Haber / Yorum / Bildiri

Büyük aşkın ihanetinin intikamı da büyük olur. İstanbul, aşkına ihanet edenlerden intikamını alır! (Bölüm: II)

Savaş YENER

(Bölüm: II)

İstanbul’da yıllık 10 milyar dolarlık “kayıt dışı” bir başka rant

SÖYLENDİĞİ gibi Erdoğan’nın İstanbul’un en çok sevdiği yanı rantıdır. Ama İstanbul’da rant çok yanlıdır. Erdoğan daha çok kendine yakın 5’li çete denen inşaat şirketlerine açtığı yeşil alan ve inşaa ettirdiği yol, köprü, tünel, havalimanı, şehir hastanelerinden gelen rantla ilgileniyordu. Buralarda dönen rantın yılda 50 milyar dolar olduğu söylenmektedir. Son 10 yılda dağıtılan ihale miktarı 204 milyar dolar ve bunun aslan payı da Erdoğan’ın yandaşları olan Cengiz, Limak, Kalyon, Kolin ve Makyol inşaat firmalarına aittir. Uluslararası araştırmalar yapan kurumlara göre bu “5’li çete” kamudan en çok ve büyük ölçekte ihale alan şirketler listesinin baş sıralarında gelmektedir. Bu şirketlere ayrılan vergi muafiyeti ve afları, hazine destekleri ise miyar dolarlarla ölçülmektedir. At denince havuzlara boşuna milyon dolarlar atılmıyor. Bu ihalelerden Erdoğan’ın payının %10 olduğu söylenir. Miktarını siz hesap edin. Böylesine zengin bir İstanbul Erdoğan’ın büyük aşkını hak etmez mi?

“Legal” olan bu rantın dışında İstanbul’da bir de “gayrı meşru” olan illegal rant vardır. Kayıt dışı olan bu rant 2015 senesinde 2,5-3 milyar dolardı. 2020 senesinde ise yıllık 10 milyar dolara ulaştı. Bu kayıt dışı paranın kaynağı ise fuhuş ve beyaz kadın ticareti, uyuşturucu ve akaryakıt kaçakçılığı, kumar ve bahis işleri, devlet ihalelerinden alınan komisyonlar ve belki de en önemlisi ülkeye yatırım amacıyla gelen yabancı şirketlerin yerli ortak ile yatırım sahasının tespiti için aracılara verdikleri kayıt dışı paralardı. Burada en önemli kalem uyuşturucu kaçakçılığı idi. Sedat Peker’in Korkmaz Karaca-Deniz Baykal ilişkisini ifşaa etmesiyle fuhuş alanının boyutu da bir kez daha ortaya çıktı. Bu işler, kayıt dışı alan devletten, özellikle güvenlikten gizli yapılmaz. Bunun en açık örneği Susurluk Olayı idi. O zaman devlet, mafya, siyaset içiçe girmiş, Afganistan ve İran’dan gelip Hakkâri’den Edirne’ye uzanan uyuşturucu yolunu kontrol altına almıştı. Uyuşturucu ticaretinden elde edilen “kirli” paralarla Kürtlere karşı yürütülen kirli savaş, faili meçhul cinayetler, Ermenilere karşı yürütülen terör işleri finanse ediliyordu. Barış Masası’nın devrilmesinden ve 2016 ‘’FETÖ’’ darbesinden sonra 90’lı yıllarda olduğu gibi kirli işlerin ve parasının önemi Erdoğan için de birden arttı. Kürtlere karşı kullanılan İŞİD canileri, demokratik güçleri susturmak için kullanılacak cinayetler için kayıt dışı para gerekiyordu.

Kayıt dışı rant, FETÖ ve FETÖ-Borsası

2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle bu kayıt dışı para alanı o zaman devleti, polisi ve yargıyı ele geçirmeye başlayan; bugün FETÖ denilen Fetullahçılara kaldı. O zaman Ağar, Çakıcı, Peker gibi mafya elemanları hapiste oldukları için “FETÖ’cüler” bu alanı istedikleri gibi yönettiler. Kimse bunun “farkına” bile varmadı. Ama 15 Temmuz darbesiyle ellerindeki iktidarla birlikte FETÖ’cüler bu alanı kaybettiler, hatta kendileri de bu kayıt dışı alanın bir aracı oldular. İktidardaki yerlerini kaybeden FETÖ’cüler bir yandan canlarını kurtarmak, diğer yandan adli ve idari soruşturmalardan kurtulmak için Erdoğan yanlısı aracılara büyük miktarda paralar, rüşvetler vermek zorunda kaldılar. FETÖ’cüler aracılara verdikleri yüklü miktarları bu kayıt dışı sahanın hacmini genişlettiler. Son günlerde sıkça üstünde durulan ve Cihan Ekşioğlu’nun da içinde olduğu belirtilen “FETÖ-Borsası” o zaman da bugün de bu kayıt dışı paranın “işlem” gördüğü yerdi. Bunun son versiyonu sözde gazeteci Süleyman Özışık’ın “Binlerce kişinin dosyasını Süleyman Soylu’ya götürdüm, görevlerine iade edildiler” açıklamasıdır. Özışık tabii ki bu “borsa”da dönen “kara paraları” açıklamıyor. Ortada dönen paraların miktarını siz düşünün!

