Haber / Yorum / Bildiri

Milliyetçi Cephe’yi veya Cumhur İttifakı’nı seçmemek CHP’yi seçmek veya desteklemek demek değildir!

-TKP tarihinden günümüze bir deney aktarımı-

Sınıf savaşı yalnız çetin değil, aynı anda zaman zaman komplike bir durum alan mücadeledir. Emekle sermaye, proletarya ile burjuvazi arasındaki temel çelişkinin çözümü önceden birçok ana ve yan çelişkilerin çözülmüş olmasını gerektirir. Mücadelemizde karşımıza çıkan bu ana ve yan çelişkileri başarıyla çözmeden sınıf savaşında yol alınamaz. Başarılamadığı durumda da işçi sınıfı için tarihsel misyonunu yerine getirmek ve insanlığın büyük kurtuluşu olan sosyalist devrime varmak uzar. Onun için işçi sınıfı partileri strateji ve taktiklerinde bu ana ve yan çelişkilerin çözülmesine büyük önem verirler. Bu çelişkileri çözerken verilen mücadele bazan beklenmedik ittifaklar kurulmasını da zorunlu kılar. Örneğin II. Dünya Savaşında baş düşman olan Hitler faşizmine karşı Sovyetler Birliği ABD, İngiltere, Fransa ve diğer emperyalist ülkelerle ittifak kurmak zorunda kaldı. Soğuk savaş döneminde de reel sosyalist ülkeler dünya barışını korumak, bir nükleer, atom savaşını önleyebilmek için en gerici ve saldırgan askeri sanayii tekelleri dışındaki tekelci burjuvaziye varıncaya kadar burjuvazinin birçok katmanlarıyla ittifaklar kurma yoluna gittiler. Bunları yaparken reel sosyalizmin yok olmasına yol açacak kadar verilmeyecek gereksiz ideolojik tavizler verilmesi bir başka konudur.

Ülkemizde de ulusal bağımsızlığı kazanmak ve korumak, emperyalizme bağımlılıktan kurtulmak, demokratik hak ve özgürlükleri kazanmak, Kürt halkının kendi kaderini belirlemesini sağlamak, faşist gelişmeleri önlemek, sınıf ve demokrasi mücadelesinin önünü açmak için işçi sınıfı ve demokratik güçler zaman zaman burjuvazinin değişik kanatları ve şahsiyetleriyle ittifaklar kurmak zorunda kalmışlardır. Günümüzde faşist Erdoğan rejimine karşı mücadelede bu konu daha yakıcı hale gelmiştir. Özellikle 31 Mart yerel seçimlerine giderken HDP ve diğer sol demokratik güçlerin AKP-MHP’nın oluşturduğu Cumhur İttifakına karşı, “zımnen” de olsa bazı burjuva güçleriyle ittifak oluşturması zorunluk haline gelmiştir. Ama gerek Kürt demokratik güçleri, gerekse Türk solu arasında HDP’nin yerel seçimler için saptadığı strateji ve taktik yer yer tartışmalara yol açmakta, acaba HDP doğru mu yapıyor gibi sorulara neden olmaktadır. Bilindiği üzere HDP 31 Mart yerel seçimleri için ikili bir seçim taktiği uygulamaktadır. Türkiye’nin doğusunda, Kürdistan’da belediyeler için başkan adayı gösterirken Türkiye’nin batısında metropollerde aday göstermeme kararı aldı. Kürdistan’da da Kürt partilerinin büyük bir çoğunluğuyla kurduğu ittifak nedeniyle bazı yerlerde onlar lehine aday göstermekten feragat etti. Böylece özellikle Kürtler ve sol-demokratik güçler HDP’li olmayan adaylara, hele hele batıda metropollerde CHP-İYİ Parti ittifakının adaylarına oy vermeyi içine sindiremiyor. Erdoğan faşizmini yenmek için bu kadar fedakârlık gerekir mi? Ne yapmalı, nasıl davranmalı sorunları ortaya çıkıyor. O zaman burada vicdanları rahatlatacak devrimci bir tutum ve açıklama ne olabilir sorusu akla geliyor.

