Haber / Yorum / Bildiri

Gerçek demokrasi uğrunda savaş

Jacques Duclos (Fransız Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbüro üyesi)

SON aylarda „Durum“da, Uluslararası İşçi ve Komünist Hareketi’nin yayın ve tartışma organı olan „Barış ve Sosyalizm Problemleri“ dergisinin TKP tarafından yayınlanmış olan Türkçesi „Yeni Çağ“ dergisinden günümüz Türkiye’sinde „tek adam rejimi“ne karşı mücadeleye, demokratik bir Türkiye için işçi ve demokrasi güçlerinin mücadelesine ışık tutacak yazılar yayınlıyoruz. Bugün de Fransız Komünist Partisi’nin efsane liderlerinden biri olan Jacques Duclos’un „Gerçek demokrasi uğruna savaş“ makalesini okuyucularımıza sunuyoruz.

Duclos bu makalesinde 50’li yılların sonu 60’lı yılların başında Fransa’da De Gaulle şahsında iktidarın „tek bir insanın“, egemenliğin teknokratların elinde“ toplandığı, parlamentonun yetkilerini asgariye indiren tek lider rejimi“nin oluşum neden ve sonuçlarını incelemekte, bu rejime karşı mücadelede demokratik güçlerin nasıl bir program etrafında birleşebileceklerinin ilkelerini saptamakta, „tek lider rejimi“nin sonlandırılmasında işçi sınıfının ve yığınların eylemlerinin önemini vurgulamaktadır. Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine karşı mücadele eden okuyucularımızın mutlaka bu makaleden çıkaracakları çok dersler olacak, mücadelelerine ışık tutan deneyler bulacaklardır.

TARİHSEL mücadeleleri XIX. Yüzyılın ortalarında başlayan kapitalizm ile sosyalizm savaş halindeler; daha da çok savaşacaklardır. Çünkü amacı barış olsun, demokrasi veya sosyalizm olsun, her ilerleme ancak mücadele ile gerçekleşir. Devlet tekelci kapitalizmi şartları içinde, merkezi ve bölgesel idare alanlarında, demokrasiyi sağlamak için yürütülecek savaş sorununu incelerken, bu prensibi gözden uzak tutmamalıyız.

Tekelci kapitalizmin devlet-tekelci kapitalizmi haline gelmesi, tekellerin, ülkenin bütün hayatı üzerindeki tahakkümünü arttırmaktadır.

Komünist ve işçi partilerinin 1960 Bildirisinde belirtildiği gibi, kapitalizmin içindeki çelişmeler «tekelci kapitalizmin devlet tekelci kapitalizmi haline gelmesini çabuklaştırdı. Devlet tekelci kapitalizmi, tekellerin milletin hayatı üzerindeki egemenliğini kuvvetlendire­rek, tekellerin gücü ile devletin gücünü tek bir mekanizmada birleştiriyor. Amaç, kapitalist düzeni kurtarmak, işçi sınıfını sömürerek ve geniş halk yığınlarını soyarak, emperyalist burjuvazinin karlarını yükseltmektir.»

Bu şartlar içinde, tekelci kapitalistler devlet mekanizmasını kendi egemenliklerini korumak için kullanıyorlar; sonuç olarak da demokratik hakları kısmak, milletin seçtiği temsilcilerin rolünü azaltmak eğilimi günden güne artıyor, totaliter idare şekillerine zemin hazırlanıyor.

Bu durumun iki sonucu var: Parlamento yetkilerinin, hükümet üzerindeki kontrol hakkının azaltılması; bütün salahiyetlerin –Fransa’da olduğu gibi- tek bir insanın elinde toplanması.

Halkın demokratik haklarını ve seçtiği temsilcilerin yetkilerini sınırlandırma eğilimiyle, tekellerin karlarını milletin zararına arttırma çabaları birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

Bugünkü şartlar içinde, çözüm yolu bekleyen çeşitli, çetin meselelerden yararlanan tekeller, seçilmiş kurulların yetersizliğini iddia ediyor, böylece bütün egemenliğin teknokratların elinde toplanmasını doğru göstermeğe çalışıyorlar.

Tekeller, teknokratları kullanarak, toplumun bütün faaliyet alanlarına müdahale ediyorlar. Örneğin, Fransa’da devlet idaresinin bütün kilit noktaları tekellerin hizmetinde çalışanların elindedir.

