Haber / Yorum / Bildiri

Geçmişten Günümüze: TKP 73 ATILIMI

“TKP eline yeni, keskin bir silah alıyor; ATILIM. Bu ad gelişigüzel konmadı. Merkez Komitesi Organının çıkışı, partinin gelişmesindeki aşamayla özdeştir. Komünist Partisi atılımlar yapmak, yığın partisi olmak zorundadır. Bugün partiyi kalkındırmak, onu sekter, tutucu akımlara, likidatörlere karşı savunmak, içine düştüğü kısır döngüyü kırmak ön plandadır. Bu savaşta başarı kazanmak Leninci bir atılım ister’’

Partiyi ayağa kaldırmakta ilk adımların Batı Avrupa’da atılması kararından sonra, Merkez Komitesi hemen Şiko ve Yelkenci’yi MK enstrüktörleri olarak atadı ve bu yoldaşları Batı Almanya ve Batı Avrupa’ya parti örgütleri oluşturmak üzere görevlendirdi. Kısa zamanda Batı Almanya ve Batı Avrupa’nın birçok şehrinde parti komiteleri kuruldu. Bu komiteler önce kendi çalıştıkları fabriklarda ve oturdukları işçi yurtlarında veya semtlerde parti birimleri oluşturacaklar, legal alanda işçileri örgütleyecekler, diğer Türkiyeli sol ve demokratik güçlerle ittifaklar kurmak için çalışacaklar; sonra Türkiye’deki yakın çevrelerini tarayacaklar, partiye karşı tutumlarını saptayacaklar ve partiye rapor edeceklerdi. Yoldaşlar canla başla çalışmaya başladılar. Bu çalışmalarda Alman Komünist Partisi DKP’nin, Fransız Komünist Partisi FKP’nin, Belçika Komünist Partisi BKP’nin büyük katkı ve destekleri oldu.

1971 senesinden sonra Yakup Demir yoldaşın sağlığı, hapishanede gördüğü ağır işkenceler sonucu iyice ağırlaşmaya başladı. Birkaç kez beyin kanaması yaşadı. Son beyin kanamasını Kasım 1972’de Batı Berlin Komitesi ile yapacağı toplantı için geldiği Berlin’de geçirdi. Onun bu sağlık durumu parti çalışmalarının düzenli gitmesini engelliyordu. Uzun süre Parti ile ilişki kurulamıyordu, bu durumu çözmek için Polit Büro 24 Mayıs 1973’te yaptığı toplantıda, hastalığı nedeniyle Yakup Demir yoldaşı TKP Merkez Komitesi Birinci Sekreterliği görevinden aldı, emekliye ayırdı. Yakup Demir yoldaş ise bu kararı tanımamaya kalkışarak büyük hata yaptı. Sağlık durumunun parti çalışmaları önünde engel oluşturduğunu göremedi. Bu onun bir zaafıydı.

Yakup Demir yoldaşın emekliye ayrılmasıyla İ. Bilen ve Ahmet Saydan yoldaşlardan oluşan Polit Büro, Merkez Komitesini güçlendirme kararı aldı, Şiko ve Yelkenci yoldaşları MK Polit Büro‘suna aldılar. Yeni oluşan Polit Büro ilk toplantısında Bilen yoldaşı TKP MK Genel Sekreteri seçti ve partiyi ayağa kaldırmak için her alanda acil atılımlar yapılması gereğini saptadı. Önce Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi Organı olarak ATILIM gazetesinin çıkarılmasına, “TKP’nin Sesi Radyosu”nun kurulmasına, yeni bir Parti tüzük ve programının hazırlanmasına, Batı Almanya örgütlerinin iç çalışmalarının güçlendirilmesine ve Türkiye ile kurulacak köprünün Avrupa başının oluşturulmasına karar verildi. TKP tarihine 1973 Atılımı olarak geçen yeni dönem böyle başladı.