Uluslararası alanda bu konuda en yol gösterici politikalar Komintern VII. Kongresinde çizilmiştir. Türkiye işçi ve komünist hareketinde de bu politikanın somut uygulamalarının, özellikle de seçimlerle ilgili taktiklerde örnekleri vardır. 1973 ve 1977 seçimlerinde böyle durum ve sorularla karşılaşılmıştır. Şüphesiz o günlerin sorunları bugünün sorunlarıyla tıpatıp aynı değildir, ama benzer, bugüne ışık tutacak politik bir durum ve tutum mevcuttu. Ne idi o zamanki durum ve devrimci tutum? Bunun cevabını o dönemlerde Türkiye Komünist Partisi TKP’nin politikasında bulabiliriz.

14 Ekim 1973 seçimleri ve deneyler

12 Mart 1971’de faşizan bir askeri darbe ile faşist terörün amansızca uygulandığı bir dönem yaşayan Türkiye 14 Ekim 1973’de genel seçimlere gidiyordu. Seçimlerde cuntaya karşı bir “zafer” kazanmak, demokrasinin yolunu açmak gerekiyordu. Bu nasıl gerçekleştirilecekti? Bunu somut olarak o zamanki TKP’nin politikasında görmek mümkündür. TKP  14 Ekim seçimlerinin 12 Mart darbesi gölgesinde, ağır devlet terörü koşullarında yapıldığını halka anlattıktan ve “bütün yurttaşları, emekçileri, işçileri, gençleri, aydınları geniş ölçüde seçim kampanyasına, seçim toplantılarına katılmaya ve bütün demokratik hak ve istekleri açığa vurmaya çağırdıktan sonra oyların kime verilmesi gerektiği konusundaki talebi şöyle yükseltti:

“Sandık başında AP, DP, CGP aday listelerine oy verme!“

Demokratik hakları, reformları, ulusal bağımsızlığı, barışı savunan adaylara oy ver!” (Yeni Çağ, sayı 7 (109) Temmuz 1973) TKP halkı, bir yanda seçim kampanyasına aktif katılmaya, demokratik talepleri yükseltmeye, diğer yandan da sandıkta 12 Mart faşist terörünü yenilgiye uğratacak şekilde oy vermeye çağırıyordu.

O zaman seçimlere Ecevit’in Cumhuriyet Halk Partisi CHP, Demirel’in Adalet Partisi AP, Bozbeyli’nin Demokrat Partisi DP, Feyzioğlu’nun Cumhuriyetçi Güven Partisi CGP, Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisi MHP, Erbakan’ın Milli Selamet Partisi MSP katılıyordu. Partinin oy verme dediği AP, DP, CGP cuntayla direkt işbirliği yapan burjuva partileriydi. Cuntanın yenilmesi ve cunta dönemine son verip demokratikleşme yolunun açılması için bu partilerin seçimde mutlak yenilmesi gerekiyordu. Onun için bunların isimleri özellikle anılıyordu. MHP ve MSP’ye de aynı şekilde oy verilmemesi konusunda herkes hemfikirdi. Geriye oy verecek “tek” parti kalıyordu, o da CHP idi. Birçok üye ve sempatizan, ilerici ve solcu “tamam, AP, DP CGP’ye oy verilmemesi gerektiğini anlıyoruz, ama demokratik hak ve reformlardan, ulusal bağımsızlık ve barıştan bahseden (bunları da ne kadar savunduğu ayrı bir sorun) parti olarak CHP kaldı. Parti indirekt CHP’ye oy verin demektedir. Böylesine dolambaçlı yollardan değil, halkı doğrudan CHP’ye oy vermeye çağırsa daha doğru olurdu” diye partinin tutumunu eleştirdiler. İlk bakışta mantıklı gibi gelen bu eleştiri, yüzeyseldi. Derinliğine ve etraflıca diyalektik bir çerçeveden bakıldığında ise yalnız yanlış değil, bunların seçimlerde esas hedefin cuntayı geriletip demokrasiyi kazanmak olan politikayı anlamadıkları ortaya çıkıyordu. Seçim kampanyasına ilerici ve demokratlar, komünistler CHP’ye oy verilsin diye değil, demokratik talepleri yükseltmek, demokrasiyi kazanmak için katılmalıydılar. Aksi durumda seçim alanlarında mücadele edenler demokratik talepleri savunmaktan uzaklaşmış, yarın ne yapacağı “belli olmayan” CHP’ye angaje olmuş, hatta oportunizme, burjuva kuyrukçuluğuna kapılmış olabileceklerdi.  