De Gaulle hükümetiyle tekelci çevreler arasındaki işbirliği, başlarında tekellerin temsilcileriyle tekellere bağlı yüksek memurların bulunduğu komiteler yoluyla sağlanıyor. İktisadi politikayı ve genel politikayı ilgilendiren en önemli meselelerde karar veren bu komitelerdir.

Yılda altı ay hiç söz hakkı tanınmayan Parlamento, toplandığı zaman da etkili bir faaliyet yürütemiyor.

Sayıları gittikçe artan «Gelişme komiteleri», «Bölgesel gelişme şirketleri», «Karma şirketler», tekellerin sermayeyi belirli ellerde hızla toplamalarına, kâr hadlerini yükseltmelerine yardım ediyor. Tekeller, kredilerden, mali yardımlardan, primlerden, devlet garantilerinden yararlanıyorlar; belediyeler hesabına yaptıkları işlere karşılık çok yüksek ücretler isteyerek, halkı soyuyorlar.

Karma şirketler ve bunlara benzeyen örgütler vasıtasıyla, ticaret bankaları, en ufak rizikoya girmeden, büyük yatırımlar yapabiliyor. Hazine onlara istedikleri garantileri sağlıyor, büyük kazançlar elde etmelerine yardım ediyor. Devletleştirilmiş bankaların da büyük tekellere yardım etmeleri, devletle özel işletmeler arasındaki işbirliğinin bir delilidir.

Devlet tekellerinin müdahalesi böylece tekellerin halkı daha çok sömürmelerine, egemenliklerini geliştirmelerine gittikçe daha çok yardım ediyor.

Bugün büyük bankalar artık eskisi gibi aracılar kullanmıyor, doğrudan doğruya hükümetin içinde temsilcilerini bulunduruyor.

«Paris et Pays-Bas» bankası, «İndochine» bankası, Rothschild, «Lazard» ve «Worms» bankaları devlet mekanizması içinde çok önemli yerler işgal ediyor. Tekelci kapitalistler egemenliklerini bu bankalar vasıtasıyla dolaysız, açık şekilde uyguluyorlar.

Parlamentonun yetkilerini asgariye indiren hükümet, tekellerin isteklerine uygun bir «idari reformlar planı» hazırlamaktadır. Bugün mevcut idari teşkilatı, yani il ve ilçe teşkilatını tenkit eden bu plan, hükümet salahiyetleriyle özel menfaatler arasında birlik kuruyor, merkezin temsilcileri olan valilerin yetkilerini arttırıyor.

 İdari taksimat alanında, hükümet bugün mevcut belediye ve vilayetler yerine, ülkenin daha az sayıda, ama daha geniş idari birliklere bölünmesini teklif ediyor.

Belediyeleri birleştirme planı bu amaçla hazırlanmaktadır. Bazı şartlar içinde bu tedbirin faydaları olabilirse de, bugünkü şartlar içinde bu plan, seçilmiş temsilciler yerine devlet memurları getirme eğiliminin sonucudur.

«Karma şirketler»in ve «Gelişme komiteleri»nin kurdukları kumpasların sonucu olarak, il ve ilçelerdeki belediye meclislerinin bayındırlık ve kamu işleri alanındaki yetkileri, ticaret bankalarına, kapitalist işletmelere bağlı, hiçbir makama karşı sorumluluk taşımayan teknokratların eline geçmektedir.

Bu politika, halkın zararına ve özel çıkarların yararına işliyor. Bayındırlık işlerinde, bölge ve il alanlarında, bütün işlerle ilgili planlar ticaret bankalarına ve müteahhitlere çok büyük kârlar sağlıyor.

Tekeller, illerde bütçe işlerinin kontrolünü il meclislerinin elinden almaya çalışıyorlar, bu işten de büyük kazançlar umuyorlar.

Milli bütçeye gelince: Bugünkü rejim, bütçeyi hiçbir anlamı olmayan bir formalite haline getirdi. Halkın seçtiği temsilcilerin bütçelere müdahale hakkını tamamıyla kaldırmaya çalışıyorlar.