1973 Atılımı yalnız örgütsel ayağa kalkmanın simgesi değil, aynı zamanda ideolojik, politik, pratik ve ilkeli çalışma anlayışı bakımından da dönüm noktasıydı. Şefik Hüsnü dönemi ve anlayışının kapanışı, 1920’de başlayan, 1925’te Şefik Hüsnü genel sekreter seçilince kesintiye uğrayan Mustafa Suphi dönem ve anlayışının, O’nun Marksçı-Leninci geleneğini sürdüren yeni dönemin başlangıcıydı. 1973 Atılımı Partide Şefik Hüsnü çizgisinin kesinkes yenilgisi, Mustafa Suphi çizgisinin üstün gelmesidir. 1973 Atılımıyla Şefik Hüsnü’nün Kemalizme ve Kemalist devlete karşı kafa karıştıran, sorun yaratan uzlaşmacı politikasına son verilmiş, bunun yerine işçi ve köylü, emekçi yığınlarına, Kürt halkına karşı baskıcı, ırkçı, şoven karakterli Kemalist devletin aşılması, yerine özgürlük ve eşitlik anlayışı temelinde demokratik bir devlet için mücadeleyi net ifade eden, bu Kemalist burjuva devletiyle mücadeleyi esas alan ve bu burjuva devletiyle her türlü ideolojik uzlaşmayı reddeden bir anlayışı getirmiştir.  

Yeni Politbüro hemen çalışmaya geçti. Ocak 1974’te ATILIM’ın ilk sayısı çıktı. “Atılım”ın çıkması bütün parti birimlerinde ve komünistlerde büyük atılım yarattı. Yelkenci ve Şiko Batı Berlin ve Batı Avrupa’daki çalışmaları yoğunlaştırdılar. Tüm partililer yeni üyeler kazanmak, yeni hücreler kurmak, yeni eylem birlikleri, ittifaklar oluşturmak ve Türkiye’deki bağları harekete geçirmek için seferber oldular. Önce Avrupa’da işçi ve öğrenciler arasında yetişmiş olan lider konumundaki işçilerle öğrenciler partiye alındı. Avrupa’ya gelen işçiler arasında Türkiye’de sendikacılık yapmış, TİP’te ve sol derneklerde çalışmış birçok lider konumunda işçi ve öğrenci vardı. Bunlar uzun bir çalışma sonunda partiye kazanıldı. Bu işçi liderler arasında Türkiye ile bağlar kurmada önemli roller oynayan TİP ve DİSK kurucularından İbrahim Güzelce de vardı.

12 Mart Cuntasıyla birlikte işçi ve gençlik hareketinden yurt dışına büyük göç oldu. Gelenlerle bağlar kurmak, onlar arasından partiye üye kazanmak gerekiyordu. Ama gelenlerin bir kısmı Sovyetlere karşı önyargılı, sol ve sağ sekter görüşler savunuyorlardı. Bunlarla özel olarak uğraşıldı. Bunların sosyalizmi daha iyi tanımaları için, 28 Temmuz- 5 Ağustos 1973 günleri arasında DDR Başkenti Berlin’de yapılacak olan X. Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali iyi bir olanaktı. Festivale hem Avrupa’da çalışan ve okuyan hem de göçmen olarak gelen Türkiyeli gençlerden geniş katılım sağlandı. Gençler reel sosyalizmi, dünya komünist ve işçi hareketinin gücünü ve TKP’yi yakından tanıma olanağı buldular. Festivaldeki Yeni Çağ temsilcisinin katılımcılarla yaptığı toplantı hem gençler hem de parti için legal tanışma fırsatı sağladı; birçokları için partinin elle tutulur hale geldiği ve gençlerin parti politikasını öğrenmeye adım attıkları toplantı oldu.

Gençler özellikle TKP’nin 12 Mart Cuntası‘yla ilgili politikasını sorguladılar, cuntanın karakteri üzerinde durdular. Yeni Çağ temsilcisi, cuntanın uygulamaları ve yükselen devrimci gelişmeyi kırması bakımından faşist bir cunta olduğunu, ama Türkiye’deki sınıfsal gelişmeler, özellikle burjuvazi içindeki çatışmalar dikkate alındığında cuntanın gerici, otoriter bir askeri dikatörlük yanının öne çıktığını vurguladı. TKP’nin ülkede Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi Devrimci Gençlik liderlerine saldırıları şiddetle protesto ettiğini, Türkiye ve Avrupa’da onların idam edilmelerine ve katledilmelerine karşı yapılan eylemleri desteklediğini açıkladı. Önümüzdeki görevin Ekim ayında yapılacak seçimlerde cuntaya ve gerici güçlere ağır bir darbe indirmek, demokratik hak ve özgürlükleri yeniden kazanmak olduğunu belirtti, TKP’nin Ulusal Demokratik Cephe, UDC politikasını açıkladı.

