Haber / Yorum / Bildiri

47 yıl önce veya 47 yıl sonra: 1977 ve 2024 seçimleri

Altay ALPAY

31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin yüzde 37,7 ile birinci ve AKP’nin veya Erdoğan’ın yüzde 35, 5 ile ikinci parti olması herkesi şaşırttı, ama birçoğunu da sevindirdi. Koşullar yerine geldiğinde, doğru bir mücadele yürütüldüğünde, hep birlikte bir “yere” vurulduğunda halkların ak oylarının nelere kadir olduğu bir kez daha görüldü. Bu bir ilk değildi, tarihte örnekleri de vardı. Tiranlar ya ölmüştür, ya da halklar tarafından yenilmişlerdir.

31 Mart’ta Erdoğan’ın yenilmez efsanesi paramparça oldu

31 Mart başarısı Türk basınını, Türkiye halklarını 1977 senesine, o zaman da elde edilen bir başarıya götürdü. O yıl yapılan seçimlerde de CHP yıllar sonra Bülent Ecevit yönetiminde oyların yüzde 41,4’ünü alarak birinci parti olmuş, o zamanki Demirel, Erbakan ve Türkeş yönetimindeki gerici, faşist, Amerikancı Milliyetçi Cephe ittifakına büyük bir darbe indirilmişti. Bu o zaman işçi ve emekçiler, sol ve demokratik güçler, Türkiye halkları için büyük bir baaşarıydı. Ama bu başarı unutturuldu, çünkü o seçimden sonra sol ve demokratik güçler üzerinde gerici faşist devlet terörü arttı. 12 Eylül faşizan darbesi oldu, bir daha böyle bir başarı elde edilemedi, CHP de 47 yıl boyunca hiçbir zaman bir seçim kazanamadı. 47 yıl önceki bu başarıyı hatırlamak boşuna değildi. İki başarının arkasında da halkların yenilmez iradesi vardı.

1977 başarısının unutturulmasında 12 Eylül darbesinin yanısıra Özal ve Erdoğan döneminde uygulanan neoliberal politikaların, bu dönemlerde ABD’nin Türkiye’ye dolaysız müdahelelerinin, yaşanan baskıların, ekonomik yıkımın, yozlaşmanın, sol ve demokratik güçlerin örgütsüzlüğünün ve dağınıklığının da şüphesiz büyük etkisi vardı. Bu durumda direnen tek güç Kürtlerdi. Kendisine sosyal demokrat diyen CHP ise 2000’li yıllarda AKP karşısında sürekli sağa kayarak yüzde 25 oranını bir türlü aşamadı. İlk kez 1977’deki başarıdan 47 yıl sonra 31 Mart seçimlerinde bu oranı kırıp yüzde 37,7 ile birinci parti durumuna gelince 77 başarısı hatırlandı. Ve seçim kaybetmez denen AKP ve Erdoğan’ın yenilmezlik efsanesi 1977’de Milliyetçi Cephe’ninki gibi yerle bir oldu. Halkların ak oyları karşısında en güçlü tiranların bile diz çökmek zorunda kaldığı bir kez daha ortaya çıktı.

Hem 1977’de hem 2024’de sağlanan başarı halkların eseridir

31 Mart başarısı 1977 seçimlerini, o seçimlerde elde edilen başarıyı anımsattı, ama kimse 1977 seçimlerinde ve öncesinde ne olup bittiğini ne sordu ne de sorguladı. Sanki bu “zafer” 31 Mart 2024 seçimlerinde yapılmak istendiği gibi CHP’nin tek başına bir başarısıymış gibi gösterilmeye, bir algı yaratılmaya çalışıldı. Oysa hem 1977’de hem 2024 seçimlerindeki başarı halklarımızın, işçi sınıfı ve emekçilerin, köylü ve çitçilerin, aydın ve sanatçıların, genç ve kadınların, onların örgütlü güçlerinin mücadele ve katkılarıyla elde edilmiş başarılardı. O zaman sormak gerekir: Bu başarılar nasıl elde edildi? Kimlerin katkısı vardı? 2024’ün 1977’ye benzeyen ve ondan ayrılan yanları nelerdi?