De Gaulle Fransa’sında, ülkenin gerçek efendileri haline gelen tekellerin amacı, memleketin ekonomisini ve maliyesini tamamıyla teknokratların emrine vermektir.

Resmi çevreler, kamu işlerini «yetkili uzmanlar»ın idaresine verme fikrini yaymak için, ülke, il ve ilçe alanlarında kamu idaresinin karşılaştığı güçlükleri şişiriyorlar; amaçları seçimli temsilcilerin artık idare işleriyle başa çıkamadıklarını göstermek, bugün idari işlerde ortaya çıkan çetin ve çok yönlü teknik meselelerin, demokratik müesseselerin artık işe yaramaz hale geldiği fikrini yaymaktır.

 Bu anti-demokratik fikirler, ülkeyi bir tek insanın eline teslim etmek ve diktatorya taraftarlarının işine yarayan siyasi ilgisizliği arttırmak için yürütülen kampanyanın temelini teşkil ediyor. Ama bugünkü meselelerin çok yönlü oluşu, halkın demokratik kontrol ve idaresini ortadan kaldırmak için meşru bir sebep olamaz.

Teknik uzmanlar, seçilmiş temsilcilerin yerini tutamazlar. Bu uzmanlar, sadece bu temsilcilerin kılavuzluğu ve kontrolü altında halkın yararına çalışmalıdırlar.

Parlamentonun yetkilerini asgariye indiren tek lider rejimi, halkın kendi menfaatlerini savunmak için yöneticilere baskı yapmasını çok zorlaştırmaya, hatta imkânsızlaştırmaya çalışıyor.

Üstelik hükümete göre, sendikalar işçilerin ücret ve iş şartlarıyla ilgilenmekle yetinmelidir, politik meselelere karışmamalıdır.

Ama sendikaların ileri sürdüğü ücret veya emeklilik sigorta istekleri hükümetin işine gelmeyebilir; hükümet bunlara daima «siyasi istek» damgasını vurabilir ve kolayca atlatabilir. Bu da otoriter rejimin sonuçlarından biridir.

Bu rejimin en ateşli savunucularından, De Gaulle partisinin eski genel sekreteri Albin Chanlandon’ a göre, yığınlar, egemenliğin «şahıslaştırılması»nı isterler, buna ihtiyaçları vardır, sadece sinemada ve sporda olduğu gibi “yıldız»lara taptıkları için değil, belirli bir insana ihtiyaçları olduğu için; psikolojileri bakımından güvenilmeğe ve birine güvenmeye büyük önem verdikleri için.   

«Güvenilmek ve birine güvenmek» derken, Chanlandon tek lider rejiminin amaçlarından birini açıklamış oluyor: Vatandaşlarda siyasi sorumluluk şuurunu yok etme amacı. Gaye, burada, tenkidi yanaşmaya giden vatandaşlık ruhunun yerine, devletin başında bulunan, başka kimsede bulunmayan hikmet ve bilgiyi şahsında toplayan dâhi liderin peşinden giden, siyasetle ilgilenmeyen ‘’sürü zihniyeti ‘’ni sağlamaktır.

Bu durum karşısında, Fransız Komünist Partisi, diğer demokratik parti ve gruplara, otoriter rejimin yerine gerçek demokrasiyi getirmek amacını güden, ortak bir platforma temel olacak bir program teklif etti.

Lider rejiminin uyguladığı politikanın kötü sonuçları gitgide artmaktayken, elde kalan demokratik özgürlükleri korumamız ve demokratik bir rejim uğrunda savaşmamız gerekiyor.

Lenin’in dediği gibi : «Demokrasinin azami gelişmesini sağlamak, bu gelişmenin şekillerini aramak, bu şekilleri pratikte denemek; işte bunlar, toplumsal devrim uğrunda yürütülen savaşın temel ödevleridir. Tek başına demokrasi, sosyalizmi gerçekleştiremez. Ama bugünkü şartlar içinde, demokrasi de tek başına düşünülemez. Başka unsurlarla beraber sağlanırsa, demokrasi iktisadi hayata tesir edecektir, gelişmesini hızlandıracaktır; iktisadi gelişme de demokrasiyi etkileyecektir. Yaşayan tarihin diyalektiği işte budur.»