Türkiye’de kurulan ilk köprü başları

Türkiye’deki çevrelerini tarayan yoldaşların ilişkileri kısa sürede sonuç vermeye başladı. Bu ilişkilerle ilk gelenlerden biri H. Erdal’dı. Sonra Partizan gurubundan Belçika’ya gelen Ölmez ve Zaro ile ve onlardan Türkiye’de kalanlarla ilişkiye geçildi. Avrupa’daki yoldaşlar aracılığı ile birçok parlamenter ve politikacı ile bağlar kuruldu. O zamanlar ATTF ve FİDEF kongre ve toplantılarına Türkiye’den çeşitli partilerden, sendikalardan temsilciler, kültür programları için sanatçılar davet ediyorlardı. Bu olanaklar değerlendirildi. Böylece davetlilerle daha rahat ortamlarda konuşmak, görüşmek ve dahası bir kısmını partilemek olanakları doğmuş oldu. Almanya’daki kültürel bir etkinliğe gelen davetliler arasında bulunan Ruhi Su partiye bağlılığını yeniledi. Tam bu sırada Berlin’de çalışan İbrahim Güzelce yoldaşı Kemal Türkler yeniden DİSK’e genel sekreter olarak çağırdı. Güzelce, DİSK’te göreve başlayınca, DİSK’in yeni bir atılım yapması gereğini gördü ve bu atılımın ancak TKP’li yoldaşlarla yapılabileceğini, işçi hareketinin komünist hareketle, yetişmiş genç Marksist aydınlarla birleşmesi gerektiğini saptadı. Partiyle dirsek teması içinde TKP’lileri DİSK’te organizatör ve eğitimci olarak görevlendirdi. Bu partinin geniş yığınlarla bağlanmasını, DİSK’in de kısa zamanda güçlü, savaşkan bir sendika olmasını sağladı.

Bu bilinçli, savaşkan tabanıyla DİSK dev 1 Mayıs gösterileri düzenledi, faşist saldırılara karşı gençliği ve aydınları, demokatik güçleri, geniş halk yığınlarını savundu, UDC’lere katıldı, burjuvaziye meydan okudu. DİSK’in böylesine güçlenmesinden, komünist hareketle bağlanmasından korkan burjuvazi ve egemen güçler DİSK’e saldırılarını hızlandırdı. 1977’de Taksim Alanı’ndaki 1 Mayıs mitingine paramiliter güçleri saldırıttı, 37 kişiyi öldürttü. Bu cinayetin hesabı hâlâ verilmiş değildir.

DİSK’te TKP kadrolarının yoğun biçimde görev almaları, TİP, TSİP gibi bazı Türkiye sol parti ve grupları, DİSK’i TKP’nin bir yan kuruluşuymuş gibi göstermeye kalkmalarına neden oldu. Bu bir kara çalmaydı. DİSK bağımsız bir işçi örgütü, sendikasıydı. TKP’nin ne bir örgütü ne de bir yan kuruluşuydu. Birer işçi örgütü olarak ikisinin de, diğerleriyle olduğu gibi ilişkisinin olması çok doğaldı. DİSK’in de, her örgüt gibi “teknik” kadrolarını işçi sınıfının ekonomik, politik, ideolojik mücadelesinin güçlenmesi için fedakârca, canla başla, büyük bir özveriyle çalışan kadrolardan seçmesi çok doğaldı. Böylesi bir ekonomik, politik, ideolojik savaşım bilincine sahip olan ve bu uğurda büyük özverilerle savaşanlar komünistlerdir, TKP’lilerdir. DİSK’in en çok büyüdüğü, güçlendiği, savaşkanlık düzeyinin yükseldiği dönemin TKP’lilerin DİSK’te çalıştığı dönem olması bir rastlantı değildir. 80’li yıllarda TİP, TSİP’le ve diğer sol partilerle birlik çalışmaları içinde soysuzlaşan, yozlaşan, burjuvalaşan, devletleşen kadroların bugün DİSK’i burjuvazinin ve Kemalist-İslamcı devletin kuyruğuna takarak ne hale getirdiği gözler önündedir.