Önce şu belirtilmeli ki, 1977’yı anlamak için 60’lı 70’li yıllara gitmek, TİP’i, DİSK’i, Denizleri, Çayanları, TKP’nin 1973 Atılımını, dev 1 Mayıs miting ve yürüyüşlerini, Maden-İş grevlerini hatırlamak gerekir. 1977 başarısı bu hareketler ve mücadeleler içinde oluşan halkın “düzen değişikliği” iradesi sayesinde gerçekleşmiştir. 31 Mart 2024 başarısı da en başta 80’li yıllarda başlayan ve 2000’li yıllarda BDP, HDP, YSP, DEM ile devam eden, ağır bedeller ödeyen Kürt halkının ve onunla dayanışmaya giren Türk işçi ve emekçilerinin, aydın ve akademisyenlerin verdiği özgürlük ve demokrasi savaşının, halkların, kadın ve gençlerin, çevre aktivistlerinin tek adam rejimine karşı ardıcıl mücadelelerinin sonucudur. Başarılar böyle elde edildi. Bunlar halkların eseridir.

Ne olmuştu 1977 yılında?

1977 başarısına giden yol 1965’de işçi ve gençlik hareketleriyle başladı   

Türkiye halkları, işçi ve emekçiler, köylü ve çiftçiler, aydın ve sanatçılar, gençler ve kadınlar, barış ve özgürlük aktivistleri tarih boyunca hep baskı altında olmuşlardır. Sınıf mücadeleleri, gericilikle ilericilik, demokrasi ile diktatörlük arasındaki savaşlar hep sert geçmiştir. Bu direnişler çoğu kez kanla bastırılmıştır. En kanlı bastırılanlar da Kürt halkının direnişleri olmuştur. Uzun baskı dönemlerinden sonra zaman zaman bir yükseliş dönemi de yaşanmıştır. Bu yükselişlerden biri de 60’lı yılların ortasında başlamış, 70’li yılların sonuna kadar sürmüştür. 1977 seçimleri burada bir kilometre taşıydı.

1960 darbesi sonrasında ülke göreceli bir liberalleşme yaşadı. Ülkeyi yağma ve talan eden Amerikan emperyalizmine ve onunla iş birliği yapan komprador burjuvaziye karşı güçlü bir işçi ve gençlik hareketi doğmaya başladı. Türkiye İşçi Partisi, TİP ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK kuruldu. TİP’in başına Aybar, Boran, Aren’den oluşan TKP üyeleri geldi. Böylece işçi ve gençlik hareketi niteliksel bir yükselişe geçti. Ülkenin geri kalmışlığının, halkların yoksulluğunun, ezilmişliğinin nedeni NATO üyeliği, Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçi kapitalistlerdi. Ülkede antiemperyalist, antikapitalist bir mücadele yükselmeye başladı. 1965’de TİP 15 milletvekili ile Meclis’e girdi. İlk kez Meclis ve Türkiye halkları işçi ve köylülerin, emekçi halkın, Kürt halkının çıkarlarını savunan gerçek bir muhalefet gördü. Meclis’te TİP’in, fabrikalarda DİSK’in direnişleri, sokaklarda gençlerin mücadelesi yepyeni bir boyut kazandı. 15-16 Haziran dev işçi direnişi yükselen devrimci harekete bir başka boyut kazandırdı, sınıf mücadelesinin önemini gösterdi. Dünya ölçüsündeki 68-Hareketi de bu gelişmeleri etkiledi.

Denizlerin, Çayanların yönetimindeki gençlik hareketi NATO’ya, ABD üslerine, 6. Filo’ya karşı dev mitingler gerçekleştirdiler. Bu mitinglere saldıran ve Amerikan askerlerini savunanların başında bugün iktidarda olan AKP’lilerdi, Erdoğan’dı, Abdullah Gül’dü. Bu koşullarda tartışılan Türkiye’nin nasıl kurtulacağı sorunuydu. Kurtuluş ve kalkınmasının, halkın refah ve mutluluğunun, demokrasi ve özgürlüğün emperyalizmden kopmakla, kapitalist kalkınma yolunu terketmekle, planlı sosyalist kalkınma yoluna girmekle mümkün olacağı kanısı hızla halk yığınları arasında yayılmaya başladı. Türkiye’deki düzen bozuktu. Bu “bozuk düzenin” değişmesi şarttı. Gelişen bu yığın hareketleri karşısında kendisine Kemalist diyen CHP hızla “ortanın soluna” kaydı, kendisinin sosyal demokrat solcu bir parti olduğunu ileri sürdü. Bu süreç 1972’de partinin başına geçen Ecevit’le daha da hızlandı.

