Haber / Yorum / BildiriUncategorized

Gençlik ve Sınıf

Levent FİDAN

Gençlik ile ilgili tarihin her döneminde birçok farklı yorumlar yapılagelmiştir. Günümüzde de bu durum farklı değil. Günümüz gençliği ile ilgili birçok tanım ve tespit yapılmış, bu jenerasyonlara birçok isim takılmıştır. Şaşırtıcıdır ki, bu tanımların pek azı bu jenerasyonların sınıf ile olan ilişkisine bakılarak yapılmıştır. Bütün bunlar bir yana, kesin olan bir şey var ki o da günümüzü iyi anlamadan doğru siyaset yapmanın olanaksızlığıdır. Günümüzü iyi anlamanın ön koşulu, elbette gençliğin doğru analizinden geçmektedir. Fakat, bu analizi yaparken dikkatli olmalı, çoğu zaman yapılan hatalara düşülmemelidir. Gençlik kendi başına gökten inmiş değildir, veyahut gençliği anlamakla bütün her şey çözülmez. Diğer bütün katmanlar gibi gençlik de tarihin ve siyasetin izlerini taşır, bu izleri yansıtır. Önemli olan gençliğin yansıttığı bu izlerin takibini doğru yapabilmek ve özgün ve güncel olanı buradan tespit edebilmektir.

Herhangi bir konuda olduğu gibi, gençlik konusunda da Marksizm bize tarihe bakmayı zorunlu kılıyor. Marksizm jenerasyonlar sorununun, dolayısıyla gençlik sorununun formel-zamansal açıdan insanlık yaşamının genel bir koşulu olarak görürken, onun özünün ve etkisinin somut toplumsal ilişkilere bağımlı olduğunu belirtir ve kapitalizmde gençlik sorununu işçi sınıfının tarihsel misyonuna bağımlı olduğunu, işçi sınıfıyla birlikte sosyalist devrimi başarmak, komünist toplumu yaratma görevinin önde durduğunu vurgular. Marksizm gençlik sorununu sınıf sorunu olarak görür. Burjuvazi soyut bir jenerasyon çatışmasını ileri sürerken Marksizm jenerasyon çatışmasının bir sınıf çatışması, emek sermaye çatışması olduğunu ortaya koyar.

Gençliğin bugünkü durumunu ve yaklaşımlarını idrak etmek için dünden bugüne bir hat çekmek şarttır. Buradaki en kritik, tarihi kırılmalardan birini de 68 olayları olarak görebiliriz. 68 gençliği toplumsal gelişmeleri ve çelişkileri sorgulayan bir jenerasyondu. Gençlik Avrupa’da Hitler faşizmi dönemi ve emperyalizmin Latin Amerika, Afrika ve Asya’da, özellikle Vietnam’da yeni sömürgecilik sistemini sorgularken, Türkiye’de de Denizler ve Çayanlar öncülüğünde genç jenerasyon Türkiye’nin geri kalmışlığının ve gelişememesinin nedenlerini sorguluyordu. Bunun için çözüm yolu olarak devrim öneriyordu. Ama işçi sınıfı ve dünya devrimci hareketiyle bağlanamadığı için burjuva demokratik dönüşümlerle sınırlı kaldı ve burjuva toplumun reforme edilmesine yol açtı. İçindeki antisovyetizmi yenemedi.

Gençliğin dinamizminin patlama noktasına geldiği dönemlere tekabül eden 68 ve sonrası, çeşitli etkiler yarattı. Her dönemde olduğu gibi, bu dinamizm Marksizm düşmanlarının da elinde bugün dahi tüketilen bir kaynağa dönüştü. Gençliğin öncü olduğu çeşitli olaylardankoca koca durumanalizleri türeten Marksizm cellatları, 68’i ve takibindeki olayları “Sovyet bürokrasisi ve tektipleştirmesi”nin karşısına çıkararak bu olaylara müthiş özgün bir rol atfettiler. 1917 fabrikalarında, Petrograd Sovyetlerinde, elektrik fabrikalarında ve eğitimlerde gönüllü olarak çalışan komsomollarda, Ortadoğu’nun ve Kafkasların çeşitli bölgelerinde aydınlanma mücadelesi veren gençlerde, anti faşist mücadelede ön safta bulunan gençlerde bir türlü ‘özgün’ dinamizm bulamayan parlak akademisyenlerin Paris’te gerçekleşen 68 olaylarında müthiş arzu patlamaları görüp şevke gelerek Marksizm’in mezarını kazma eğilimleri, tarihsel kırılmayı derinleştiren etmenlerden biri oldu.