Bu dönemde Erdoğan ise hâlâ inşaat ihale rantlarıyla meşguldü. Hatta bir ara hiçbir kamu kuruluşu ve belediye Erdoğan’a sormadan tek bir ihale yapamıyordu. Ama 15 Temmuz darbesinden sonra, daha doğrusu 17-25 Aralık 2013 Rıza Zarraf olayından sonra bu durum değişmeye başladı. 15 Temmuz darbesiyle birlikte FETÖ’cülerin devletten atılmalarıyla bu kayıt dışı ekonomi tamamen kontrolsüz kaldı, yani kaçınılmaz olarak Erdoğan’ın kucağına düştü. Ama uyuşturucudan fuhuşa, rüşvetten kaçakçılığa kadar bu alan bir bataklıktı. Buralara bu bataklık işlerden anlayan birileri gerekiyordu. Buralar ise mafya ve organize suç örgütü elemanlarıydı. Ama bunların da devletin kontrolünde olması gerekiyordu. Bu nasıl başarılacaktı? Ayrıca devletin yani Erdoğan’ında 90’lı yıllarda olduğu gibi Kürtlere karşı, Esad’a karşı kirli savaşta kirli paraya ihtiyacı vardı. ÖSO dediği İŞİD canilerine ve onların kullandığı silahlara para gerekiyordu. MİT TIR’ları, Peker TIR’ları, SADAT TIR’ları nereden finanse edilecekti? Halkın sırtına binip zam ve vergilerle alınan “legal” paralar yetmiyordu. Bu kirli işler için paralar da ancak kayıt dışı kirli işlerden, uyuşturucudan, kaçakçılıktan, kara para aklamaktan gelebilirdi. Ama bu işlerin organize edilmesi gerekiyordu. İş Erdoğan’ın başına kalmıştı. Erdoğan’ın aklına da 90’lı yıllarda bu işleri yapan mafya-emniyet-siyaset elemanları düştü.

Kayıt dışı rant: Uyuşturucu, mafya ve Erdoğan

Bugün Sedat Peker’in ifşaatlarından anlıyoruz ki, Erdoğan bu kayıt dışı para işlerinin yürütülmesini 90’lı yıllarda bu işleri yapan ekibe havale etmiştir. Bu ekibi, bugün ortaya çıktığı kadarıyla Ağar, Alan, Eken ve Çakıcı oluşturmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan bu işlerle önce Peker’i görevlendirmiş. Ona polis koruması verdirtmiş, Suriye’ye Bayırbucak Türkmenlerine ve dolayısıyla İŞİD’e silahlar ve mühimat yollatmış, demokratik güçlere, barış akademisyenlerine, Kürtlere karşı gözdağı verdirtmiştir. Sonra MHP’nin, Bahçeli’nin ağır basmasıyla, özellikle de uyuşturucu ticaretinin devlet kontrolüne alınması amacıyla işler Ağar-Çakıcı ekibine devredilmiştir. Bu ekip geri döndüklerini ve devlet adına işe soyunduklarını Bodrum-Yalıkavak Marinasından yayınladıkları fotoğrafla, Ağar, Alan, Eken ve Çakıcı’nın ortak fotoğrafıyla ilân ettiler. O günden sonra Peker’in de işi bitmiş oldu. Erdoğan artık bu alanı tamamen bu ekibe devretmişti.