 Bu sözler ışığında, ortak bir programın temeli olarak diğer demokratik partilere teklif ettiğimiz program, gerici güçlerin baskısına karşı gelebilecek, halkın, milletin menfaatlerine hizmet edecek bir hükümetin kurulmasını gerektiriyor. Kanaatimize göre, yarınki demokratik hükümet şu iki temel şartı yerine getirmelidir:

Bütün partilerin ve demokratik örgütlerin desteklediği ortak bir program temelinde birleşmiş bir çoğunluğun hükümeti olmalıdır.

Kamu işlerinde, büyük yığınların desteğini kazanması için:

1. Seçilmiş kurumların önemini tanımalıdır.

2. Emekçilere, emekçi teşkilatlarına iktisat, toplum ve kültür alanlarında kontrol ve yönetim hakkını tanımalıdır.

Kanaatimize göre, gelecekteki demokratik rejimde şu siyasi müesseseler bulunmalıdır: Kanunları yapmak ve hükümeti kontrol etmekle ödevli bir Millet Meclisi. Millet Meclisine karşı sorumlu, çoğunluğun desteklediği bir programa göre ülkeyi idare eden istikrarlı bir hükümet. Hükümetin istikrarlı niteliğini ve gerçek demokrasiyi sağlamak üzere, Komünist Partisi şu teklifte bulunmaktadır: Nispi seçimle seçilecek Kurucu Meclis, hükümetin ve Millet Meclisinin yetki ve ödevlerini açıkça tayin ve tespit eden yeni, demokratik bir Anayasa çıkaracaktır. Bu Anayasa, temel insan ve vatandaş haklarına etkili garantileri ve şu prensiplerin uygulanmasını sağlayacaktır:

Bütün seçimlerde nispi seçim usulü prensibi kabul edilecektir.

Demokratik partilere, sendikalara tam bir özgürlük tanınacaktır.

Belediyelerin ve illerin hakları genişletilecektir.

Demokratik bir devlet mekanizması (mahkemeler ve ordu dâhil) kurulacaktır.

Polis teşkilatında büyük bir temizlik yapılacaktır.

Kilise devletten tamamıyla ayrı olacaktır. Kilise okullarla ilgilenemeyecektir.

Radyo ve televizyon, demokratik bir kontrole tabi tutulacaktır.

Devlet memurlarının haklarını, çalıştıkları müesseselerde yönetime katılmalarını garanti eden tüzükler yapılacaktır.

Gerçi, ne kadar mükemmel olursa olsun, bir Anayasa, tek başına, halkın egemenliğini garanti edemez, sosyal ve siyasi alanlarda demokrasinin tam bir gelişmesini sağlayamaz.

Bu sonuçlara varmak için: İktisadi ve mali oligarşinin, ülkenin temel kaynaklarına el koymasına, milli iradeyi ezmesine, hükümete, Parlamentoya isteklerini zorla kabul ettirmesine son verilmelidir.

Bu amaçların gerçekleşmesi için ise: Ülkenin başlıca servetleri tekellerin elinden kurtarılmalı; bütün maddi ve manevi imkânlar seferber edilerek milli ekonominin gelişmesi sağlanmalı; nihayet hayat seviyesi sürekli bir şekilde yükseltilmeli; öğretim hiçbir engelle karşılaşmadan ilerleyebilmelidir.

Bütün bu amaçları göz önünde tutan programımız, iktisat alanında bazı önemli reformlara yer vermiştir.

Tekliflerimiz şunlardır: Demir-çelik, atom, kimya, uçak sanayi tekellerinin, hava yollarının, elektronik sanayinde büyük işletmelerin, büyük ticaret bankalarının, sigorta şirketlerinin devletleştirilmesi; sendikaların yönetime katılmasını sağlayarak, bütün kamu işletmelerinin ve devletleştirilen bütün müesseselerin demokratlaştırılması.  

Bütün enerji kaynaklarının, kömür işletmelerinin, hidroelektrik enerjisinin koordine edilmesi ve sistemli bir şekilde kullanılması.

Elektronik, makine, kimya, uçak endüstrisi gibi en yeni sanayi kollarının geliştirilmesi; halkın ve ülkenin yararına gelişecek modern bir sanayinin ihtiyaçlarına cevap verecek teknisyen, uzman, mühendis, araştırmalar yapabilecek bilim işçilerinin yetiştirilmesi.