DİSK ilerde de yeniden gerçek TKP’li kadrolarla adındaki devrimci kavramına layık, Türkiye demokrasi savaşımında ve Türkiye için en yakıcı olan Kürt sorununun barışcıl ve demokratik çözümünde gerçek yerini alabilir ve barış, özgürlük, demokrasi güçlerinin yeniden güç ve umut kaynağı olabilir. DİSK’i DİSK yapan işçi sınıfının, gençlerin, kadınların, aydınların, diğer emekçilerin, Kürt halkının demokrasi ve özgürlük savaşımında onlara sahip çıkmasını, onların yanında olmasının sağlanmasıdır. İşçi sınıfının Türkiye demokratik güçleriyle, Kürt halkıyla bağlarını kurmasıdır. DİSK kuşkusuz eskisi gibi „tabanın söz ve karar sahibi“ olduğu, burjuvazinin „kavga davetlerini“ kabul eden bir DİSK olacaktır. Komünistlere ve Kürtlere karşı çıkan bir yığın örgütü zamanla işçi sınıfından ve emekçi yığınlardan kopar, burjuvazinin kuyruğuna takılır. 

Program ve tüzük tartışmaları, Konya Konferansı

1973 Atılımının yönetime yüklediği en önemli görevlerden biri program ve tüzüğün hazırlanması, açılacak tartışmalar sonucunda konferans toplanmasıydı. Polit Büro tarafından kurulan bir komisyonca tüzük ve program taslağı hazırlandı. Tüm parti birimlerine tartışılmak üzere yollandı. Bu tartışmalar örgüt çalışmalarına büyük ivme kattı. Yüzlerce eleştiri ve değişiklik önerisi geldi. Hepsi incelendi, tüzük ve programa yansıtıldı, son şekli verildi ve Polit Büro kabul etti. Sonra bu belgeler Konya Konferansı’nda onaylandı. Tüzük ve program çok önemliydi. Son programdan bu yana 50 yıl geçmiş, ülkede çok şey değişmişti. Partiye yeni koşullara uygun yeni bir program gerekiyordu. TKP III. Programına göre; Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerin barış ve yumuşama politikası sonucunda dünya çapında güçlenen devrimci hareketler, ülkede keskinleşen sınıf ve demokrasi mücadeleleri içinde oluşacak ulusal demokratik cephe iktidarı alabilir, demokratik dönüşümleri gerçekleştirebilir ve ileri demokratik bir düzene, oradan da sosyalizme geçme olanaklarını sağlayabilir.

Programda öncelikle hangi demokratik dönüşümlerin yapılacağı, ileri demokraside hangi adımların atılacağı, hangi sorunların çözüleceği sıralanmaktadır. Çözülecek sorunların en önemlilerinden biri Kürt sorunudur. Bu konuda programda; “Türkiye Komünist Partisi, ulusların yazgılarını kendilerinin çizmesi konusundaki, Leninci ilkelere bağlıdır” saptaması yapılarak, bu Leninci ilkenin her ulusun ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını da içerdiğinden hareket edilmiştir. Bu hakkı savunmanın egemen ulus komünistlerinin görevi olduğu açık belirtilmemiştir. Bu ise programda önemli bir eksiklikti. Buna karşın ezilen ulus komünistlerinin görevi açıkça belirtilmişti:

“Ulusal azınlıkların komünistleri, Leninci enternasyonalistler olarak, uluslararası emekçilerin sıkı  dayanışmasını propaganda etmekle yükümlüdürler. Memleketimizde ulusal azınlıkların egemen sınıflarından bir kısmı gericiliğin, emperyalistlerin işbirlikçileri durumundadırlar. Ülkemizde komünistler hangi ulustan olurlarsa olsunlar Türk işçi ve köylüleri ile, ulusal azınlıkların emekçilerinin kardeşçe birliği için savaşırlar.”

