincimize çıkardılar, dimağımıza kazıdılar. Birlikte örgütlenirsek üstesinden gelemeyeceğimiz bir zorluğun olamayacağını dilleri döndükçe bize anlattılar. Ağırlıklı olarak kırsal kesimden geldiğimiz için bulunduğumuz ülkelerin işçi sınıfı, sendikal hareketi, demokrasi güçleri ve insan hakları örgütleriyle birlikte hareket etmekte hep ürkek davrandık. Çünkü sınıf mücadelesi ve sermayeye karşı koyuş gibi bir gelenekten gelmiyorduk.
Ne Türkiye ile vatan toprağıyla bağımızı koparıyor ne de yaşadığımız ülke halklarıyla kaynaşabiliyorduk.

Göç olgusunun tüm olumsuz ve olumlu parametrelerini iliklerinde yaşayan biz “göçmenler” 70’lerden itibaren Türkiyeli ilerici aydınlarla , yürekleri Türkiye’nin aydın geleceği için çarpan sosyalistlerle , komünistlerle , sınıf mücadelesinin savaş erleriyle tanışma fırsatı bulduk. Bugün ülkede DURUM’u çıkaran sınıf savaşımının öncüleriyle birlikte faşizme karşı omuz omuza mücadele ettik. Evren – Özal faşizmini özellikle Avrupa’daki demokrasi güçlerinin desteğiyle deşifre ederek gerilettik. Bugün de faşizan Erdoğan rejimini geriletme görevi önümüzde duruyor. Bugün Avrupa’da koşullar 12 Eylül 1980 sonrasından çok daha farklıdır. Ama 12 Mart ve 12 Eylül sonrasında olduğu gibi bugün de Avrupa’da Türkiye’de savaşan veya hapislerde yatan Kürt ve Türk işçi ve emekçileriyle, aydın ve devimcileriyle dayanışmayı yükseltmek gerekmektedir. Bunun için de hem Türkiye’de hem de tümden yurtdışında sosyalistlerin, komünistlerin savaşkan partisi TKP’sine dünden daha fazla gereksinim var. Bu duygu ve düşüncelerle işçi sınıfının savaş yolunda DURUM’u selamlıyorum.

Bir yanıt yazın