İşletmelerin her basamağında işçilerin kontrolünü sağlamak üzere, üretim komitelerine tanınan yetkilerin arttırılması; sendikaların işletmelerde serbestçe iş görebilmeleri.

Bütün bu imkânların gerçekleşebilmesi için, gelecekteki demokratik hükümet, devlet sektörünün gelişmesini temin etmelidir; işçi örgütlerinin de katılacağı demokratik bir iktisat, sosyal, kültür plânına göre, iktisadi ve milli hayatın kilit sektörlerinde gereken yatırımları garanti etmelidir.

Bugünkü tek lider rejiminde, plân dedikleri, tekellerin egemenliğini arttırmak için kullanılan bir alettir. Oysa bizim teklif ettiğimiz, gerçekten demokratik bir hükümetin bazı alanlara uygulayacağı planlama metotları, tröstlere gem vuracak, iktisadın bütün ülkenin yararına gelişmesini sağlayacaktır.

Hiç şüphesiz, teklif ettiğimiz politikanın başarıya ulaşması, bütün halkın bu politikanın kabulü için birleşip baskı yapmasına bağlıdır. Birlik meselesine bu kadar önem vermemiz bu yüzdendir. Sürekli ve etkili olması için, bu birlik ortak bir program temeli üzerinde kurulmalıdır.

Böyle bir program, tek lider rejimine ve gerici güçlere karşı yürüteceğimiz savaşta zafere ulaşmamızın temel şartıdır. Halkın menfaatlerine uygun, gerçekten demokratik bir politika sağlayacağı için bu program bütün vatandaşların desteğini kazanır.

Böyle bir programın gerçekleşebileceğine inanıyoruz. Yeter ki, gerçekleşmesi istenilsin. Kanaatimize göre, aralarında bazı önemli görüş farkları olsa da, çeşitli demokratik partilerin, birliklerin ve teşkilatların programlarında, milyonlarca Fransızın isteklerine uygun düşen ortak amaçlar pek çoktur.

Aralarındaki farklara gelince: Bunlar, demokratik parti ve teşkilatlar arasında gereken anlaşmayı imkânsızlaştıracak kadar önemli değildir. Bu anlaşmaya karşı çıkacak direnmeleri yenmek için, yığınların baskısı gerekiyor.

Partimizin XVII. Kongresinde kabul edilen Bildirinin belirttiği gibi: «Demokrasi uğrunda yürütülen savaş, işçi sınıfının sosyalizm uğrunda yürüttüğü savaşın ayrılmaz bir parçasıdır.»

Bugünkü şartlar içinde, işçi sınıfı ile müttefikleri, tekellerin egemenliğine karşı savaş yürütürken, normal iktisadi isteklerden daha etkili sonuçlar sağlayacak demokratik reformların kabulünü de temin edebilirler.

Emekçilerin, bu savaş sayesinde sağlayacakları demokratik reformlar sosyalizmi gerçekleştiremez, ama sosyalizm uğrunda yürütülen savaşı hızlandıracak ve genişletecek şartları meydana getirir.

Kanaatimizce, tekellerin egemenliğini yıkmak, gerçekten barışçı bir politika, köklü demokratik ve toplumsal reformlar sağlamak için yürüttüğü savaşta, işçi sınıfı bütün tekel aleyhtarı güçleri etrafına toplayabilir, birleştirebilir; böylece büyük burjuvaziyi tecrit edebilir, yığınlara sosyalist devrimin amaçlarını, bu amaçlara varmak için savaşın lüzumunu daha iyi anlatabilir.

Bu yönde çalışınca, demokrasiyi geliştirmek için yürüttüğümüz savaş, sosyalizm uğrunda yürütülen savaşın ayrılmaz bir parçası haline gelir.

 Gerçekten demokratik bir hükümetin yapacağı devletleştirmeler, tekellerin egemenliğine ağır darbeler indirir, ülkenin iktisadi ve siyasi hayatı üzerindeki tahakkümüne son verir, böylece işçi sınıfının sosyalizme giden yolda önemli adımlar atmasını kolaylaştırır.

İşçilerin, programımızın önemli bir yönünü teşkil eden bu imkânların büyük manasını anlamaları çok faydalı olur, çünkü İkinci Dünya Harbinden sonra yapılan devletleştirmelerde hiçbir sosyal öz yoktu. Son yıllarda ise, De Gaulle rejimi bu devletleştirmeleri sadece büyük sermayenin yararına kullandı.

