Haber / Yorum / Bildiri

Büyük aşkın ihanetinin intikamı da büyük olur. İstanbul, aşkına ihanet edenlerden intikamını alır! (Bölüm: I)

Savaş YENER

(Bölüm: I)

Sevgi ve kapitalizm

ÖZEL mülkiyetin ortaya çıkmasıyla, özellikle özel mülkiyetin kapitale dönüşmesi ve kapitalizmin doğmasıyla aşk, sevda, sevgi gibi duygusal bağlar duygusal bağlar olmaktan çıkar, tamamiyle para, mülk ve sömürü ilişkilerine dönüşür. Evlilik, birliktelik, aile büyük ölçüde duygu ve gönül bağları üzerine değil; para, mülk, servet, sömürü ilişkileri üzerine kurulur. Kapitalizmde aşk, sevgi, evlilik duyguya, gönül bağına değil, paraya, mülke ve servetedir. Bu düzende “paranın açmayacağı kapı yoktur” özdeyişi boşuna söylenmemiştir. Türkiye’de bir kazancı, iş ve geliri olmadığı için evlenemediğini söyleyen milyonlarca genç bulunmaktadır. Fakirsen bir aile kurmak zordur, zenginsen kolaydır. 

Marks ve Engels “Manifesto”da burjuvazinin bu aile anlayışıyla kesinkes hesaplaşırlar ve şöyle derler: “Bugünkü burjuva ailesi ne üzerine kurulmuştur? Kapital üzerine, özel gelir üzerine. Bu aile tamamen gelişmiş şekliyle yalnız burjuvazi için mevcuttur; fakat bu aile proleterlerin mecburi ailesizliği ve aleni fuhuşla tamamlanmaktadır.

Tabiidir ki, burjuva ailesi, bu tamamlayıcı unsurlarının ortadan kalkmasıyla ortadan kalkacaktır ve kapitalin yok edilmesiyle her ikisi de yok olacaktır.” Sevgi, sevda, aşk ve mutluluğa dayalı aile veya birliktelikler ancak kapitalizmin aşılması, sosyalizme geçilmesiyle mümkün olacaktır. Bireyin ve tüm insanlığın mutluluğu kapitalist düzene, onun günümüzde ortaya çıkmış biçimi olan antidemokratik, faşizan tek adam rejimlerine karşı mücadeleden geçmektedir. 

Erdoğan neden İstanbul’a “Benim aşkım ve sevdam” der

Erdoğan sık sık İstanbul’a, bir gencin sevdiği bir kıza aşk ilan ettiği gibi aşk ilan eder. Özellikle seçimler öncesinde bu aşkını dillendirir. Son İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde hemen hemen tüm billboardları “aşkım”, “sevdam” İstanbul plaketleriyle donattı.  Bir konuşmasında İstanbullulara “İstanbul benim aşkım. İstanbul benim sevdam. Bu şehirde doğdum, büyüdüm. Bu şehirde siyasette belli noktaya geldim… Sizleri seviyorum. Hiçbir zaman bu sevda bitmeyecek. Bunu böyle bilin” diye hitap etti.

O zaman sormak lazım: Nedir Erdoğan’ın bu İstanbul’a bitmeyen aşkı ve sevdası? Bu gerçek bir aşk, bir sevda mıdır, yoksa her kapitalist düzende olduğu gibi paraya, mülke, servete, sömürüye karşı duyulan bir aşk ve sevda mıdır? İnsan gerçekten aşık olduğu, sevdiği birinin iyiliği, güzelliği, huzuru, mutluluğu için bir şeyler yapmaya, onun gönlünü kazanmaya çalışır. Erdoğan “delice” âşık olduğunu söylediği İstanbul’un iyiliği, güzelliği, huzuru için gerçekten bir şeyler yaptı mı veya yapıyor mu? Yoksa seviyorum dediği İstanbul’u mahv mı etti, çirkinleştirdi mi? Nedir Erdoğan’ın İstanbul’la olan bu gönül ilişkisi, bağı? Sevgi mi, yoksa bir tecavüz mü?