2. Dünya Savaşı`ndan 68’e uzanan Marksizm’in akademik yorumları, 68’den sonra iyiden iyiye yükselişe geçti. ‘Sovyet Bürokrasisi’nin analizini yapma iddiasında olan akademisyenlerin ABD ve diğer ülkelerin ‘özgün analizleri’, reel politika söz konusu olduğunda âtıl kalmaları, postmodern ve postyapısalcı filozofların yayınlarının CIA tarafından destek görmesi basit bir tesadüften ötedir. Bu filozofların eleştirilerinde kayda değer birçok şey bulunduğu aşikârdır. Öte yandan, Marksizm’in temel ilkeleri öznellik, özgüllük ve yenilikçilik takıntısıyla bir kenara itilmiştir. Leninizm pratiği dönem akademisinden bugüne başlı başına bir küfür haline gelmiş, Marksizm devrimciliğinden arındırılmış, tarihteki devrimci filozoflar yalnızca saygı duyulan düşünce insanları haline gelmişlerdir. Bu durum bugün halen devam etmektedir. Postmodernizm’le tarihin sonu tezlerinin kardeşliği kapitalizmi zaferini perçinlemiş, Sovyetlerin çöküşü de üstüne tuz biber olmuştur. Bugünden düne dönüp baktığımızda, karşımızda bu karamsar tabloyu görüyoruz fakat bu tabloyu görmeden de bugünün gençliğinin reflekslerini anlamamız olanaksızdır. Postmodern filozofların öncülüğüyle oluşan, sınıf öncülüğünün şart olmadığı, ekonomik ve ideolojik belirlenimlerin herhangi bir belirlenim sayıldığı, psikanaliz soslu, ‘özgün’, devrimciliğinden arınmış, merkezsiz, yatay örgütlenme övücüsü, sınıf olmadan sınıf yorumlayan akademik Marksizm gençliğin olan algısını sakatlamıştır.

Bu tabloya ek olarak, Türkiye’de bütün bu tarihsel olgulara 1980 darbesi eklenmiş, 80 öncesi devrimci dinamizmi yansıtan, halkla ve sınıfla organik bağı bulunan gençliğe büyük bir darbe vurulmuş, bu darbede sol sarsılmıştır. 71 darbesinden ders çıkaran Türkiye gençliğinin büyük bir kısmı ‘’yolumuz işçi sınıfının yoludur’’ belgisiyle Türkiye ve dünya devrimci işçi ve komünist hareketinin bir parçası olduğu bilinciyle hareket etmiştir. Bu bilinçle hareket eden gençlik İlerici Gençler Derneği, İGD’yi kurmuş ve işçi sınıfıyla birlikte ileri demokrasi ve sosyalizm için mücadeleye geçmiştir. Bu mücadele maalesef ülkede geniş bir antifaşist, antiemperyalist demokratik cephenin kurulmasını sağlayamadı. Yükselen sınıf ve demokrasi mücadelesini boğmak için Amerikancı güçler 80 darbesini gerçekleştirdiler. Bu darbeden sonra toparlanma sürecinde yaşanan çeşitli sıkıntılar ve belirli konularda kafa netliğinin olmaması bir atıllık yaratmış, bu atıllık o dönemin gençliğine apolitizm olarak bulaşmıştır. Ara sıra yükselen dinamizm de sınıfla organik bağı kuramamış, öncü eksikliği çekmiş ve sönümlenmiştir.

Dünden bugüne çizilen bu tablonun karamsar gözüktüğü ortada.  2000’lerinden başından günümüze kadar gelen süreçte, kendisine komünist parti diyen ama sınıfla organik hiçbir bağı olmayan, Batıdaki gençliği ilericilik ve aydınlanmacılık adı altında ülkedeki en dinamik gençlik olan Kürt gençliğinden ayıran ve koparan oluşumlar, sendikaların sarı sendikalaşması gibi faktörler, gençliğin pasifize olmasına ve milliyetçiliğe, dinciliğe ve Kemalizm’e kapılmasına yol açtı ve halen açmaktadır. Fakat, bu noktada, Kürt gençlerinin mücadele dinamizminin yanında, bütün karamsarlığı darmadağın edecek bir olay olan Gezi İsyanı’nı hatırlamakta fayda var. Gezide işçi ve öğrenci gençlik bütün dinamizmini ve yaratıcılığını ortaya koydu, revirler, kütüphaneler, timler ve komünler organize etti, inisiyatif aldı. Gençliğin bunu yapma hızı, dinamizm doğru yönlendirildiğinde nelere yol açabileceğinin bir fragmanıdır. Gezi her ne kadar, 80 sonrası jenerasyondan pratik devşirememiş ve bunun tecrübesizliğini yaşamış da olsa, bahsettiğimiz postmodern ‘ideolojiler sonrası’ dünyadan etkilenmiş de olsa, gençliğin tecrübe kazanması açısından oldukça önemli bir hareketti. Ne var ki bu hareketin bağlanabileceği ülkede devrimci bir işçi ve komünist hareketin yokluğu Gezi Hareketinin başarısızlığında en önemli etmenlerden biri olmuştur. Sınıf mücadelesinden kopuk hiçbir hareket başarılı olamaz.