CHP’ye oy vermek mutlak CHP’yi desteklemek değildir

Parti böyle eleştiri getirenlere hep şöyle hitap etti: „Doğrudur, sandık başına gidildiğinde büyük bir olasılıkla (ilerici bağımsız adaylar yoksa) CHP’ye oy verilecektir. Önemli olan senin bu oyu niçin verdiğin ve seçim kampanyasında ne yaptığındır. Oyunu CHP’den veya Ecevit’ten demokrasi beklediğin veya umut ettiğin için mi veriyorsun, yoksa 12 Mart cunta rejimini  sonlandırıp, kendi ve yığınların demokratik mücadelesi için bir soluk alacak demokratik bir ortam yaratmak için mi veriyorsun? CHP bir burjuva partisidir. Sırtında demokrasi küfesi yoktur. Her zaman otoriterleşebilir ve en gerici güçlerle işbirliği yapabilir. Ama bizim için şimdi esas mücadele demokrasi mücadelesidir. Bu mücadele seçim alanlarında başlar ve seçim sonrası da devam eder. İlerde CHP hükümetine karşı söz verdiği demokratik hak ve özgürlükleri, reformları hayata geçirmesi için mücadele edilecektir. Denizlerin, Çayanların, Sinan Cemgillerin ve daha yüzlerce devrimciyi katleden, binlerce ilerici ve devrimciyi işkencelerden geçiren 12 Mart cuntasından hesap sorulması, cuntanın hapislere tıktığı devrimci gençlerin, başta Behice Boran olmak üzere TİP’lilerin, Kürt demokratların özgürlüklerine kavuşması için mücadeleyi yükseltmek gerekecektir. Bunun için seçim meydanlarında CHP’ye oy için değil, yığınları demokratik hedefler, hak ve özgürlükler için, Denizlerin, Çayanların hesabının sorulması için,  seçim sonrası ilk işin hapishanelerin boşaltılması, genel politik bir affın çıkarılması için çalışmak olmalıdır. Bu mücadeleyi seçimden sonra da sürdürebilmektir. Tüm seçim kampanyası boyunca yığınları bu hedefler için mobilize etmek temel görevdir. Bu yapılırsa mücadele seçim sonrasında da devam eder ve CHP’ye oy vermek formel ikincil bir olay olarak kalır.“ 

Nitekim o zaman böyle de oldu. Seçimden sonra Ecevit Erbakan’la CHP-MSP koalisyonu kurdu. Demokratik özgürlüklerin kazanılması, hapishanelerin boşaltılması uzun zaman aldı ve büyük mücadeleler gerektirdi. Seçim kampanyası döneminde kamuoyunda demokrasi ve özgürlük iradesi oluşturulmasaydı bu mücadele verilemezdi ve hapishaneler boşaltılamaz ve özgürlükler elde edilemezdi.

Ecevit ve CHP’nın ilerici ve demokratlığı uzun sürmedi. 1974’de Kıbrıs’ta Sampson darbesini bahane ederek adaya asker gönderdi ve yarısını işgal ettirdi. Milliyetçi şovenist yüzünü ortaya koydu. O zaman bu işgale karşı gelen ve Türk askerine “Mehmetçik geri dön!” çağrısını yapan tek örgüt TKP oldu. O bu çağrıyla enternasyonalist tutumun ne olduğunu somut olarak ortaya koydu. Bugün Türk askerine Afrin’de ne yapıyorsun diye sormak gerekmez mi?