Cumhur İttifakının öncüsü Milliyetçi Cepheler  

Sovyetler Birliği’nin dibindeki Türkiye’de yaşanan bu süreç ABD’ye NATO’ya fazla gelmeye başladı ve 1971’de frene bastılar. 12 Mart 1971’de orduya yeni bir darbe yaptırttılar. Yükselen devrimci hareketi boğmaya çalıştılar. TİP ve DİSK yöneticilerinin çoğu tutuklandı. Başta Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan olmak üzere gençlik liderleri ya idam edildi, ya dağlarda katledildi, ya da hapse atıldı. Ama bu askeri darbe dipten gelen yığınların tepkisini durduramadı. Askeri rejime son verip sivil rejime geçmek zorunda kaldılar.

1973 seçimlerinde halk askeri rejime “hayır” dedi. Ama gericilik hâlâ güçlüydü. Ecevit’in Erbakan’la kurduğu koalisyon uzun ömürlü olmadı. Tek işlevi kısıtlı da olsa bir siyasi affın çıkarılması oldu. Hapishaneler büyük ölçüde boşaldı. Ama Ecevit’in 1974’te Kıbrıs’ta Sampson darbesini bahane ederek Ada’ya askeri müdahale yapması Türkiye’de ve uluslararası alanda bugüne kadar gelen büyük sorun oldu. Gericilik harekete geçti. Faşist, Milliyetçi Hareket Partisi MHP Başkanı Türkeş, dinci gerici Milli Selamet Partisi MSP Başkanı Erbakan ve diğer bazı küçük gerici, milliyetçi parti liderleri Adalet Partisi AP Başkanı Demirel yönetiminde birleşerek Milliyetçi Cephe’yi kurdular ve iktidarı ele aldılar. Milliyetçi Cephe bugünkü Cumhur İttifakının öncüsüydü. Bundan sonraki politik gelişmeler 1977 başarısını hazırlayan koşullardı.  

Ülkeye ABD, İMF ve Dünya Bankası kredileri değil planlı kalkınma gerekti

Demirel yönetiminde kurulan Milliyetçi Cephe hükümeti ilerici, devrimci, demokratik güçlere, işçilere ve gençlere karşı büyük bir saldırıya geçti. Hedef işçi ve gençlik arasında yükselen devrimci hareketi boğmaktı. Faşist Türkeş ülkücü bozkurt gençleri polisin yardımcı gücü ilan edip özellikle üniversitelerde devrimci gençlerin üzerine sürdü. Aynı şeyi Erbakan da yaptı. O da dinci, İslami cihatçı örgütlerini harekete geçirdi. Başbakan Demirel de “Bana milliyetçi gençler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyerek bu katiller sürüsüne arka çıktı. Bu şiddet olaylarında ve çatışmalarda 5 binden fazla genç hayatını kaybetti. Sokaklar ve meydanlarda, kahvelerde, üniversitelerde yaşam güvencesi kalmamıştı. Devrimci gençlerle faşist gerici gençler arasında kıyasıya bir mücadele gidiyordu.

Halkta Milliyetçi Cephe hükümetine karşı bir tepki yükseliyordu. Halk faşist ve gerici saldırıların durmasını, ekonominin düzeltilmesini istiyordu. Ekonomi ise bugün olduğu gibi bir türlü düzeltilemiyordu. Hükümetin dışardan krediye ihtiyacı vardı, kredi arıyordu. Kredi verecek olan İMF ve Dünya Bankası’nin koşulları ise ağırdı. Kredi vermek için Cumhuriyetin kuruluşundan beri halkın birikimi olan Kamu İktisadi Kuruluşlarının özelleştirilmesini, onların yabancı tekellerin yağmasına açılmasını, halka ağır vergi ve zamlarla kemer sıktırılmasını şart koşuyordu. Halk ise İMF’ye, Dünya Bankası’na tepkiliydi. Ülke zenginliklerinin uluslararası emperyalist tekeller tarafından yağmalanmasına karşı çıkıyor, ülkenin öz kaynaklarına yönelen yeni, planlı bir ekonomi politikasının uygulanmasını istiyordu. Kredi bulamayan hükümet ülkeyi uluslararası alanda 70 Cente muhtaç etti. Halk artık Milliyetçi Cephe hükümetinin gitmesini, sol ve demokratik güçlerin iktidara gelmesini, yokluktan ve yoksulluktan kurtulmayı istiyordu. Kurtuluşu da emperyalist bağımlılığa son vermekte, öz kaynaklarımızla planlı kalkınmaya geçmekte görüyordu. Bunun nasıl olacağını gösteren güçler de vardı. Toplumda Milliyetçi Cephe hükümetine karşı zımnen büyük bir ittifak oluşuyordu.