Erdoğan’la Ağar ve o dönemin Başbakanı Çiller arasındaki ilişki 15 Temmuz darbesi ve öncesine rastlar. Özellikle FETÖ’cülerle mücadelede, Kürtlere, PKK’ya karşı savaşta, muhalefeti susturma ve kayıt dışı para konusunda Ağar Erdoğan’a danışmanlık yapmaya başladı. Ağar’ın oğlu AKP’den milletvekili oldu. İlişkiler sıklaştı. Kokain ticareti kontrol altına alındı. Binali Yıldırım’ın oğlunun gemicikleri, SBK şirketi CEO’su Korkmaz’ın uçakları ile Kıbrıs ve Türkiye limanlarına Kolombiya’dan, Venezuela’dan tonlarca kokain taşındı. Yakalandığı söylenen kokainler işin cabası. Bunlar hakkında bir tek kovuşturma yok. Bu uyuşturucunun kimlere teslim edileceği bir devlet sırrı. Devlet tamamiyle mafyanın elinde. Erdoğan’ın istediği de bu idi. Zira iktidarda ancak mafya desteği ve ortaklığı ile kalabilirdi ve kalıyor da. Aynı şekilde SBK Holding CEO’su Korkmaz’ın ABD’den getirip akladığı kara para da işin bir başka yönü. Bu olayların detaylarını Sedat Peker’in videolarında çarşaf çarşaf bulmak mümkündür. Rıza Zarraf’tan beri Türkiye kara para aklama cennetidir. Bu cennet Erdoğan’ın cenneti. Ama yakında bu cennet ona cehennem olacaktır. Büyük aşk kendisine yapılan ihanetin intikamını alacaktır.

İstanbul, uyuşturucu ticaretinde ve tüketiminde en başta

Sedat Peker’ın ileri sürdüğü bir iddia var ki, eğer doğruysa, Erdoğan’ın İstanbul’a yapabileceği en büyük ihanettir. Peker gelen kokainlerin bir kısmının Avrupa’a gittiğini, ama en büyük bölümünün Türkiye’de, İstanbul’da tüketildiğini söylemektedir. Bu büyük bir ranttır, ama aynı zamanda sosyal bir felakettir. Uyuşturucu bağışıklığının İstanbul’da okullara kadar indiği söylenmektedir. Erdoğan bir rant uğruna nesilleri heba etmektedir. İçişleri Bakanı Soylu’nun, uyuşturucu ticareti yapanların bacaklarını kıracağız derken hedef aldığı uyuşturucu işlerini yürüten Ağar ve Binali Yıldırım takımıydı. Kolombiya’dan gelen kokaine Panama Kanalı’nı bypass ederek, direk yol bulmak için Venezüela’ya trafiğin yoğunlaşması boşuna değildir. Kokain trafiğinin, Türkiye limanlarına girişini ve dağıtımını, Avrupa’ya gidişini garanti altına almak için Emniyetin de garanti altına alınması gerekiyordu. Bu ise ancak Soylu’nun altı oyularak olabilirdi. Öyle de oldu. Bugün Soylu-Erdoğan arasındaki çatışmanın altında yatan nedenlerden biri de, kokain ticaretinin Emniyetçe garanti altına alınması sorunu yatmaktadır.

Uzun zamandan beri Soylu ile Ağar arasında Emniyet kadroları yüzünden içten içe bir kavga gitmektedir. Erdoğan Emniyetteki kilit noktalara Soylu’nun önerdiği kadroları değil, Ağar’ın önerdiği “kendi” kadrolarını tayin etti. Emniyette Soylu’nun değil Ağar’ın ağırlığı arttı. Soylu bunu bir türlü hazmedemedi. Erdoğan-Soylu çatışmasına bir de bu cepheden, kadro, uyuşturucu ve kayıt dışı para yönetimi cephesinden bakmak gerekir. Bu alan şimdilik Erdoğan ve Ağar’ın kontrolünde olduğu görülmektedir. Onun için “gemiciklere” limanlarda kimse dokunamıyor. Dedik ya, büyük aşk parayadır. Para da ak-kara, kirli-temiz tanımaz, bilmez, kim ona sahipse o güçtür, hükmeden odur, yani Erdoğan’dır. Ama bu kokain kaçakçılığı ve ticareti üzerinde özellikle durmak gerekir. Bu ihanet diğer ihanetlere benzemez. Burada söz konusu olan çocuklarımızdır, gelecek nesillerdir. Erdoğan kirli işleri, Kürtlere karşı savaşı, yeni faili meçhul cinayetleri, İŞİD’i finanse edecek diye çocuklarımızın heba edilmesine göz yummamalıyız. Erdoğan’ın bu İstanbul aşkına ve ihanetine son vermek için hep birlikte ayağa kalkmalıyız. Erdoğan’ın ihanetlerinden intikam alma zamanı gelmiştir.

Bir yanıt yazın