Gerçekten de İstanbul bir zamanlar, uzağa gitmeye gerek yok, 50-60 yıl öncesine kadar dünyanın en güzel, en medeni, en muhafaza edilmiş şehirlerinden biriydi. İki yakasıyla konak ve saraylarıyla Boğaz’da bir inci gibiydi. Derelerinden akan içilen sularıyla, Boğaz’da Marmara’da bin bir türlü sağlıklı balıklarıyla, kıyıya kadar uzanan yeşille mavinin birleştiği ormanlarla, dinlenen göçmen kuşlarla, sayısız bitki çeşidiyle tarifi mümkün olmayan bir cennet idi İstanbul. Binlerce yıllık medeniyetlerin bir arada hâlâ bulunduğu ve yaşadığı bir şehir idi. Yurt dışından gelen turisti de, Anadolu’dan gelen “Kara Türk”ü de hayran kalırdı İstanbul’a. Büyülerdi herkesi İstanbul! İstanbul yalnız güzel değildi; O, aynı zamanda zengindi de. Parası, mülkü, serveti, fabrikası, atölyeleri, ticareti, çarşısı çoktu; merası, korusu, sarayı, camisi, kilisesi boldu. Taşı toprağı altındı. Böylesine güzel, büyüleyen, zengin, servetli bir “kıza” kim âşık olmazdı ki? Çoğu kez her güzel, iyi kız gibi İstanbul da talihsiz ve şanssızdı. Maalesef son 40 yılda ona talip olanlar görgüsüz ve hoyratlar oldu. Onun güzelliğini, kültürel zenginliğini, medeniyetler yuvası olduğunu takdir edenler değil, zenginliğine, servetine, taşına toprağına göz dikenler ona âşık oldu. Onu sevmek için değil, kullanmak, yağmalamak, talan etmek, soyup sömürmek için ona sevdalandılar. İşte İstanbul’a böylesine âşık ve sevdalı olanlardan biri de Erdoğan’dı.   

İstanbula tecavüz ve ihanet eden bir Erdoğan

Erdoğan belediye başkanlığı ve AKP iktidarıyla birlikte 25 sene (1994-2019) İstanbul’u yöneten ve İstanbul’un bugün içinde bulunduğu durumdan sorumlu olan kişidir. Bu 25 sene içinde O İstanbul’u betonlaştırdı. Rant uğruna, deprem anında zorunlu toplanma sahaları olan parklara kadar hemen hemen tüm yeşil alanları inşaata açtı. Gökdelen denen çirkin yapılarla İstanbul’u betonlaştırdı. Göletleri, dereleri kuruttu, ağaçları, ormanları kesti, meraları talan etti, inşaat alanlarına çevirdi. Türkiye’nin, ekonominin gelişmesi ve kalkınması için zorunlu olan kaynaklar inşaata yatırıldı, betona gömüldü. Kendi ailesi ve yandaşları zengin edildi. Bu politika sonucu güzelim İstanbul gitti, taş yığınından oluşan bir İstanbul ortaya çıktı. Bu durumu görenlerin içi sızlamakta. 

İçi sızlamayan, ama yaptığı işin çirkınliğini görüp ne yaptım diye kendisine soranlardan biri de, göstermelik de olsa, Erdoğan’dır. 2017 senesinde yapılan Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi’ne katılan Erdoğan yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

“Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum. Bizim evlerimiz genişlese de gönüllerimiz daralıyor. Binalarımız yükseldikçe ufkumuz kararıyor.”

Erdoğan’ın İstanbul’a ihanet ettiğini söylemesi, sorumluluğu üslenmesi açık bir itiraftır. Buradan çıkarılacak ders ihanete hemen son vermektir. Ama Erdoğan’ın bu itirafı içten değildi. O yargı bağımsızlığından, basın özgürlüğünden, Kürt sorununa kadar her alanda olduğu gibi “zevahiri kurtarmak” için doğru şeyler söyleyip bildiğini okuyamaya devam eden bir kişidir. İstanbul’a ihanet ettiğini itiraf etti, ama yalnız bununla kalmadı hâlâ daha ihanet etmekte olduğunu da itiraf etti. Bu ihanete devamın son örneği Kanal İstanbul ısrarıdır. Erdoğan İstanbul’a ihanet etmeden duramıyor. Çünkü Erdoğan’ı baştan çıkaran İstanbul’un güzelliği değil, onun zenginliği, rantıdır. İstanbul’da yıllık dönen rant 50 milyar dolardır. Bu meblağ Erdoğan’ın başını döndürüyor. Aşkım, sevdam dediği bu zengin İstanbul’a her fırsatta tecavüz etmekten, ihanet etmekten geri duramıyor.