 Örneğin, işçi ve memurlarına gülünç ücretler ödeyen Demiryolları Milli Şebekesi, hükümetin baskısı altında yaptıkları hizmete karşılık olarak özel endüstrinin aldığı normal fiyatların ancak üçte birini almaya mecbur edildi. Devlet, emekçilerden aldığı vergilerle zararı kapatıyor.

Başka bir deyişle: Bir devlet işletmesi zarara çalışıyorsa, bu zararı öne sürerek işçi ve memurlarının haklı isteklerini reddediyorsa, üretim oranı özel işletmelerin oranına kıyasla düşük olduğu için değil, hükümet devlet işletmelerinin zararına olarak büyük özel şirketlere imtiyazlar tanıdığı içindir.

 Programımızda yer alan devletleştirmenin amacı ise, başka niteliktedir. Bu amaç, emeğin, mutlu bir azınlığın yararına hizmette değil, bütün halkın hizmetinde bulunacağı yeni şartlar hazırlamaktır.

Bugün demir-çelik, kimya ve diğer sanayi alanlarındaki büyük tekeller, ülkenin bütün servetlerini ellerine geçiriyor; emekçileri sömürerek fevkalade büyük kazançlar elde ediyor; fiyatları durmadan yükselterek müşteriyi de soyuyorlar.

Komünist Partisi Grubunun Parlamentoya sunduğu önerge de teklif edilen devletleştirme hareketinin sonucu, devlet işletmelerinde çalışan işçilerin, daha iyi şartlar, daha geniş sendika yetki ve özgürlükleri ve meslek eğitimi sağlamak için ileri sürecekleri isteklerin gerçekleşmesi olacaktır.

Devleti tekellerin elinde bir alet olmaktan kurtarmak istiyorsak, tekellerin devletleştirilmesini sağlamalıyız.

Büyük sanayi tekellerinin, büyük bankaların devletleştirilmesiyle, işçi sınıfı ile müttefikleri, ülkenin iktisadi ve siyasi hayatında daha etkili bir rol oynar; ülkenin bütün imkânları, kaynakları milli menfaatlerin yararına kullanılabilir.

Kapitalist propaganda, özel işletmelerin devlet işletmelerinden daha kârlı olduğunu iddia eder. Ama bu iddia tamamıyla sakattır. Örneğin, Fransa’daki demiryolları şebekesi, dünyanın en iyi şebekelerinden biridir. Teknik uzmanlarına gelince, dünyada üstüne yoktur. Karayolları için de aynı şey söylenebilir. Üstelik bu alanda çalışan uzmanlara, daha büyük imkânlar sağlansa, elde ettikleri başarılar daha da önemli olur.

Demek oluyor ki, devlet işletmelerinde çalışanlar bugün birçok güçlükle karşılaşıyorlarsa, kabahat bu işletmelerin devletleştirilmiş olmasında değil, devletleştirmeyi tekellerin çıkarlarını arttırmak için kullanan hükümettedir.

Ama şu noktayı da belirtmeliyiz: Teklif ettiğimiz devletleştirme, bugün mevcut devletleştirme şeklinden farklıdır. Teklif ettiğimiz devletleştirme yeni bir rejime, devletleştirmeyi barış ve sosyal ilerleme politikası yararına kullanacak, gerçekten demokratik bir hükümetin imkânına bağlıdır.

Bütün bu amaçları göz önünde tuttuğumuz için, Sosyalist Partisine ve diğer demokratik parti ve örgütlere ortak bir program tespit etmek ve gerçekleştirmek için sunduğumuz teklifte, devletleştirmeyi şart koştuk.

Ortak bir programı elbirliği ile gerçekleştirmek amacıyla demokratik partiler arasında yapılacak bir anlaşma, kanaatimizce acil bir zorunluluktur; bu anlaşma tek lider rejimine karşı kazanılacak zaferin bir şartı, gelecekte halkın yararına işleyecek gerçekten demokratik politikanın bir garantisidir.

Lider rejimine son vermek için, güçlü bir yığın hareketinin şart olduğunu unutmuyoruz.