TKP’nin 73 Atılımı ve muhalefeti birleştiren ileri demokrasi politikası

Ülkede Milliyetçi Cephe’ye karşı güçlü bir ittifakın doğmaya başlamasında, emperyalizmden bağımsız planlı yeni kalkınma yolları aranmasında Türkiye Komünist Partisi TKP’nin 1973 yılındaki Atılımı ile birlikte Türkiye’de işçi, emekçi, köylü, çiftçi, aydın ve sanatçı, gençler ve kadınlar arasındaki artan etkinliğinin büyük katkısı olmuştu. TKP’nin Atılımı ile birlikte sınıf mücadelesi yeni bir boyut kazandı. İşçi sınıfının bilinç düzeyi yükselmeye başladı. Sendikaların, özellikle DİSK’in mücadelesi yalnız ekonomik değil, politik bir içerik de kazanmaya başladı. Çünkü bu iki mücadele içiçe girmişti. Ekonomik ve sendikal haklar ancak politik alanda elde edilen haklarla kazanılabiliyordu. Sendikalar daha güçlü bir şekilde demokratik hak ve özgürlükleri savunmaya, ülkedeki emperyalist-kapitalist sömürü ve yağmaya daha çok karşı çıkmaya başladı. İşçi sınıfı bu kararlılığını grevlerde, Taksim’de yaptığı dev Bir Mayıs mitinglerinde ortaya koydu. 1977 Haziran’ında yapılacak seçim öncesi yapılan Taksim Bir Mayıs mitingi seçim için bir test, yığınların değişim isteğinin bir ölçüsüydü. Hükümet, derin devlet bu dev mitinge saldırdı, 37 can aldı. Ama yığınların direnme azmini kıramadı. Gençler ve kadınlar, aydınlar ve köylüler, emekçi katmanlar “yolumuz işçi sınıfının yoludur” diyerek işçi, emekçi, köylü, aydın, genç ve kadın eylembirliği ve ittifakını daha da güçlendirdiler.  

TKP seçimlerde Milliyetçi Cephe hükümetine bir darbe indirilmesi, yenilgiye uğratılması politikasını başa aldı. Tüm güçlerin istediği düzen değişikliğinin “ileri demokrasi” politikasıyla mümkün olacağını gösterdi. İleri demokrasi emperyalizm ve işbirlikçi komprador burjuvazi dışındaki tüm güçlerin: burjuvazinin ulusal orta katmanlarından işçi ve emekçi sınıf ve katmanlara kadar hep birlikte iktidarı alması, halkın katılımıyla demokratik hak ve özgürlüklerin hızla genişletilmesi, planlı bir ekonomiyle ülkenin kalkınmasının sağlanması, böylece üretici güçlerin gelişmesi, sosyalizme açılan yolun hazırlanması demekti. İleri demokrasi anlayışı geniş yığınlar tarafında yankı buldu. Başta DİSK olmak üzere işçi sınıfı, orta katmanlar ileri demokrasi politikasını benimsediler. CHP lideri Ecevit de ileri demokrasi politikasını benimseyenler arasındaydı. Adı konmasa da ileri demokrasi etrafında zımnen en geniş güçlerin bir seçim ittifakı oluşmuştu. Bu ittifakın hedefi sandıkta emperyalist güçleri, Milliyetçi Cephe’yi yenmek, tüm demokratik güçlerin ortak iktidarını oluşturmak, ileri demokrasinin önünü açmaktı. Bu anlayışla 5 Haziran 1977’de yapılan seçimlere gidildi. Seçim kabininde mühürler CHP’ye basıldı, ama sandıkta oylar Milliyetçi Cephe’yi yenmek, emperyalizme ve komprodor burjuvaziye bir ders vermek, ileri demokrasiye geçilmesini sağlamak için verildi, sandığa öyle atıldı.   