Programdaki yaklaşımın altında yatan anlayış, dünyada barış için mücadele, sosyalizmle kapitalizm arasındaki sistem savaşı kazanılmadan, Türkiye’de emperyalizmin ve işbirlikçisi büyük burjuvazi ve büyük toprak ağalarının egemenliği yıkılmadan, iktidar ilerici demokratik güçler tarafından alınmadan, Türkiye’nin her sorunu gibi Kürt sorunu da çözülemez. Önce iktidarın alınması gerekir. Bunun için de, Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Rum, Ermeni, Arap, Süryani, Roman, Balkan ve Kafkas kökenli ne kadar ulus ve azınlıklar varsa, bunların işçi ve emekçileri, köylüleri, orta katmanları, aydınları, devrimcileri bir ulusal demokratik cephede birleşmeli, birlikte sosyalist sistemin yanında kapitalist sisteme, Amerikancı, işbirlikçi büyük burjuva ve toprak ağalarına karşı savaşmalıdır, iktidarı onlardan almalıdır. Bundan sonra ulusal konuda Leninci ilke uygulanacaktır. Uluslar özgürce ayrılma veya birlikte yaşama konusunda karar verecektir.

Bunlar doğrudur ve mutlak yapılmalıdır. Ama bu yapılırken de, Türk devletinin temel karakterinin; Türkiye’deki tüm halkların, başta Kürt halkının inkâr ve imhasına dayalı yapay bir Türk milleti yaratmak olduğu ve bunu hayata geçirmek için başta Kürtler olmak üzere ülkede diğer uluslara ve azınlıklara, hangi sınıftan olduğuna, işbirlikçi veya emekçi sınıftan olduğuna bakılmadan, sürekli baskı ve şiddet uygulandığı gözardı edilmemelidir. Kurulmaya çalışılan cepheye gelen herkese, özellikle Türklere; başta Kürt halkı olmak üzere, Türkiye’de uluslara ve ulusal azınlıklara karşı insanlık dışı baskı yapıldığı açıkça anlatılmalı, bu ulusların ayrılma ve ayrı devlet kurma dahil kendi kaderlerini özgürce belirleme hakları olduğu belirtilmeli, bu baskı ve zulme dayalı devletin yerine eşitlik, özgürlük ve özerklik temelinde yeni ileri demokratik bir cumhuriyetin kurulması gerektiği propaganda edilmelidir. Halklar birlikte yaşamaya karar verirlerse, bu ortak yaşamın ancak barış, eşitlik, özgürlük ve özerklik temelinde demokratik bir cumhuriyette mümkün olabileceği anlatılmalıdır. Ancak böyle bir yaklaşımla Türklerdeki milliyetçilik kırılabilir, Türk işçi ve köylüsü enternasyonalizm temelinde eğitilebilir. Geçmişte bunun yapılmaması, bugün Kürtlerle birlikte çok gerekli olan ortak bir cephenin kurulamamasının en önemli nedenlerinden biridir. Türk komünistlerinin, devrimcilerinin önünde duran acil görev geçmişteki bu hata ve eksikliği acilen gidermektir.

Bundan sonra parti üyesinin ödevleri ve hakları sayılmaktadır. Partiye tek tek girme ilkesini çok sıkı uygulamak, özellikle bir grubun üyeleri tek tek partiye alınırken çok dikkat etmek gerekir. Aksi takdirde geçmişte Partizan ve GSB konusunda olduğu gibi, bu kişiler kendi grup aidiyetlerini sürdürerek, partide fraksiyonculuğa yol açabilirler. Deneylerimizden ders çıkarmak gerekir.