Gezi aynı zamanda Kürt özgürlük hareketi konusunda ne kadar hızlı bir şekilde bilinç düzeyinin artabileceğinin kanıtıydı. BDP bayraklı gençle el ele tutuşan TC bayrağı taşıyan genç, halklar ve gençler arasındaki problemlerin ortak mücadele içinde çözülebileceğinin bir ispatıydı. Gezi sonrası iyiden iyiye politikleşen süreç ve gençlik vardı. Kürtlerin özgürlük mücadelesinin duyunurluğu iyiden iyiye artmış, gençler arasındaki organik bağ gitgide güçlenmişti. 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin oyu tavan yapmış, müthiş bir dinamizm ve motivasyon hâkim olmuştu. Ne var ki, 1 Kasım’a kadar yürütülen süreç bu dinamizmi kırdı. İktidar bu dinamizmin ve organik bağın kendi demokratik yolunu bulma ihtimalini gördü ve bütün aygıtlarıyla bunun üzerine çullandı. Suruç, 10 Ekim ve miting saldırıları bu durumu perçinledi. Özellikle Suruç ve sonrasında Rojova gündemiyle Kürt gençliğine karşı yürütülen süreç, bütün Türkiye gençliğinin dinamizmini de kırmak için yapılmış, bu iki halkın gençleri arasında kurulan bağı tekrar militarist ve milliyetçi duygularla yıpratmak için kullanılmıştır. Ne var ki gençlik, öncüsü ve mücadele pratiği olmayan, kudretten düşmüş gençlik bir çaresizlik haliyetine düşmüş, kendi kurtuluşu için mücadele veren Kürt gençliği ile rasyonel ve duygusal bağını yitirmiş, çeşitli kültürlerle ve araçlarla kendini uyuşturma yoluna gitmiş ve çaresizce kabuğuna çekilme refleksi göstermiştir.

Günümüze baktığımızda, bu karamsar tabloya bir de ekonomik krizin eklendiğini görüyoruz. Kabuğuna çekilme eğilimi gösteren gençlerin, hayatın kendisiyle bizzat yüzleşmeyi acı bir şekilde tecrübe ettiklerini görmek için alim olmaya gerek yoktur. Neoliberalizm canavarının kültürel ve ideolojik kardeşi olan postmodern çağda yetişmiş, birey kültüyle büyümüş, dayanışma gibi olguları da bireysel bir yerden algılamış bu gençlerin özel sektörde saatlerce çalışmak, emek sömürüsüne maruz kalmak gibi durumlarla yüzleşmeleri travmalara yol açmaktadır. Teorik ve pratik altyapısızlığın da sonucu bu durumdan çıkış görülmemekte, bu insanlar için sahne gittikçe karanlıklaşmaktadır. Gençliğin özel sektöre ve emek sömürüsüne yüzleşmeye verdiği reaksiyon, sınıfla organik bağını kaybetmemiş öncü bir örgütlenme tarafından yönlendirilmediği sürece varoluşçu ve karanlık bir reaksiyon olmaya mahkumdur. Üniversiteler yandaş kadrolarla doldurulmuş, Türkiye’nin en parlak zihinleri ülkenin akademisine olan inancını hepten kaybedip iş hayatına atılmış, atılmayanı da kendisini bir şekilde yurtdışına atmış, orada 2. Sınıf vatandaş statüsünde yaşamaya razı gelmiştir.