1977 başarısı savunulamadı, ABD 12 Eylül 1980 darbesini yaptırttı

Bu koşullarda gidilen 5 Haziran 1977 seçimlerinde CHP, Ecevit yüzde 41,4 ile birinci parti oldu. Bu yalnız CHP’nin değil tüm ileri demokrasi güçlerinin zaferiydi. Ama bu başarı tek başına iktidarı almaya, hükümeti kurmaya yetmedi. Devşirme milletvekilleriyle Ecevit yeni bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu hükümet ise başarılı olamadı. İleri demokrasinin gereklerinden hiçbiri hayata geçirilemedi. Ecevit hükümeti devrildi, Milliyetçi Cephe yeniden iktidarı ele aldı ve harekete geçti. Faşist ve dinci güçlerin ilerici güçlere saldırılarını arttırdı. Ülkede bir faşist terör estirildi. NATO ve ABD devrimci güçlerin bastırılmasını istiyordu. Bu bastırılmadan, neoliberal politikalar kabul edilmeden kredi yok dedi. Hükümet ise bunu başaramıyordu. Çünkü halkta bu politikaya karşı büyük bir tepki vardı. Ülkede ilericilikle gericilik arasında bir pat durumu oluşmuştu. Kim kimi savaşı kızışmıştı. Bu durumda ne yapılmalıydı? Yapılacak şey seçim öncesi zımnen gerçekleşen ittifakı şimdi açık, gerçek bir ittifaka, antifaşist-antiemperyalist bir eylem birliğine, ittifaka dönüştürmekti. Bu başarılamadı. Burada tüm güçlerin yanısıra TKP’nin de büyük hataları oldu. Artık bugün yalnız 1977’de elde edilen başarıdan değil, o döneminden çıkarılacak dersler de önemlidir. 

ABD ve NATO 1977 sonrasında Sovyetler Birliği’nin dibinde oluşan bu pat durumuna daha fazla tahammül edemedi ve Genel Kurmayı, Türk generallerini harekete geçirerek 12 Eylül 1980’de sonuçları bugün hâlâ yaşanan faşizan askeri darbeyi yaptırdı. Bundan sonrası biliniyor. ABD halkın değil, kendi has adamlarını iktidara getirdi. Bunların en önemlileri Özal ve Erdoğan’dır. Bunlar eliyle ABD ülkeyi kıskıvrak NATO’ya, Batı’ya bağladı. Neoliberal politikaları dayattı, uygulattı. Ülke ve halk fakirleşti, Erdoğan ve Batı zenginleşti. Bugün Erdoğan’a karşı savaşılırken bilinmeli ki, Erdoğan’ın arkasında NATO, ABD, Batı ve onların çıkarları bulunmaktadır. Karşımızda düşman büyük ve güçlüdür. Ama oluşacak halkların iradesi ondan daha güçlüdür. Şimdi bu güç yaratılmalıdır.

Erdoğan’a 4 yıl daha ülkeyi yönettirmemek mümkündür

Buna rağmen hem 1977 hem 31 Mart 2024 gösterdi ki, bunları yenilgiye uğratmak mümkün, ama yenmek için işçi sınıfının ve emekçilerin kendi devrimci örgütlerini yeniden yaratması, yığın bağlarını güçlendirmesi, halklarımızın daha büyük bir dayanışma ve eylem birliği oluşturması, yeni ittifak kurması gerekmektedir. 1977’den 1980’e kadar geçen 3 yılı ABD ve faşizan gerici güçler kendi konumlarını sağlamlaştırmak için kullandılar. Şimdi Erdoğan da önündeki seçimsiz 4 yılı kendi konumunu güçlendirmek için kullanacağını ilan etmektedir. Buna izin vermemek 1977 sonrasından çıkarılacak en önemli derslerden biridir. Bu da en geniş güçlerin ittifakı ve onun vurucu güçlerinin felç edilmesiyle mümkündür. 1977’den sonra Milliyetçi Cephe sokakta ülkücü ve İslamcı katiller aracılığı ile estirdiği faşist terörle yığınları yıldırmaya çalıştı. Şimdi Erdoğan da elinin altındaki vurucu güçlerini ileri sürerek yaratacağı terörle yığınları yıldırabilir. Burada çok uyanık olmak gerekmektedir.