Partide örgütsel ilkelerin demokratik merkeziyetçiliğe dayandığı, azınlığın çoğunluğa uyması, en yukardan en aşağıya kadar organların seçilmesi ve hesap vermesi, kollektif yönetim ve kişisel sorumluluk ilkesi, parti örgütlerinin özerkliği ve üst organların kararlarının bağlayıcılığı anlatılmakta, temel örgüt hücreden, semt ve bölge komitelerinden il komitelerine kadar örgütlerin, parti organlarının, kongre ve Merkez Komitesinin çalışma ve işleyişleri açıklanmaktadır.

Daha sonra MK kararıyla illerdeki çalışmaların koordinasyonu için Ege, İçanadolu, Marmara, Akdeniz, Karadeniz, Kürdistan yöre komiteleri kuruldu. Bu deneyden yola çıkarak ilerde federatif, özerk, demokratik bir Türkiye yapılanmasına uygun, halkların kendi komünist partilerini kuracakları hem ulusal hem coğrafik temelde oluşturulan partilerden oluşan bir parti yapılanmasını düşünmek gerekecektir.

Program ve Tüzük tartışmaları yapıldıktan hem ülkede hem Avrupa’da parti örgütlülüğü ve çalışmaları belli bir düzeye ulaştıktan sonra, 1977 senesinde Parti Konferansı toplandı. Konferans 1932’deki 4. Kongre‘den sonra toplanan en büyük parti forumuydu. Parti zor bir durumdan kurtulmuş, dar bir boğazdan geçmiş, Leninci savaş yörüngesine oturmuştu. Bu silkinme ve kalkınma atılımını MK Polit Bürosu’nun 24 Mayıs 1973 oturumunda aldığı kararlar sağlamıştı.

Konferansa SBKP temsilcisi olarak Sagladin katıldı. Sagladin konuşmasında partimizin son yıllarda yaptığı atılımların ve konferansın önemini belirttikten sonra, Türkiye’de TKP’nin yalnız olmadığını, TİP’in de olduğunu söyledi. Bilen Yoldaş Sagladin’in bu tespitine sert şekilde karşı çıktı, Türkiye’de komünist partisinin TKP olduğunu vurguladı. Delegeler “Bilen Yoldaş çok yaşa” sloganıyla, Bilen yoldaşın görüşüne destek verdiler. Konferansta açıkça ortaya çıkan SBKP’nin bu tutumu, 80’li yıllarda TKP ve TİP’in birleşmesinin ve bu birleşme sonunda gelen likidasyonun habercisiydi. 

Konferans Moskova’da toplandı. Dikkatleri yurt dışına, bir sosyalist ülkeye çekmemek ve polisi şaşırtmak için Konya’da yapıldığı duyuruldu. Partinin eriştiği güç ve örgütlülük, Konferansı Konya’da yapabileceğini kabul edilir kılıyordu. Böylece bu Konferans, Konya Konferansı olarak parti tarihine geçti.

TİP’le sorunlar

Konferans parti üyelerine büyük güç verdi, devrimci motivasyon getirdi. Yeni üyeler kazanmaya, yeni örgütler kurmaya hız verildi, işçi ve emekçi yığınlar içinde, gençlik, kadın, öğretmen ve köylüler arasında çalışmalara yogunlaştırıldı, ordu içinde çalışmaya ayrı bir önem verildi. Partili gençlerin öncülüğünde İGD (İlerici Gençler Derneği), partili kadınların öncülüğünde İKD (İlerici Kadınlar Derneği) kuruldu, partili öğretmen ve aydınların öncülüğünde Birlik-Dayanışma Hareketi ve KÖY-KOOP oluşturuldu, çalışmalara yeni bir ivme kazandırıldı. Sanatçı yoldaşların katılımıyla Sanat Emeği Dergisi çıkarıldı. Yayın alanında ÜRÜN dergisinin çıkarılmasında, Konuk Yayınları‘nın, Temel Dağıtım’ın işlemesinde, Politika Gazetesi’nin yayınında partili yoldaşların büyük katkıları oldu. Parti, tüm bu çalışmalarla, atılımla yığınlar arasında daha güçlü kök saldı, Türkiye politikasında etkin rol almaya başladı, ideolojik ve kültürel alanda belli bir üstünlük ve etkinlik kazandı. Gelişmelerden rahatsız olan yalnız burjuvazi değil, Mihri Belli gibi bozguncu, dönek, sözde sosyalist, sözde devrimciler de vardı; ‘‘TKP de nerden çıktı, bunlar her yana paraşütle iniyorlar’’ diye yaygaraya başladılar. Partinin güçlenmesini, etkinliğini, yığınlarla bağlanmasını hazmedemiyor, her adımda karşı koymaya, her etkinliği baltalamaya çalışıyorlardı.