5 Haziran 1977 seçimleri ve deneyler

Ecevit’in Erbakan’la koalisyon hükümeti uzun sürmedi. 1975 senesinde Demirel, Türkeş ve Erbakan anlaşarak Demirel yönetiminde Milliyetçi Cephe Hükümeti‘ni (MC-Hükümetleri) kurdular. Bu faşist karması gerici bir hükümetti. Hedefi yükselen sol ve demokratik hareketi, komünistlerin artan etkisini kırmak, TKP ile ilerici-demokratik güçlerin antiemperyalist, antifaşist demokratik bir eylem birliği oluşturmasını engellemekti. Bunun için MC-Hükümeti faşist ve cihadist örgütlerde örgütlenen Bozkurtları ve islamcıları ilerici ve devrimci gençlerin, aydınların, işçi ve sendikacıların üzerine saldı. Faşist, gerici sokak terörü aldı başını gitti. Binlerce genç ve devrimci öldürüldü. Gündemin başına oturan sorun faşist, gerici-cihadist saldırıların nasıl önleneceği, MC-Hükümetinin nasıl geriletileceği ve yıkılacağı sorunuydu.  Bu koşullarda Milliyetçi Cepheye karşı demokratik bir güç birliği oluşturulması, faşizmin ve antikomünizmin geriletilmesi, faşist saldırıların önlenmesi, demokrasinin yeniden önünün açılması gerekiyordu. CHP’lilerden meslek örgütleri ve sendikalara varıncaya kadar sol ve demokratik güçlerin, geniş halk yığınlarının tepki ve direnişi karşısında burjuvazi, egemen güçler oluşan politik krizi bir seçimle aşmayı denedi. Ekim 1977’de yapılacak genel seçimleri 5 Haziran 1977’de yapmak üzere öne, erkene aldılar. Yeniden başlayan seçim kampanyasıyla birlikte sol ve demokratik güçlerin seçimde nasıl bir politika izleyeceğine dair sorular ortaya çıkmaya başladı.

Komünist partisi TKP yasaktı, seçimlere katılamıyordu. Ama komünistler seçim kampanyasında aktif rol alıyordu. Seçime katılanlar hemen hemen aynı partilerdi. Bu koşullarda TKP seçimlerde nasıl bir politika, nasıl bir taktik izlenmesi gerektiğini 22 Nisan 1977’de yaptığı çağrıyla halkımıza duyurdu. TKP çağrısında şöyle diyordu: “Hükümet, emperyalizmin, işbirlikçi burjuvazinin, gerici-faşist partilerin ve militarist kliğin dayattığı ağır anti-demokratik koşullarda, kanlı, faşist saldırılar altında genel seçimlere gidiyor… Bugün kanlı baskılar, enflasyon, işsizlik ağırlaşıyor… Kürt halkı üzerinde derin bir ulusal baskı ve eşitsizlik süre gidiyor. İşçi sınıfının partisi TKP’nin üzerindeki yasak sürüyor.

Böylesi bir ortamda yapılan seçimler, koşulları ve sonuçları bakımından demokratik olamaz. Ama bu, komünistlerin, tüm ilerici güçlerin seçimler karşısında eylemsiz kalması, alanı gerici-faşist güçlere bırakılması anlamına gelmez… en geniş emekçi yığınlarını seçimlere katılmaya çağırmak ertelenmez görevdir… seçim kürsülerinden sosyalizm ülküsünü yaymak, demokratik özgürlükleri savunmak, anti-komünizmi geriletmek… savaşı baş düşmana karşı yöneltmek gerekiyor. Ulusal, demokratik, anti-faşist güçlerin eylem birliğini geliştirmek zorunluktur.” Bu anlatımdan sonra TKP oy verme konusunda halka şöyle seslenmektedir:

“İşçiler, emekçiler, yurttaşlar!