Ülkenin nasıl kalkınabileceği yeniden tartışmaya açılmalıdır

1977’de Milliyetçi Cephe’yi oluşturan güçlerle 2023/24’de oluşturulan Cumhur İttifakı hemen hemen aynıdır. Bugünkü MHP o zamanki MHP’dir. Bugünkü AKP o zamanki MSP’dir. AP ise dağıldı. O zaman da şimdi de bunlar Amerikan yardımı olmadan, dışarıdan dolar gelemeden ülkeyi yönetemezler. Bunların ülkeyi kalkındırma diye bir sorunları yoktur. Hep kendi “keselerini” düşünürler. Ülke hep kriz içindedir. Enflasyon hep hiper enflasyondur. Vatandaşa hep kemer sıktırılır. Vatandaş yokluktan, sefaletten bıkmıştır. 70’li yıllarda vatandaşın sırtına Kıbrıs macerasının yükü bindirildi, Şimdi de Kürtlere karşı yürütülen savaşın yükü bindirilmektedir. Vatandaş “şaşkın”, sürekli bir arayış içindedir. 1977’de ülkenin nasıl kalkınabileceği tartışılıyordu, şimdi bu da tartıştırılmıyor. Neoliberal politikalar alternatifsiz olarak halka dayatılıyor. Halkta yavaş yavaş bunlara dur demenin zamanı geldiği, Kürtlere karşı savaşın anlamsızlığı kavranmaya başlandığı görülmektedir. 1977’dekine benzer gelişmelere halk gebedir. Ülkenin nasıl kalkınabileceği, halkın yokluktan, enflasyondan nasıl kurtulabileceği, Kürt sorununun nasıl çözülebileceği artık açıkça tartışılmaya başlanmalıdır.  Halk bu tartışmalar içinde faşist gerici güçleri yenme gücünü elde edecektir.

Tüm güçler açık, şeffaf ittifaklara hazır olmalıdır

Amerikancı faşizan gerici güçler kendi aralarında cepheler kurarken, ilerici ve demokratik güçler ancak zımnen, kimsenin açıkça ifade edemediği bir birliktelik kurabilmektedir. Zımni birliktelikler Amerikancı güçleri yenmeye yetmemektedir. Yığınların önüne gözle görülen, elle tutulan birlikteliklerle çıkmak gerekmektedir.

Hem 5 Haziran 1977, hem de 31 Mart 2024 seçimleri gösterdi ki, toplumda tüm ilerici ve demokratik güçlerin iktidardaki Amerikancı işbirlikçi emperyalist güçlere, onların antidemokratik otoriter faşizan, dinci gerici temsilcilerine karşı zımnen kurulan ittifakların miyadı dolmuştur. Bu ittifakın oluşmasını 1977’de TKP, komünistler sağladı, 2024’de de DEM Partinin uyguladığı “akıllı” politikayla Kürtler sağladı. Mühürler CHP’ye basıldı, oylar ise 1977’de milliyetçi Cephe’nin, 2024’de de Erdoğan’ın otoriter, faşizan, gerici tek adam rejimini yenilgiye uğratmak için sandığa atıldı. Şimdi bu ittifakı “alenen” yapmak, Erdoğan’ın tek adam rejimine karşı büyük bir ittifak yaratmak gerekmektedir. Bu da işçi sınıfının kendi devrimci parti ve sendikalarını, Marksçı-Leninci partisi TKP’yi yaratmayı, sınıf ve kitle sendikacılığını yeniden oluşturmayı, yığınlardaki yıllardan beri oluşturulan Kürt düşmanlığını kırmalarını, Kürt dostluğunu yaratmalarını gerektirmektedir. 1977’de yığınları saran ileri demokrasinin bugün aldığı somut biçim, Türkiye’nin demokratikleşmesi için Kürtlerin eşit haklı özgürlüğe kavuşması, demokratik bir cumhuriyette eşit, barışçıl, özerk ortak yaşamın sağlanmasıdır. Bu sağlandığı ölçüde Erdoğan’ı geriletmek ve giderek yenmek mümkün olacaktır. Kürt sorununda açıklık sağlanmadan işçi sınıfının ve Kürtlerin CHP çevrelerine kadar uzanan orta katmanlarla bir ittifak kurması zordur. Şimdi bu zoru başarmak sol ve demokratik güçlerin önünde duran görevdir. Bu görev gerçekleştirildiği ölçüde Türkiye demokratikleşecek ve özgürleşecektir. Erdoğan’ın 4 sene iktidarda kalma hayallerini kırmak, en kısa zamanda onun iktidarına son vermek bu ittifakın hayata geçirilmesiyle mümkündür. Zaman mümkünü hayata geçirme zamanıdır.

Bir yanıt yazın