Hazımsızlar arasında TİP ile Genel Başkanı Behice Boran ve Genel Sekreteri Nihat Sargın da vardı. Oysa 12 Mart 1971 darbesinden Avrupa’ya kaçan ve TKP ile ilişkiye geçen kimi TİP’liler olmuştu. Bunlara TİP’in yaşaması ve güçlü olması gerektiği vurgulanarak bundan böyle iki kardeş partinin dirsek temasını koruması zorunluluğunda fikir birliği sağlanmıştı. Ne var ki, TİP’li arkadaşlar bu görüşmeden sonra TKP’ye karşı çalışmaya başladılar. Bu ara Behice Boran’ın hapisten çıkması beklenmeden Kıvılcımcı diye bilinen, aralarında Ahmet Kaçmaz’ın da olduğu TKP karşıtı bazı kişilerin katılımıyla TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) kuruldu. İlerici, sol, liberal, iyiniyetli birçok küçük burjuva aydın ve gençler, 12 Mart teröründen sonra kurulan partiye legal olanak diye girmeye başladılar. Böylece Kıvılcımcılar ustalarının bölücülük geleneğini sürdürmüş ve bu girişimleriyle legal sol hareketi bölmüş oldular. Behice Boran hapisten çıkınca TİP’i yeniden kurdu ve legal alanda birbirine rakip iki sol parti oluştu. İki parti de 1973 atılımıyla yığınlar arasında hızla güçlenen TKP’ye karşı tavır almaya başladılar.

Bunun üzerine TKP Polit Bürosu eski yoldaş Behice Boran’a bir mektup göndererek işçi hareketinin birliği, sosyalizm yolunda demokrasi, barış, özgürlük ve bağımsızlık savaşımının güçlenmesi için iki kardeş partinin, geçmişten farklı olarak, dirsek teması ve fikir alış-verişi içinde aynı yönde çalışmalarını önerdi. Boran teklifi reddetti. Türkiye’nin kendilerinden sorulduğunu belirterek TKP’nin ülkede çalışmamasını dayattı. Bu kabul edilemezdi. TKP’nin işçi, köylü, aydın, öğretmen, gençlik ve kadın içinde, sendikalarda güçlendiğini, politik gelişmelerde söz sahibi olduğunu gören TSİP ve TİP’in tabanından, başta GSB olmak üzere büyük bir kesim, işçi sınıfının gerçek Marksçı-Leninci partisi diyerek TKP’ye kaydı. Bu durum TSİP ve TİP’i daha da saldırgan yaptı. Saldırılarının öteki ucunu yönelttikleri DİSK’i TKP’nin yan örgütüymüş gibi göstererek demokratik çalışmalarını engellemeye kalkıştılar ve TKP’ye yakın duran legal örgütlerle eylem birliği yapmaya karşı çıktılar. Demirel yönetiminde Türkeş ve Erbakan’ın katıldığı Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri ve faşist, köktendinci örgütlerinin saldırılarına karşı oluşturulan antifaşist savunma cephelerine, UDC’lere katılmadılar. TKP ile gereksiz bir yarışa girerek, gelmekte olan faşist tehlikeye karşı en geniş cephenin oluşturulması gerektiğini görmezden geldiler. Bu tutum, işçi hereketine, antiemperyalist demokrasi ve özgürlük savaşımına büyük zararlar verdi, NATO’cu, Amerikancı, gerici egemen güçlerin 70’li yılların sonunda içine düştükleri ekonomik ve politik krizden ilerici, sol, demokrat, devrimci güçleri ezerek çıkmasını kolaylaştırdı.

Bir yanıt yazın