Büyük çoğunluğun gerçek demokrasi uğrunda yürütülecek savaşa katılması için, halk, en önemli demokratik parti ve örgütler arasındaki anlaşmanın ne olduğunu bilmelidir.

Lider rejimine son vermek, gerçek demokrasiyi kurmak, sosyalizme doğru gitmek amaçları uğrunda yürütülecek savaşta, komünistlerle sosyalistlerin bütün demokratik ve milli güçleri birleştirmek için işbirliği yapmaları, ülkemizin barışçı yollarla sosyalizme gitmesi imkânlarını arttırır.

Sosyalizme barışçı yollar hazırlamak isteyen partimiz, Sosyalist Partisine, sadece bugün için değil, yarın için de, sosyalizmi kurma işinde işbirliği teklif ediyor.

Partimiz, XVII. Kongresinde, bir tek partinin sosyalizme geçiş dönemini sağlayabileceği fikrini reddetti. Partimizin bu tutumu, işbirliğimizin ve ortak çalışmalarımızın gelişmesi için çok önemlidir. Bu görüşümüz, Marksist-Leninist partinin sosyalizm uğrunda yürütülen savaşta daha önemsiz bir rol oynayacağı anlamına gelmez. Mesele, demokratik (özellikle komünist ve sosyalist) partilerin ve sosyalizmi kurmak isteyen bütün unsurların birlik kurmaları, faaliyetlerini birleştirmeleridir.

Bize göre, demokrasi uğrunda yürütülen savaş, güçlü bir yığın hareketidir; işçi sınıfının -mümkün olursa barışçı yollarla- iktidarı eline geçirmesini sağlayacak geniş halk aksiyonlarıdır. Köylülerle, şehirli orta tabakalarla ittifak kuran işçi sınıfı, toplumu sosyalist temeller üzerinde yeniden kuracak; bu amacı gerçekleştirmek için, halk yığınlarına geniş demokratik özgürlükler tanımakla beraber, gerici güçlerin kapitalizmi canlandırma teşebbüslerine imkân bırakmayacak, uzun veya kısa süreli, bir proletarya diktatoryası kuracaktır. Partilerimizin gazetelerinde yayınlanan açık tartışmada, Sosyalist Partisinin yöneticileri de – örneğin Guy Mollet – proletarya diktatoryasının gerektiğini açıklamışlardır.

 Bu diktatoryanın şekillerine ve süresine gelince, bunlar çeşitli ülkelerdeki duruma ve şartlara göre değişir. Ama ilk defa Paris Komünü’nde kurulan proletarya diktatoryası, barışçı yollarla veya barışçı olmayan yollarla gerçekleşen her sosyalist devrimin temel şartlarından biridir.

Yüz yıl önce I. Enternasyonali «Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!» ölmez parolasıyla kuran Marks ve Engels, proleterlere milletlerarası dayanışmaya çok büyük önem ve değer vermelerini, proletarya enternasyonalizmine sadık kalmalarını öğütlediler. Ezgi altında yaşayan halkların yürüttüğü milli kurtuluş hareketinin önemini göz önünde tutan Lenin de, proletarya enternasyonalizmine şu büyük parolayı armağan etti : «Bütün ülkelerin işçileri, ezilen halkları, birleşin !»

Partimizin Genel Sekreteri Waldeck-Rochet’nin I. Enternasyonalin 100. yıldönümü münasebetiyle geçenlerde belirttiği gibi: Enternasyonali kuranların doktrinine ve Fransız işçi sınıfının birlik geleneklerine sadık kalan partimiz, Maurice Thorez’in önderliği altında bütün demokratik güçlerin tek cephesi ve ittifakı uğrunda daima savaşmıştır. XVII. Kongremizde alınan kararlara uygun olarak, bu büyük savaşa devam etmeliyiz. Kanaatimize göre, kendilerini işçi sınıfının partileri sayan bütün partiler, bütün gerçek cumhuriyetçi güçler arasında birleşmiş bir cephe, sağlam bir ittifak gerçekleştirebilirsek, tek lider rejimine son verebilirsek, gerçek bir demokrasi kurabilecek güçte bir hareketin meydana gelmesini sağlayabiliriz.

Yeni Çağ, 1964, 11.-12. Sayı

Bir yanıt yazın