Seçimlerde gerici-faşist güçleri yenilgiye uğratmak, demokratik özgürlükler alanını genişletmek için birleşin! Seçim mitinglerine, seçimlere katılın!

Eli kanlı AP, MHP, MSP, CGP ve DP adaylarına oy vermeyin! Maocu grupların bölücü tuzaklarına düşmeyin! Oylarınızı bölmeyin!

Yurttaş! Oyunu faşist cinayetlerin, kıyımların hesabını sormayı öngören, işçi sınıfının, emekçilerin politik ve sendikal haklarının genişletilmesini savunan adaylara ver!

Oyunu emperyalizmin işbirlikçisi, en talancı gerici-faşist partileri yenilgiye uğratmak ve demokratik özgürlüklerden yana bir hükümeti işbaşına getirmek için kullan!”

Evet, TKP yine oy verilmemesi gereken partileri sayıyor, ama hangi partiye oy verilmesi gerektiğini söylemiyor. Yani CHP’nin ismini söylemiyor. Çünkü seçimlerde CHP’nin seçim kampanyasını değil, eli kanlı Milliyetçi Cephe hükümetinin faşist saldırılarına karşı demokratik özgürlükleri genişletme ve kazanma kampanyası yürütmek gerekmektedir. Sandık başında CHP’ye oy ehveni-şer değil, formeldir, oyumla faşizmi yeniyorum diyebilmektir.

TKP çağrısında o günün koşullarında Maocu bozgunculara dikkat çekmektedir. Gerçi Perinçek gibi o günün Maocularının bir kısmı ulusalcı oldu, bir kısmı demokratik cephede yer almaya başladı. Ama SİP-TKP gibi Troçkist-Maocu türemesi ordubozanlık yapan yeni örgütler ve kişiler ortaya çıktı. Bunlardan bir tanesi Dersim Belediye Başkan adayı Fatih Mehmet Maçoğlu’dur. Önce şunu belirtelim ki, ne Maçoğlu’nun ne de aday olduğu parti SİP-TKP’nin Mustafa Suphi’nın, Nazım’ın, Bilen’in partisi TKP ile yakından uzaktan bir ilişkisi vardır. Bu parti ve adayları devlet icazetli bir partiye adaylardır. Onlar için hedefi faşist Erdoğan rejimini geriletmek, yenmek değil, baskıcı asimilasyoncu devletin bekâsını korumaktır. Kürdistan’ın diğer illerinde olduğu gibi, Dersim’de de kayyımı yenmek, Erdoğan’a bir darbe indirmek seçimi Maçoğlu’nun değil, HDP başkan adaylarının kazanmasıyla mümkündür. Kim ki Kürdistan’da HDP’nin ve HDP ile ittifak yapan partilerin adaylarına karşı aday olmaya ve onlara çelme takmaya kalkar, Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürüyor, demokrasi mücadelesine, Türkiye’nin demokratikleşmesine ihanet ediyor demektir. Havuz medyası ve TV ekranları, Cumhuriyet Gazetesi dahil burjuva medyasının Maçoğlu’na sayfa ve ekranlarını açması, onun boy göstermesini sağlamaları boşuna değidir. Cepheler çok açıktır. Faşist Erdoğan rejiminden yana mısın, yoksa ona karşı mısın? Karşıysan HDP ve demokratik güçbirliği ile birlikte hareket etmek gerekir. Bugünkü seçimlerde ortaya çıkan baş çelişki faşist Erdoğan rejimiyle Kürt Özgürlük Mücadelesi arasındaki çelişkidir. Seçimlerde HDP’nin güçlü çıkması ve Erdoğan’ın adaylarının yenilmesi Kürt sorununun barışçıl çözümüne, Türkiye’nin demokratikleşmesine yeni bir ivme kazandıracaktır. Unutmamak gerekir ki, Türkiye’de demokrasi sorununun merkezinde Kürt sorunu yatar.