İstanbul’a ihanet yalnız betonlaşma değildir. İstanbul’a ihanet Boğaz’ı, Marmara’yı kirleten müsilaj, deniz salyasıdır. İstanbul’a ihanet 5’li inşaat çetesine verilen ihalelerdir, yapılan köprüler, otoyollar, tünellerdir. İstanbul’a ihanet her köprüden sonra artan en az 5 milyon nüfustur, göçtür. İstanbul’a ihanet Sedat Peker’in ifşa ettiği artan uyuşturucu ticareti ve mafya örgütlenmesidir. İstanbul’a ihanet Kanal İstanbul’dur. Tüm bunların faili Erdoğan’dır. 

Marmara’daki müsilaj Erdoğan’ın ilk ihanetinin, uygulamasının sonucudur

1994 senesinde Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı olduğu zaman İstanbul’un en önemli sorunlarından biri kanalizasyon ve arıtma idi. Bu sorunun çözümü şehir atık sularının kimyasal ve biyolojik olarak arıtıldıktan sonra Boğaz’a veya Marmara Denizi’ne vermekti. O zaman, CHP’li Belediye Başkanı Sözen döneminde İSKİ’de yurt dışından kimyasal alımında büyük yolsuzluklar yaşandı ve kimyasal, biyolojik arıtma gerçekleşemedi. Yeni Belediye Başkanı Erdoğan da kimyasal ve biolojik arıtmaya gerek yoktur, biz atık suları Boğaz’ın ve Marmara’nın dibine vereceğiz, Boğaz’daki dip akıntıyla bu atıklar Karadeniz’e gidecek diyerek sorunu “çözdü.” 25 yıl boyunca yalnız koca şehrin İstanbul’un değil tüm Marmara çevresinde oturan milyonlarca insanın atıkları Boğaz’a ve Marmara’ya verildi. Marmara bu kadar yükü kaldıramadı. Müsilaj, yani deniz salyası AKP’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın yarattığı bir sorundur. Erdoğan Marmara’daki durumla ilgili yaptığı son bir açıklamada bunu açıkça itiraf etti: “Marmara’da karşımıza çıkan müsilajın kaynağı, arıtılmadan denize bırakılan atık sulardır.” Ama bunun sorumlusunun kendisi olduğunu söylemiyor. Eğer bundan 27 yıl önce belediye başkanı olduğunda CHP’li belediyenin biyolojik arıtma projelerini iptal etmeseydi Marmara bugün bu deniz salyasıyla karşılaşmayabilirdı. Erdoğan’ın İstanbul aşkı işte buraya kadardı. İhanetti.

Şu an İstanbul’da birçok biyolojik arıtma tesisi bulunmaktadır. Bunların hızla elden geçirilmesi, modernleştirilmesi gerekmektedir. Her ne kadar Erdoğan İmamoğlu’nun çalışmalarını sabote etse, kredi bulmasını engelleyerek bloke etse bile hem İstanbul’un hem Marmara çevresindeki belediyelerin, atık suların arıtılması sorununu ciddi olarak ele almaları gerekmektedir. Marmara’da yaşanan müsilaj toplum için, belediye çalışmaları için bir yüz karasıdır. Çevrenin, doğanın korunması bugün insanlığın en önemli sorunlarından biridir, bir toplumun gelişmişlik düzeninin ölçeği ve göstergesidir. İstanbul’u çirkinleştirmeye, Boğaz’ı, Marmara’yı kirletmeye kimsenin hakkı yoktur.

“Kanal İstanbul” İstanbul’a yeni bir ihanettir

Marmara’daki çevre kirlenmesinden ders çıkarmayan Erdoğan şimdi de “çılgın proje” dediği Kanal İstanbul projesini hayata geçirmeye çalışıyor. Gerçekten de bu çılgın bir proje, zira bilim insanlarının yaptıkları açıklamalara göre Karadeniz’le Maramara Denizi arasına Boğaz’ın yanısıra böyle bir kanal açılırsa yalnız Boğaz ve Marmara’nın eko-dengesi bozulmayacak, İstanbul ve çevresinin dokusu da değişecektir. Kanal için İstanbul’un su deposu göletler, barajlar kurutulacak, dereler yok olacak, sayısız kuşların ve hayvanların yaşam alanları, bitki türleri kaybolacaktır. Marmara daha da kirlenecek, ölecek, yeni müsilajlar peyda olacaktır. Yeni boğaz olarak “Kanal” çevresine yerleşecek 3-5 milyon yeni nüfusla Marmara’nın ve İstanbul’un kirliliği bir kat daha artacaktır.