Günümüz Türkiyesi’nde gençliğin genel durumu böyle gözükmektedir. Parlak olanı küstürülmüş, emeği yok pahasına sömürülen, sınıf farkının netleşmesine tanıklık eden, krizden ötürü geçinemeyen, emlakçılar tarafından sömürülen, market alışverişi bile yapamayacak duruma gelmiş, ek işlere yok pahasına tamah eden bir gençlik.. Bu tablo her ne kadar karamsar gözükürse gözüksün, gençlik olgusu ile ilgili unutulmaması gereken özel bir husus varsa o da potansiyel dinamizmidir. Gençlik bugün her ne kadar yılgın, bitkin ve çaresiz gözükse de bu durumun doğru bir siyaset ve akıl yürütmeyle aksi yöne dönmesi işten bile değildir. Bugün gelecek kaygısı yaşayan ve büyük bir potansiyel taşıyan bu jenerasyonun Gezi’de verdiği tepkiyi unutmak büyük bir hata olur. Bu jenerasyon artık olgunlaşmış ve pratiğini sağlamlaştıracak duruma gelmiş, hayat koşullarının da dayatmasıyla dayanışmanın ve örgütlenmenin önemini iyiden iyiye kavramış, emek sömürüsünün ne demek olduğunu yakından tecrübe etmiş, öfkesini bilemiş bir jenerasyondur. Bu noktada etraflarına baktıklarında bir tarafta ezbere konuşan, bir tarafta kendini tekrar eden, öbür tarafta postmodern, sistem için demokrasi inancına sahip politikalar yürüten yapılar görmekte, kendilerini ifade edememekte ve sendikal gücü arkalarında hissedememektedirler. Bu noktada devrimci gençlik adına yapılacaklar açıktır. Egemen güçlerin geniş gençlik yığınlarına aşıladığı milliyetçiliğe ve şovenizme, köktendinciliğe ve gericiliğe, tekçi Kemalist zihniyete karşı mücadele etmek, gençlik yığınları arasında işçi sınıfının dünya görüşünü yaymaktır. Bunun için gençler arasında çalışmaları hızlandırmak gerekir.

Gençlik çalışmalarında dikkat edilmesi gereken konu gençliğe özgüven ve motivasyon duygusunu kazandırmaktır. Bu iki olgu, gençlerin ancak ve ancak kendi dillerinden konuşan ve benzer dertlerden muzdarip yaşıtları ile bir araya gelmeleriyle, yalnızlık hissiyatından kopmalarıyla sağlanabilir. Bu noktada bu sarmaldan çıkmak için dayanışma ve örgütlenme şarttır. Bu sağlandığı ölçüde gençler yaratıcılıklarını kullanarak çeşitli yayın araçlarıyla kendilerini ifade edebilir ve sıkıntılarını, çözüm önerilerini dile getirebilir, ülke ve dünya sorunlarını tartışabilirler. Bugün Türkiye gençliğinin bu sarmaldan çıkışı mücadeleci sendikalar ve meslek örgütleri aracılığıyla sınıfla organik bir bağ kurmaktan, orada sömürüye karşı birlikte mücadele etmekten, ileri demokrasi güçlerinin gücünü hissedebileceği ve kendisi de dayanışma gösterebileceği alanlar oluşturmaktan, genç kadınların neler yaşadığını, kadın cinayetlerini, tacizleri ve baskıları özel olarak ifade edebileceği alanlar yaratmaktan, çocuk işçiliğini dillendirmekten, Suriyeli gençlerin nasıl ucuz işgücü olarak kullanıldıklarını göstermekten, sosyal yetilerinin emek sömürüsü sonucu sakatlanmaması için ifade alanları oluşturmaktan ve en önemlisi Kürt gençliği ile kader bağı kurabilmekten geçmektedir. Gençlik, bu karamsar tabloya rağmen ortak bir demokrasi kurma eğilimlerini ve potansiyelini barındırmaktadır. Önemli olan bu potansiyeli beslemek ve harekete geçmektedir. Bu demokratik potansiyeli seçim kutlamalarında bile görmek mümkündür.

Günümüzdeki yılgın gözüken öfkenin ardında aslen harekete geçememiş bir dinamizm vardır. Bütün bu olguların tarihsel olarak ayırdında olup bunlara yanıt verebilen, gençliğin yolu işçi sınıfının savaş yolu diyebilen, bu birlikteliği vaat edebilen tecrübede ve olgunlukta yegâne sınıf partisi olabilir. Tarih; tecrübe, olgunluk ve dinamizmin sınıf ve ileri demokrasi siyaseti etrafında birleştiğinde neler başarıldığının ispatlarıyla doludur. Bunu tekrar ispat etmek için engelleri aşıp gençliğin dinamizmi ile sınıfın öfkesini, partisinin siyasi olgunluğu ile birleştirmek, Türkiye halklarının kurtuluşundan geçen yapı taşlarından biridir.

Geleceğe, yaşamın en güncel halinin temsili olan işçi gençlik ve sınıf bilinçli aydın gençlikle el uzatmak, bu karanlık gözüken yoldaki en aydınlık ışığı yakmak demek ve sınıf siyasetiyle alternatif olabilmek demektir.

Tecrübe ve dinamizmi bir araya getirelim, karanlığın gözüne bakarak birlikte yürüyelim!

Bir yanıt yazın