1977’de seçim kampanyası faşistlerin, derin devletin ağır saldırıları altında geçiyordu. Bu saldırıların en vahşeti Taksim 1 Mayıs gösterilerine yapıldı. 1977’de 1 Mayısı kutlamak için Taksim’e 1 milyon işçi ve emekçi, halk toplanmıştı. Seçim öncesi halka gözdağı vermek için hükümetin izniyle CIA ve MİT, derin devlet birlikte Devlet Su İşleri binasından mitinge yaylım ateşi açarak gösteriyi kana buladılar. Bu saldırıda 37 kişi hayatını kaybetti. Bu koşullar özellikle tabanda CHP’li, TKP’li yığın örgütleri, diğer devrimci örgütler, meslek kuruluşları, sendikalar, TÖB-DER, gençlik ve kadın örgütleri ve diğer demokratik kuruluşlar arasında seçim kampanyası sürecinde daha sıkı bir yakınlaşma oldu ve eylem birlikleri oluştu. Bu oluşum içindeki CHP’liler, CHP’yi destekleyen ortak bildiriler çıkarmayı önerdiler. Bunun üzerine ileri demokrasi talebinin, emperyalizme ve faşizme karşı tavrın net vurgulandığı, 141-142’nin kaldırılması isteminin, insan haklarının, demokratik özgürlüklerin savununulduğu ve bunu savunanların ve CHP’nin desteklenmesini öngören bildirilerin çıkarılmasına karar verildi. Bu bildiriler yine eleştiri konusu oldu. Parti, TKP oy verme konusunda CHP’nin ismini anmıyordu. Ama yığın örgütleri CHP’nin adını anan bildiriler çıkarıyordu. Bu nasıl izah edilecekti? Temel olan parti MK’sının tutumudur. Eğer TKP MK’sı ile CHP yönetimi seçimler için ortak bir anlaşmaya varsalardı, o zaman TKP’nın açıklaması da bambaşka olurdu. CHP’nin ismi de geçebilirdi. Ama böyle bir şey olmadı. Bugün eğer CHP HDP ile bir seçim ittifakı kurmayı göze alabilseydi, şüphesiz HDP’nin de tutumu bambaşka olurdu. Ama CHP’den şu an bu beklenmez, o zaman da beklenemezdi. Fakat tabanda, özellikle ardıcıl demokrat olan CHP’liler arasında HDP ile işbirliğini demokrasinin olmazsa olmazı olarak görenler vardır. Taban çalışması yaratıcılıktır, her zaman yeni gelişmelere gebedir. Bunları kaçırmamak gerekir.

1977’de de taban çalışması böylesine çok sesliydi. Tabanda CHP milletvekili adaylarına varıncaya kadar ortak görüşmeler oluyordu ve eylem birlikleri oluşturuluyordu. Bu eylem birliklerinin kendi çalışma koşullarına özgü bildiri çıkarmaları çok doğaldı. Parti tabandaki örgütlerin özerkliğini, bu tutumunu savundu ve şöyle dedi:

“Gerek yurt içinde, gerekse yurt dışındaki işçi sınıfı örgütleri, sınıf sendikaları aldıkları kararlarla halkı CHP’ye oy vermeye çağırdılar. Bu çağrı, günümüzde sınıf savaşının, demokrasinin, dolayısıyla en geniş yığınların çıkarlarına ters düşmüyor.

Nedir ki, bu tutumun devrimci, demokratik özünü kavrayamayanlar, ‘CHP’ne oy ver’ çağrısını eleştiriyorlar. Komünistlerin kanısına göre, bu eleştiriler temelsizdir. Çünkü, hem yurt dışındaki hem de yurt içindeki işçilerimizin örgütleri, CHP’ni gerici-faşist güçleri yenilgiye uğratmak ve görece olarak demokratik bir ortam yaratmak, böylece yolu ileri demokrasiye elverişli kılmak amacıyla seçimlerde destekleyeceklerini açıklamışlardır. Bu amaca, bu seçimlerde başka türlü bir yoldan ulaşılabileceğini, açıkça ve inandırıcı olarak göstermeden, CHP’ne oy verilmesi çağrısını eleştirmek, goşist, ‘solcu’ bir gevezelikten öte geçmez.