Marmara’nın, İstanbul’un kirlenmesi Erdoğan’ın umurunda değildir. Onun için öemli olan ranttır. Yapılan araştırmalara göre İstanbul kanal Projesi kapsamında 120 milyar dolarlık kentsel rant oluşacaktır. Erdoğan bu rantın peşindedir. Bu yandaş inşaat şirketleri için büyük bir vurgun yaratılacak, yine “birilerinin” cebine milyar dolarlar indirilecektir. Kanal çevresindeki arsalar çoktan satıldı. Satışın hacmi 40 milyon metre kare. Bunun büyük bir kısmını Katarlıların kapattığı söyleniyor. Böylesi büyük bir rant için Erdoğan ipe gideceğini bilse bile rizikoyu göze alır ve almaktadır da. Bir müddet sonra şayet Kanal açılır, İstanbul’un, Marmara’nın dengeleri bozulursa Erdoğan yine utanmadan çıkacaktır, “İstanbul’a yine ihanet ettik” diyecektir. Her politik olayda “aldatıldık” diyen biri yine ihanet ettik neden demesin? Tüm protesto ve itirazlara rağmen Erdoğan 26 Haziran’da Kanal İstanbul’un da güzergâhı üzerinde bulunan Sazlıdere Köprüsü’nün temelini bir törenle attı. Böylece inatla üzerinde durmuş olduğu Kanal İstanbul için “start” vermiş oldu. Ama Kanal’ın finansmanı için para bulunmuş değil. Yatırımcılar yanaşmıyor. Bir umut Çin, ama Çin’in hem koşulları ağır, hem de uluslararası anlaşmalar uygun değil. Erdoğan yatırımcıların gelmemesinin nedenini Kılıçdaroğlu’nun iktidara gelirsek şirketlere ödeme yapmayacağız açıklamasına bağlamaktadır. Oysa Kanal hukuksal olarak tartışmalıdır. Montrö Antlaşması’na göre sorunludur. Büyük bir ihtimalle Karadeniz çevre ülkeleri Kanal’a itiraz edeceklerdir. Zira bu Kanal yapımında esas olan konu; Montrö Antlaşmasını bypass ederek savaş gemilerinin Ege ve Marmara’dan Karadeniz’e geçebilmelerini sağlamaktır. Bu ise bölgede yeni bir gerilim demektir. Şimdi bie NATO’nun Karadeniz’de yapmakta olduğu “Sea Breeze” tatbikatı Rusya ile ilişkileri germiştir. Başta Rusya olmak üzere Karadeniz çevre ülkeleri Montrö anlaşmasını delen böyle bir kanalı kabul etmeyecektir. Bunun için ABD’nin Kanal konusundaki tutumu çok önemlidir. Savaş gemilerini kolayca Karadeniz’e geçirmekte çıkarı olan ABD’dir. ABD Kanal yapılsın demeden Kanal’ı yapmak çok zordur, sorumluluğu ağırdır. Son NATO-Brüksel görüşmesinde Biden’in Kanal’a ilgi gösterdiği söylenmektedir. Yani ABD de tepkilere bakacak. Bu nedenle İstanbul ve Marmara için büyük bir felaket olacak olan Kanal İstanbul’un yapılmasına hep birden ve daha ardıcıl olarak karşı çıkmak gerekmektedir. Erdoğan’ın rant, ABD’nin Karadeniz’de savaş kışkırtıcılığı uğruna yalnız İstanbul ve Marmara’da ekolojik dengeler bozulmuyor, bölgede siyasi dengeler de bozuluyor, Türkiye yeni maceralara sürüklenmek isteniyor. Kanal İstanbul’a karşı çıkmak “yerli ve milli” bir görevdir.

Bir yanıt yazın