Böylesi bir çağrıya ek olarak CHP’nin burjuva niteliğini ve tutarsızlıklarını belirtme sorununa gelince… CHP’lilerin de katılımıyla hazırlanan bir çağrıya bu partinin ‘iç yüzünü’ eklemeyi isteyen bir kimse eylem birliğinden birşey anlamamış demektir. Bu çağrının, söz konusu partinin tutarsızlıklarını eleştirme olanaklarını tıkadığını kanıtlamadan, bu çağrıya katılanları sosyal demokratlaşmakla suçlamak, dürüst olmayan bir tutumdur. Çünkü CHP’ne oy verme çağrısını sendikalarda, yığın örgütlerinde onaylayan komünistler, politik eylem özgürlüklerini koruyorlar. TKP’nin programı doğrultusunda bir yandan seçimlerde eylem birliğini güçlendiriyor, bir yandan da CHP’nin burjuva özünü yığınlara anlatıyor, onlarda reformcu düşler uyandırma girişimleriyle savaşıyor, sosyalizme açılan ileri demokratik bir düzeni devrimci yoldan kurma yolunu gösteriyorlar.” (Atılım yıl 4, sayı 5 41 1 Mayıs 1977)

İKİ Zafer: Kürdistan’da ve Metropollerde

Bugün HDP’nin yerel seçimlerdeki politik yaklaşımı TKP’nin 70’li yıllarda uyguladığı politik anlayışın devamı gibidir. İki farkla. Bir, bugün baş çelişki Kürtlerle faşist Erdoğan rejimi arasındaki mücadeledir. Bugün Erdoğan iktidarını ayakta tutan Kürt düşmanlığıdır, Kürtlere karşı yürüttüğü savaştır. Erdoğan seçim kampanyasının merkezine Kürt düşmanlığını oturtması, sürekli Kürtlere saldırması tesadüfü değildir. Erdoğan’ı yenecek olan Kürtlerin özgürlük mücadelesidir. Kürtlerin özgürleşmesi ise Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bu seçimlerde işçi sınıfının ve devrimcilerin HDP’nin taktiğini benimsemesi böylesine hayatidir. İkinci fark HDP’nin bizzat kendisinin seçimlere katılmakta olması ve ona göre bir taktik izlemesidir. HDP Türkiye’nin doğusunda, Kürdistan’da belediye başkanlıklarına adaylar göstermekte ve bu adaylar için oy istemekte. Türkiye’nin batısında ise oylarımızı AKP-MHP ittifakının belediye başkan adaylarına seçimleri “kaybettirmek” için vermeye çağırmaktadır. Yani belediye başkanlıklarını Doğuda, Kürdistan’da HDP kazanacak, Batıda, özellikle metropollerde AKP-MHP kaybedecek. Böylece Erdoğan’a ikili bir darbe indirilmiş, iki kez yenilmiş, dolasıyla iki zafer kazanılmış olacaktır. Bir Kürdistan’da, iki Batı‘da metropollerde.

Kürdistan’da kazanılacak zafer her şeyden önce Öcalan üzerindeki tecritin kalkması için aylardır açlık grevinde olan Leyla Güven ve arkadaşlarının direnişinin zaferi olacaktır. Bu zaferle hem kayyımları silip süpürülecek, hem de Kürt partileri arasında kurulan ittifak daha da kalıcılaşacak ve Kürtlerin ulusal birliği daha da güçlenecektir. Kürdistan’da kazanılan zafer, ‘benim Kürt kardeşlerimi benden başka kimse temsil edemez’ diyen Erdoğan’a Kürt halkının iradesinin kimden yana olduğuna, Kürtlerin önderinin kim olduğuna kesin bir cevap olacaktır. Kürtlerin önderi bellidir, Öcalan’dır. Erdoğan Kürtlerin ne kardeşi ne de lideridir. Bunun için Erdoğan’ın bu yerel seçimlerde Kürdistan’da kesin bir hezimete uğratmak şarttır. Onun Kürdistan’daki hezimeti ne kadar büyük olursa, egemen güçler arasındaki çelişkiler ve çatışmalar da o kadar derin olacak, Erdoğan güç kaybedecektir. Batıda demokratik mücadele daha da yükselecektir. Bu nedenle Kürdistan’da HDP adaylarının kazanması için tüm güçler seferber olmalıdır. Maçoğlu gibi oyun bozanlar deşifre edilmelidir. Erdoğan’a ikinci darbe Batıda metropollerde indirilmelidir. Bu da Cumhur İttifakı adaylarının Batıda seçimleri kaybetmesiyle mümkündür. Bunun için istemesek de sandıkta Millet ittifakı adaylarına oy verilecek. Hatta 1977 yılında yapıldığı gibi, tabanda CHP’lilerle ittifak kurulan yerlerde onların adaylarına oy verilmesi için çağrılar bile yapılabilir. Ama sandıkta o oy Millet İttifakı adayları belediye başkanı olsun diye değil, AKP-MHP adaylarına seçimi kaybettirme bilinciyle verilen oy olacaktır. Bu oylar ne kadar çok olursa egemen güçler arasında, AKP içinde o kadar hızlı kazan kaynamaya başlayacaktır. Gül-Davutoğlu-Babacan üçlüsü pusuya yatmış beklemekteler. AKP oyları % 40’ın altına düştüğü anda harekete geçecekleri söylentisi kulislerde dolaşmaktadır. Onlar asla ehven-i şer değildir. Burjuvazinin alternatifidir. Al birini vur ötekine. Bizim görevimiz her türlü biçimiyle AKP’nin, Erdoğan’ın gerici, cihatçı-vahabist, faşist iktidarına son vermek, baş çelişkinin:Türkiye’yi demokratikleştirmek, Kürt sorununun barışçıl, demokratik yollardan çözümünü sağlamaktır. Cumhur ittifakı da, Millet ittifakı da, Gül ittifakı da ne Türkiye’yi demokratikleştirmek, ne de Kürt sorununu barışçıl yollardan çözmek diye bir dertleri vardır. Bu Kürdü, Türküyle Türkiye halklarının, demokratik güçlerin derdidir. Bunun için bu seçim çalışmalarını çok iyi yürütmek, seçim sonrasında demokrasi mücadelesinin birlikte yürütüleceği ittifaklar yaratmak gerekmektedir. Şu bilinmeli ki, İstanbul’u, Ankara’yı kaybeden bir Erdoğan artık aşağıya doğru yuvarlanmaya başlamış, sath-ı mailine girmiş demektir. Eğik düzlem üzerine düşenin yuvarlanması her ne kadar kaçınılmaz olsa da, Erdoğan bu eğik düzlemde yuvarlanmamak için her yola baş vuracaktır. Ama O’nun bu eğik düzlemde yuvarlanmasını sağlamak ve hızlandırmak Kürt ve Türk sol ve demokrasi güçlerinin birlikte mücadelesine bağlıdır. Seçimden sonra bu mücadeleye şimdi oy verdiğimiz parti ve seçilen belediye başkanlarının çoğu ayakbağı olacaktır. Onların ayaklarımıza vurmaya kalktıkları köstekleri kıracak güç şimdi tabanda oluşturduğumuz ve seçim sonrası devam edecek olan CHP’li, HDP’li işçi ve köylülerin, emekçilerin, aydınlar ve gençlerin, kadınların, dindarların ve devrimcilerin oluşturacakları güç birlikleridir. Olmakta olan elmayı zamanında dalından koparacak güç budur.

One thought on “Milliyetçi Cephe’yi veya Cumhur İttifakı’nı seçmemek CHP’yi seçmek veya desteklemek demek değildir!

Bir yanıt yazın